Geçen yaz mevsimi Ay Gensokyo’nun üzerine parlıyor, serin ve beyaz bir ışıkla aydınlatıyordu. Bir Youkai için Ay ışığı, güneş ışığına nazaran daha parlaktı. Bu da onların normalde göremediği şeyleri geceleri görebilmesini sağlıyordu.
Bu tip gecelerde, Youkai, Ay’ın aydınlattığı yolları izler ve saklanarak saldıracağı insanları bekler. Ay’ın sağladığı ışık sayesinde insanları mükemmel bir şekilde görebilirken, insanlar, geceleri karanlık yüzünden göremezler. Böylece geceleri gidecekleri yolları tam göremezler ve onları bir taş mı yoksa Youkai’mi bekler, anlayamazlar.
Bu gibi bir sorun da çoğu insanı gece gezmeye korkar ediyor ve kendi evlerine kapanıp önlem almalarına sebep oluyor. İşte bu, geceleyin gökyüzünden aşağıya düşen gizemli şeyin fark edilememesine sebep olmuştu.
O gökyüzünden düşen şey neydi ki? 18 metre civarları ya da daha uzaktan belirmiş ve bir parça kumaş misali süzülüyordu. Çocuk masallarındaki youkailer gibi gökyüzünde özgürce uçuyor ve tapınağın üzerinde kayboluyordu.
Bugün, Ay Festivali var. Bu festival Ay ve Dünya dolunaya en yakın olduğu zaman, yani gece vakti yapılıyor. Bu festivalin bir özel yanıysa börek gibi yuvarlak şeyler kullanmaları. Dolunay gözükmese bile sahte bir dolunay bile sembolik bir iş görebilir.
Tabii, Ay’ın kendisi uzaktaysa, Ay’ın elçileri de uzakta oluyor. Bu festivali ilk düşünen bendim açıkcası.
Şimdiyse tavşanlar bahçelerinde olmalı ve hamur tatlıları için pirinçleri ezmeliler. Benim emirlerimle beraber yapılan böreklerin içinde oldukça çeşitli ilaçlar bulunmasıyla beraber bu ilaçlar iki sebeple önemli olmakta: İlki: Aylı tavşanlar pirinç eziyor desekte aslında ilaç yapıyorlar. İkincisi: Tavşanlar, bazı yaptığı börekleri alıp yiyorlar.
Börekleri yediklerinden dolayı tavşanlar daha da heyecanlanıyor ve düşündüğüm gibi olursa aralardan sızıp yiyecekler ve festival daha canlı gibi olacak.
Öncelikle, tavşanların söylediği müziği dinlerken gökyüzünün doğu taraflarında parıldayan bir kıyafeti gördüm. Bu kıyafet, soluk bir ışıkla parıldırıyordu. Ay’ın Bilgesi olarak, Ben, Eirin Yagokoro, bunu anlamıştım. Bu ışık, ay ışığıyla aynı güçte parıldırıyordu. İşin aslı, bu Ay Perdesiydi.
"...Afedersiniz. Efendim, hiçbir sıkıntı çıkmadan festival bitti."
Tavşanların biri odama girdi, adı Reisen Udongein İbana. Bana "efendim" diye seslenen bir aylı tavşan. Gerçek adıysa sadece "Reisen" ama artık dünyada yaşadığından dolayı ona dünyalıların kullandığı tarzda bir isim verdim. Kendisi normalde Ay Savaşı sırasında tüyüp kaçmıştı, ben de onun burayı tesadüfen bulduğu gerçeğini saklamayı seçtim. Reisen de dahil olmak üzere tüm Ay Tavşanları mesafe fark etmeksizin birbirleriyle iletişime geçebiliyorlar. Onun varlığını gizlemem sayesinde de Ay Başkentinden bilgi alabileceğimi düşünüyorum. Ama onaylamalıyım ki gerçekten de bana çok yardımı dokunuyor. Dünyada sağ salim yaşayabilmemizde çok emeği var.
"Oldukça hızlı oldu, Reisen. Umarım şu aralar işler sakin diye kolaya kaçmıyorsundur."
"Tabii ki de kaçmıyorum Efendim. Her zamanki gibi, iyi bir şekilde işle ilgileniyor ve bitmesini sağlıyoruz. Ayrıca dünyalı tavşanlar yaptıkları böreklerden yiyebildikleri için çok mutlu oldular."
"Hmm, güzel. Ah, bir de... Öbür kız nerede?"
