Merhaba.
Wow, gerçekten sarsak'ın TDK'da olduğunu söylesem inanır mıydınız? Olmasa da kullanacaktım ama olması ilginç geldi. Yazılarımı, bloglarımı, yorumlarımı hep yanlış bir dille yazıyorum. Farkında olduğumu söylemek bulundukları hallerin tolere edilebilir olmasını pek sağlamayacak gibi. Bu bile aslında şu an neden yazdığımı kendi içinde açıklıyor. Bir sebebi yok. Aklımda bu şey var ve karşıdaki olarak senin aklımdaki şeylerin ne kadarına hakim olduğunu zerre bilmiyorum. Bu konuda aslında genelde karşının pek çok şey bildiğini düşünüp yazını ve eserini toparlaman gerekir. Çünkü bilen biri için orada o kadar çok fazlalık oluşur ki kişiyi kaçırır. En azından benim için genelde bu böyledir. Konunun has noktalarını iletmeye ve kendi düşünce dünyanda nasıl bir yenilikle konuya yaklaştığını açıklaman gerekir.
Aslındaa, şu var ki, bazen de o kadar hızlı bir şekilde sürekli atıflar yapıyorum ve yazıyorum ki okuyan hiçbir şey anlamıyor. Tam bir uçurum.
Herhangi bir taslak olmadan bildiriyorum yine. Şimdi bir konu üzerine tutturup gitmeye kalksam saçma sapan atlamalarla bir ton şey yazacağım. Üzerinden de tekrar geçmeyince saçma sapan bir yazı ortaya çıkacak, oradan oraya atılıp duran ve bir yere varamayan, vardığı yer ise kendine ait olmayan parçacıklar…
Anlatmak istediğim bir şeyler var. Orası kesin. İçinden atmak istediğin; böyle kalemle kazıyıp çıkarıp bir kurum gibi, zift gibi kalemine mürekkep yapacağın şeyler... Kanla yazı yazmak gibi. Ama ruhunun kanıyla, ızdırapla. Izdırap ne kadar cızırdaklı bir kelime, hicran gibi, hicran daha soft, yine hacimli ama ne bileyim, hicran sonuçta, bir yerde biten bir şey gibi, ızdırap gitarın bam teline vurup da titreşimini izlermişsin gibi. Salınıp oyup böyle en sinir almaçlarına dokunuyor. Hissetmek mi istenir ki? Belki mazoşizm veya sadizm çok da anlaşılmaz değildir. Belki pek çok konu çok anlaşılmaz değildir. Sadece o kadar tehlikelidir ki onları anlamak, anlamazdan gelmek daha güzeldir. Farkında olmadan o kadar çok sansür uygularız ki kendimize. Ve bu, iyidir. İnsanın o sistemi, o yöneten aklı, düşünme ve değer sistemi, vücudu... Kendimizi korumak için her şeyi yaparız. Bakın mesela. Bu kadar yazdığım şeyler arasında anlatmak istediğim o kadar çok şey doğurdum ki. Beynimde aynı anda hatlar birbirine bağlandı, içerden fırlayıp ekrana dökülmek istiyorlar ve bunları dikkatle dökemeyip her yere bulaştırıyorum ben. Öncelikle insanın kendini koruma için her şeyi yapması dedim ya, en basit ve bilindik olan travma'yı burada anmak istiyorum. Travma eskiden çok ilginç gelirdi bana. Ne bileyim, şimdi tıp konuları arasında o kadar çok adı geçiyor ki insan ister istemez eskitiyor. Travma insanın(normal bir insan üzerinden hesaplanıyor bu arada, sonra çıkıp da hem bana koymuyor diyip hem de aa abi ben psikopattım demeyin, ayrıca asker doktor falan fıstık az buçuk alışıyor öyle şeylere, ya da onlar da psikopatlar bilmiyorum) kaldıramayacağı olaylardır. Kaldıramamak nasıl bir ölçüdür, şöyle bir ölçüdür: O durumun gerçekleşmesini gerçekten istemezsiniz, böyle sizin için hayatta olabilecek en kötü şeylerden biridir ve buna engel olamazsınız. İşte travma hemen hemen budur. Peki sonra ne olur biliyor musunuz? (Medikal kısma girmiyorum, orayı özelden sorun) Hayatta aslında istediğiniz şeylerin olmadığını ve kendinizi, sevdiklerinizi pek çok şeyden koruyamacak durumda olduğunuzu anlarsınız. Aslında küçücüksünüzdür ama işte ara ara öyle şeyler yapmış ve görmüşsünüzdür ki elinizde güç olduğunu sanırsınız. Taa ki, o travma anına dek. Sonrasında aklınız sizi harekete geçirmek için bu durumu size açıklamaya çalışır. Gücünüzün hiç olmadığını değil sadece bazen bazı şeylere yetemeyeceğini siz anlayana dek bir sürü şey yaşarsınız. Olay tekrar canlanır, neden böyle oldu dersiniz? Kendinizi suçlu bulursunuz(halbuki bulmamanız gerekir). Gerçek suçluyu haklı bulursunuz. Ya da olayı bastırırsınız. Çünkü böylece hayat devam edebilecektir. Falan falan. Özellikle suçlama kısmı kötüdür. Başınıza gelen şeyi size ne açıklar ki? Mesela önünüzü kestiler ve eşinizi oracıkta öldürdüler. Aklınıza neler neler gelir? Beni niye öldürmediniz? Niye böyle bir şey oldu? Bu neden olmazdı? Ben bunun neresindeyim? Ben kötü biri miyim? Allah buna neden izin verir? Halbuki acı ama basit cevaplar vardır. Karşıdaki insanlar birini öldürmenin ne demek olduğunun bilincinde değildir ve öldürmeleri için kendilerini kısıtlayan bir şeyleri yoktur. Ve aslına bakarsanız bunu engelleyebilecek hemen hiçbir şey yok. Şeytan hep vardır. Farklı fikirler hep olacaktır. Sadece bunu azaltmaya gücümüz yeter. (Farklı fikirleri azaltmaya gücümüz yeter?) (Farklılık iyi değil miydi?)
