Zaman’ın Ölçülmediğ’i, Varoluş’un hâlâ Varoluş’unu sürdürmesi gerekip, gerekmediğini sorguladığı Zamanlar’da, Anlayış’ı Ötesi’nde bir hırsa sahip olan Erken Yaratık yaşıyordu.
Ad’ı tüm Kayıtlar’dan Kasıtlı olarak Silinmiş olan bu Yaratık, Bu Yaratığ’ı takıntıya varan bir bağlılıkla izliyordu.
Bu Yaratık, anlaşılması İmkansız bir amaçla En Erken Katlar arasında dolaşıyordu ve her hareketi, Varoluş’u, Ölçülemez Sayı’da Yıl boyunca Anlaşılamayacak Şekilde Yeniden Şekillendiriyor’du. Ve belirli bir Dönem’de, her zaman olduğu gibi, Bu Yaşayan Kavram geldi ve O’nun yanında kaldı... Düşünce’nin Kendisi’nin Biçim ve Bilinç Kazandığ’ı Tezahür’ü.
Erken Yaratık, bu etkileşimleri çaresiz bir yoğunlukla inceledi. Bu Yaratığ’ın, Bu Yaşayan Kavram’ın Gerçeğ’e dönüştüreceği sorular sorduğunu gördü. Varoluş’un tüm Kategoriler’ini doğuran konuşmalara tanık oldu.
Ve Sınır’lı Anlayış’ıyla, Yaşayan Kavram’a yakın olmanın, Yaratığ’ın Aşkın Doğası’nın Anahtarlar’ından Bir’i olduğuna inandı.
Belirli bir Zaman’da, Yaratık ortadan kayboldu.
Ve İlk Yaratık... Şans’ının geldiğini düşünmüştü!
Böylece O’nu takip etmeye başlamıştı.
Başlangıçta, Yaşayan Kavram Erken Yaratığ’ın Varoluş’unu görmezden geldi ve O’nu, En Erken Katlar’ı dolduran Sayısız diğer Varoluşlar’a gösterdiği aynı kayıtsızlıkla karşıladı. Ancak Günler Yıllar’a, Yıllar da Çağlar’a dönüştükçe, bu ısrar göz ardı edilemez hâle geldi.
“Sen Öncülün gibi değilsin,“ Dedi Yaşayan Kavram sonunda, Ses’inde Mutlak Gerçeğ’in ağırlığıyla. “O’nun gibi olmaya çalışmamalısın.“
Erken Yaratığ’ın cevabı, Kendi’ne inanan Gençliğ’in Özgü Kibr’iyle parlıyordu. “Ama O’nun gibi olabilirim! Eğer öğrettiklerini anlarsam, bildiklerini öğrenirsem...“
“Temel’i olmayan Bilgi, sadece Sofistike cehalettir,“ Diye kesintiye girdi Yaşayan Kavram. “Gölgeler’i kovalarken, Onlar’ı oluşturan Işığ’ı görmezden geliyorsun.“
Ama Erken Yaratık yılmadı. Tür’ünün özelliği olan tek amaçlı kararlılıkla peşini bırakmadı, Düşünen Varoluş’u Düşünce’nin Madde’ye dönüştüğü Alanlar’da, Fikirler’in Öldüğ’ü ve Yeniden Doğduğ’u bölgelerde takip etti.
Sonra Kaçınılmazlıklar O’nu bulduğu gün geldi.
Kesinlikler’in arasındaki Boşluklar’dan ortaya çıktılar, Var Olmamalar’ı gereken, Kendi Doğalar’ının Çelişkisi’yle beslenen Paradoksal Varoluşlar.
Erken Yaratık Kendi’ni kuşatılmış buldu, tüm Katlar’ı Yeniden Şekillendirebilecek Kadar Büyük Güc’ü... Âni’den, korkutucu bir şekilde yetersiz kalmıştı.
