Black Snowflake - Türkçe Çevrimiçi Oku
Yukarı Çık




20   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   22 


           

  Gözlerimi istemsizce araladım ve tembel bir hareketle battaniyemi kenara ittim. Ayaklarım beni odamdan dışarıya, gürültünün geldiği yere doğru sürüklüyordu. Kapımı açtığımda Hima ve Villy ‘nin ellerindeki kovalarla merdivene su döktüğünü gördüm.

“Hey! Sabahın bu saatinde bu kadar gürültülü ne yapıyorsunuz?”

  Hima kaşları son derece çatık ve kırışık sevimsiz ifadesiyle yüzüme baktı.

“Birileri yüzünden otel yanıyordu. Ama malum kişinin yaptığı hatayı düzeltirken onu uykusundan uyandırdığımız için çok üzgünüz.”

Uykusuzluğum bir anda yok oldu. Kurduğu cümleleri yavaş yavaş algılamaya çalıştım.

“Neden bahsediyorsun? Neler oluyor?”

  Villy bitkin bir şekilde elini kararmış merdivene doğru uzattı. Ben merdivenin yanmış yerlerini fark edince afallamıştım.

“Gece merdivene dizdiğin mumlardan biri eriyince düşmüş. Küçük bir kısmı yandı. Eğer Hima yanık kokusunu almasaydı daha kötüye gidebilirdi.”

“Ben... Çok üzgünüm. Bilerek olmadı. Mumları özellikle güvenli yerlere koyuyordum. Özür dilerim çocuklar. Siz iyi misiniz?”

  Hima ‘nın ifadesi düzelmişti. Sakin bir sesle konuştu.

“Biz iyiyiz. Merdivenin onarılması gerek. Bir dahakine mumları cam fanuslara yerleştirelim. Bu daha güvenli olur.”

“Tamam. Öyle yapalım. Ben sana merdiven için yardım ederim. Hazırlanıp geliyorum.”

 Villy, Hima ‘nın elindeki kovayı aldı.

“Ben de üstümü değişip kahvaltıyı hazırlarım.”

  Kısa süreliğine dağıldıktan sonra işlerimizi hallettik. Kahvaltı masasında buluşup kendimizi muhabbete verdik. Villy tabağındaki yiyeceklerle oynarken söyleniyordu.

“Yiyecek alışverişi yapmamız lazım. Otelin yemeğinden sorumlu abla günlerdir kafamı şişiriyor. Ama ben her zaman yiyecek taşımaktan yoruldum. Burada tek çalışan ben değilim. Üstelik benden daha güçlü bir erkek varken bunu her zaman tek yapıyorum.”

  Hima omuzlarını kaldırdı. Yemeğini iştahla yerken onu seyrettim.

“Hima, Villy senden bahsediyor.”

“Tamam. Tamam giderim. Ben de baş ağrısından hoşlanmıyorum.”

“Sen benden mi bahsediyorsun? Sorumluluklarını sadece başkaları söyleyince hatırlaman senin suçun.”

  Kikirdeyerek ikisinin tartışmasını izledim. Sanki kardeş gibiydiler. Sevimli tartışmalarını mutfaktan içeri giren Glazz bozdu. Sessizce masadan bir dilim ekmek aldı. Elindeki gazeteyi okurken tezgaha yaslandı. Bir süre onu izledik. Sonra hiç susmamışlar gibi tekrar hararetli tartışmalarına geri döndüler. Yemeğimi bitirip mutfaktan çıkacağım sırada Glazz seslendi.

“Rin nereye gidiyorsun?”

Ona döndüm. Kafamı kaşıdım.

“Biraz daha kestirmek istiyordum.”

Gazeteyi bırakıp ayağa kalktı.

“Bir şövalye bu kadar tembel olmamalı.”

“Sanırım haklısın. Ama bu söylediğini resmi bir şövalye olduktan sonra düşüneceğim.”

  Hızlı bir iç çekişten sonra yanımdan geçip giderken konuşmaya devam etti. Arkasından yürüdüm.

“Bu günün hangi gün olduğunu bilmiyorsun değil mi?”

“Himm. Hayır. Özel bir gün mü?”

“Aslında bakarsan pek değil. Sadece şövalye alımlarına katılmak için insanların isimlerini kaydettirip kendilerine sıra aldığı gün. Bu günü sadece gerçekten şövalye olmak isteyenler dört gözle beklerken bazılarının haberi bile yok.”

