Zack, Nick'in hafif mırıltıları yükselirken kucağında uyuyakalan kardeşini kollarıyla daha sıkı sardı. Yeni makalesi için araştırma yapmaktan zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştı bile ama şimdi kucağında mışıl mışıl uyuyan kardeşine bakacak olursa bir hayli geç olmalıydı. Bakışları kısa bir an zincirini bileğine taktığı köstekli saatine kaydı, saat gece yarısını geçmişti. Küçük kardeşinin saçlarını okşadı, uyuyakalmasına şaşırmamak gerekirdi. Yavaşça çocuğun terden alnına yapışan saçlarını iterek kızarmış suratına bakıp içtenlikle gülümsedi. Nick üç yaşına girmişti bile, iç çekerek kardeşinin mırıltılarına karışan radyo sesine dikkat kesildi. Kaldıkları yurt odasında bir televizyonları yoktu, üniversiteyi yeni bitirip birkaç ay önce işe başlayan teyzeleri de onlara ancak bir radyo alabilmişti. Zack, anne ve babasından kalan bütün mirasını ise Nick için harcamak zorunda kalmıştı, çünkü Nick o kâbus gecesi ölümcül ruh emici yaratıklardan kurtulmuş olsa bile vücudu büyük zarar görmüştü ve küçük bedeni öylesine zayıf düşmüştü ki...Zack ise elbette yetim kaldıktan sonra birçok yerden burs almaya başlamıştı ama bu para ancak araştırmaları için kullandığı kaynaklara yetiyordu. Eğer çalışmasıyla dünya çapında ses getirebilirse Nick ile birlikte herkesi ve her şeyi geride bırakıp uzaklara, çok uzaklara gidebilirdi. Çalışması demişken tabii bu çalışmayı sadece dünya çapında ses getirebilmek için yapmıyordu. Bunu yapmasının ardında yatan asıl neden çok daha can yakıcıydı... Zack o gece tam olarak ne olduğunu bilmek istiyordu. Anne ve babasının ölümüne sebep olan şeyi... Gölge'nin gücünü, kendisine bahşedilen gücü... Eğer ünlü kozmoloji profesörü Jan Lyndon ile çalışma fırsatı yakalarsa bütün bu sırları çözebilirdi... Zihninde dönüp duran bütün soruların cevabı Jan Lyndon'daydı. Kendisine öğrenmek istediği her şeyi ancak o bütün gerçekliğiyle verebilirdi, ne de olsa o Nick ve kendisi dışında kâbus gecesi oradan kurtulan tek kişiydi... Zack radyonun paslı düğmesine uzanıp kanalları değiştirmeye başladı.Cızırtılı kanalları geçerken birden cızırtıların arasından sıyrılan bir adamın konuşmasıyla donakaldı. "...Mor Gece'nin üçüncü yıl dönümünde o gece oradan sağ kurtulan Profesör Doktor Jan Lyndon bize o kâbus gecesiyle ilgili detayları vermeye devam edecek. Sizi dinliyoruz Profesör..." Zack gözleri dolarken titreyerek kardeşine doladığı kollarını sıktı. Profesörün davet edildiği her programda yaptığı aynı konuşmayı kaç kere dinlediğini bilmiyordu. Mor Gece... Nick'in doğduğu ve anne babalarının öldüğü gece. Zack, hatıraları istemsizce zihnini işgal ederken gözlerini kapattı. Bütün dünya şimdilerde terk edilmiş olan hastanedeki o korkunç gecenin haberiyle sarsılmıştı. Kameralar hastaneyi saran mor sis bulutunu çekebilmiş ama daha fazlası Zack ve o gece sağ kurtulan tek kişi olan kozmoloji profesörü Jan Lyndon dışında bütün dünya için büyük bir gizem olarak kalmıştı. Sanki içeride devasa , ölümcül bir karadelik açılmış ve insanları ardında hiçbir iz bırakmadan öylece yutmuştu. Cansız bedenleri dahil hiçbir şey...Cesetlerine ulaşılan kişilerden geriye kalan tek şey küllerdi. Kimliği belirsiz siyah toz zerrecikleri... Zack koridorlarda yankılanan çığlıkları hatırladı, babasının kendini siper ederek onu korumaya çalışmasını, annesinin mor sis bulutuna sarılarak küle dönen bedenini ve küçük kardeşi Nick'in çaresizce ağlamasını... "...O gece sizin dışınızda oradan kurtulan mucize kardeşler-" Zack titreyen elleriyle radyoyu kapattı. Daha fazla duymak istemiyordu. Gözyaşları yanaklarını ıslatırken Nick'in uyanmaması için dudaklarını birbirine bastırdı. Hıçkırıkları boğazında düğümlendi, nefesi kesildi. Mucize kardeşler, ha? Ne mucizeydi ama... O günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmamıştı. Bedeni de dahil hiçbir şey... Bir kukla gibiydi. Hayır, hayır o bir kuklaydı. Yaşadığı sanılan bir kukla, efendisinin hizmetinden çıkarsa iplerinin kesileceği zavallı bir kukla... Kurbanlarına korku salan bir katil. Ölümün ruhu, Ölü Ruh... Kendini sakinleştirmeye çalışarak derin bir nefes aldı.