Bölüm 64 : Gizlice Yapmak Kolay,Açıkca Yapmak Zor.
Son birkaç gündür hava iyice ısınmıştı. Öğle saatlerinde güneş tepeden kavuruyor, herkesin başının üstünde alev gibi parlıyordu. Kervan köyden ayrılmıştı ve hanın işleri yeniden durgunlaşmıştı. Fang Yuan kafeteryaya adım attı, içeri girer girmez dükkan görevlilerinin dikkatini üzerine çekti. Tanıdık bir yüz hemen yanına geldi, yüzünde yalakalıkla karışık bir tebessüm vardı. “Ah, genç efendi! Hoş geldiniz, lütfen buyurun oturun!“ “Bana bir testi şarap getir, altı yüz gram da biftek kes. Birkaç da meze söyleyin.” dedi Fang Yuan, her zamanki pencere kenarındaki masasına doğru yürürken. Görevlinin yüzü zor bir ifadeyle buruştu: “Genç efendi, çok üzgünüm ama geçen kervan geldiğinde han sahibi yeşil bambu şarabının hepsini sattı. Artık elimizde o şaraptan kalmadı.” Fang Yuan başını salladı, hiç şaşırmamıştı. “O zaman bir testi pirinç şarabı ver. Hancıya da söyle, bu yıl daha fazla yeşil bambu şarabı demlesin. Yüz testi ön sipariş veriyorum. Ne kadar kapora gerekiyorsa, hesapla ve bana bildir.” Artık İçki Gu’su ortaya çıktığına göre ve şüphe çekmediğine göre, Fang Yuan şarap alırken kendini kısıtlamak zorunda değildi. “Tabii genç efendi, mutlaka ileteceğim! Merak etmeyin.” dedi görevli göğsünü yumruklayarak güvenle. Kısa süre sonra yemekler geldi. Fang Yuan pencerenin dışına bakarak hem içiyor hem de yemeğini yiyordu. Bu kadar sıcak bir havada, özellikle öğle saatlerinde sokaklar pek kalabalık olmuyordu. Güneş, yerleri ve yeşil bambudan yapılmış yüksek evleri yakarcasına aydınlatıyordu. Önde, ellerinde çimento, çelik kürek ya da omuzlarında sırık taşıyan birkaç çıplak ayaklı çiftçi yürüyordu. Tarladaki işlerini bitirmiş, evlerine dönüyorlardı. İki çocuk ellerinde yel değirmeni oyuncaklarının bambu saplarını tutmuş, etrafta koşuşturuyordu. Arkadaki çocuk ağlayarak ve bağırarak öndekini kovalıyordu; anlaşılan önündeki çocuk onun oyuncağını çalmıştı. Tam o sırada, yeşil kuşak takmış iki genç Gu Ustası sokakta aceleyle yürüyordu. “Çekil yolumdan!” dedi içlerinden biri, önündeki çiftçiyi iterek. Çiftçiler telaşla kenara çekildiler. “Hıh.” dedi diğer Gu Ustası, ikisi de burnu havada yürüyüp geçti. Fang Yuan gözlerini pencereye dikmiş, dalgın bir şekilde izliyordu. Zihninin bir kısmı ise çoktan öz noktasına odaklanmıştı. Öz noktasında su duvarı akmaya devam ediyor, yeşil bakırdan oluşan asli öz denizi dalgalarla kabarıyordu. İçki Gu’su denizin içinde keyifle yüzüyor, bazen kıvrılıp yuvarlanıyor, bazen top haline geliyordu. Bahar-Sonbahar Sineği ise derin uykudaydı ve varlığını saklıyordu. Beyaz Domuz Gu’nun yuvarlak bedeni gökyüzünde kanat çırparak daireler çiziyordu. Beyaz ve Siyah Domuz Gu’ları eşit derecede ünlüydü; ikisi de değerli ve nadir bulunan Seviye 1 Gu solucanlarıydı. Hatta piyasa değeri İçki Gu’sundan bile fazlaydı. Kullanımları benzer, görünüşleri neredeyse aynıydı ama gelişim yolları oldukça farklıydı. Siyah Domuz Gu, Yeşil İpek Gu ile birleşerek Seviye 2 Siyah Yele Gu’ya, ardından da Seviye 3 Çelik Yele Gu’ya evrilirdi. Beyaz Domuz Gu ise en çok Yeşim Deri Gu ile uyumluydu. Bu ikili birleşerek