He Changdi orduya katılıp karısından ayrıldığı gün, Chu Lian güzel sıcak yatağında onu rahatsız edecek bir rüya bile görmeden mışıl mışıl uyuyordu. Diğer tarafta He Sanglang Laiyue de yanına alarak, başkente yakın bir şehre doğru kendisiyle birlikte sürüklüyordu. Yerleşkede kimse kuzey sınırındaki Liangzhou’ya giderken kullanacağı yolu bilmese de takip edilmemek için iki kat daha hızlı, sabah akşam demeden yolculuk yaptılar. Hala yazın ortasıydı yani geceleri hava karanlık olsa da sıcaklığı azaltacak serin esintiler yoktu. Rüzgarın esmemesi dolayısıyla hava o kadar nemli ve sıcaktı ki He Changdi’nin dayanma gücü ve sabrı gittikçe tükeniyordu. Binicileri çantalarla kuşanmış olan atlar, yoldan aşağı doğru adeta uçuyordu. Atların hareketinin yarattığı esinti biraz serinletici olsa da bütün gün at tepesinde yolculuk ettikten sonra sağlam He Sanglang bile dayanıklılığın sınırına geliyordu. Bacaklarının iç kısmındaki kaslarından gelen yanma hissine katlanırken ikili on mil daha yol kat ettiler. Laiyue loş ay ışığında ilerlerken, yolun sonundaki çatalda samandan bir kulübe gördü. Neşesi yüzünden okunuyordu. “Üçüncü Genç Efendi ileride samandan bir kulübe var. Neden bu akşam için burada dinlenmiyoruz?” Sonraki şehre hala kırk elli mil yol vardı. Eğer bütün gece yolculuk yaparlarsa ancak bir sonraki gün oraya ulaşabilirlerdi yani bu gecelik neden yol kenarında kamp yapmıyorlardı ki? Hem atların da biraz dinlenmesi gerekiyordu. He Sanglang başını salladı ve atından indi. Laiyue dizginleri He Changdi’nin elinden aldı ve atları yakındaki bir ağaca, atların etraftaki otlara ulaşabilecekleri miktarda ipi gevşek bırakarak bağladı. Küçük basit kulübe eskiden bir çay eviyken şimdi bir harabeydi. İçeride bir set masa ve sandalye çoktan çürümüştü ve her şeyin üstünde bir toz katmanı vardı. Uzun süredir işletilmediği belliydi. Saman kulübe dört taraftan da açıktı ve temeli çok sağlam görünmüyordu. Yıkılmanın eşiğindeymiş gibiydi ve çatısı neredeyse yok olmuştu. Sadece bazı şeylerden korunmak için basit bir sığınak görevi görebilirdi. Koşullar biraz zorlayıcı olsa da gezgin olarak çok seçici davranmıyorlardı. Başlarının üstünde bir tür çatı ve bazı eski mobilyaların olması, yolun kenarında kamp kurmaktan iyiydi. Laiyue çantasından ince bir çarşaf çıkardı ve sandalyenin üzerine yerleştirdi. Sonra da buharda pişirilmiş biraz çöreği, dürümleri ve su kabını çıkardı. “Genç Efendi biraz su alın!” He Changdi masada gözleri kapalı oturmuş dinleniyordu. Uzatılan su kabını aldı ve birkaç yudum içti. Sonra dürüm parçasını aldı ve ağzına attı. Çantasında biraz et vardı, bir eliyle dürümü bir eliyle eti tutup birlikte ağzına götürdü. Önceki hayatında Chu Lian tarafından ihanete uğradığında doğada dolaşarak çok zaman geçirmişti. Hatta önceden çim, ağaç kabuğu ve kökleri yemişti. Biraz dürüm ve domuz eti buna kıyasla hiç de fena değildi. Şikayet edilecek bir şey yoktu ve kendisi de zaten mantıksız birisi değildi. Eskiden öğünlerin sadece karnını doyurmak için bir araç olduğunu düşünürken bir sebepten dolayı bu terk edilmiş yerde dürüm ve domuz eti yemek biraz melankolik hissetmesine sebep olmuştu. Ağzındakileri bir robotmuşçasına saman gibi çiğnerken gözlerini kapadı ve o lezzetli kar mantarıyla lotus tohumu lapasını hayal etti... Üzerinden buhar yükselen wontonlar… Ve duyularına saldıran yeşil soğanlı kreplerdeki taze soğan aroması... He Changdi yutkundu ve kuru yemeklerin boğazından aşağı gitmesi için zorladı. İrrite olmuş bir şekilde gözlerini açtı ve o şeytan kadın tarafından yapılmış yemekleri düşünmeyi bırakmak için kendini zorladı. Bir parça et ısırdı ama o şeytani kadın Chu Lian’ın bu akşam yemeğine ne pişirmiş olabileceğinin düşüncesi aklına geldi. Yedikçe daha da üzülüyordu. Açlığını bastırmak için birkaç ısırığa daha katlandıktan sonra He Sanglang kalan dürümü ve eti rahatsız bir şekilde çantasına attı. Biraz daha su içti battaniyeyi yere serip kendisini uyumaya zorladı. İkisi de bütün gün süren yolculuktan sonra o kadar yorgundu ki artık hareket dahi etmek istemiyorlardı. Laiyue eline dürümü alıp masanın kenarına yaslandı. Yerken iç çekti ve bulutların arkasında gizlenen aya baktı. Bir ağız dolusu yemek yedikten sonra iç çekti ve konuştu: “Üçüncü Genç Madam’ın yaptığı kızartılmış eti gerçekten çok özledim. Çok lezzetliydi... Tekrar yiyemeyecek olmam ne kadar üzücü.” Konuşmayı tam bitirmişti ki sırtından bir soğukluk geçtiğini hissetti. Başını çevirdiğinde He Changdi’nin soğuk ve öfkeli bakışlarıyla karşılaştı. Üçüncü Genç Efendi’nin yemeğini ne kadar mutsuz bir şekilde yediğini hatırlayınca hemen sustu. He Changdi yanındaki sesin kesildiğini duyunca suratsız bir ifadeyle gözlerini kapadı. Hmph. Sırf oradan ayrıldı diye o şeytani kadını rahat bırakacak değildi. Kendi adamlarından birkaçını sürekli onu izlemesi için göndermişti. Hala Xiao Wujing’le dolaşmayı göze alabiliyor mu görelim! Biraz bile cilveleşsin onu anında boşardı, hiç acımadan... Onun iyi adını anında yok eder ve başını başkentte bir daha kaldıramayacağından emin olurdu! Kıdemli Hizmetçi Zhong ile yolladığı mektubu gören Chu Lian’ın ifadesini hayal edince, budala He Sanglang kendini haklı hissetti. Bu düşünce berbat yemeklerden dolayı oluşan önceki memnuniyetsizliğini ve karanlık ifadesini dağıttı. Elini başının altına koyup uykuya daldı. Ama gece yarısı ani bir yağmur fırtınası samandan barınaklarını devirdi. Fırtınanın kükremesiyle bezelye boyutunda yağmur damlaları düşmeye başladı ve yerde yatan iki adamı anında su içinde bıraktı. He Changdi üzgün bir ifadeyle battaniyesini topladı, seyahat çantasını aldı ve Laiyue’yla birlikte masanın altına sığındı...
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.