Ölü Ruh'a dönüştüğü zamanlarda yaptığı hiçbir şeyi hatırlamıyordu ama ellerini kana buladığını bilmesi için hatırlaması da gerekmiyordu. Gerçi tam olarak ellerini kana buladığı söylenemezdi çünkü buna gerek kalmadan içinde yatan canavarın kurbanlarının işini bitirdiğini biliyordu. Tıpkı efendisinin çaldığı ruhları kendisinden alırken kılını bile kıpırtmadığı gibi... Soğuk bir ürperti içini sardı, işte yine efendisinin sesi onun zihnini dolduruyordu. "Küçüğüm..." Zack ona karşı koymaya çalışarak acıyla fısıldadı. "Lütfen... Şimdi değil... Kardeşim, N-Nick uyuyor! Lütfen... Onun yanında kalmama izin ver!" "Bunu konuşmuştuk sevgili hizmetkârım... Onu korumak istiyorsan, ondan uzak durmalısın." Güldü. Kahkahası Zack'in zihninin duvarlarına çarpıp yankılandı. " Hem ben çok acıktım. Bir ziyafet çekmek istiyorum... Karşı koyarsan, bu sen olursun." Zack kardeşini saran kollarını gevşeterek uyuyan çocuktan ayrıldı. Acıyla ellerini kuzgun siyahı saçlarına geçirdi. Sanki zihni parçalanmış, düşünceleri unufak olmuştu, zihninde adım atacak yer yoktu. Kapana kısıldığını hissetti. Nefes nefese efendisine direnmekten vazgeçerek kendini dönüşümün soğuk, acımasız kollarına bıraktı. Kuzgun siyahı saçları ay ışığının beyazına bürünürken kendi bilincine veda etmeden son kez efendisinin sesi kulaklarında yankılandı. "İşte böyle küçüğüm, çok eğlenceli bir gece bizi bekliyor..." ... Ölü Ruh açlığın içini kemirdiğini hissediyordu, bedeni bu tarifsiz açlıkla birlikte titrerken ıssız bir sokağa daldı. Burası Mor Gece'nin yaşandığı hastaneyi çevreleyen sokaklardı. Şimdilerde terk edilmiş yıkık dökük evler ve karanlık sokakların kuytu köşelerinde yaşayan evsizleri barındırıyordu. Evsizler... Ruhundaki açlık bu düşünceyle kontrol edilemez bir seviyeye ulaşmıştı. Evsizler kolay yemlerdi. Hem arkalarında onlar için ağlayacak kimseleri de yoktu; belki bu, insani yanının içini bir nebze olsun rahatlatırdı. Güldü, hayır gülmekten çok dudakları vahşice gerilmişti. Avını gözüne kestiren bir yaratık gibi kesik kesik nefes alıyordu. Orada biri vardı. Hafifçe yanıp sönen bir sokak lambasının dibinde uyuklayan bir oğlan. Lezzetli bir ruh. Bütün bedeni tekrar açlıkla sarmalandı, içinde yatan vahşiliği bir kenara bırakarak avını korkutmak istemeyen bir avcı gibi sessizce süzüldü. Ayakları taşlı yollara değmeden birkaç santim yukarıda uçuyordu. Zarif bedeni ay ışığıyla yıkanırken sokak lambasının titrek ışığı altında uyuyan oğlana yaklaştı. Ne güzel bir oğlandı, turuncu kızıl saçları beyaz teninde dalgalanıyordu. Uzun kirpikleri ve yüzündeki minik çillerle tam bir tilkiyi andırıyordu. Yazık olacaktı... Hafif bir kahkahayı andıran tıslaması havada asılı kalırken dilini dudaklarında gezdirdi ve bir elini oğlana doğru uzatarak onun ruhunu çalmaya hazırlandı. "Çok açım..." Lambanın dibinde uyuklayan genç adam sokaklarda yaşamaktan edindiği refleks gereği hızla gözlerini açtı ama çok geçti. Ölü Ruh çoktan oğlanın ruhuna uzanıp onun soğuk, güçlü ruhunu parmakları arasına almıştı... Ölü Ruh oğlanın ruhunun parmak uçlarını karıncalandırdığını hissedebiliyordu, vahşi ifadesini tekrar