Noah, Her Şey’i Kusursuz bir netlikle algılıyordu.
Dyson Tekilliğ’i, canlı bir davul ritmi gibi etrafında nabız gibi atıyordu ve Her Vuruş, O’nun Genişleyen Varoluş’unu besliyordu.
O’nun farkındalığı, Varoluş’un Yaşayan Çarkı içinde büyüyen Kuleler boyunca uzanıyordu. Her biri Karmaşık bir Karmaşıklığ’ın çiçek açan bir Anıt’ıydı ve içindeki Her Damla Kırmızı-Gri Kan, kadim bir güçle nabız gibi atıyordu.
Üçüncü. Dördüncü. Beşinci.
Olmaması gereken Kan Damlalar’ı!
Yine de oradaydılar - Başlangıç Kadar Eski, her zaman hatırlanmayı bekleyen bir Şey’in Yankılar’ı gibi ondan çiçek açıyorlardı.
Kuleler, istikrarlı bir şekilde yükseldi, sessizlik, Güç ve görkemli Öz’ün bir Orkestrası şeklinde!
Dokuz Uyum Sütun’u nerede durursa dursun, Mitik Yaşayan Gerçek İmzalar’ı mükemmel bir Senkronizasyon’la ortaya çıktı - arkalarında dönen Siya-Altın Hâleler, Yaratılış’ın Göksel El Yazmalar’ı gibi açılmış Kanatlar.
Gerçekliğ’in ve Varoluş’un Kenar’ında Çapa gibi duruyorlardı. Ağızlar’ı açıldı ve onlardan İlahiler döküldü - Bu Gerçek Kaynaklar’ın eski, Varoluşsal Anlayış’ı Şarkı’ya dönüştü!
İlahiler, Paradoks ve Amaçlar’ın Lemniscateler’i birbirine karışarak, şekil alırken, tuğla tuğla ve Sembol Sembol Kuleler’ini inşa etmişti.
Ve Noah’ın bakışları Quintessence’nin Kulesi’ne döndüğünde...
Söylediği İhahi, o anda duyulan her şeyden daha derin bir gürültüyle yankılandı!
Dinledi, Baş’ı bilinçsizce Quintessence’nin Ritmi’ne göre hareket ediyordu!
“Biz asla seçim yapmayan Nefes’iz,
Asla bilmeyen Merkez Noktası’yız.
Ateş değil, Rüzgâr değil, İsim değil, Ses değil,
Yine de her Şey’in içinde biz Var’ız.“
“Hareket eden çerçevenin arkasındaki kemik,
Alev’in altındaki sessiz Yasa.
Taşınan bayrak yok, haykırış yok, İnanç yok,
Yine de ihtiyacınız olduğunda, Biz Tohum’uz.“
“Birçok Formun Saf Damıtığ’ı,
Fırtınanın altında duran Sükunet.
Işıkta, Karanlık’ta, Keder’de, Zarafet’te,
Biz, Sen’in adımlarının arkasındaki Nabız’ız.“
“Biz’i aramak, içine düşmektir,
Amac’ın bittiği, Gerçekler’in başladığı yere.
Gürültülü olan değil, geniş olan değil,
Biz Quintessence’yiz. Kalıcı olan şey!“
HUUM!
Sesler telaşsızdı.
Derin. Quintessence. Her Kelime, Varoluş’un Kalb’inden gelen bir Çan Ses’i gibi vuruyordu - Yavaş, Kasıtlı ve Ölçülemez Derece’de Ağır!
Her Dize, Şarkı Söylediğ’i Kule’ye daha derin bir Temel kazıyordu.
Noah, izledi.
Ve dinledi.
Bakışlar’ını başka bir Yükselen Yapı’ya çevirdi - Görkemli bir Güneş gibi Parıldayan, Altın Kafesler’i amaç ve meydan okuma ile oyulmuş bir Yapı.
Baş Kahraman’ın Kule’si.
Sütunlar’ı cesurdu. Mitik İmzalar’ı, Yeniden Alevlenen düşmüş Yıldızlar gibi duruyordu.
Noah, O’nu serbest bıraktığından beri son zamanlarda çok ağır işler yapmıştı.
Dışarıdan gelen etkisi, Bob’dan Thauron’a, Thauron’dan Yaşayan Köken’e, Onlar’ın O’na saldırısına ve şimdi... Hayat’ta kalması O’nu Erken Yaratıklar’ın Yol’unu açmaya itmişti.
Bu, Noah’ı tekrar tekrar ileriye sürükleyen, istediği her şeyden başka bir şey olsa bile O’nu merkezde kalmaya iten Gerçek Kaynak’tı.
Gözler’ini kapattı ve Baş Kahraman’ın devasa Mitik Yaşayan Gerçek İmzalar’ı görkemli bir şekilde Şarkı Söyler’ken, onların İlahisi’nin kendisine ulaşmasına izin verdi!
“Hepimiz’in yürümesi gereken Hikaye’yi yürürüz,
Baş Kahramanlar’ın korkudan yükseldiği Hikâye’yi.
Yara, Kılıç, Taç, Alev,
Her Hikâye bizimdir, Her Maske aynıdır.