Tüm yaşananlarla ilgili insanların anlamadığı ve zorlandığı şey farktır. İnsanlar farklıdır, farklı düşünür, farklı şeyler ister. Ve olması gereken budur. Burada da az önce bahsettiğim şu mazoşizm-sadizm kısmına falan gireceğim. Acı çekmek neden güzeldir, çektirmek neden güzeldir? Bence en normal olan şey bir mazoşistin sadist olmasıdır. Mazoşizm ise muhtemelen acının verdiği yüksel uyarılmanın etkisidir. Çok zor değil. Aşırı uyuşmuş hisseden, keyifsiz bünyeler için bir canlandırıcıdır. Acıya karşı vücut adrenalin vs. kimyasallar da salgılar. Her ne kadar beynin normal işleyişi bunu engellemeyi sevse de korteks tarafının kontrolü bizim elimizde ve korteks istemsiz şeylerin çoğunu baskılayıp değiştirebiliyor. Yanisi, anlamıyor olsanız bile bu mantıksız kılmıyor durumu. Burada sorgulanabilir asıl şey mazoşist ve sadist olmaktan daha eğlenceli şeyler yapılabilir mi dünyada? Ve buna gerçekten inanıyor musunuz?
Pekii, sizce insanlar neden satanist olur? Bana çok saçma gelmişti. Satanizm nedir yani di' mi, şeytanın nesini seversiniz ki? Fakat başka bir taraftan bakınca, şeytanın mağdur ve kurban gibi bir duruşu da yok mudur? Hani hakkı yenmiş gibi. Gerçekteki olayları bilmem ama size şöyle bir şey sunsam ne kadar hak verirsiniz?: Şeytan adlı varlık çalışmış, didinmiş, Tanrı'ya yaranmak için ne gerekirse yapmış. Yorulmuş, yıpranmış ve fakat Tanrı'nın yanında rütbesini almış. O bu kadar uğraşıp öğrenmeye çalışıp rütbesini alırken Tanrı çıkıp demiş ki "Ben bir varlık daha yaratıyorum, bu İnsan'dır. Şeytandan güçlü ve bilgilidir. Hatta meleklerden de bilgilidir. Rütbesi de hepinizden yüksektir." "Ama- nası- Tanrı'm! Ben o kadar çabaladım. Hem ben ateştenim o topraktan nasıl daha üstün olabilir?" WTH yani değil mi? Sen o kadar çalış çabala, çat bir beleşçi getirilsin ve senden daha yüksek olsun. Hani mesela hayata babadan zengin falan başlayanları düşünün ya da ne bileyim illahi bir şeye denk gelmişsinizdir. Sonra sonu ne oluyor Seytan'ın? Ne dersen de itaat edeceksin Şeytan, deniyor. O da ben bu işte yokum, diyor. Şimdi çok insani ve rahatça bakarsak haksızlığına karşı durmuştur Şeytan aslında değil mi? İnsan kim yani? Ve şu hayatınızda birinin iş yerindeki çabalarına vs. karşılık haksız yere sizin üstünüz olarak getirildiğini düşünün. Hazmedilebilir mi? Yani. Ama susacaksın ve ses çıkarmayacaksın. Yasak. Aslında buradaki problem nedir biliyor musunuz? Şeytan'ın aklındaki varoluş sebebi. Şeytan o yeri niye isterdi, niye insana secde etmek bu kadar ağır geldi? Sen zaten Tanrı neden varlığın yanında minik bir şeysin. Belki de o minikliğin ezintisi orada patlak verdi. Hepimiz Allah'ın yarattığı ve oynattığı "şeyler"iz. Bir yapay zekadan çok farklı değiliz. Tahmin edilebilir olmaktan uzak da değiliz. Belli değerlerimiz ve yaşam için belirlediğimiz kıstaslarımız var. Sebep-sonuçlarımız var. Yaratıcıya isyan etmenin en sorunlu tarafı nedir biliyor musunuz? Ucu bir yere varmaz. Çünkü biz amaçsızlarız. Varoluşumuza el koyulmuş. Yani bir kitaptaki karakter nasıl o satırlar dışında yoksa biz de olamayız. Kader ve özgür iradenin tuhaf bir yumağı da olsa aslında özgür irademiz bizim oluşumumuzda temel alan şeylerden başka bir şey değil. Sadece o kadar