Yukarı Çık




28   Önceki Bölüm 

           
3 Eylül (Perşembe) – Asamura Yuuta





Günün son ders saatinde öğretmenimiz bize bir form dağıttı.

“Tamam, bu formu doldurup gelecek hafta perşembe gününe kadar sınıf başkanına teslim etmeyi unutmayın.“

Bunlar öğretmenin son sözleriydi. Kapı arkasından kapandı kapanmaz sınıf anında hareketlendi. Normalde çantalarını alıp doğrudan çıkan öğrenciler bile yerlerinde kalmıştı.

“Hey, sen ne yazacaksın?“
“Ne yapmayı düşünüyorsun?“

Sınıf, bu tarz konuşmalarla dolup taşıyordu. Bazıları çevresindekilerden fikir alırken, bazıları da önlerindeki kâğıda boş boş bakıyordu. Herkes kendi yöntemince bu durumu çözmeye çalışıyordu ama hepsi de ciddiyetle yaklaşıyordu. Sonuçta, verilen form mezuniyet sonrası planlarımızı soruyordu. Ay sonuna doğru veli-öğretmen toplantısı yapılacak. Başka bir deyişle, bu form okul çalışmasının bir parçası olarak görülüyor ve öğretmenler bunu hem bizimle hem de velilerimizle konuşacak.

“Demek yine o zamanlar geldi ha…“

Elimdeki kağıdı evirip çevirirken önümde oturan ve yakın arkadaşım olan Maru Tomokazu’ya seslendim.

“Artık ikinci sınıftayız. İşin ciddiyeti eskisi gibi değil ama şu anki yorumuna bakılırsa sen de kararını tam olarak vermemişsin, değil mi?“ Maru yüzünü buruşturarak arkasını döndü.

“’Sen de mi? Sen de mi Maru?“

“Bu kadar şaşırmana gerek var mı?“

“Yani, senin kesinlikle beyzbol yolunu seçeceğini düşünüyordum.“

Okulumuzun beyzbol takımı epey güçlüydü ve Maru iki yıldır düzenli olarak yakalayıcı olarak oynuyordu. Koushien’de kazanabilirlerdi, belki de o profesyonel olurdu. Her şey böyle gelişmeyebilirdi ama yeteneği göz önüne alındığında, geleceğini bu yönde çizmesi gayet olasıydı.

“Haklısın aslında.“

“O zaman neden ağzına acı bir şey almış gibi bir surat yaptın?“

“Ağzıma acı bir şey almak mı? Hiç yaşamadım ki, bilemem.“

“Bence çoğu insan da yaşamamıştır zaten.“

Tabii ki bu sadece bir deyimdi ama yine de…

“Sana şunu sorayım, Asamura. Beyzbol kulübünde olmak, gelecekteki işimin de beyzbolla ilgili olacağı anlamına mı geliyor sence? Elbette bu konuda düşünmem gerekiyor ve ayrıca bir şeyi yanlış anlıyorsun.“

“Neyi?“

“Ben geleceğim konusunda endişeli falan değilim. Beni düşündüren şey ay sonunda yapılacak veli-öğretmen toplantısı. Üstelik tam iki hafta boyunca sürecek. Sence bunun sonucu ne olacak?“

“Pek emin değilim.“

Elimdeki kâğıda göz gezdirdim. Geleceğe dair planlarımızı yazmamız gereken satırın yanında birkaç bilgilendirici not vardı. Bunlara göre, veli-öğretmen toplantısı i süresince dersler kısaltılacak ve öğleden sonra ders işlenmeyecekti.

“Öğleden sonraki dersler iptal ediliyor ve onların yerine toplantı geliyor, öyle mi?“

“Asamura, bu da kulüp antrenmanlarımızın uzayacağı anlamına geliyor.“

Maru’nun bu yorumu üzerine, asıl kastettiğini sonunda anladım ama yine de şaşırmıştım. Spora olan tutkusu göz önüne alındığında, bu kadar yoğun antrenmandan bile sıkılacağını düşünmezdim.

