Yukarı Çık




           
[Bay Balmer, istediğiniz el yazmasını getirdim.]

[Ah, teşekkür ederim, hemen çeviri ücretini ödeyeceğim. Ama…]

[Sorun nedir?]

[Seni bekleyen biri var, Evelyn.]

Eski deri çantadan el yazmasını beceriksizce geri alan el, donup kalır. Ancak bundan sonra Evelyn eski basımevindeki fazla göze çarpmayan bir huzursuzluğun döndüğünü fark eder. 

Her zaman kapalı olan ofis kapısı, yarı açıktı, arkasında düzgünce oturan güzel giyinmiş bir leydi görülmekteydi.

“…”

Ciltevinin sahibi olan Bay Balmer, sadece kendi çıkarları için yeteneklerini kullanan biriydi, para veya hayat için çocuklarını bile satardı. Ve Evelyn gibi bırak parlak bir geleceği, bir geçmişi bile olmayan bir yetim…

Evelyn’nin yuvarlak gözleri bir serzenişte bulununca, Bay Balmer sesini alçalttı ve gözlerini kaçırır.

[Hayır desen bile, ne değişecek ki?]

Zayıf bir direnç denemesiyle, Evelyn de aynı şekilde sesini alçaltır.

[Bilgilerimi kimseye deşifre etme. İlk sözleşmemizi yaptığımızda tek şartım buydu.]

[Anlıyorum. Ama onun kadar nüfuz sahibi bir kimse, işleri değiştirebilir.]

“…”

[Evelyn, dinle. Bu senin için çok iyi fırsat. Bir şans tanı.]

Bir bahaneyle, Bay Balmer Evelyn’nin kolunu sımsıkı tutar. (Evelyn) Tam onu itecek ve kaçacakken, maalesef ki, girişi engelleyen şövalyeler daha hızlıdır. 

Evelyn işlerin aniden değişmesiyle apaçık bir şekilde huzursuzdur.

[Tam olarak neler oluyor?]

Ama Bay Balmer’ın tutuşu direnç göstermek için fazla güçlüdür ve ofis çok yakındadır. O (Evelyn) karşı çıkmak için tek bir söz söyleyemeden, Bay Balmer leydiye Evelyn’i sunar.

[İşte kendisi Evelyn.]

Pencereden dışarı bakmakta olan leydi, kafasını hafifçe kaldırır. Bir baloya uygun, detaylı tasarlanmış kelebek maske hemen onun dikkatini çeker. İnsanların bakışlarından kaçınmaya çalışsa da, bu nafiledir. Aksine, daha da fazla dikkat çeker. 

[Siz ikinizi rahatça konuşmanız için yalnız bırakacağım.]

[Otur.]

Sanki neler olduğunu önemli değilmişcesine, Evelyn’nin oturması için leydinin beyaz eli karşısındaki sandalyeyi işaret eder. Evelyn kendini sakince oturmak için zorlar.

[Neden beni arıyordunuz?]

[Sen *’u çevirdin, değil mi? Bu doğru mu?]

Soru o kadar beklenmedikti ki abes kaçıyordu. Evelyn kafası karışmış bir şekilde dudağını ısırır.

“…”

[Ee? Cevap ver.]

Bir anlık sessizliğe bile katlanamayan leydi, sertçe kışkırtır. O ’u çevirmiş midir?

Evet, çevirmişti. O, 6 ay önce Mr. Balmer’ın çevirmesi için görevlendirdiği el yazmasıydı ve ücreti reddedilmeyecek kadar iyiydi. Ve beklendiği gibi, çeviri fazla satılmamıştı. 

İçeriğini göz önünde bulundurunca, şaşırtıcı değildi. Anlaşılmaz cümleler, alakasız kelime oyunları, Esperdar Krallığı’nın soyluların anlayabileceği türden tipik dinsel ve klasik şakalar…Anlamasalardı bile büyük ihtimalle tüm satılan kitaplar yedek yastıklar olarak kalacaktı.**

Uzun süren sessizliğini bozan Evelyn, cevaplar: 

[Evet, ben çevirdim ama neden sordunuz?]

[Yalnız başınıza mı çevirdiniz, kimsenin yardımı olmadan?]