Reisen’in yüzü bu soruyu duyunca birazcık düştü.
"Tewi mi? Tewi... Bir yerde oynuyordur! Hep oyun oynuyor zaten. Böyle festival günlerinde onun için kaybolmak çerezlik bir şey."
Ay’ın prensesi, Kaguya, Gensokyo’da yaşıyor ve kendi varlığını gizleyerek bulunmasını engelliyordu. Bu kadar yılı neden saklanmaya harcadı acaba? Sanırım bunun sebebi işlediği mezar günahından. Ay’ın elçilerinden, yani Ay’dan kaçtı ve kınanma aldı. Onu insanlar bilseydi Ay elçileri onu kolayca bulabilirdi, diye düşünüyoruz.
Prenses Kaguya’nın bir kaç dostundan biri olarak, hep onun tarafını tuttum ve kendi bilgilerimle ona destek çıktım. Şanslıyız ki Gensokyo’da Kayboluşun Bambu Ormanı denen bir yer var. Bu yer öyle bir yer ki Youkailer bile kolayca kaybolabiliyorlar. Ormanın derinliklerine, kimsenin öyle kolay kolay bulamayacağı bir yere Prenses Kaguya için özel bir köşk hazırladım. İşte bu yer, Eientei. Eientei sıra dışı bir yer. İnsanlar bulamadığı sürece, kendi sahip olduğu zaman, yani kendi zaman dilimi ilerlemiyor. Bu benim bilgeliğim ve prensesin sonsuzluk kontrolü güçlerinin birleşmesiyle oluşan bir şey. Bu köşkte zamanın ilerlememesi buraya hiçbir şeyin olmayacağı ve geçmişine kazınamayacağı demek olur. Uzun bir süre boyunca zamanın durduğu köşkte prensesle yaşadım. İlk bin yıl boyunca gizlice yaşadık ve zamanın geçişine çok dikkat etmedik, ancak bir gün... Yalnız, beyaz bir tavşan belirdi ve her şey değişti. O tavşan bizi nasıl buldu hala bilmiyorum ancak Eientei kurulduğundan beri yaşanmış ilk olay buydu. Tavşan bize Kayboluşun Bambu Ormanı’nın lideri olduğunu söyledi ve hep burada yaşadığımızı biliyormuş gibi de gözüküyordu. Algılarımı çınlatmıştı ki bize düşman olmak istemediği söyledi. Ancak, kendi sahip olduğumuz bilgileri tavşanlarla paylaşırsak hiçbir insanın buraya yaklaşmamasını sağlayacağını söyledi. Bu youkai tavşanın adı Tewi İnaba’ydı, şu anda bizimle yaşıyor.
"Ah, evet. Bu kızın hep özgür bir ruhu vardı."
"Ama çok can sıkıcı birisi. Hop diye gidiverdi, daha festival temizliği bile bitmedi. Ve tabii ki de, o kaçınca öbür tavşanlar da onunla kaçtı. Tüm temizlik bana kaldı! Daha temizlik yapmaya bile kalmıyor, sizden ne öğrendi bu kız?"
Reisen çok sinirlendikten sonra Tewi’nin kendisinden daha uzun süredir Eientei’de bulunduğunu hatırladı. Biraz rahatsız olmuş gibiydi, ve dedi: "Ona verdiğiniz eğitime değiniyorum demek değil tabii bu, Efendim."
"Eh, olsun. Lütfen gidip onu ara."
"Tamam, ama bir süredir düşünüyorum da... Ona çok yumuşak davranmıyor musunuz, efendim? Bir kezcik bile onu fena bi azarlasanız onun için iyi olabilir. Beni dinlemese de sizi dinleyeceğini düşünüyorum."
"Ah... Maalesef, beni de dinlemiyor."
"Ha? Gerçekten mi? O zaman neden hala burada yaşıyor?"
Tewi’nin normal bir tavşan youkaisi olmadığı bariz belliydi. Dünyadaki tüm tavşan youkailer o nedese onu dinliyordu. Ne kadar da kendisinde önem verilecek bir şey olmasa da inanılmaz sayıdaki tavşanlara söz geçirebilmesi, insanın aklına ermiş bir keşişi getiriyor.
"Dünyalı tavşanlar sadece Tewi’yi dinliyor. Bu ne anlama geliyor anlıyorsun di mi?"
"Hmm... Tewi en güçlü dünya tavşanı mı?"
"Tewisiz, hiçbirini kullanamayız, yani büyük sorun teşkil eder."
