I’ll Become A Villainess That Will Go Down In History - Türkçe Çevrimiçi Oku
Yukarı Çık




26   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   28 


           
Ah. Sabah oldu bile.

Albert-Oniisama'yı gördüğümde nasıl bir surat yapmalıyım acaba?

Belki de bugün..... kılıç antrenmanını es geçmeliyim? Hayır. Antrenmandan kaçmak sadece benim kaybım olur.

Odamdan çıkıp bahçeye doğru ilerliyorum, ama koridorlarda yürürken bazı seslere kulak misafiri oluyorum.

Albert-Oniisama ve babam mı konuşuyor?

Kapıdan çıkar çıkmaz Oniisama ile karşılaşmak ne büyük şans.

"Sonunda Ali'yi kızdırdım."

"Ona gerçek sebebi söylemeli miydik?"

Gerçek neden mi? Neymiş o? Gerçekten bilmek istiyorum!

"Hayır, bence saklamakla doğru şeyi yaptık."

Hey! Beni bu kadar meraklandırdıktan sonra bunu nasıl söylersin?

"Lütfen, söyle bana."

Gerçekten bilmek istediğimden mi, yoksa kulak misafiri olduğum için duyduğum vicdan azabından mı bilmiyorum ama hiç düşünmeden saklandığım yerden çıkıp onlara doğru emin adımlarla ilerledim.

"Ali......"

Bir anda karşısında belirdiğimi gören Albert-Oniisama'nın yüz ifadesi tuhaflaştı.

Lütfen aldırmayın, Oniisama. Dün olanlar artık beni hiç rahatsız etmiyor.

Gerçi belki de bunu ona söylememeliyim. Bir süre daha onunla dalga geçmeye devam etmek istiyorum. Gerçek bir kötü kadının yapacağı gibi elbette.

"Demek buradaydın Alicia?"

"Evet, baba. Lütfen, gidemememin gerçek sebebi nedir?"

Babam ağzını kapatıyor, dişlerini hafifçe sıkıyor.

Neden bana söyleyemediğini merak ediyorum. Bu gizli tutulması gereken bir şey mi? Ama asıl etkilenenin ben olduğumu düşünürsek, en azından bilmeye hakkım olması gerektiğini düşünüyorum.

"Baba?"

"Alicia, büyü akademisine girmeden önce sana söyleyeceğimden emin olabilirsin, tamam mı?"

Ama akademiye girmeme daha beş yıl var!

Hâlâ çocuk olduğum için bana söyleyemeyeceği bir şey mi bu?

Ne kadar sinir bozucu olsa da.... fikrini değiştirecek bir şey söyleyebileceğimden şüpheliyim. Sanırım kabul etmekten başka çarem yok.

"Anlıyorum, baba."

"Aferin kızıma," diyor babam sevgiyle, saçlarımı karıştırarak.

Keşke bana çocukmuşum gibi davranmayı bıraksa ama sanırım 10 yaşındaki biri hâlâ çocuk sayılıyor.

Ve dün Albert-Oniisama ile kavga ederken biraz fazla ileri gitmiş olabilirim. Acaba ondan özür dilesem mi?

......Ama sonra tekrar.... Aslında yanlış bir şey söylemedim, bu yüzden bir özrün kesinlikle gerekli olacağını sanmıyorum, değil mi?

Ayrıca, bir kötü kadın öyle kolay kolay özür dileyecek biri değildir.

Albert-Oniisama gözlerinde acınası bir bakışla bana bakıyor olsa da güçlü kalmam gerekiyor.

Ben gururlu bir kötü kadınım! Boyun eğmeyeceğim!

............Ugh, kötü kadın olmanın bu kadar zor bir iş olduğunu bilmiyordum. Yani, Oniisama'ya endişelenmemesini söylemek ne kadar kolay olurdu?

Agh! Bu boğucu his de ne?

Gerçek bir kötü kadın olmak istiyor olabilirim ama bu acı, çözülmemiş duygudan nefret ediyorum.

Ama yine de, ona endişelenmemesini söylersem, bu yine de alaycı bir söz olarak algılanabilir mi?

"Albert-Sama, neredeyse vakit geldi," diye sesleniyor bir hizmetçi Albert-Oniisama'ya, ben hâlâ ne yapacağımı düşünürken.

