Bilinçsizmiş taklidi yapan Derrick Berg, karanlık ve sağlam bir odada aniden ayağa kalktı. Kasırga Baltası çoktan incelenmek üzere kendisinden alınmıştı. Tüm cepleri de boşaltılmış, üzerinde hiçbir şey kalmamıştı. Derrick derin bir nefes alıp etrafına baktı. Aniden gözleri iki küçük güneş gibi parlamaya başladığında, odadaki her şeyi net bir şekilde görebildi. İçeride yalnızca bir masa ve iki sandalye vardı. Zemin, üzeri tuhaf desenlerle dolu taşlarla döşenmişti. Masanın üzerinde yarısı kullanılmış olan bir mum duruyordu. Derrick hemen masaya geçip muma uzandı. Eline aldığı mumu üç eşit parçaya böldü. Böylece mumlukların çekirdekleri tamamen açığa çıkmıştı. Pa! Derrick parmaklarını birbirine sürterek üç mumu da yaktı. Üstteki iki mum Bay Aptal’ı, diğeri ise Derrick’i sembolize ediyordu. Hazırlıklarını tamamlayan Derrick, normal sürece yani bitki tozlarını yakmaya devam etmedi. Bunun yerine öz yağını döküp arkasına yaslanarak Bay Aptal’a seslenmeye başladı. Yavaş yavaş kendisini hipnotize ediyormuş gibiydi. Transın yardımıyla, zihninin derin bir uykuda olduğu ve maneviyatının dağıldığı tuhaf bir duruma girmişti. Dalgın hissediyordu ancak aynı zamanda tuhaf bir uyanıklık durumundaydı. Ruhu, yukarı doğru yükselmeye devam ediyordu. Bu durumun adı ’yapay uyurgezerlikti’. Derrick, Bay Aptal’ın izniyle gereksiz adımların bazılarını basitleştirebiliyordu. … Gri sisin üstündeki yüce, antik sarayda. Masada duran Kara Göz’ü inceleyen Klein, Güneş’i temsil eden kızıl yıldızın aniden parıldamaya başladığını ve kısa süre içinde bir insan gölgesi meydana geldiğini gördü. Bu görüntü onu rahatlatmıştı. Çünkü bu, Güneş’in operasyonun tehlikeli kısmını hallettiğini ve geriye yalnızca ’toparlanma’ kısmı kaldığı anlamına geliyordu. Bu nedenle Klein hemen Karanlık İmparator kartını eline aldı. Sonra da odaklanarak gri sisin üstündeki gücü kendisine boyun eğmeye zorladı. Hemen sonrasında, bir kağıt figürü eline alıp yakarak Güneş’in yıldızına fırlattı. Kağıt figür ve akan güç iç içe geçerek anında, on iki kanatlı dev bir meleğe dönüştü. Melek kızıl ışığı aşarak Güneş’in hayali figürüyle bir araya geldi. Sessizce yandıktan kısa süre sonra da kül haline geldi. Bu noktada, Klein artık Gümüş Şehir’deki duruma etki edemezdi. Gönderdiği ’melek ikamesinin’ ise Güneş’in sorgusuna yardım edebileceğinden tam olarak emin değildi. Beklemekten başka çaresi yoktu. Umarım sonuç iyi olur... … Derrick karşısında, aurası gökleri kaplayan, on iki siyah kanatlı bir melek gördü. Bu görüntüyle aniden kendine gelmişti. Bay Aptal’a içten bir şekilde teşekkür ettikten sonra ritüeli sonlandırıp iki mumu söndürdü. Sonra da onları çıkarıp avucunda parlak, altın renkli bir alev yarattı. Pıt, pıt, pıt. İki mum hızla erimeye başlamıştı, balmumu diğer mumun üzerine ve çevreye damlıyordu. Mum tamamen yandığında, masanın üstünde tek bir mum kalmıştı. İlk baştaki mumdan daha kısaydı ancak aradaki fark çok bariz değildi. Yalnızca kısa bir süredir yanıyormuş gibi görünüyordu. Derrick, ritüelin diğer izlerini de ortadan kaldırdıktan sonra son mumu da söndürdü. Sessizce, önüne bakarak beklemeye başladı. Uzunca bir süre hiçbir şey yapmadı. Konsey üyelerinin hızlı davranmayacağından, keşif ekibi üyelerinin getirdikleri ’mantar’ ve ’meyvelerle’ daha fazla Gümüş Şehir sakinine zarar vereceğinden korkuyordu. Şef ve diğerlerinin