çok çevresel faktörden etkileniyoruz ki fark edilemez bir kaostan oluşuyoruz. Ama Tanrı bunların hepsini görüp duyumsayabilecek güçte yani onun için tamamen tahmin edilebiliriz. Bir hükümdara boyun eğmek acıdır. Fakat Tanrı'ya boyun eğmek. Çaresizlik tam olarak budur. İşin daha acayip tarafı ise Tanrı'nın amacının ne olduğu. Bu bizim var oluşumuzu da ortaya koyan ama çok daha cıngıllı bir sorudur. Bir diğer dini konu ise bir ateistin(gerçek bir ateistin) müslüman olmamasının anormal olmayışıdır. Ve bir müslümanın da ateist olmayışının. İki tarafın da kendine göre o kadar mantıklı açıklamaları vardır ki ikisi de yeterince çok inanır. Olay budur yani. İNANÇ. Kocaman yazdım. Çünkü inanç mantıkla değişebilen ama iki mantık arasında kaldığında öylece kalan bir şeydir. Şans eseri gibi bir şey. Artık hangi tarafın zarı tutarsa.
Evet, başlangıç ve buradaki farkı görüyor musunuz? Hem çok ciddi şeyler yazdım hem de istediğim pek çok şeye değemedim bile. Mesela insanların hepsinin haklı olduğuna değinemedim. Mutluluk denilen şeyin tuhaflığına henüz değinemedim. Tüm psikiyatrinin işlevselliğe bağlı olduğuna değinemedim. Evet, umursanan tek şey bu. Hayatın çarkları nasıl döner. Ve bir iki formül söylenir. İdealizme yönelik, hayatı iyi tutmaya yönelik vs. vs. Evet, kendime en unutmamayı söylediğim şeyi bir kez daha tekrarlamalıyım: Kimse bu dünya hakkında bi' halt bilmiyor. Kimse. Hiç kimse. İnsanın kendi öğrenip oluşturduğu ve gerçekten inandığı doğrular en doğru olan şeyler. Ve tüm hırslar, mutluluk kaynakları, amaçlar boşuna. Hepsi sadece bir yerlerden elde ettiğimiz toplama güdüler. Hepsi bir yerlere dayanıyor ve temelleri çürük. AMA. Onlar olmadan mutlu da olamazsınız, yaşayamazsınız da, tatmin de olamazsınız. Yani "bile bile lades".
a little break for me, devam edeceğim
Ara sonrası devam.
An itibariyle seçim günü içindeyim. Anlatmak istediğim pek bir şey şu an yok. Sanırım koşmanın boşuna olduğunu anladığım bir andayım. Durmak ve durulmak zamanı şu an. Her neyse, bu blog belki de atılmaz.
Bir kez daha devam.
Aslında her an yazının başından ayrılabilirim, beklediğim biri var.
Ne diyebilirim. Yazıyı bir kez daha okudum bu sefer. Fena olmamış. Fakat konuları çok hızlı geçiyorum ve karşıya yeterince aktaramadığımı hissediyorum. Belki yazarlar bunu için kurguyu kullanıyorlardır. İyi yazar olan filozoflar diye bir kısım okumuştum Kafkaokur’un Oruç Aruoba sayısında. Eskiden daha güzel gelirdi edebiyat dergileri fakat o kadar çok şey yazıyorlar ki okuması, takibi güç. Ek olarak bir nebze insanın hoşuna gitse de eleştirip bakınca kendinize çok şey katmadığını fark ediyorsunuz. Carl Sagan’lı bir Reels vardı. İşte insanın düzenli olarak her hafta kitap bitirse kaç kitap okumuş olacağıyla mı ne ilgiliydi, sadece birkaç kitaplık kadarlık kitap tutuyordu bu(dolu dolu ve uzuun kitaplıklar düşünün ama çok da abartmayın). Sonra kütüphanenin geri kalanını gösteriyordu sanırım, izlemedim devamını Reels’in. Çünkü nitelikli okuma diye başlık atılmıştı. Leb demeden Lebbeyke La Şerike Leke Lebbeyk’i anladım yani. Onun için hoşumuza gitse de daha çok şey kavramak için basit yapılı ve tekrarlara dolu şeylerden uzak durmak gerek sanırım.
Bitti dağılın.
Kamil/Birket