“Tabii ki böyle olmasını isterim. Fazladan antrenman yapmayı her zaman memnuniyetle karşılarım.“

“Hmm???“

“Ama veli-öğretmen toplantısı sırasında bazı üyeler olmayacak, değil mi? Bu yüzden yapamayacağımız bazı antrenman türleri olacak. Yani, çalışma programımız daha basitleşecek ve verimsiz hale gelecek.“ Maru omuz silkerek devam etti. “Ben antrenman yapmayı severim ama elimdeki zamanı verimli kullanarak çalışmak istiyorum.“

Bu tam da video oyunlarına meraklı biri olan Maru’dan bekleyeceğim bir cevaptı. Onu bir nevi verimlilik delisi olarak görmeme neden oluyordu.

“Asamura. Oyunların tek çekiciliği verimlilik değildir.“

“Oyunları örnek olarak verdiğim için özür dilerim.“ Ellerimi birleştirerek özür dileyen bir hareket yaptım.

İşini ustalıkla yapan biri, işine karşı hassastır. Özensiz bir şekilde dokunursan elini yakarsın.

“Bu arada, senin toplantıya yine baban mı gelecek? Yoksa bu yıl yeni annen mi katılacak?“

“Hah?“

O ana kadar farkına varmamıştım ama babamın dışında Akiko-san’ın da bu toplantıya katılma ihtimali vardı. Yine de…

“Geçen yıl babam gelmişti, bu yıl da aynı olacağını düşünüyorum.“

Bunu söylerken aklım Ayase-san’a kaydı. Acaba Akiko-san onun toplantısına katılacak mıydı?

Eylül ayına girmemizle birlikte, gökyüzünün rengi hafifçe değişmişti. Güneş hâlâ güçlüydü ama artık tam anlamıyla yazın berrak mavisini yansıtmıyordu. Sanki bir veya iki kat camın arkasından bakıyormuşum gibi solgun ve gri tonlarında görünüyordu. Apartmanın katına doğru yürürken bu düşünceler aklımdan geçti. Asansör durdu ama harekete geçmem biraz zaman aldı. Bunun sebebi, çantama koyduğum o kâğıttı. Geleceğimle ilgili endişelenmektense, yeni bir annem olduğu gerçeği kafamı daha çok meşgul ediyordu.

Babam benim geleceğim konusunda oldukça rahat biriydi, pek kaygılandığını göstermezdi. Ama Akiko-san ne düşünüyordu acaba?

Kapıyı açıp eve girdim ve içeriye seslendim. Salona yöneldiğimde, tahmin ettiğim gibi Ayase-san ve Akiko-san masanın etrafında oturuyordu. Akiko-san çıkmak üzere gibi görünüyordu; makyajı tamamlanmıştı.

“Hoş geldin, Nii-san.“ Ayase-san başını kaldırıp beni selamladı.

“…Ben geldim, Ayase-san.“ Sesimdeki duraksamayı fark etmemesi için dikkatlice cevap verdim.

Beni yaklaşık bir aydır böyle çağırıyordu ama ben hâlâ ona “Saki“ diye hitap edemiyordum.

“Ne hakkında konuşuyordunuz—? Ah.“

“Sen de aldın, değil mi? Gelecek planları anketini.“

Masada, çantamın içinde taşıdığım formun bir kopyası daha duruyordu. Görünüşe göre hangi gün toplantıya katılacaklarını planlıyorlardı.

“Mükemmel zamanlama.“ Akiko-san bana dönerek konuştu.

“Efendim?“

“Taichi-san’la veli toplantınızı nasıl halledeceğimizi konuştuk.”

“Benim mi?“

“Evet ama ortada bir sorun var… Taichi-san şu sıralar çok meşgul.“

Babam, Akiko-san’a iş yerinde önemli bir projeye atandığını söylemişti. Hatta yarım gün izin almakta bile zorlanıyordu.

