Yukarı Çık






           
“Mimui woarif! (Işık olsun!)”

Ve karanlığın içinde bir ışık belirdi. Zindan, solgun parıltı içinde bulanık bir hal aldı ve tek bir ayak sesini yankılattı. Hayır, hiçbir zaman sadece tek bir ayak sesi olmaz. Onun yerine, bir ayak sesleri korosu yükseldi. Altı kişi yürüyordu; her biri farklı bir adım temposuna sahipti, her biri farklı zırhlar ve eşyalar kuşanmıştı, hiçbirinde ortak bir üniforma yoktu. Yine de adımlarının düzeni hiç bozulmuyordu. Bunlar maceraperestlerdi.

“Hey, Sarah, bundan daha iyi bir büyü kullanamaz mısın?”

Taş basamaklar uzayıp gidiyordu. Onların bitmek bilmeyişinden sıkılan bir adam, inler gibi bir sesle söze karıştı. Solgun yeşil ışık altında, baştan ayağa zincir zırhla kuşanmış bir savaşçıya benziyordu. Söylenmeye devam ettikçe, miğferinin tepesine işlenmiş çömelmiş ejder figürlü süs ağır ağır sağa sola sallanıyordu.

“MILWA hemen sönüp gidiyor,” diye homurdandı.

“Ne yani, LOMILWA mı atmamı istiyorsun? Kusura bakma Sezmar, bunu reddediyorum.”

Ona karşılık veren, ince yapılı ve göz alıcı güzellikte genç bir kızdı. Rahip cübbesinin üzerine giydiği göğüs zırhı parıldıyordu; yüzünde ise sükûnet vardı. Bambu yaprağını andıran uzun kulakları, zarif yüzüne ve narin bedenine son derece yakışıyordu; konuşurken hafifçe sallandılar.

“Ama canavarları LATUMAPIC olmadan tanıyamam, seni BAMATU ile koruyamam dersen, o zaman daha güçlü bir şey yapmamda sakınca görmem.”



Sezmar bir şey söylemeye niyetlendi, vazgeçti, ardından yeniden konuşacak gibi oldu; fakat sonunda suratını asıp sessizliğe gömüldü.

Her zaman savaşın ön saflarında öne atılan liderlerini bu halde görmek, küçük cüsseli bir maceraperestin dudaklarına gizli bir gülümseme kondurdu. Deri zırh içindeki bu kısa boylu yolcuyu gören biri onu çocuk sanabilirdi; ama yüzündeki alaycı tebessüm, yetişkin bir adamınkinden farksızdı.

“Güçlü insanlarınızın hâli sahiden zor, değil mi?” dedi. “Bizim gibi karanlıkta görememek epey zahmetli olsa gerek.”

“Moradin, eğer güzel bir şey söylemeyeceksen hiç konuşma. Çünkü ne senin gibi bir rhea ne de benim gibi bir cüce, bu zindanın karanlığını delip görebiliyor.”

Moradin’i azarlayan kişi, sakallı, kısa boylu bir başka adamdı. Yüzü onunkinin neredeyse iki katı genişti; kaslı bedeni kayayı andırıyordu. Başında boynuzlu bir miğfer vardı, elinde savaş çekici taşıyordu ve görüntüsünün gerektirdiği kadar tok ve ağırbaşlı bir sesle konuşuyordu.

“Ah, tabii ki biliyorum bunu, Yüce Rahip Tuck,” dedi Moradin, dudaklarını büzerek. “Ve sen de, Sarah.”

Yüce Rahip Tuck, başını kıza çevirdi.
“Birini davranışından ötürü uyaracaksan, biraz daha yumuşak konuşmalısın.”

“Tamammm...”