Bu konuşmada aklımda bir sorun canlandı. O ışık hüzmesi şüphesiz şekilde Ay Perdesinin kendisiydi ama Ay elçileri birisini kendi kendilerine göndermez... Bu yaşanan durumu bir türlü anlayamıyorum, eminim ki Tewi de perdeyi gördü. Bu yüzden ortalıktan kaybolmuş olsa gerek.
"Neyse, festival sırasında hiç garip bir şey yaşanmadı, değil mi? Özellikle tapınağın etrafında."
"Tapınağın etrafı mı? Hayır, olmadı... Yoksa bir şeyler mi oluyor?"
"Belki, umarım ki bir şey değildir."
Ay perdesi dünya ve ay arasındaki yolculuk aletlerinden birisi. Çok sıklıkla bir "İlahi Bakirenin" tanrısal kaftanlarla karıştırılıyor ama üzerindeki harf kıyafetin negatif kütle maddeleriyle yapıldığını belirtiyor. Ay perdesi dediğimiz pelerin de kumaş ve ay ışığıyla dokanmış kütlesiz bir kıyafet. Tabii, tamamen farklı şeyler bunlar. Ay perdesinin hiçbir ağırlığı olmadığından dünyaya kendi kendisine düşmesi çok mantıksız olurdu. Düştüğüne göre birisi onu kullanıyor demek bu. O kişi kim ya da dost mu düşman mı, hala bilmiyorum. Ama istemediğim net bir şey var, o da Ay elçileri tarafından konumumun bulunup tekrardan firari bir hayat şekline geçmem gerektiği. Eientei’nin donmuş zamanı sadece şu 3 ya da 4 yıl önce yaşanmış olan olayda akmaya devam etmişti. Ancak, bir kez başladı mı, tekrar durdurulamaz. Zamanın akmasıyla beraber yaşamaya devam ederiz ve tıpkı insanlar gibi olup bitmiş şeylerin hasretini çekerek hayatımı sürdürürüz. Ama zamanın durduğu zamanlardaki durumumuza dönmeyi pek istemiyoruz.
"Efendim? Aklınızda ne var? Festivali temizlemem gerek o yüzden geri döneceğim. Tewi işlerim bitene kadar dönmesse gidip ben onu ararım."
"Ah, tabii. Lütfen."
Ve Reisen odadan çıktı. Bu sanırsam ay perdesini daha önceden gördüm diye oluyor ki çok çok uzun zaman önce, Ay’ın bilgesi olarak yaşadığım zamanlarda bu ay perdesi bana söylenmişti. O zamanlar dünya ve ay arasında gidip gelmiş elçilerin lideri ve Kaguya dışındaki prenseslerin de öğretmeni bendim. O zamanlar, o prensesler oldukça genç hanımlardı. O iki prenses benim uzak akrabamdı. İnsan terimleriyle açıklamam gerekirse, birisi büyük yeğenimin karısıyken öbürüyse kız kardeşinin oğlunun karısıydı. Oldukça uzak akrabalarım oluyorlar ancak onlara özel öğretmen olarak yardım ettim. Büyük kız kardeş, doğanın iyi şansıyla kutsanmış ve hiçbir zorluğa maruz kalmamıştı. Öbür, yani minik kız kardeş ise fazlasıyla sert ve dediğim her şeyi reddediyordu... Günü gelince Ay’ın Elçileri’ni onların ellerine bırakacağım gayet anlaşılırdı. Ancak, Prenses Kaguya’nın suçundan ve dünyaya sürgünü sonrası ay, inanılmaz şekilde değişti. Eh... Çok da doğru olmayabilir. Neticede bu suçun asıl zanlısı bendim. Kendi bilgilerime çok güveniyordum, o kadar güveniyordum ki ufak bi hata meydana getirdim. Bu minik hataysa ölümsüzlük ve sonsuz gençlik iksirini, yani Hourai İksirini Prenses Kaguya’ya vermekti... Yasaklı karışımı yapmış ve ölümsüz olması için prenses Kaguya’ya içirmiştim. Böylece Ay başkentinden kovuldu. Eylemlerimden ne kadar pişmanlık duysam da sonuç ortada. Kaguya’yı Ay’a geri getirmem istendi ama Ay’ın elçilerini kandırdım ve prenses Kaguya’yı kurtarıp dünyada beraber yaşamaya başladık. Peki, sorun ne diyecek olursanız da; Hourai İksirini içenler insanlarla aynı görülüyor. Prensesi başkente geri de getirsem biliyorum ki artık normal bir hayat yaşayamazdı. Ben de onun daha kolay bir hayat yaşaması için yardım etme kararı aldım ve bir insan olarak yaşayabileceği bir mekan hazırladım çünkü böylece günahımı telafi edebileceğimi düşündüm. Bu arada, bir ay elçisi olarak Kaguya’yı kurtarmaya gitmeden önce ay elçileri işini eğittiğim kız kardeşlere bırakmıştım. O zamandan bu zamana bin yıl geçmiş olsa da aniden kaybolduğum için sinirli olduklarını öğrensem şaşırmazdım.