Kadının sesinde anlaşılması zor bir gerginlik vardı. Evelyn temkinli bir şekilde arkasına yaslanır.
 
[…Yani, ben, ben bir sözlük kullandım.]

[Ah, bir sözlük.]

“…”

[Zor bir çeviriyi sadece bir sözlükle başardınız demek.]

Leydinin sesi daha da kibarlaşır, Evelyn kendi ellerini kibarca birbirine kenetler ve eğilir.

[Nezaketiniz için teşekkür ederim fakat diyeceklerim bu kadar. Gerçekten zor bir kitaptı  ve 3 ay taslak çeviride tökezlememe sebep oldu.]

[Balmer hepsini sadece 1 haftada çevirdiğinizi söyledi.]

…Gerçekten. Evelyn’nin kısa bir süreliğine buruşan yüzü, leydinin ilgili bakışıyla hızlıca düzelir. 

[Hayır, hayır, bu sadece benim tekil sözcükleri anlamadaki zayıf yeteneğim.]

“Birini arıyorum.”

Leydi devam eden bahaneleri (bu) sözleriyle keser. Söylediği ifade ile birlikte, arkadaş canlısı olan ortam buz tutar.***

Dikkate değer bir şekilde tanıdık özgün aksanından dolayı mı, 2 yıldır duymadığı memleketinin dilinden dolayı mıydı? ****

“Düşmüş İkinci Prens’i yakından gözetleyecek birine ihtiyacım var. İkinci Prens’in görüştüğü, mektuplaştığı ve hatta hizmetçilerin yapmaktan keyif aldığı önemsiz dedikoduları bile bildirebilecek biri.” 
“…”
İlkin, Evelyn boğulmuş gibi hisseder. Sıkıntısını saklamak için eteğinin kenarını tutar ama sesi arzuladığı etkiye sahip olmayarak acımasızca titrer.
“Düşmüş İkinci Prens’ten bahsediyorsanız…Herhalde Prens Vincent’tan bahsediyorsunuz?”
“Evet. Bu doğru.”
“Neden…o neden…?”
Evelyn’nin yüzü hayret içerisindedir, leydi yelpazesinin arkasından kıkırdar.
“İmparatorluk meselelerine ilginiz yok gibi görünüyor. Her neyse, bir yabancı arıyorum, Esperanto’da imparatorluk vatandaşı kadar uzman olan, bunu saklayabilecek biri.
“…”
“Güzel ve zekisin. Seni sevdim.”
Leydinin gözleri yaptıkları hoşuna gidiyormuşçasına yumuşar.
“3 gün sonra bu saatte Mayor Meydanı’na gel.”
Söylediklerinden sonra, tüm işler hallolmuş edasıyla, Leydi ayağa kalkar. Evelyn kendine gelmek için çabalar.
“Bu görevi reddedersem…”
Maskenin arkasındaki gözler aniden kısılır. Beklenmedik bir şekilde Evelyn’in çenesine gelen ince eller, sanki bir insanın değil de nesnenin değerini ölçüyormuşcasına durur.
“Hasta bir kardeşin var, değil mi? Benedict’te.”
Evelyn’nin yanakları anında solgunlaşır. Duyduğu sözcükler doğrudan bir tehdittir.
Benedict. Yakındaki manastırla aynı olan ad, yetim olduğunu göstermektedir. Ve Evelyn kız kardeşini o manastıra emanet etmiştir.
İnsanlar kolayca Evelyn’in zayıf noktasının hasta kız kardeşi olduğunu zannetmiştir. Önündeki kadın gibi.
“Yakında görüşürüz.”
Sonunda, kapı kapanır. Evelyn ancak leydinin ayrılışıyla cam pencerenin ötesinden geçtiğini görünce bunca zamandır nefesini tuttuğunu fark eder.
Kalp atışı hoşa gitmeyecek biçimde hızlı atar. Leydinin verdiği bilgi kafasında dönüp durmaktadır.
İkinci Prens, Vincent, düşmüş, gözetim…sakin olamıyordu. Evelyn yıkılıyormuş gibi bayıldı. Gözlerini avuç içiyle kapatırken, ‘Elena de Castaya’ olarak yakın geçmişindeki hatıraları canlandı.
İlk hatıra, kanın bunaltıcı kokusu, eski demir kapının bile saklayamadığı nemli ve rutubetli havaydı.
***
Paslı demir kapı yavaşça gıcırdayarak açıldı, zemine karşı kazıma sesi çıkararak. Elena ölüm sessizliğinden kafasını yukarı kaldırdı. Son birkaç ay, sadece dört kişi bu kulenin kapısını açabilmiş ve hapishane duvarlarından kendisini dışarı atmasına izin vermişti.
Nişanlısı ve Esperdan prensi, Castro, ona göz kulak olan hizmetçi, saray muhafızı ve…ona ‘sessizlik’ sağlayan rahibe.

