-15-
Babam soylulardan hoşlanmazdı. Soylulardan nefret ederdi. Tiksindiği bile söylenebilirdi. Hayır, tiksinmediğini söylersen yanılmış olursun.
Onlardan kesinlikle tiksiniyordu.
Evet, babam için soylu insanlar nefret edilmesi gereken birer şeytanlardı. Babamın bir şeyi kötü görmesi fikri gülünç olabilir ama adam bu konudaki ciddiyetin vücut bulmuş haliydi.
O zavallı babamın hayatında ciddiye aldığı tek şey onlardı. Ama ayrıca onlardan nefret ettiğini de söyleyebilirsiniz.
Hepsinin kibirli ve kendini beğenmiş olduklarını, hayatımızın onlar yüzünden bu kadar berbat halde olduğunu haykırır dururdu. Bizi sömürdükleri için, her şeyimizi aldıkları için böyle zavallı bir hayat yaşadığımızı... Bunu oldukça sık dile getirirdi.
Böyle bir babayla büyüdüğüm için, ondan bunları öğrendim. Bu yüzden de pek şaşırtıcı olmasa gerek; başından beri Joestar ailesi hakkında iyi bir izlenime sahip değildim.
Soylular, babam gibi insanlar tarafından bile hor görülen insanlardı.
O kadar da iyi biri olamazlar diye düşünüyordum.
Joestar ailesinin varisi olan Jonathan Joestar'la tanıştığımda, bu düşüncelere güvenmeye başladım.
Sarsılmaz güven.
"Sen Dio Brando'sun, değil mi?"
Yüzündeki o gülümsemeyle bana bunları söylediğinde direkt farkına vardım.
Sezgisel olarak farkına vardım.
Haklı olduğumu.
O çocuğun... "mirasçı" olduğunu.
Ne "verici"ydi ne de "alıcı"ydı.
Bir mirasçı... Birden bire aşırı öfkelendim.
Hayır, öfkelenmedim. Tam anlamıyla çileden çıktım.
Doğrusu, öfkeyle kaynıyormuş gibi hissettim.
Tabii ki, o sırada zaten Joestar ailesinin servetinin üstüne konmak için bir yol tasarlıyordum. Ama sessiz kalıp "bekle ve gör" şekinde davranmayı planladım. Jonathan Joestar benim için bir kurbandan fazlası değildi. Yani ondan bir beklentim yoktu. Ve en azından ona karşı herhangi bir kasıt niyetim yoktu.
Hem Lord Joestar'a hem de oğlu Jonathan Joestar'a karşı iyi huylu, itaatkar bir genç olmayı planlamıştım. Yüz yıldan uzun süre önce tasarlanan planları tartışmanın pek bir faydası olacağını sanmıyorum... Ama eğer başarılı olsalardı, Joestar ailesinin servetine sahip olma planlarım da muhtemelen başarıya ulaşırdı.
Bu mükemmel suç mükemmel şekilde gerçekleşmiş olurdu.
Hayır... Kesinlikle başarılı olurdu.
Ama bunu yapamadım.
Duygulara yenik düşmüştüm. Ve bu tutkulu duygular doğrultusunda, onları Jonathan'ın evcil köpeğinden çıkardım. Sanırım ismi Danny'ydi... Ona sert bir tekme atmıştım.
Onu tam da orada öldürmek istedim. Ve sonra o köpeği gerçekten öldürdüm. Ama onu cidden çok sert tekmelemiştim.
Yaptığım şeye karşı, Jonathan da çok fena öfkelendi ve bağırmaya başladı. Ama aklımda, ben de öfkelenip bağırmak istiyordum.
Beni affetmeyeceğini söyledi, gerçi ben de onu affedemedim.
Evet, onu affedemedim.
O gülüşünü affedemedim
Bana yakınlaştığı için onu addefemedim.
Neşeleliliğini affedemedim.
Arkadaş canlısı davranışlarını affedemedim.
Hayatında hiç acı çekmemiş şımarık, zengin bir çocuğu affedemezdim, böyle bir adamın bu dünayda var olduğunu...
Sahip olduğu şeyleri bile vermedi.
O mallara kimseden almadan sahip oldu. Ve bunu, kalbimin en derinliklerinde affedemedim.
Onu yenmek zorundaymışım gibi hissettim, ona acı çektirmek zorundaymışım gibi hissettim.
Görevimin onun kafasını ayağımın altında ezmek olduğunu çok güçlü bir şekilde hissettim.
Babamın duygularını arzulamak gibi bir niyetim olmasa da, o anda babamın soylulara olan nefretini açık bir şekilde hissettim.
Joestar ailesinin varisi, Jonathan Joestar... Onu duygusal olarak köşeye sıkıştırmaya karar verdim.
Bu tabii ki Joestar ailesi servetini miras almak içindi, ama şimdi düşününce, bunun dışında birçok nedenim olduğunu düşünüyorum.
Bir karar verdim.
O mirasçının elinden her şeyi almak...