"Afedersiniz, Efendim!"
Reisen odaya daldı.
"Noldu? Telaşlanmışsın."
"Ha? Pek önemli bir şey olmadı. Sadece bir ziyafetçimiz var. O da benim gibi biraz telaşlı, ondan ben de telaşlanmış olabilirim."
"Bu saatte bir ziyaretçi demek... Acil bir hasta mı yoksa?"
"Hayır, şu baş belası tapınak bakiresi geldi. Aynı geçen sefer ki gibi aniden gecenin yarısında geliverdi."
"Ah, peki." dedim, ve odadan çıktım. Ay perdesi doğu gökyüzünde, tapınağın orada belirdi. İlginç.
Elleri belinde, bir insan figürü girişte bizi bekliyordu. Bu kız Gensokyo’nun doğu köşesinde bulunan Hakurei Tapınağı’nın bakiresi olan Reimu’ydu.
"Hele şükür geldin uzaylı. Sizden birisi tapınağımda saçma sapan şeyler yapıyor. Çöz."
Neye değinirse değinsin bu tapınak bakiresi öfkeli kelimelerle bir konuşma başlatmaya bayılıyor gibi. Duygularını düzgünce ifade ederek konuşsan ne olur ki? İnsanların aklı cidden buna basmıyor.
"Bizden birisi? Bir şey yapmış?"
"Evet. Tapınağımda bir tavşan youkaisi bana saldırdı. Git onu geri falan al."
"Bekle bir dakika. Reisen, sorunsuz bir şekilde festival bitmemiş miydi?"
"Ah, şey... Evet, bitmişti. Kimseye de bir şey olmamıştı." Dedi, Reisen.
"Hmm... O zaman onun hakkında mı konuşuyor?"
Bunu dememin hemen ardından Reimu’nun arkasından gür bir ses geldi.
"Birinin canı yandı mı bilmiyorum ama daha deminden beri sizi dinliyorum! Hiçbir tavşan da kayıp değil." Bu Tewi’ydi. Vücudunun sadece yarısı çimenin arkasından gözükebiliyordu. Anlaşılan Reimu bile onun orada olduğunu anlamamıştı.
Bu numarayı Tewi’nin ilk yapışı değil. Sen daha fark etmeden arkanda olur, ve anında kaybolur. Göremesen bile cidden ona ihtiyacın olduğu zaman hep etrafında olur.
"Ah, Tewi! Nerelerdeydin? Daha seni aramaya bile başlamadım." Reisen tekrardan şikayet etmeye başlıyor, Tewi de bir gram takmıyor.
Tewi esner ve "Eh, ben bilmem neden, tavşanlar festival bittiği zaman çok heyecanlı oluyor. Ben de onları dindirmeye çalıştım!" der.
Tewi ellerini kafasının arkasına koymuştu ve "Ben bilmem neden" kısmını vurgulamıştı. Anlaşılan böreklere koyduğum ilacın farkında.
"Neyse, ben çok yoruldum. Haydin içerde kestirmeye gidiyom." dedi ve içeriye ilerledi. Ben de beni o rahatsız eden şey hakkında soru sorma fırsatını kazanmıştım.
"Bekle, Tewi. Bu gece festival sırasında sıra dışı bir şey gördün mü? Özellikle doğuda, tapınağın oralarda."
Tewi konuyu ciddiye alarak durdu. "...Ama-no-Iwato Wake-no-Mikoto. Uzun zamandır görmediğim bir tanrıyı gördüm." Dedi, ve köşke girip gitti.
Reimu’nun hazır sözü yarıda kesilmişken onu salona davet ettim ve Reisen’e biraz çay koymasını söyledim.
"Anlamadığı şeyler söylüyor olabilir ama tapınağımda uyuyan yaralı bir tavşan youkaisi olduğu gibi bir hakikatte var!"