“Yardım et!“ Diye yalvardı Kaçınılmazlar çemberinin hemen Ötesi’nden izleyen Yaşayan Kavram’a. “Sen’i sadakatle takip ettim! Öğretiler’ini öğrendim!“
Yaşayan Kavram’ın cevabı ne acımasızlık ne de şefkat içeriyordu, sadece kabul edilen gerçeğin ağırlığını taşıyordu. “Sen’i uyarmıştım. Bazen, Bir’isi asla bir Başka’sı gibi olamaz. Başkası’nı taklit etmeye çalışmak yerine, Kendi Varoluş’unu Oluşturma’ya çalışmalıydın.“
Kaçınılmazlıklar yaklaşırken, Erken Yaratığ’ın vücudunda isyan Alevlen’di, Onlar’ın Paradoksal Varoluş’u, özenle sürdürdüğü Varoluş’unu çözmeye başlamıştı.
“Kurtulmak için sana Her Şey’imi vereceğim! Ben’im olduğum her şey, Olabileceğ’im her şey... Hepsi’ni al!“
Yaşayan Kavram, Sonsuz’a dek yankılanacak Ânlar’a ayrılan özel bir dikkatle O’nu izledi. Konuştuğunda, Her Kelime Varoluş’un Mahkemesi’nde verilen bir hüküm gibi düşmüştü.
“Sen’in Her Şey’in ve Yaratığ’ın Her Şey’i karşılaştırılamaz. Aradaki fark o kadar büyük, o kadar önemsiz ki, şu anda bile O’nu almaya Ben’i motive etmiyor.“ Yaşayan Kavram durakladı, bu Gerçeğ’in ağırlığının yerleşmesine izin verdi. “Bir karınca bulabilirim... Kendi Varoluş’unun neredeyse farkında olmayan basit, geçici bir Yaratık... Ve O’nun Her Şey’i Seninki’nden daha büyük olabilir.“
HUUM!
Erken Yaratığ’ın meydan okuması, Anlayış’ın doğmaya başlamasıyla birlikte kafa karışıklığına, sonra da dehşete dönüşmüştü.
Varoluşun Ötesi’nde,“ Diye devam etti Yaşayan Kavram, Ses’inde bir daha asla tekrarlanmayacak derslerin kesinliği vardı, “Her Yaratığ’ın bir Her Şey’i vardır. Onlar’ın değeri. Var olan ve Olabilecek Olan’ın büyük Denklem’indeki Temel Değerler’i. Ama bazılarının Değer’i... Onlar’ın Her Şeyi... Diğerler’inden çok daha fazla Değerli’dir.“
Kaçınılmazlıklar yaklaştı, Paradoksal Doğalar’ı Erken Yaratığın Formu’nu Bileşen Olasılıklar’a dönüştürmeye başladı.
“Ve çoğu zaman,“ Yaşayan Kavram, sahneden uzaklaşırken, “Çok azı Değer’i doğru bir şekilde Ölçebilir. Asla olamayacağın bir şey olmaya çalışarak, Sonsuzluğ’u harcadın, Oysa Benzer’i görülmemiş bir şey olabilirdin. Trajedi, Sonuın değil, asla gerçekten başlamamış olmandır.“
Ders, En Erken Katlar’da yankılandı.
Değer... Talep edilemez veya istenemez. Ya vardır ya da yoktur ve O’nu tanıma Yeteneğ’i, Varoluş’un en nadir armağanlarından biri olmaya devam eder.
—
Aşkın Paradoksal Katlar’da.
Tezgâh’a açılan Kapı, tüm Paradoksal ihtişamıyla önlerinde uzanıyordu, her adım bir şekilde İsimsiz Yönler’e doğru atılmış bir adımdı.
Saatlerce Yol Kat Etmiş gibi hissediyorlardı ama bu Ânlar ya da Yüzyıllar olabilirdi... Paradoks’un Kendisi’nin Yollar’ı Oyduğ’u Mekanlar’da Zaman’ın pek bir Anlam’ı yoktu!