Ve bu yüzden Akiko-san benim toplantıma katılmayı teklif etmişti. Maru’nun tahmini tam isabetti. Sanki geleceği görebiliyormuş gibi!
Fakat bununla ilgili büyük bir problem vardı…

“Okulda hiç kimseye üvey kardeş olduğunuzu söylemediniz, değil mi? Taichi-san bunu sizin için bir yük haline getirmek istemediğini söyledi ve ben de ona katılıyorum.“

Üvey kardeş olduğumuzu okulda garip dedikodular çıkmasın diye saklıyorduk. Hatta soyadlarımızı mezun olana kadar değiştirmemeye karar vermiştik ancak diğer öğrenciler Ayase-san ile aynı anneden olduğumuzu öğrenirse, eninde sonunda aramızda bir bağ olduğunu fark ederlerdi. Tabii, veli toplantısı başladığında çoğu öğrenci gitmiş olacağı için bu konuda çok fazla endişelenmeye gerek yoktu—ya da en azından öyle düşünebilirdiniz ama Akiko-san bu konuda fazlasıyla temkinliydi.

“Demek öyle...“

“Bu yüzden veli toplantılarına iki ayrı günde gitmeyi düşünüyorum.“

“Haa?!“

Ayase-san ile aynı anda şaşkınlığımızı dile getirdik. Toplantılara iki farklı gün katılmak demek...

“Yani, okula iki kez gelmeyi mi planlıyorsun?“

“En azından her iki toplantıyı aynı gün yapmaktan daha güvenli olmaz mı?“ dedi ve fikrimizi almak istercesine bize baktı. “Ne düşünüyorsunuz?“

“…Emin misin?“

“Hm?“

“Şey... Babamın yoğun olması bir yana, sen de gece geç saatlere kadar barda çalışıyorsun. Gündüzleri okula gelmek senin için fazla yorucu olmaz mı?”

Akiko-san genellikle akşamdan gece yarısına kadar çalışıyordu. İş çıkışında temizliği yapıp ertesi günün hazırlıklarını tamamladıktan sonra sabaha karşı eve geliyor ve öğlene kadar uyuyordu. Hafta sonları ve izin günlerinde bizimle aynı saatlere uymaya çalışsa da, genellikle gece yaşayan biriydi. Onun öğleden sonra okula gelmesini istemek bile zorken, bunu iki kez yapmasını istemek gerçekten fazla olurdu. Üstelik bunun için fazladan izin alması da gerekecekti fakat Akiko-san, endişelerimi umursamaz bir gülümsemeyle karşıladı ve yumuşak bir ses tonuyla konuştu.

“Önemli değil~“

“Hayır ama—“

“Ah... Üzgünüm Yuuta-kun, ama gerçekten çıkmam lazım.“

Duvara asılı saate hızlıca göz attı, masanın üzerindeki çantasını kaptı ve aceleyle kapıya yöneldi. Topuklu ayakkabılarını yarıya kadar geçirip yere birkaç kez vurarak tam olarak oturmasını sağladı. Ardından kapı kolunu tuttu ve omzunun üzerinden bana baktı.

“Bu konuyu sonra konuşuruz. O zamana kadar iyice düşün, tamam mı?“

“Ah, tamam.“

“Görüşürüz!“ Enerjik bir sesle veda etti ve ardından telaşlı bir şekilde, “Bu gidişle geç kalacağım!“ diye söylenerek kapıdan çıktı.

Gerçekten böyle koşturup durması doğru mu?“

“Bana sorma. Yolda düşmemesini umuyorum sadece.”

“Oh,Sen de mi çıkıyorsun, Ayase-san?“

Arkamı döndüğümde, onun da ayağa kalktığını gördüm. Omzunda spor çantası asılıydı.

“Vardiyam başlayacak.“

“Anladım. Kendine dikkat et.“

“Elbette. Görüşürüz, Nii-san.“

Ayase-san burnumun ucundan geçti. Saçları her adımda hafifçe sallanıyordu. Ardından ön kapının kapanma sesini duydum. Bugün işte vardiyam yoktu. Eskiden Ayase-san ile her gün aynı vardiyada çalıştığım zamanlar, şimdi sanki çok uzak bir geçmiş gibi geliyordu.