Ama bugün, onlardan hiçbiri yoktu. Demir kapıdan giren Vincent’tı. Bu imparatorluğun ikinci prensi, burada böyle bir şekilde görüşmeyi tahayyül edemeyeceği adam. Bir anlık sessizlikten sonra, Evelyn ilk olarak konuşur.

“Veliaht Prens olacağını düşünmüştüm.”

“O olmadığım için hayal kırıklığına mı uğradın?”

“Hayır. Sadece başka birini görmeyi beklemiyordum. Bu kulede hapsolduğumdan beri, iletişim kurabildiğim tek kişi sizdiniz.”

Elena kahkahaya yakın bir gülümseme sundu.

“Nasıl içeri girdin? İkinci Prens bile olsanız , muhafızın izni olmadan giremezsin.”

“…Sağlığın nasıl?”

“İyi.”

Son mum sönerken ardında güçsüz bir duman bırakırken, adamın yüzünün yarısından fazlası karanlığa gömüldü, sadece her an bükülecek gibi duran hafifçe ayrılmış dudakları görünüyordu.

Karanlıkta bile, Elena onun çevreyi taradığını hissetti. Bu aslında gözünü gönlünü doyuran bir şeydi. Ezilmiş ve zayıf bir vücut, şiddet izleri, başı boş bırakılan kırılmış bir ayak bileği ve köprücük kemiğinin üstünde bir hainin damgası.

Onun ailesi Castaya’lar vatan hainliğini suçuna dahil edildiğinden beri, Elena’nın yaşadıklarının çoğu bunlardı. Aşağılamalar ve hakaretler soylu olarak yetişen biri için katlanılması zor şeylerdi. Elena sanki hiçbir sorun yokmuş gibi konuşmaya çaba gösterdi.

“Benle alay etmeye mi geldiniz? Hala yaşadığım için?”

“Bunu yapar mıyım?”

Vincent’ın sesi sanki daha inceymiş gibiydi. O alışılmış soğukluk yoktu.

Elena bu düşünceye kıkırdadı.*****

“Bu bir şakaydı. Siz öyle biri değilsiniz.”

“Castaya.”

Elena bir an sessizleşti, daha sonra soğuk gülümsemesine geri döndü.

“Beni hala Castaya olarak çağırıyorsunuz.”

“…”

“Sen de beni ismimle çağırabilirsin, Vincent olarak.”

*ÇN: Yalnızlık.

**ÇN: Solitude adlı kitaptaki anlaşılmaz cümleler, alakasız kelime oyunları ve soyluların anlayabileceği türden olan dinsel ve klasik şakaları çevirmen (Elena) anlamasaydı ve öylece çevirseydi de kitabın sadece bir yedek yastık yani insanların sadece rafların arasında tozlu bir kitap olacağını yani kimsenin okumaya yeltenmeyeceğini anlatıyor. Yani her türlü kitap kimse tarafından umursanmazdı demeye getiriyor.

***ÇN: Leydi’nin “Birini arıyorum.” demesiyle Elena’nın ve bunun sonucunda ortamın gerildiğini ifade eder. 

****ÇN: Leydi’nin onun akıcı bir şekilde Esperanto bildiğini anlamasının sebebini soruşturuyor.

*****ÇN: Elena, hala yaşadığı için İkinci Prens’in onunla alay etmeye geldiği düşüncesini aklına getirince, kıkırdar. 


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.






DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.