Gözlerimi sevinç kapladı. Önüne geçtim.

“Nerede? Kayıtlar nerede yapılıyor?”

Dudaklarını buzdu. Bana tepeden umursamazca bakıyordu.

“Neden merak ediyorsun? En son yatacağını söylemiştin.”

“Hadi ama yerini söyle! O sadece bir dil sürçmesiydi.”

Gülümsedi. Gömleğinin cebinden küçük bir kağıt çıkarıp bana uzattı.

“Al. Burada yazıyor. Kendin hallet.”

“Tamam. Teşekkürler Glazz.”

  Cevap vermeye gerek duymadan yanımdan geçti. O bodruma doğru ilerlerken ben de mutfaktaki iki asabiye haber verdim. Otelin kapısına sevinçle koşuyordum ki Glazz ‘ın ürkütücü bağırışıyla titredim.

“Rin! Hemen buraya gel!”

  Bugün için tek kızacağı sabah yanan merdivendi. Bunu benim yaptığımı hemen anlamıştı. Çünkü ben gelmeden önce karanlıktan korkup gece tüm koridoru mumlarla saran bir çalışanı yoktu. Sesini duymazlıktan gelip koşmaya devam ettim. Kendimi küçük bir çocuk gibi hissettim. Bir yandan gülümsüyordum bir yandan akşam yiyeceğim azarın endişesiyle içimi huzursuzluk kaplamıştı. Koşarken elimdeki kâğıttaki adresi insanlara sordum. Bir kaç kişiye sorduktan sonra hedefime ulaştım. Önümde uzun bir kuyruk vardı. Güneşin altında saatlerce bekledim. Sonunda sıra bana gelmişti.

“Kimliğiniz nedir?”

“Ben Ribella.”

Elinde gösterişli, tüylü kalemi tutan görevli yüzüme baktı.

“Soyadınız yok mu?”

“Şey... Hayır. Ben hafıza kaybı geçirdim ve bazı şeyleri hatırlayamıyorum.”

“Hımm. Peki nerede kalıyorsun? Buranın insanlarına pek benzemiyorsun.”

“Ben Plomeria Otelinde bir çalışanım. Glazz ‘ın akrabasıyım.”

Ciddi adam bir anda kahkaha attı. Arkamdaki adamlarında gülüşlerini duymuştum.

“İyi denemeydi ufaklık. Başkalarının isimlerini kullanarak iş yapman doğru değil. Bunu sana ailen öğretmedi mi?”

“Bayım. Sizi inandırmakla değerli vaktimi harcayamam. Bu turnuvaya halktan herkes katılabilir. Lütfen işinizi yapın. Yakında ismimi her yerde duyacaksınız. O zaman geldiğinde bana inanırsınız.”

Arkadan bir adam omzumu tuttu.

“Kendine çok güveniyor olmalısın. Ben de turnuvaya katılacağım. Umarım ilk turda yenilmeyip benimle de dövüşebilirsin.”

Kolunu omzumdan ayırdım. Kendime güvendiğim doğruydu.

“Umarım son tura kadar dayanıp benimle dövüşebilirsiniz.”

Bana kahkaha atan adam önündeki kağıda bir şeyler karaladı ve bana yanındaki kağıt yığınından başka bir kağıt uzattı.

“Bu senin resmi olarak turnuvaya katıldığının belgesi. Sıran ve kiminle dövüşeceğin orada yazılı.”

  Kâğıdı alıp yoluma ilerledim. Bu karışık yolları ezberlemem mümkün değildi. O yüzden yine insanlara sorarak oteli buldum. İçeri girdim. Glazz ‘dan azar işittim. Bana otelin bütün merdivenlerini silme cezasını verdi. Akşam olana kadar merdivenleri temizlemekle uğraştım. En sonunda odama çekildiğimde kendimi yatağa bıraktım. Odanın keskin tahta kokusuna alışmıştım artık. Derin bir iç çektim. Gri tavanın, küçük avizesini izlerken düşüncelere daldım. Turnuva iki gün sonraydı. Hayatımın değişmesine son iki gün kalmıştı. İçimdeki heyecan mı yoksa korku mu çözemedim. Her şey benim dayanaklığıma, azmime ve yeteneklerime bağlıydı.
 

...
 