Çantamı odama bırakıp oturma odasına geri döndüm. Farkına bile varmadan iç geçirirken buldum kendimi. Sorun neydi? Neden hayal kırıklığına uğramış gibi hissediyordum? Ama garip bir şekilde, yalnız kalınca rahatlamıştım.

—Nii-san.

Ayase-san her bana böyle seslendiğinde, onun yanındayken nefes almakta zorlanıyordum. Peki, bu hislerime ne isim vermeliyim? Retorik bir soru bu. Cevabını zaten biliyorum.

“Şimdi... Acaba yiyecek bir şeyler var mı?“

Gece olmuştu. Koltuğa kök salmış gibi hissetsem de, kendimi toparlayıp buzdolabını açtım. Birkaç sebze vardı ama et ya da balık yoktu. Ah, keşke önce alışverişe gitseydim. Eylül başladığından beri, Ayase-san ile vardiyalarımızın çakışması azaldığı için mutfak düzenimiz de tamamen değişmişti. Onun işten geç döndüğü günlerde ona yemek yapması için baskı yapmak istemediğimden, aramızda bir anlaşma yapmıştık: Eğer Ayase-san’ın işi varsa, yemeği ben yapacaktım, tam tersi durumda ise o yapacaktı.

Ama yaptığım yemeklerin “düzgün bir yemek“ kategorisine girdiğini söylemek pek mümkün değildi.

Ding!

Masadaki telefonum bir LINE mesajıyla aydınlandı. Ekranda beliren ön izlemede mesajın ilk kısmını görebildim: Babam, geç geleceği için dışarıda yemek yiyeceğini söylüyordu. Gerçekten yoğun görünüyor.

Bu da demek oluyor ki akşam yemeğinde daha az yemek yapmam gerekecek. Pirinç ocağında hâlâ Akiko-san’ın yaptığı pilavdan biraz kalmış olmalı. Sadece yan yemekleri hazırlamam gerek.

“Miso çorbası iyi olur sanırım.“

Elimdeki malzemelerle en kısa sürede en iyi yemeği yapmak en mantıklısıydı. Ayase-san genellikle çorbayı dashi ile yapıyordu, ben de onu örnek alayım. Bir tencereye su doldurdum, içine avuç içi büyüklüğünde birkaç parça kombu koyup otuz dakika beklemeye bıraktım. Bu arada başka ne yapabilirim diye düşündüm ve buzdolabına tekrar göz attım...

“Yumurta... Sadece bu var ha?“

Aklıma birkaç yumurta bazlı yemek geldi ama bunları yapmak için yeterli malzemem yoktu. Ayrıca becerim de sınırlıydı. Yapabileceğim en basit yemek...

“Sahanda yumurta?“

Belki haşlanmış yumurta da yapabilirim ama sahanda daha kolay olur. Buzdolabından iki yumurta çıkarıp bir tabağa koydum. Bir keresinde masanın üstüne koyduğum yumurtalar yuvarlanıp kırılmıştı. O günden beri dikkat ediyorum.

Sebzeleri büyük dilimlere ayırıp mikrodalgada üç dakika kadar ısıttım. Miso çorbası için su kaynamaya başlayınca kombuyu çıkardım ve içine biraz katsuobushi ekledim. Bir yandan da düşündüm—veli toplantısı meselesi.

Babamın iş yoğunluğunu fark etmemek bile beni suçlu ve biraz da beceriksiz hissettirmişti ama sadece bizim okulda rahat edebilmemiz için Akiko-san’a böyle büyük bir yük yüklemek adil miydi? Tek başıma karar verebileceğim bir şey değildi. Ayase-san ile konuşmam gerekiyordu. O yüzden her zamanki gibi odama çekilmek yerine, onun eve dönmesini beklemeye karar verdim.