başka yerlerde başka ipuçları bulmasından da endişeleniyordu. Amon ve Düşmüş Yaratıcı dahil, karanlığın derinliklerinde dolaşan, o kötü ’yabancılardan’ nefret ediyordu. Darc ve diğerlerini uyarmaksızın keşife gitmekten kaçındığından, onların birer canavar olarak buraya dönmesine göz yumduğundan suçluluk duyuyordu. Arkadaşı olarak gördüğü birini, kendi elleriyle acıklı bir şekilde ortadan akldırmıştı. Derrick, Darc’ın nihai sonunu göremese de o duruma gelen bir adamın ölüden farksız olduğuna inanıyordu. ... Derrick uzun bir süre sessizce bekledi. Bir süre sonra, mühürün kaldırıldığını ve kapının açıldığını duydu. Başını çevirip baktığında, siyah etekli bir kadının içeri girdiğini gördü. Kadının saçları at kuyruğu şeklinde toplanmıştı ve yeleğine doğru uzanıyordu. "Madam Aiflor," dedi Derrick saygılı bir tonda. Aiflor güzel bir kadındı, ancak gözlerinin kenarı kırışıklıklarla doluydu. Gülümseyerek başını salladıktan sonra hafif adımlarla yaklaşıp Derrick’in karşısına oturdu. "Söylemek istediğin bir şey var mı?" diye sordu nazik bir tonda. Derrick içgüdüsel bir hamleyle başını kaldırıp ona baktığında, kadının göz bebeklerinin altın renkli dikey çizgilere dönüştüğünü fark etti. O anda, zihni bulanıklaşmaya, yavaş yavaş uyurgezerlik durumuna girmeye başlamıştı. Aiflor mumu iterek alevin Derrick’in yüzünü net bir şekilde aydınlatmasını sağladı. Soluk altın renkli göz bebekleri, duygusuz bir varlık gibi giderek kayıtsızlaşıyordu. Aniden, o dikey göz bebeklerinde halka halka soluk ışıklar belirdi. Bunlar bir girdap oluşturuyor, bir labirent inşa ediyor gibi görünüyordu. Derrick, sersem bir halde karanlığın derinliklerine, sayısız parlak rengin olduğu bir sonsuzluğa çekildiğini hissetti. O anda, aniden zihni berraklaşmıştı. Bir şey onu ustaca yakalamış gibi hissediyordu. Titrek sarı mum ışığını ve Aiflor’un soluk altın dikey göz bebekleriyle karşısında oturduğunu gördü. Bir köşenin gölgesinde, kır saçlı Şef, Kıdemli Colin Iliad duruyordu. Aiflor, Şef’e bir baş işareti yaptıktan sonra Derrick’e döndü, "Bunca zamandır ne yapıyordun?" Derrick, aldığı eğitimleri hatırlayarak zihin durumunu dengede tutmaya çalışıyordu. "Bilmiyorum. Sanki uzun zamandır bir rüyanın içindeyim. Yalnızca zaman zaman zihnimin berraklaştığını hatırlıyorum..." O sırada, İblis Avcısı Colin’in gözlerinde iki karmaşık koyu yeşil sembol belirmişti. Aiflor devam etti, "Darc Regence ile bir çatışma yaşadığını biliyor musun?" "Yalnızca savaştığımızı hatırlıyorum... Bir haçın üzerinde, baş aşağı asılı duran bir adam ve kristal, tekli gözlüklü ve sivri uçlu şapkalı bir adam gördüğüm sanırım. Evet, onu o zindanda görmüştüm... Ağzını açıp gülümseyerek konuşmuştu..." Aiflor, bir kez daha Şef’e bakış attıktan sonra ona döndü, "Ne dedi?" "Hatırlayamıyorum. Tek bir şey hatırlıyorum... Gülümseyerek, ’Düşmüş Yaratıcı, Gerçek Yaratıcı... Çoban...’ gibi şeyler söyledi," Derrick, heyecanını bastırmakta zorlanıyordu. Şef’e Düşmüş Yaratıcı’nın adını ve bir Çoban’ın şüpheli olduğunu söyleyerek büyük bir risk almıştı! "Düşmüş Yaratıcı... Gerçek Yaratıcı... O tapınağın dibinde bulunan duvar resimlerindeki gibi." Colin hafifçe başını salladı, "Çoban..." "Peki sonra?" Aiflor’un sesi anormal derecede yumuşaktı. Derrick sersem bir halde konuşmaya devam etti, "Sonrasında, çatıştılar, çok fazla, çok parlak ışıklar vardı. Sonra uyanıp öksürmeye başladım..." Colin’in gözlerindeki koyu yeşil semboller başından beri hiç solmamıştı. Derrick, kelimelerini seçip senaryoya uyarak anlatısına devam ediyordu. Sonunda, Aiflor devam etti, "Baltayı nereden buldun? Güneş yolunun iksir formülünü nereden aldın?" "Baltayı bir yeraltı pazarından aldım. Satıcı maskeli biriydi, yalnızca erkek olduğunu çıkarabildim... Güneş iksirinin formülü ise bana ebeveynlerimden kalmıştı. Bir keşif sırasında bulmuşlar..." dedi Derrick kendinden emin bir tavırla. Bunlar, daima orada olan şüphe çekici noktalardı, bu nedenle Asılan Adam bu soruların sorulacağını da tahmin etmişti. Ve Derrick’e verebileceği cevapları açıklamıştı. Gümüş Şehir’in yeraltı pazarı yarı açık olsa da, çeşitli sebeplerden ötürü kimliklerini gizlemeye çalışan kimseler de vardı. Bu, Derrick için son derece iyi bir açıklamaydı. Aiflor ciddi bir tavırla genci dinledikten sonra başını çevirip Colin’e baktı, "Çocuk yalan söylemiyor. Yalan söylemesi imkansız. Görkemli Taç’ın güçleirni kullanıyorum. Colin hafifçe başını salladı, "Bu haldeyken herhangi bir şeytanilik, dejenerasyon ya da yozlaşma izi göstermiyor." Bu özellikleri keşfetmek İblis Avıcılarının özel yeteneğiydi. Yüksek Dizi kategorisine giren İblis Avcıları, hareketlerini ve eylemlerini gizlemede usta olduklarından, tehlikeyi önden sezebilen hedefler tarafından tespit edilmeleri imkansızdı. Bu nedenle, her İblis Avcısı Şeytan’ın düşmanı sayılırdı. Colin, bir süre daha düşündükten sonra odadan ayrıldı. Dışarı çıktığında, köşede bekleyen gölgeye baktı, "Derrick’i daha sonra salacağız. Sanırım şimdilik iyi durumda. Ancak, bir süre daha gizlice onu izlemeye devam etmemiz gerekiyor. Amon iki avatar üretebiliyorsa, bir üçüncüsünü de üretebilir." "Tabii Şef," dedi gölge saygılı bir şekilde. Derrick ’uyandığında’ sorgu odası boştu, geride yalnızca gitmekte özgür olduğuna dair bir not bırakılmıştı. Derrick gizlice rahat bir oh çektikten sonra kapıya doğru yöneldi. O anda aklına Bay Asılan Adam’ın önerisi gelmişti: "Öylece rahatlayıp dikkatsiz davranamazsın. Gizli gözetim kesinlikle bir süre daha devam edecektir; aksi halde sizin Şef hiçbir şey bilmiyor demektir!" Evet, şimdilik Bay Aptal’ın fahri adını bile zikretmemeliyim... Derrick sessizce spiral merdivenlerden yukarı çıktı. O sırada, mor çizgili siyah bir elbise giymiş tanıdık bir figürle karşılaştı. Bu, güzel Çoban Kıdemli Lovia’ydı. Soluk gri gözleriyle Derrick’e bakarken yüzünde nazik bir gülümseme belirmişti. … Lovia, yüzünde kayıtsız bir ifadeyle odasına döndüğünde masanın başına geçip deriden yapılma parşömeni açtı. Sol eliyle sağ elinin işaret parmağını kıstırıp ucunu kopardı. Ancak parmağından bir damla bile kan akmamıştı. Sanki kanı, parmağının yüzeyine toplanmış gibiydi. Lovia, parmağıyla kağıdın üzerine karmaşık bir sembol çizdi. Bu sembol, gizliliği simgeleyen göz bebeksiz bir gözden ve değişimi temsil eden çarpık çizgilerden oluşuyordu. Ortaya çıkan sonucu dikkatli bir şekilde inceledikten sonra parmağını kağıda sarıp ağzına götürdü. Kadın saniyeler içinde parmağını yutmuş, geride yalnızca dört parmağı kalmıştı. Ancak çok geçmeden sağ elindeki yara kıvranmaya başladı. Kıvranan yara hızla genişleyerek biraz solgun görünen bir işaret parmağına dönüştü. Lovia başını eğip avucuna baktı, "Aptal?"
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.