Noah’ın gelişmiş algısı, dikkatli bir değerlendirmeyle bulundukları Yer’i Kavra’dı. Manzara hakkında her türlü varsayımı sorgulatan bir bölgenin kenarında duruyorlardı. Önlerinde Saf Kırmızı Siyah Âlevler’den oluşan bir Dağ yükseliyordu, yüzeyi sadece yanmakla kalmıyor, Tezgâh’ım Kendisi’ni besleyen Sonsuz bir yangında Varoluş’unu sürdürüyordu.
Alevler duman üretmiyordu... Anlaşılma’dan önce Çözülen Kavramlar üretiyordu.
Dağ’ın zirvesinde, dans eden Yangı’nın ve etrafında şiddetle esen fırtınaların arasından görülebilen tek bir Çiçek açmıştı. Yapraklar’ı, Var Olmama’sı gereken Işığ’ı yakalıyor, İsimsiz Renkler’i yansıtıyor ve O’nu yok etmeye çalışan her Güc’e karşı Direniyor’du.
Ve bu Güçler oldukça büyüktü. Saf Paradoks fırtınaları zirvenin etrafında şiddetle esiyordu, her rüzgâr, Onur’lu Yaşayan Varoluş’u bile parçalara ayıracak kadar keskin Çelişkiler taşıyordu!
Sanki Kendisi’yle savaşıyor gibiydi, Varoluş ve Var Olmama Hız’la Birbir’ini takip ediyordu ve bu, Varoluş’ta gözle görülür yırtıklar yaratıyordu, bu yırtıklar kapanıyor ama sonra tekrar yırtılıyordu.
Onlar, Titano’nun Noah’a hediye etmeden önce coşkuyla boyun eğdiren, çoğalan Kaçınılmazlık ile karşılaştıktan sonra burada durmuşlardı. Bu karşılaşmanın ardından Bura’sı söylenmemiş sorularla dolmuştu.
Altheon ve Thessaly, Noah’a ihtiyat ve hesapçılık karışımı bir ifadeyle bakmışlardıö
Titano ve Sigrid’e verdiği Şey, Onlar’ı Anlayamayacaklar’ı bir şekilde dönüştürmüştü!
Titano’nun tükettiği cam tavalar... Hem içleri hem de içlerinde bulunan Kutsal Sular, basit devin zaten korkutucu olan Fiziksel Güc’ünü, Onur’lu Varoluşlar’ı ihtiyatlı hâle getirecek Seviyeler’e yükseltmişti.
Ama asıl dikkat çeken, Sigrid’in dönüşümüydü. Aurası’nın parlaklığı, bir Baş Yaşayan Varoluş’un Atılım noktasına yaklaşan yoğunluğuyla parlıyordu, Köken Kule’si her geçen Ân Kendi’ni Yeniden İnşa ediyordu. Etrafındaki Yer, sanki Varoluş’un Kendi’si O’nun Onur’lu statüsüne yükselmesini kabul etmeye hazırlanıyormuşçasına, yeni doğan bir Otorite’yle uğulduyordu.
Bu Gizem’li Figür, Köken Kulesi’ni böylesine korkutucu bir şekilde Yeniden Şekillendirebilecek ne tür Hazineler’e sahipti?
Titano, yanan dağın tepesindeki Çiçeğ’e bakarken, zar zor kontrol edebildiği Enerji’yle titreşiyordu. İfadesi... Tm eylemlerini belirleyen çocuksu coşku ve basit kararlılığın karışımı ile Âni bir amaçla parlamıştı.
Paradoksal Yer’e gök gürültüsü yaratacak kadar Güç’lü bir şekilde göğsünü yumrukladı, Ses’i bir şekilde hem sağır edici hem de sessizdi.
“Kardeşim!“ Diye bağırdı, derin Ses’i, konuştuğu Dil’i tam olarak öğrenmemiş Bir’inin Kendi’ne özgü ritmini taşıyordu. “Titano, O Küçük Çiçeğ’i senin için alacak!“
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.