Telefonuna bakarak saatlerce vakit harcamanın iyi mi yoksa kötü mü olduğu tartışmalı bir konu açıkçası. Henüz okumadığım e-kitapları bitirmeye çalışıyordum ve tam ikinci kitabımı tamamladığımda, ön kapının açıldığını ve ardından sessizcene bir “Ben geldim.“ sesi duyduğumda başımı kaldırdım. Ayase-san olmalı. Muhtemelen benim ve babamın uyuyor olabileceğini düşündüğü için sesini alçak tuttu. Babam fazla mesai yapıyor, bu yüzden henüz eve dönmedi. Ayase-san oturma odasına girdiğinde, biraz şaşırmış görünüyordu.

“Henüz yemeğini yemedin mi?“

“Hayır, daha değil. Sen şimdi yemek yiyeceksin değil mi? Beraber yiyelim mi? Uzun zaman oldu.“

Ayase-san başını salladı.

“Tam zamanında geldim aslında seninle konuşmak istediğim bir şey var...“

İkimiz de kısa bir süre sessiz kaldık ve sonra aynı anda konuştuk.

““Veli toplantısı hakkında...““

Birbirimizin sözlerinden şaşırarak göz göze geldik. Bu garip uyum yüzünden gülümsemekten kendimizi alamadık. Demek o da bunu düşünüyordu.

https://pbs.twimg.com/media/FG3OYKIaUAETNXP.png

“Bunu yemek yerken konuşalım, olur mu?“

“Tamam. Önce eşyalarımı odama bırakayım.“

Ayase-san kıyafetlerini değiştirirken ben de miso çorbasını ve yumurtaları ısıtıp masayı hazırladım. İkimiz de yerine oturduğumuzda yemek yemeye başladık. Açıkçası, yemek yapmaya başladığımdan beri en çok huzursuz olduğum an bu oluyor. Karşımdaki kişi ilk lokmasını almadan önce ben kendi yemeğime başlayamıyorum.

“Mm. Çok lezzetli.“ Ayase-san, yumurtasından bir lokma aldıktan sonra söyledi.

“Bunu duymak güzel.“

“Görünüşü de güzel olmuş. Gerçekten kendini geliştirmişsin. Benimkini özellikle rafadan mı bıraktın?“

“Daha kolay yenir diye düşündüm.“

Ayase-san ve Akiko-san, yumurtalarını tuz ve karabiberle yemeyi tercih ediyorlardı, ama babam ve ben soya sosu ekliyorduk. Zevklerimizdeki bu farklılığı fark ettikten sonra, baharatları eklemeyi karşı tarafa bırakmaya karar verdik ve böylece masamız, çeşitli baharatlarla donatılmış bir sofraya dönüştü. Bu yüzden yumurtaları pişirirken baharat eklememeye başladım.

Baharat meselesini böyle çözdüm ama yemek zevkleri bundan daha karmaşıktı. Bir süredir Ayase-san’ı izledikten sonra yumurtanın sarısının rafadan olmasını daha çok sevdiğini fark ettim. Yumurtanın tamamı katı olduğunda, onu mutlaka miso çorbası ya da başka bir çorbayla birlikte yiyordu. O zaman anladım. Babam ve ben yumurtayı soya sosuyla yediğimiz için sert ya da yumuşak olması fark etmiyordu ancak sadece tuz ve karabiberle yenildiğinde haşlanmış yumurta ağzı kurutabiliyordu.

“Gerçekten bu tür şeylere dikkat ediyorsun.“

“Ve yine de buzdolabında ne kaldığını kontrol etmemişim, bu yüzden kendimi kötü hissediyorum. Neredeyse bomboş olduğunu fark etseydim, eve dönerken alışveriş yapardım. O yüzden sadece biraz yeşil soğan ekledim.“

“Ah, sana haber vermemiştim.“

“Hayır, benim hatam. Kontrol etmeliydim. Bugün çalışacağını biliyordum sonuçta.“

“Ama ben söylemeliydim—“

“Hayır, ben kontrol etmeliydim—“

Birbirimize baktık ve gülümsedik.