Doğru ya, neredeyse unutuyordum! Albert-Oniisama'nın hâlâ okula gitmesi gerekiyor. Ve bir anda, koridorda tek başıma kaldım. Sonunda ona hiçbir şey söyleyemedim.

.......Bu konuda ne yapmalıyım? Aramıza giren bu rahatsız edici atmosferden nasıl kurtulacağımı bilmiyorum.

.....Bu konuda Büyükbaba Will'e danışmalı mıyım?

Yoksul köyü ilk kez gün ışığında ziyaret edeceğim.

Ookido Izumi (Yazar) tarafından bölüm notu:

Bu bölüm biraz şiddet içeren bir sahne içerecektir.

Ayrıca, bu seriyi yer imlerine ekleyen herkese çok teşekkür ederim! Çalışmalarımı okuduğunuz için çok mutluyum.

Gündüzleri orman hiç de korkutucu değildir.

Acaba gece vakti ormanı bu kadar uğursuz gösteren şey nedir?

Kapüşonumu yüzüme sıkıca sararak sisin içinde kendimden emin bir şekilde yürüyorum.

Diğer tarafa çıktığımda puslu gökyüzüne bakıyorum. Tek bir güneş ışığı bile o kalın bulutları yarmayı başaramıyor, yine de en azından şimdi geceye göre daha aydınlık. Burada güneş bile parlamadığı için, burası gerçekten de dünyanın geri kalanından koparılmış gibi hissediyor...... Bu köy ile dün ziyaret ettiğim kasaba arasında çok büyük bir fark var.

Ve her zamanki gibi, bariyeri geçtiğim anda buranın berbat kokusu burnuma çarpıyor, ancak bu noktada gerçekten fark etmiyorum bile. Buraya ilk gelmeye başladığımda, iki yıl içinde buraya bu kadar alışmış olacağımı asla düşünemezdim.

Her seferinde bir adım atarak yavaşça ilerliyorum ama yürüdükçe önümde beliren manzara neredeyse hayal bile edilemez. Neredeyse kendi gözlerime bile güvenemiyorum.

Sokağın her yerinde yumruk yumruğa kavgalar sıradanmış gibi devam ediyor ve her nasılsa geceleri sık sık duyduğum inleme sesi gündüzleri daha da ağırlaşıyor.

Gördüğüm insanların çoğunun kolları ya da bacakları yok....... Ve vücutlarını bir şekilde sağlam tutmayı başaranların bile derileri her türden çirkin yaralar ve kesiklerle dolu.

Gece buraya gelirken fark etmemiştim ama yer de yer yer kırmızıya boyanmış, kan sıçramış.

Manzarayı gözlemlemeye devam ediyorum ama gördükçe daha da büyük bir korkuya kapılıyorum ve vücudum kısa süre içinde kontrolsüzce titremeye başlıyor.

Etrafımdaki insanların giydikleri kıyafetler, yıpranmış paçavralardan başka bir şey değil. Saçları da kirli ve dağınık bir şekilde başlarının üzerinde duruyor..... Artık duş ve banyonun burada ulaşılamaz lüksler arasında sayılacağından eminim.

Yine de suyun kıt olduğu bir yerde bu şaşırtıcı olmamalı sanırım. Meydanın ortasındaki fıskiyede durgun duran o bulanık havuz dışında su gördüğümü sanmıyorum.

Birden bir çocuk çığlığı duyuyorum.

Sese doğru baktığımda, yüzünden kanlar akan küçük bir çocuğun yere yığıldığını görüyorum.

Çocuğun bakışlarını takip ederek, biraz ötede duran ve demir bir çubuk sallayan iri bir adam görüyorum. Çubuğun yüzeyi kaygan görünüyor ve kanla kırmızıya boyanmış gibi parlıyor.

Çocuğun kanı mı? Adamın yüzünün iğrenç bir gülümsemeye dönüştüğünü gördüğümde bile hissiz bir şekilde merak etmekten kendimi alamıyorum. Neden öyle gülümsüyordu ki?

O anda kocaman adamın dudakları ardına kadar açılıyor ve kahkahalarla uluyor, bu hareket ağzında sadece bir ön dişinin kaldığını belli ediyor.

Demir çubuğunun ucunu arkasındaki zeminde sürükleyerek yavaşça çocuğa doğru ilerliyor. Bu sahneyi korku dolu gözlerle izlerken, daha önce başlayan titremem durmayı reddediyor.