"Kimsenin tanımadığı bir tavşan youkaisinin aniden belirmesi çok mu garip ki? Youkailer hep böyle aniden fırlarlar zaten."
Gerçek olması imkansız. Bir youkainin doğumu insandan daha zor.
"O tavşan youkaisi bir şey dedi mi?"
"Uzaktan inliyordu... Hmm, bir de bir tür hırkası gibi bir şeyi vardı..."
Reimu’nun dediği tavşan youkaisi büyük ihtimalle Ay’dan gelmiş. Önceden de gördüğüm ay perdesi de onda gibi.
Şu anda yaşadığımız yere aydan bir tavşan geldiği konusunda kuşkularım vardı ancak Reisen’in daha demin ki verdiği "Başkentte cidden büyük bir sorun var gibi." tespit sayesinde artık her şey daha net. Açığa çıkmış olsaydım, şimdiye çoktan bir tarafa çekilip etkilerini arttırmam için kullanılıyor olurdum... Oysa hiçbir çatışmaya girme gibi de bir niyetim yok.
"Hmm. O tavşan youkaisinin etrafındayken dikkatli olmanızı öneririm. Bir tilki ruhu ya da tanuki tarafından kandırılmış olabilirsiniz."
"Onlar ne?"
"Tewi tüm tavşanları tanıyor. Kimseye bir şey olmadı dediyse, olmamıştır. Yani tapınaktaki tavşan sahte olmalı."
"A-Ah... Anladım. Dediği gibi tüm tavşanlar iyiyse dediğiniz doğru olabilir. Pek sizin tavşanlara benzemiyordu zaten..."
"Sahteyse yaraları da sahtedir. Acele etsen iyi olur çünkü şu anda evi karıştırıyor olabilir. Kaçmadan varsan iyi olur."
"Ha!! E-Evet! Gidiyorum!"
Reimu, şaşkın bir yüz ifadesiyle apar topar gitti.
"Çay hazır Efendim- Ha?"
Reisen çayı hazırlayana kadar tapınak bakiresi çoktan karanlığa karışmıştı bile.
"Efendim, konuşmanız bitti mi?"
"Evet. Ona bir tilki ruhu ya da tanuki olabileceğini söyledim, o da hızlıca gitti."
Reisen’in yüzünde kararsız bir ifade belirmişti.
"Tilki ya da tanuki demek... Neden ona böyle bir yalan söylediniz ki? Durum buysa çoktan insan formuna geçmişlerdir bile. Tavşan youkaisi olarak ne yapmaya çalışabilirler ki?"
"Reisen, tamam, şaşırma. Sana bir şey diyeceğim, onu dinle."
"Tamam..."
"Tapınaktaki tavşan youkaisi muhtemelen senin gibi bir ay tavşanıydı."
"Ne?! Nereden biliyorsunuz?"
"Sana önceden bahsetmedim ancak festival sırasında ay perdesini kullanarak birinin tapınağa indiğini gördüm."
"Ha?!"
Seneler önce Reisen de kaçarken ay perdesini kullanmıştı. Onun ay perdesi hala Eientei’de ancak geri dönmek istemiyor. Zaten mühürlü olarak tutuyoruz...
Ay ve dünya arasında yolculuk etmenin bir çok yolu var. Bunların en ilkel olanlarından birisi ay perdesi ve üstüne üstlük bunu kullanırken fazlasıyla zaman alıyor. Zaten bu metodu genelde ay tavşanları kullanıyor.
"Neden buraya geldiğini bilmesem de Eientei’yi öğrenmesine izin veremem. Neden tapınak bakiresini başımdan savdığımı anladın mı?"
"Yani diyorsun ki... Şu anda bir aylı tavşan tapınakta...?"
Belki de Reisen’in tanıdıklarından biriydi. Öyleyse bile buraya hemen getirmek büyük bir risk, kimse ne olacağını bilemez... Ne de olsa ben ve Reisen de Ay’dan kaçan firarileriz. Anlayacağınız üzere hiçbirimiz bulunmak istemiyoruz.
"A-Acaba ne oldu? Ne yapmalıyız, Efendim? Ben de mi ceza alacağım yoksa..."
Reisen çay tepsisini koymayı unutmuştu. Elindeki terlemeden de tedirginliği belli oluyordu.
"Reisen, korkman için bir sebep yok. Sadece dediklerimi takip et, Eientei güvende olacak. Bana güven."