Seviye 2 Beyaz Yeşim Gu’ya, daha sonra da Seviye 3 Cennetsel Pelin Gu’ya dönüşürdü. Çelik Yele Gu, Gu Ustası’nın saçlarını çelik gibi sertleştirerek hem saldırı hem savunma gücünü artırırdı. Cennetsel Pelin Gu ise vücudu beyaz yeşim gibi sağlamlaştırır, ay bıçağı gibi saldırıların etkisini azaltırdı. Bu gelişme Fang Yuan’ı memnun etmişti. Beyaz Domuz Gu’yu elde etmek güzel bir kazançtı ama onu asıl sevindiren şey, Çiçek Şarapçı Keşiş’in bıraktığı güç mirasıydı. “Beyaz Domuz Gu gücü artırabiliyor. Çiçek Şarapçı Keşiş, yolu kapamak için dev bir kaya koymuş. Demek ki bu Gu’yu arıtarak yeterli güce ulaşıp taşı itmeliyim. Bu birinci sınav olmalı.” “Çiçek Şarapçı Keşiş’in böylesine özenli bir düzenek kurmuş olması, kesinlikle ileride başka sınavların da olacağını gösteriyor. İkinci, hatta üçüncü bir engel... En önemlisi, bu miras bir tuzak değil; samimi bir armağan.” “Bu mirasla Seviye 3’e daha hızlı ulaşabilir, Qing Mao Dağı’nı terk edip dış dünyaya açılarak daha büyük fırsatlar elde edebilirim!” Bir Gu Ustası’nın gelişmek için en çok ihtiyaç duyduğu şey nedir? Cevap tek kelime: Kaynaklar. Fang Yuan’ın gelişmesi gerekiyordu, bu da kaynak demekti. Ama klanın kaynakları sınırlıydı. Daha fazlasını istiyorsa, savaşarak elde etmek zorundaydı. Sadece savaşmak yetmezdi, aynı zamanda kazanması gerekiyordu. Ama ne kadar çok savaşır, ne kadar çok kazanırsa, o kadar fazla kozunu açığa çıkarır ve diğerlerinin dikkatini çekerdi. Bu dikkat zamanla birikerek, önünü kesmeye çalışan engellere dönüşecekti. Fang Yuan bir hizmetçiyi öldürmüştü ama Mo ailesi neden sessiz kalmıştı? Sınıf arkadaşlarını soymuştu, neden aileleri bunu takip etmemişti? Klanın sistemine direnmişti, neden klan lideri ona hoşgörüyle yaklaşmıştı? Çünkü o hâlâ zayıftı. Çünkü sadece C sınıfıydı. Güçlü olduklarını hissedenler, zayıf olanlarla uğraşmaya tenezzül etmezlerdi. Hele hele klan sisteminde, zayıf biriyle uğraşmak kişinin itibarı için leke sayılırdı. Zayıflık, Fang Yuan için geçici bir güvenlik şemsiyesiydi. Ama kaynakları için verdiği mücadele sürdükçe, giderek daha güçlü görünmeye başlayacaktı. Bu da insanların onu ya kendi tarafına çekmek istemelerine ya da engellemek için karşı cephe almalarına neden olacaktı. Her iki durumda da bu, onun gelişimini yavaşlatacaktı. Fang Yuan bu hassas dengeyi biliyordu. Görünüşte herkesi karşısına almış gibiydi ama aslında kural dışı hiçbir şey yapmamıştı. Yine de zaman geçtikçe gelişimi artacak ve bu çatışmalar da kaçınılmaz olarak büyüyecekti. Fang Yuan bunun farkındaydı; bu çatışma elbet patlayacaktı ama ne kadar geç olursa, onun için o kadar kârlıydı. Bu yüzden Çiçek Şarapçı Keşiş’in mirası tam zamanında gelmişti! Bu güç mirası sayesinde sistemin dışından kaynak elde edebilir, kendi yolunu kendi hızında yürüyerek gizlice gelişebilirdi. Eğer klan sistemine dahil olsaydı, bir hizbe katılması gerekecekti. Rekabet etmek istemese bile, politik savaşların içine sürüklenecekti. Sistemin içindeysen, bir piyonsundur. Önce başkalarının kullanmak isteyeceği türden bir piyon olmalısın. Ancak güven kazandıktan sonra yükselebilir, ama o süreçte bile dikkatli olmazsan