ortaya koyarak oğlanın dehşetle irileşen fıstık yeşili gözlerine baktı. Evet, evet gerçekten bir tilkiyi andırıyordu. Az sonra ölecek olan zavallı bir tilkiyi... Oğlanın ruhu avuçlarının arasında süzülürken daha oğlan ne olduğunun farkına varamadan yumruklarını sıktı ve oğlanın ruhunu çalmaya başladı. Genç adam nefesi kesilirken acıyla inledi. Bu çocuk da nesiydi?.. Parlak, pasparlak mor gözleri olan beyaz saçlı bu çocuk... Zihni ardı ardına gelen soru dehliziyle çalkalanırken göğsündeki acıyla istemsizce ağlamaya başladı. İrileşmiş gözleri hipnotize olmuş gibi boş bakıyordu, zihni allak bullak olmuştu ve göğsünde tarif edilemez bir acı vardı. Gözlerinden süzülen yaşların sıcaklığını hissetti... Ve bu hissedebildiği son şey oldu. En azından bir süre için... Ölü Ruh efendisinin sesiyle irkildi. "Yeter, Ölü Ruh." Vahşiliği kuytu köşelere sinerken şaşkınlıkla avuçlarını açtı ve oğlanın kalan ruhunu serbest bıraktı. Oğlan yere yığılırken Ölü Ruh korkuyla uzaklaşıp efendisine seslendi. "E-efendim..." "Yurduna dön." "Ama o-" "Yurduna dön, o yakında ölecek." "B-beni gördü-" "Hatırlamayacak, yurduna dön ve bir daha emirlerimi sorgulama." "T-tamam, efendim." ... "Gölge!" İkizi yere yığılan kardeşinin yanına koştu. Gölge kan kusarken ikizi dehşetle kardeşinin yanına çöküp sırtını sıvazlayarak onu rahatlatmaya çalıştı. "Yaran tekrar açılmış! Ah, Gölge... Ne yaptın?" Gölge acıyla ellerini yere koyarak zemindeki küçük kan gölüne baktı, parmak uçları kana bulandı. "Ölü Ruh oraya gitti, geçitin açıldığı yere...Amilia'nın taşının kullanıldığı yere..." Beyaz saçlı oğlan iç çekerek ikizini kolları arasına aldı ve göğsüne bastırdı. "Ah, yaran tetiklenmiş...Üzgünüm, kardeşim. Geçti, sakin ol. Ben yanındayım." Beyaz saçlı oğlan hafifçe kardeşini kendinden uzaklaştırıp bir elini onun göğsüne koydu. "Bunu yapma, ikizim... İlaç yeterli olacaktır-" "Bugün örgüte gidemedim...Evan, Ay Savaşçıları için Aysa Juren'i ulaştırmakta çok kararlı. Onu devre dışı bırakabilirsem... O zaman senin için uzun bir süre yetecek kadar ilaç bulabilirim-" "Öldür beni, ikizim..." Gölge acıyla fısıldadı. "Senin için yükten başka bir şey değilim..." Beyaz saçlı oğlan şefkatle gülümsedi. "Ben seninle varım kardeşim. Sensiz ben bir hiçim. Yaşarsan yaşayacağım ve ölürsen öleceğim..." Bir eliyle nazikçe oğlanın yanağına bulaşmış kanı sildi ve parmak uçlarından beyaz pırıltılar süzülüp kardeşinin yarasını dokurken yumuşak bir sesle fısıldadı. "Yaşa, sevgili ikizim... Bunun için veriyorum sana ruhumdan bir parça... Lütfen yaşa... Biliyorsun, sensiz bu dünya benim için çok fazla..." Beyaz saçları dağılmış oğlan gözleri yaşlarla ıslanırken yarası yavaşça kapanıp uykuya dalan kardeşinin saçlarını okşadı. "Sözümüzü tutma sırası bende, ikizim. Şimdi ve sonsuza dek..." Bir damla yanağından süzülürken hafifçe fısıldadı. "Seni koruyacağım..." ... Bedeni loş sokak lambasının dibine yığılmış, titrek lambanın ışığıyla turuncu saçları alev alan genç adam ne kadar süre geçtiğini bilmiyordu, ne olduğunu da öyle... Ölmüş müydü? Emin olamadı, sanki bir kâbusun içinde kapana kısılmış gibiydi. Canı yanıyordu ama az önceki acıya oranla bu bir hiçti...Sahi ne olmuştu? Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğini fark etti. Bir kâbus olmalıydı ama hiçbir şey hatırlamıyordu... Sadece ölmemiş olmayı diledi, hayalleri vardı. Daha yapmak istediği çok şey vardı... Ölmek istemiyordu, kim isterdi ki! Bu kâbusun sona ermesi için dua etti ve zihni karanlığa gömülüp bedeni derin bir uykuya dalarken düşünebildiği son şey bu oldu.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.