“Veli toplantısı hakkında,“ konunun asıl kısmına girdim. “Eğer kardeş olduğumuz öğrenilirse, büyük bir karmaşa çıkacak—ama bu tamamen bizim rahatımız için, başka bir şey değil.“

Ayase-san başını salladı. Devam ettim.

“Bu yüzden Akiko-san’a daha fazla yük bindirmenin doğru olmadığını düşünüyorum. Onun zamanından iki ayrı gün çalmak istemem.“

“Ben de bunun bencilce olacağını düşünüyordum.“

“Ben şahsen insanların kardeş olduğumuzu öğrenmesini umursamıyorum ama bu sadece benim sorunum değil.“

Ayase-san tekrar başını salladı.

“Bu yüzden seninle konuşmak istedim.“

“Aynı şekilde. Bunu tek başıma karar veremem ancak annemin neredeyse bayılana kadar çalıştığını da gördüm.“

Demek öyle...

“Bu, bunu yapmamamız için daha büyük bir sebep. Ne babamın ne de Akiko-san’ın bizim için kendilerini zorlamasını istemem.“

“Evet, karar verildi o zaman.“ Ayase-san başını salladı, ben de onayladım.

Yine fark ettim ki böyle zamanlarda düşünme biçimimiz garip bir şekilde benziyordu.

“Eğer babam gerçekten bu kadar yoğunsa, o zaman toplantılarımızı aynı güne alalım. Akiko-san’ın okula ekstra bir yolculuk yapmasına gerek kalmaz.“

“Aynen. Üstelik—“ Ayase-san mırıldandı. “Sadece meşgul olduğu için değil. İkimiz için tek bir veli toplantısı olmasını istiyorum, böylece annem ikimize de aynı anda katılabilir.“

Sesi o kadar sessizceydi ki, bu sözleri benim duymamı mı istedi yoksa farkında olmadan mı söyledi, anlayamadım.

“Tamam, o zaman ben anneme haber veririm.“

“Ona, benim de seninle aynı şekilde hissettiğimi söyle.“

“Tamamdır.“

Konuşmamız bittiğinde yemeklerimizi de bitirmiştik. Ayase-san tabağını alıp kalkmaya hazırlanırken onu durdurdum.

“Vardiyadan yeni döndün, eminim yorgunsundur. Bırak ben halledeyim.“

“O zaman birlikte yapalım.“ Ayase-san nazikçe gülümsedi.

En son ne zaman yan yana bulaşık yıkadığımızı hatırlamıyorum. Rastgele ve önemsiz bir sohbet eşliğinde bulaşıkları yıkamaya başladık. Aslında o kadar fazla tabak kullanmamıştık, bu yüzden ikimizin birden bulaşıkları yıkamasına gerek yoktu ama bunu yapmak istedim. Ya da belki Ayase-san da aynı şekilde hissetti?

Okulda olanları, okuduğumuz kitapları ve internetten bulduğumuz komik videoları konuştuk. Çabucak bulaşıkları bitirdik. Ayase-san son tabağı dikkatlice duruladıktan hemen sonra odasına döndü. Bu huzurlu an sadece kısa bir süre sürdü.

“Ama bu da yeterli.“

Bu dünyada, en ufak bir şey yüzünden birbirinden uzaklaşan kardeşler var. Ev işlerini birlikte yapabildiğim için kendimi şanslı saymalıyım. Bununla yetinmeliyim—Kendi kendime böyle söyledim.

Anne ve babamız yeniden evlenmeye karar verdiklerinde, bizim ne hissedeceğimizi kesinlikle düşünmüşlerdir. Karşı cinsten iki lise öğrencisinin aynı evde yaşamasının nasıl olacağını mutlaka sorgulamışlardır. Babamın da Akiko-san’ın da bizim iyi geçinmemizi istediklerini biliyorum. Onların umutlarını boşa çıkarmaya dayanamazdım. Bu yüzden, içimdeki bu hisleri bastırmalı, onları bir kutuya koyup sıkıca kilitlemeliyim.

Sonuçta Ayase-san benim üvey kız kardeşim.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


28   Önceki Bölüm