  Sonunda turnuva günü gelmişti. Sabah erken saatlerinde Glazz ‘la birlikte çalışmaya başlamıştık. Ara vermeden çalıştığımız sırada otel kapısından Rodel girdi. Bize selam verdi. Karşımızdaki ağaçlardan birine oturup bir şey söylemeden bizi izledi. Glazz onu umursamadan kılıcını bana savurmaya devam etti. Bir süre sonra tanımadığım bir yüzü Rodel ‘in yanında oturmuş muhabbet ederken buldum. Mola verdik ve onların yanına gittik. Yabancı genç kalktı.

“İyi günler komutan Glazz ve merhaba bayan. Ben Rag. Rodel ‘in arkadaşıyım.”

“Merhaba ben Rin.”

 Glazz araya girdi.

“Ribella. Onun adı Ribella.”

Kraliçe onu bilgilendirmiş olmalı. Bu ismi gizli birliğe karşı kullanacağını unutmuştum.

“Ah bu doğru. Sadece yakınlarım bana Rin der. Bu yüzden gerçek adımı unutmuş olmalıyım. Haha.”

“Peki Ribella. Bugün seni turnuvaya götürüp, rakiplerin hakkında bilgi vermekle görevlendirildim.”

“Teşekkür ederim. Kimse bana bundan bahsetmemişti. Seni kim görevlendirdi?”

“Rodel. Çünkü o dövüştüğüm kişileri güzelce izleyip onların zayıflıklarını bulmam konusunda bana her zaman güvenmiştir.”

Onun hakkında bir şeylerden şüpheleniyordum. Ayrıca bu sesi daha önce bir yerde duymuş gibiydim. Onu test etmeye kara verdim.

“Demekk öyle. Ben de sizin kızıl ay birliği şövalyelerinden biri olduğunuzu zannetmiştim.”

Gözleri kocaman açıldı. Bir kaç saniye konuşmadı.

“Ne? H -hayır tabi ki. Bu nasıl mümkün olabilir?”

Rodel başını kaşıdı ve kafasını yana doğru eğdi.

“O bizi biliyor Rag. Merak etme söyleyebilirsin. Düzgünce yalan söyleyemiyorsun bile.”

“Ama nasıl? Neden bu kadar önemli şeyi onun gibi birine söyledin. Glazz ‘la akraba diye mi?”

“Akraba mı?

Glazz yine araya girip keskin bakışlarıyla Rodel ‘i uyardı.

“Hayır tabiki. Benimle akraba olmasının bununla alakası yok. Değil mi Rodel? O sadece buraya başka bir ülkeden geldiğinde bir kaç soruna neden olup kimliğini öğrenmişti. Bunun hakkında başkalarına ötmemesi için Rodel onu sık sık ziyaret eder değil mi?”

Rodel ona uyum sağlamak için çabalıyordu.

“Haklısın komutan. Rin ile akraba olduğunu bilmiyordum. Sadece ona şaşırdım. Bu da nereden çıktı?”

Konuşma karışık bir hâl alıyordu. Kasvetli havayı yumuşatmak için araya girdim.

“Kaydımı yaptırırken bunu oradaki insanlar duymuş olmalılar. Özellikle sakladığımız bir şey değildi. Glazz ‘la akraba olmam büyütülecek bir şey değil.”

Herkesin bakışları elime takılmıştı. Çok geçmeden sebebini anladım. Bilekliğin boncuklarının maviden siyaha döndüğünü görmüşlerdi.

Rag kaşlarının birini yukarı kaldırırken sordu.

“Bu bileziği bir yerde duymuştum. Aniden renk değiştirmesi çok tuhaf.”

Glazz Rag’ a sert bir bakış attı.

“Bu sahibi çok fazla konuşunca uyarı veren bir bilezik. Bunun çeşitleri var tabi. Ribella gün içinde çok gevezelik yaptığı için ona dikkatli olması gerektiğini yoksa sonuçlarının kötü olacağını söylüyor.”

Glazz konuşmasına devam ederken Rodel gömleğimi çekiştirdi.

“Ahh demek öyle. Rin sen benimle iki dakika bir gelsene.”

Benim hatam değil. Benim hatam değill!

“Tamam.”

Çalıştığımız alana doğru yürüdük. Rodel fısıldayarak konuşuyordu.

“Adının değişeceğini biliyordum ama kraliçe bu konu hakkında bir şey söylemedi.”

“Merak etme. Önemli değil. Bu sadece insanların beni küçümsememesi için küçük bir göz dağı. Çok etkili bir şey olmasa da Glazz ‘in saygınlığını kullanıp insanların yapacağı ön yargıları önleyeceğiz.”

“Aslında bakarsan biraz saçma.”