"Alicia, neden gündüz vakti buraya geldin?" Büyükbaba Will'in arkamdan seslendiğini duyuyorum.

Ama ben bir şey söyleyemeden, Will Dede beni sise doğru itiyor.

"Bugünlük git. Ve bir daha asla bu saatte geri gelmemeye dikkat et."

Bu veda sözleriyle sisin içine giriyorum ve tökezleyerek ormana doğru ilerliyorum. Durmadan ya da arkama bakmadan kendimi malikâneye doğru yönlendiriyorum ve ağır adımlarla eve doğru yürümeye başlıyorum.

Yürüdükçe yürüyorum ve ev gözümün önünde belirdiğinde bile az önce olanları aklım almıyor.

O yer...... yoksul bir köydü.

"Alicia-Sama! Nereye kaçtın?" Rosetta bana doğru adım atarak soruyor.

Ama ben sadece şaşkınlıkla orada durmaya devam ediyorum, yaklaşmasını izlerken bile onu gerçekten göremiyorum.

"Alicia-Sama? Bir şey mi oldu?" Rosetta yüzümü dikkatle inceleyerek soruyor.

O küçük çocuğa ne olduğunu merak ediyorum.....

Hiçbir şey yapamadım.

Orada öylece durdum ve izledim. O kadar korkmuştum ki hareket bile edemiyordum.

"Alicia-Sama?"

Ona elimi bile uzatamadım......

İlk defa böyle hissediyorum. Bu tarif edilemez ıstırap..... suçluluk ve pişmanlık duygusu. Çok zayıfım. İşe yaramaz derecede zayıf.

Ve kaç kez kendimden emin bir şekilde kötü kadın olmak istediğimi beyan ettim?

Cehaletimin ve aptalca kibrimin hatıraları karşısında içimin derinliklerinden öfke ve kendinden nefret fışkırıyor.

"İyi misin?" Rosetta bir elini nazikçe omzuma koyarak soruyor.

Yüzünde endişeli bir ifadeyle bana bakıyor.

"Ben... Ben kütüphanede olacağım....." Ondan uzaklaşmadan ve dengesiz bir şekilde eve doğru yürümeye başlamadan önce dışarı çıkmayı başarıyorum.

Daha güçlü olmalıyım......

Ama ondan da önce, o yoksul köyün hangi amaçla kurulduğunu bilmem gerekiyor.

Kütüphaneye ulaştığımda raflara bakıyorum, az önce gördüğüm vahşeti açıklayabilecek bir kitap arıyorum.

Ama ne kadar bakarsam bakayım, hiçbir şey bulamıyorum. Bu şekilde kaç saat geçirdim?

Tüm kütüphaneyi baştan aşağı taradım ama yine de aradığım şeye dair en ufak bir ipucu bile bulamadım. Çaresizce iç geçiriyorum ve şu anda önünde durduğum kitaplıktan bilinçsizce bir kitap indiriyorum. Kitaba şöyle bir baktım ve bir an için donup kaldım.

Bu kitap..... büyü hakkında mı.....?

Aradığımı bulamayınca raftan rastgele seçmiştim ama görünüşe göre bu kitap farklı büyü türleri hakkında.

Neden? Onca gün aramama rağmen büyüyle ilgili bir kitap bulamamıştım, ama şimdi başka bir şey arıyorum ve sonunda buldum!

Bu kitabı aldığım rafa geri dönüp diğer ciltlere dikkatlice bakıyorum ama hiçbirinin büyü ile ilgisi yok gibi görünüyor.

Acaba birisi bu kitabı yanlışlıkla yanlış yere mi koydu?

Hızlıca açıp içindekiler sayfasını çeviriyorum.

Su büyüsü, ışık büyüsü....... Evet! İşte burada! Karanlık büyüsü!!!

Kitabı aceleyle çevirip listelediği ilgili sayfaya geliyorum.

Ç.N: 2.bölümün başındaki uyarı gerçekten önemliydi. Tabi ana yazar fazla betimleme yapmamış, çoğunu ingilizce çevirmen betimlemiş birde yazının sonunda umarım bu betimlemeler benim kişiliğim hakkında bir şey demez umarım yazmış hehehe, kesinlikle belli etmiyor.


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


26   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   28 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.