"A-Ama ilk önce... Ne yapacağız?"
"İlk önce, çay tepsisini yere koyup yavaşça içmeni istiyorum."
Reisen’in gülümsemesi dönmüş ve yavaşça çay içmeye başlamıştı. Kendine güveni de dönmüştü, beraberinde "Ne yapacağız?" sorusu da yanında gelmişti.
"Şimdi, Ay’daki tavşanlara bu durumu sormalı ve bilgi edinmeye çalışmalısın."
"Tamam!"
"Daha demin yeni bir gücün Ay’da belirdiğini söyledin. Bu güç hakkında herhangi bir bilgiyi ya da arkasında kim olduğunun bilgilerini öğrenmek istiyorum."
"Kolay bir istek! Ama Efendim unutmayın ki gelecek bilgiler tavşanlardan. Yani biraz sorgulayıcı olabilir."
Tavşanlar yalan söylemeyi, dedikodu ve söylenti yaymayı seviyorlar. Yani diyeceklerinden alabileceğimiz şeyler biraz dar. Yine de ateşin olmadığı yerde duman da olmadığı gibi, her yalanın da bir sebebi vardır.
"Senle konuşmayı denese de tapınaktaki o tavşanla sakın konuşma."
"Neden ki?"
"Konuşursan söylenti başlatabilir bu. Sen sadece dediğimi yap yoksa başımıza her şey gelebilir."
Reisen, odadan çıktı ve Ay ile iletişime geçmeye başladı. Bu yöntem başlamak için çok şüpheli dursa da mesafe fark etmeksizin tavşanların iletişim geçiş yolu böyledir.
Reisen’i izledim, sıradaki adımımızı planladım. Acaba bu yeni "güç" Ay’da neyin gücünü kazanmaya çalışıyor?
Son savaştaki gibi dış dünyadaki insanların bir etkisi varsa buna problem diyemeyiz. Uzun zaman önce insanlar Ay’a gitti ve kendi bayraklarını astılar. Sanırsam kendi bilimlerinden epey etkilenmiş ve Ay’ın onlara ait olduklarını düşünüyorlardı. Ancak nereye bakacağını biliyorsanız Ay’ın teknolojisinin dünyadan kat ve kat üstün olduğunu da görebilirsiniz. İnsanlar Ay’da bir üs kuracaklarını diyorlardı ancak işin sonunda daha yapacakları yeri seçemeden geri kaçtılar. İnsanlar için berbat bir yenilgiydi.
İnsanların Ay’a inişi dış dünyada başarıyla duyurulmuş ve kutlanmıştı ama oysa yenilgileri de vardı. Onu kutlamadılar. Daha ilk inişlerinde yenildiklerinden bir daha denemediler bile ve biz de Ay’a bağlı kalarak her seferinde denedikleri üs girişimlerinin ve başarısızlıklarını dinliyorduk. İnsanların öğrenim süreci biraz sıkıntılı gibi duruyor. Daha doğrusu, ilerleyecekleri yerde geriye gidiyorlar gibi duruyor. İnsanlar başka bir sefer daha düzenlemeye karar kılmış olabilirler ama bu Ay için pek bir anlam ifade etmeyecek. Neyse... Bu sefer ki problem insanlar değil anlaşılan. İçimden bir ses büyük bir olay kopacak diyor...
"Ah... Eirin... Bu gece biraz gürültülü gibi, ne düşünüyorsun? Ne oluyor dışarıda acaba..."
Beklenmedik nazik bir ses arkamdan duyuldu. Bu Kaguya Houraisan’dı. Ay’ın prensesi, Eientei’nin hanımı...
"Kaguya hanımım... Beklenmedik bir şekilde, Ay’da kargaşa var gibi."
"Hmm. Yani o şey bir Ay perdesiydi."
"Ah, demek siz de gördünüz?"
"Gördüm, ama pek kafamı yormadım. Çok güzel bir şeydi."
Bir kaçağa kıyasla Kaguya’nın kişiliği daha rahattı ama hep böyle değildi... Belki de uzun bir ömre sahip olmak onu rahat birisine büründürmüştür.
"Görünüşe göre o perdeyi kullanan tavşan, yaralı bir tavşandı. Şu anda tapınakta..."
"Hmm... Yalnız bir tavşan... Çok uzun zaman önce de böyle bir şey olmuştu."
"Çok uzun zaman önce mi? Ah... Reisen’i diyorsun."