“İlerde kullanışlı olabilir. Eğer geçmişi olmayan birinin şövalyeliğe girdiğini öğrenselerdi daha tuhaf karşılanırdı.”

“Hımm. Anlıyorum. Seni Glazz in yetiştirdiğini söyleyebiliriz.”

“Çabuk öğreniyorsun.”

“Hima ve Villy biliyor mu?”

“Evet.”

“Yalan söylemek kötü bir şeydir.”

“Haklısın. Başka çarem yok. Onlara her şeyi anlatırsam sizin de büyük sırrınız ifşa edilmiş olur. Senin için Galina mı? Arkadaşlar mi?”

“Bunun cevabını biliyorsun “

“Ben de öyle düşünmüştüm.”

Bakışlarını elime doğrulttu. Yüzü ifadesizmiş gibi gözükse de hafifçe güldüğünü saklamak istiyordu sanki.

“Bilekliği takıyorsun.”

“Maviyi seviyorum. Ondan.”

“Hımm.”

“Sana bir tavsiye. Saçma düşüncelere kapılıp kendini fazla yükseltme.”

“Ne söylediğin hakkında hiç bir fikrim yok. Ve sana da bir tavsiye. Onu çok sevmiş olduğunu anlayabiliyorum ama bazen başına fazladan bela açabilirsin. Daha dikkatli ol. Rag bu tür şeyleri çok bilmediği için şanslısın.”

Sırıtarak koluma vurdu. Önden giderken onun peşinden konuştum.

“Baş belası birlik ve üyeleri...”

İkimizde ayrıldığımız yere doğru yürüdük. Rag bana uzunca yapabileceğim saldırılardan bahsetti. Rakiplerinin analizi ve gözlemleme hakkında çok bilgiliydi. Verdiği güvenilir bilgilerin önemini hemen anladım. Yeni güvenilir bir yoldaşın bana bu denli yardım etmesi güzel bir lükstü. Önceki konu hakkında hiç soru sormadı. Sanırım Glazz bunun üstünü kapamıştı. Vakit ilerleyince turnuvanın gerçekleşeceği yere gitmeye karar verdik. Herkes kendi atına bindi. Ben de Hima ve Villy ‘le kapımıza gelen at arabasına bindim. Geniş bir toprak araziye geldik. Çok uzak yol gitmesek de etrafımızda hiç ev yoktu. Kısa sürede şehrin dışına çıkmış gibiydik. Tek görebildiğim kalabalık insan topluluğuydu. Rodel le yarışmacıların olduğu alana ilerlerken diğerleri izleyici gruplarına gitmişti. Rodel ‘i takip ettim. Yolu biliyor gibi dümdüz emin adımlarla ilerliyordu. Etrafına baktığımda buradaki insanların kılıçlarını bilediğini, bazılarının üstlerini değiştirdiğini, bazılarının bağırarak muhabbet ettiklerini gördüm. Sıramın olduğu yerde durdum. Yenmem gereken üç kişi vardı. Eğer üçünü de yenersem şövalye olabilecektim. Sayının az olması beni rahatlatmıyordu. Aksine rakiplerimi görünce biraz tırsmıştım. Ama şimdi titremenin zamanı olmadığını çok iyi biliyordum. Büyük kapıdan çıkan yarışmacıların maçlarını izlerken hareketlerini takip ediyordum. Glazz ‘ın dediklerini hatırladım.

“Dövüşte kılıçtan daha önemli şey rakibini tanımak onu izlemektir. Eğer onun zayıflıklarını, yaptığı ve tekrarladığı hareketleri görürsen kılıçsız bile kazanabilirsin.”

Bunu yapmayacak olsam da demek istediğinin ne kadar önemli olduğunu anlamıştım. Yarışmacılar tek tek elenip üzüntüyle bekleme alanlarına giderken sıradaki rakiplerini bekleyen şampiyonlar, sahanın ortasında insanlara sırıtıyordu.

   Maçları takip etmekten yorulup bir sandalyeye oturdum. kılıcımı çıkardım. Uzun bir süre onu seyrederken tek yapabildiğim dua etmekti. Nihayet biri benim adımı seslenmişti. Kalkıp çağırıldığım yere gittim. Sahanın ortasını kazananı açıklayan adamın susmasını bekledim. Rakibimin üstümde gezinen küstah bakışlarını hissetsem de ona aldırış etmeden önümdeki sahaya odaklandım.


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


20   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   22 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.