kolayca gözden çıkarılırsın. Fang Yuan bu düzeni çok iyi biliyordu. Ne kadar bilgili olursa olsun, bu kuralların önünde eli kolu bağlıydı. En büyük engelse C sınıfı yeteneğiydi. Klanın ona yatırım yapma isteği yoktu. Sıklıkla gözden çıkarılacak kişi muamelesi görüyordu. En mantıklı yol tek başına ilerlemekti. Bu sayede hem rekabetten kaçınabilir, hem de köyde üstüne çizdiği düşük profilli imajı sürdürebilirdi. “Bu dünyada işler gizlice yürütülünce kolay, ama açıkça yapılınca zor. Çiçek Şarapçı Keşiş’in mirasını kullanarak dikkat çekmeden gelişebilir, gizlice güç toplayabilirim. Ama haraç toplamaya da devam etmeliyim. Bir anda kesersem şüphe uyandırır, ayrıca öz taşlarına da ihtiyacım var.” diye düşündü Fang Yuan. Gerçekten de öz taşlarına ihtiyacı vardı. Diğer yaşıtları ikinci Gu’larını yeni beslemeye başlamışken, o hem Küçük Işık Gu’sunu, hem Beyaz Domuz Gu’yu sahiplenmiş, toplamda dört Gu solucanına ulaşmıştı. Daha önce sadece Ayışığı Gu’su ve İçki Gu’su için günde bir öz taşı harcarken, şimdi bu miktar iki taşı geçiyordu! Gelişim ve yaşam giderleriyle birlikte günlük ihtiyaç beş öz taşına kadar çıkmıştı! Beş öz taşı, üç kişilik bir aileyi beş ay geçindirecek kadardı. Şu an elinde birkaç yüz taş vardı ama bu gidişle uzun vadede yeterli olmayacaktı. Daha da önemlisi, seviyeler arttıkça harcamalar da katlanıyordu. Özellikle Seviye 2’ye ulaştığında Gu solucanlarını birleştirme denemeleri çok daha maliyetli olacaktı. Bu düşünceler Fang Yuan’ı kaygılandırdı. Öz taşı meselesi bir problemdi ve sadece haraçlarla ya da mevcut kaynaklarla bunu biraz geciktirebilirdi. Üstelik bir başka sorun daha vardı: Beyaz Domuz Gu’nun beslenmesi. Bu Gu’nun yiyeceği domuz etiydi. Adından da anlaşılacağı üzere Domuz Gu’ları, domuz etiyle beslenirdi. Siyah ve Beyaz Domuz Gu’larının iştahı büyüktü. Her beş günde bir yetişkin bir domuz kadar et yemeleri gerekiyordu. Bu dünyada domuz eti ucuz değildi. Sıradan insanlar sadece Yeni Yıl’da bir domuz kesip bayram yaparlardı. Dünya’daki gibi büyük ölçekli hayvancılık teknikleri burada olmadığı için, et fiyatları da çok yüksekti. Üstelik Qing Mao Dağı’nın sarp yapısı nedeniyle hayvan yetiştiriciliğine ayrılan alan da sınırlıydı. Yani insanlar ancak yaşadıkları coğrafyada bulabildiklerini tüketebiliyordu. Köylüler de yalnızca avcıların dağlarda yaban domuzu yakalamasıyla ara sıra domuz eti yiyebiliyordu. “Demek ki artık domuz eti için avlanmam gerekecek.” diye geçirdi içinden Fang Yuan. Gözlerinde keskin bir parıltı belirdi. Köyden sürekli domuz eti almak hem çok maliyetliydi hem de dikkat çekerdi. Her ne kadar domuz etini sevsen de, kısa sürede bu kadar fazla tüketmek şüphe uyandırırdı. Eğer kendisi avlanırsa, hem bu sorunu çözer hem de maddi yükünü azaltırdı. “Görevli! Hesabı getir.” dedi Fang Yuan, kararını verdikten sonra. Hesabı ödeyip handan ayrıldı. Son günlerde akademi, öğrenciler ikinci Gu’larını arıtabilsin diye tatildeydi. Fang Yuan bu fırsatı değerlendirmeye karar verdi. Köyden çıkacak, dağları keşfedecek ve birkaç yaban domuzu avlayarak domuz eti stoklayacaktı.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.