"O zamanlar hepimiz çok kuşkuluyduk ama iyi ki hiçbir soruna sebep olmadı."
Reisen’in geldiği zaman, 30 yıl önce, aynen bu gece gibi dolunay vardı. O gece, Tewi ormanı kontrol ediyordu ve sonra bize gelip Ay’dan bir ziyaretçi geldiğini söyledi. Ne yapabiliriz ya da onu karşılasak mı diye çok endişelenmiştik...
"Eirin, o zaman da endişelenmiştik ama onunla gidip konuşsak daha iyi olur. Reisen kesinlikle bizim müttefiğimiz. O tavşanla da gidip konuşalım."
"Kaguya, bir kaçak olarak pozisyonunu tam anlamamışsın gibi. Ay elçileri bizi bulursa tekrar kaçmamız pek kolay olmaz. Birazcık dikkatli olmakta zarar yok."
Ve, Kaguya, sakince cevapladı: "Eirin, sen endişelenmeyi seviyorsun." dedikten sonra sakin sakin çay içmeye başladı.
"Eh, o zaman neden Reisen’i de karşıladık?" diye sordu, Eirin.
"Çünkü Ay’da ne oluyor merak ettim. Neticede Ay tavşanlarının özel bir yeteneği var."
"Peki ya Ay elçilerine geri dönmeye karar verseydi ne olurdu?"
İşte bu kadar dikkatli olmamın sebebi de buydu.
"Bana karşı çıkacak olsaydı... Bir tavşancıktan bir şey olmazdı bence..."
"Ne kadar da soğuksun."
Fark ettim ki Reisen camdan artık gözükmüyordu. Sanırsam Ay’la olan işini halletmiş gibi.
"Afedersiniz... Ah, Prenses Kaguya da burada."
"Ah, Reisen. Ay’la konuşmanı halletin mi?"
"Evet, önemli bir şey öğrenebildim." dedi, ve Kaguya’ya doğru bakmaya başladı.
"Ehh... Sonra mı geri dönsem?"
"Yok, lütfen devam et. Kaguya ne olduğunu biliyor zaten."
"Pekala. Şey, Ay başkentinde dönen meselelerle başlicam. Basitçe, dünyadan gelen istilacıların izini buldular ve büyük bir kargaşa var."
"Dünyadan gelen istilacılar mı?" Bir tür ağız dalaşı falan sanmıştım... Dış dünyadaki insanlar gene iş başında gibi.
Reisen’in dediğine göre dünyadan ikinci bir istila daha gelmiş ve amaçları Ay’ı istila etmek gibi.
"Şu anlık her şey iyi ama asıl problem şimdiki diyeceğimde."
"Ah, lütfen böyle varsayımlar yapma."
"Bir ay tavşanının istilacılara yardım ettiği gibi bir söylenti var. Bu durum sebebiyle tüm ay tavşanları tek tek sınanıyor."
Kaguya bir yandan çayını içerken: "Aşırı kötü... Cadı avı gibi bir şey bu." dedi.
Bu konuşmanın nereye gideceğini anlamıştım. Haklıysam, Reisen dediği şeylerin ciddiyetinin de farkındadır.
"Ve hepsi de sırf dünyayla bağım var diye casusmuşum gibi benim hakkımda konuşuyor!"
Aynen düşündüğüm gibi... Pek süslemeye gerek yok, Reisen buraya gelerek ihanetçi oldu ve sık sık da öbür tavşanlarla konuşmaya devam ediyor.
"Anlıyorum. Tapınaktaki tavşanı da tanıyorum galiba..."
"Ha? Nereden tanıyorsun?"
"Eh, o da benim gibi Ay’dan kaçmış birisi. Çünkü bir casus olarak suçlanıyor. Öyle de olabilir, bilmiyorum... Ama bence bi gidip bakalım."
"Hmm, haklısın. Ve bir şey daha, işgalciler..."
Reisen, biraz garip davranmaya başladı. Oysa normalde ne diyeceğini anlayabilirdim.
"Demek zorunda değilsin, Reisen. Tabii ki de işgalciler ben ve Kaguya, değil mi? Reisen casussa başında da biz varızdır."
Bambu ormanındaki rüzgarın sesi tıpkı kıyıya vuran dalgaların sesi gibiydi.