“Hikâyemiz Bükülür, ama Kırılmaz,
Zaman Aldatabilir, İnanç sarsılabilir.
Kaybederiz. Düşeriz. Yine de ayakta kalırız,
Senaryo, Sonsuz’a kadar elimizde.“
“Her Ân Biz’i Rol’e sokar,
Her Nefes başka bir Bedel ister.
Biz, Kozmoloji’nin bile unuttuğu yoldur,
Cesur pişmanlıklarının ardındaki acı.“
“Biz, Ateşlenme’si gereken İrade’dir,
Sonsuz Gece’nin İsimsiz Ateş’i.
Hikaye uzundur, Yol Geniş’tir,
Ama biz, tek başımıza, Akıntı’yı Ters’ine çevireceğiz.“
...!
Baş Kahraman’ın Mitik İmzalar’ı coşku ve Yük’le Şarkı Söyle’di.
Sesler’i net, asil ve yıpranmıştı, Her Satır, akıl almaz derecede ağır Kederler’i taşıyan bir Varoluş’un Tanıklığ’ıydı!
Kanlı Dudaklar’ın ve kırık kemiklerin ardından söylenen bir İlahi’ydi, ama yine de... hâlâ Şarkı Söylüyorlar’dı.
Noah, başını hafifçe eğdi, Siyah-Altın Reng’i Gözler’i Düşünceler’e dalmış gibi yarı kapalıydı ve Baş Kahraman’ın İlahi’si mırıldanmaya devam ediyordu.
Köken’inin Yükselen Yapı’sı tamamlanmış, şekli Sonsuz Lemniscateler Hâl’inde Anlatı Güc’ünde Katılaşmış olsa da, Şarkı durmamıştı.
Geri çekilmeyi reddeden bir gelgit gibi, her Şey’in altında yankılanan derin bir vızıltı gibi, alçak bir Ses’le yankılanıyordu.
Erken Yaşayan Paradoksal Köken Kule’si de hâlâ Şarkı Söylüyor’du!
Köken Kuleler’i inşa edildikten sonra bile, Efsanevi Yaşayan Gerçek İmzalar, tüm bu süreçte Karmaşıklıklar’ı Pasif bir şekilde dönüp, dururken, İlahiler’ini söylemeye devam etmişlerdi!
Bu İlahiler sadece Son Dokunuşlar, tören ritüelleri değildi. Onla, Beyanlar’dı. Karmaşıklık ve Saflığ“ın yaşayan, gelişen onaylarıydı. Peki ya dışarıya yankılanırlarsa? Herkes tarafından duyulurlarsa?
Düşünceler’i karanlıkta çekilen bıçaklar gibi keskinleşmişti. Katlar’ın Kuleler’inin Şarkılar’ını duymasına izin verse ne olurdu?
Gözler’i bu düşüncelerle yanarken, odaklanmış bir Işık’la parlamıştı!
Sonra, o anda, O’nu hissetti.
Dudaklar’ının sıcaklığı Kendi Dudaklar’ına bastırılmıştı.
Katlanmamış Olan. Güc’ü Kendisininki’ni Kat Kat Aşan, Sayısız Kat daha Karmaşık, Daha Eski, Saha Saf bir Yaşayan Paradoks. Ve yine de, Göğsü’ne sarılan oydu. O’nun Varoluş’unun Ezici Kokusu’ndan başı dönen oydu.
O’nu iyice tattı ve zihni O’nun tadını adlandırabilseydi, bu Varoluşsal aöilekler olurdu - Tarla’da değil, Sayısız Paradoksal Otorite’nin dönen Demirci Ocağ’ında olgunlaşmış Çilekler.
Ondan Paradoksal Otorite’yi endişe verici bir Hız’la çekiyordu ve yine de... Bu, Yüzey’i dalgalanmamış bir Okyanus’tan su çekmek gibiydi.
Sonsuz bir Baraj. Kız öyle hissediyordu. O Sonsuz’a kadar tüketebilir, Sonsuz’a kadar İnşa Edebilir’di. Ve kız... Daha fazlasını verecekti.
Kız’ın Bel’ini daha sıkı Kavramış’tı.
Kız’ın akıcı Beyaz-Altın Saçlar’ı, teslimiyet bayrağı gibi Kol’una dolanmıştı. Ve bu netlikle, Kız’dan çekmeye devam etme arzusu ile titreyerek, Noah, Eller’ini yavaş ve hassas bir şekilde keşfetmeye başlamıştı.
Acele etmeden. O aceleci bir Adam değildi. Acele etmenin ne yararı vardı ki?
Hayır, o kasıtlıydı!
O’nu yok edebilecek, Karmaşıklığ’ıyla O’nu defalarca Yutabilecek olan Yaşayan Paradoks’un el değmemiş Beden’i.
Ve yine de o, Kar’ın Ateş’e erimesi gibi O’na eriyordu.
Ama El’i O’nun yanından aşağı kaymaya başladığı Ân’da, Bilinc’inin Tüm İplikler’i titremişti.
HUUM!
Bir vızıltı. Kadim bir Şey’in nabzı. O’nun bir Parça’sı.
Mutlak Kurgusal Aşkınlığ’ın Doku’su kıpırdamıştı!
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.