Kaguya, bir şey diyemedi. Eh, haliyle Kaguya aydakilerin onu tekrar kabul edebileceği gibi iyimser varsayımlar yaptı. Bu varsayım biraz toy da olsa yersiz gelen kuşkularla vurulmanın tatsızlığı ona çaresizliği hissettiriyordu. Tekrardan insanlıktan saklanmak ve etraftan etrafa kaçıp saklanma fikri, cidden can sıkıcıydı.
Reisen, gözle görülebilir şekilde rahatsız olmuştu. Bana biraz yalvarıklı bir ses tonuyla seslendi:
"Efendim! Şimdi ne yapacağız?!"
"Önceden ne dediysem o. Sadece dediklerimi takip et, sorun yok. Bunun gibi bir şeyi de planıma dahil etmiştim bile."
Bu dediğim sadece onu sakinleştirmek için basit bir yalan değildi. Bir gün, Ay’dan birisi belirecek ve bizi tekrar kendi çıkarları için kullanmayı deneyecekti... Böyle bir günün gelebileceğini çoktan düşünüp planlamıştım bile.
"İlk öncelikle, bilgi topla. Gerçekten de işgalci varmıymış, öğren. Varsa kimlermiş onları da öğrenmeye çalış. Yeterince bilgimiz olana kadar gizli kalmalıyız."
"Peki... Ya Ay’dan bir suikastçi gelirse...?"
"Burayı bulamazlar. Bu iş Tewi’de. Ayrıca, Ay’ın elçilerinin arasında kendi müttefiklerimde var."
Reisen şaşırarak baktı: "Müttefikler mi?"
"Evet. Şu anda onların lideri olsa gerek..."
Açık olmak gerekirse, müttefik olurlar mı emin değilim ve biraz korkutucu bir durum.
Ayrıldığımız günden beri o iki prensesle hiç iletişime bile geçmedim. Ama eminim ki eski öğretmenlerinin diyeceklerine kesinlikle kulak verirlerdi...
Bahsetmeden geçmek olmaz ki özellikle genç olan kardeşin aklı fena çalışıyordu. Yine de pek bir seçeneğim yok, bu mesele onlara bağlı.
"Hm, o zaman güvencesi var."
"Ama sana kıyasla, Reisen, bizim sürekli iletişimde kalabilmemiz mümkün değil. Bize sürekli mesaj sağlamanda sakınca olmasa da senin casus olduğun teorisine ağırlık katabilir."
Reisen’in yüzü ciddileşti.
"Sorun yok. Zaten bazı kişiler casus olduğumu düşünüyor. Daha fazla kişi düşünürse düşünsün, umurumda değil."
"Sen umursamayabilirsin ama biz umursuyoruz."
"O zaman... Ne yapmalıyız?"
"Tapınaktaki tavşana olan biteni soracağız. İşbirliği yaparsa en iyisi bu olacaktır."
Reisen ellerini birleştirdi ve sevinçle sesini yükseltti: "Ah! Onu unutmuşum!"
"O tavşanın ay perdesi var, yani Ay’a geri dönebilir. Ona bir mektup vericem ki iletsin."
Ve bir mektup yazdım.
Benim, Eirin Yagokoro tarafından olduğunun kanıtı olaraksa prenseslerin gençliklerini anımsatacak şekilde yazdım.
Yazmayı bitirdim ancak birisinin okuyabileceği ya da gidiş yolu sırasında değişmesinden korkuyorum... Bu yüzden de kuantum mühürüyle mektubu yapıştırdım. Kuantum mühürüyse atom altı partiküller kullanarak kaç kişinin okuduğunu sayabilen özel bir mühür. Bu buluşu ben icaat etmiştim, zaten bunu tek yapabilen kişi de benim...
Bu mühürü yapabilmem onlar için bir kanıt niteliği taşıyacaktır zaten. Bunu aynı zamanda iki ya da üç alete daha yapmıştım ve tıbbi bitkilerle mühürlemiştim.
Maaleseftir ki bu mektuba bir cevap da bekleyemem. Resmi olarak, Ay’ın elçileri cevap vermeye kalkarsa tutuklanmaları ile sonuçlanabilir.
Dolunay, bambu ormanının tepesindeydi, şimdiyse artık gözle bile görülmüyor... Gökyüzünün doğusu sönük bir ışıkla aydınlanıyordu... Gün ağırmaya başlarken, tapınağa doğru ilerlemeye başladım.
Giderken bir başka ay savaşına nasıl sürükleneceğim acaba diye düşünüyordum... Bizi kullanarak kendi sonlarını hazırlayan o asıl suçluları kendi ellerimle yakalayacağıma bir yemin ettim...
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.