Normal şartlarda, bir elf asla kolay kolay bir cücenin eleştirisini kabul etmezdi. Ancak Sarah hâlâ yalnızca bir rahibeydi; oysa Yüce Rahip Tuck eğitimini tamamlamış ve…


…güçlü bir piskopos olmuştu. Sarah, ona karşı çıkarsa kazanamayacağını biliyordu; üstelik tartışmaktan da hiç hoşlanmazdı.

Elfler, cüceler, rhealar ve gnometler gibi perivârî ırkların ömürleri uzun zaman önce kısalmış, artık neredeyse insanlar kadar olmuştu. Sarah bir elfti; ancak hâlâ küçücük bir kız sayılırdı. Yüzünün güzelliği yaşına göre hayli dikkat çekici olsa da, göründüğünden daha büyük değildi.

“Biz hâlâ bir alt kata inemedik, değil mi?” diye homurdandı Sarah. “Ayaklarım parçalanıyor.”

“Aynen öyle,” diye mırıldandı başka bir maceraperest. Bu, genç rahip kadar narin yapılı bir büyücü olan Prospero’ydu. Merdivenlerin bitmeyen uzunluğu onun bedenini de iyice yormuştu. Değneğine yüklenerek, ilk ve gerçek işlevi olan baston gibi kullandı; derin bir nefes aldı, alnındaki teri sildi ve tekrar konuştu.

“Bu zindanın derinliği, insan bilgisinin ötesine geçiyor.”

“Burası gerçekten bir zindan, öyle değil mi?” diye fısıldadı Sarah. “Sıradan bir mağara değil… Biri tarafından yapılmış olmalı.”

“Gerçekten büyüleyici. Kim yaptı, nasıl yaptı… ve hangi amaçla?”

“İşte biz de onu öğreneceğiz,” dedi Sezmar, artık şikâyetler ve boş tartışmalara dayanamayarak. Büyücüler birbirine laf yetiştirmeye kalkarsa, işin sonunda ne kadar yaşlanacağını kim bilebilirdi?

“Hawkwind, düşman işaretine rastladın mı?” diye seslendi Sezmar.


“Hiç iz yok.”

Casus kılıklı kıyafetleriyle Hawkwind böyle dedi. Az konuşan yapısı da bu görüntüyü destekliyordu. Yine de beş yol arkadaşı onun şaşırtıcı derecede nüktedan ve hoşsohbet olabileceğini çok iyi biliyordu. Bu kez, herkesin aklındaki ortak düşünceyi dile getirmenin keyfini çıkarır gibiydi.

“Sonunda… yeni bir kat.”

Sezmar, Sarah, Moradin, Yüce Rahip Tuck, Prospero ve Hawkwind. Altı maceraperestin yüzlerinde gerginlik vardı, fakat aynı zamanda bastırılması imkânsız bir heyecan da ışıldıyordu. Çünkü onlar, bu zindanı temizlemenin en ön cephesindeydiler.

Bu, yeni bir kattı—daha önce hiçbir ayak basmamıştı buraya, kimse burayı görmemişti. Elbette tehlikeler vardı, tehditler de kuşkusuz çıkacaktı. İçlerinden biri hayatını kaybedebilirdi. Ama ne önemi vardı?! İşte Sezmar, mühürlü merdivenleri açmaya karar verdiklerinde bunu söylemişti.

O merdiven, devasa bir kapının ardındaydı. Zindanın her katında, bir sonrakine geçişi engelleyen böyle bir kapı bulunuyordu—en azından şimdiye kadar öyleydi. Bu kapılar davetsizleri uzak tutmak için mi yapılmıştı, yoksa içeridekileri hapsetmek için mi?

Kapağın yüzeyine işlenmiş korkutucu sayıdaki mühür ve bilinmeyen harfler çözülmeden, kimse aşağıya inemezdi. Fakat işte, o gün, o anda, bu katın kapısı bulunmuştu. Ve Sezmar’ın grubu, onu açacak olanlar olacaktı.

Sonuçta, eğer adım atmaya korkuyorsa, bir maceraperest maceracı sayılır mıydı?



…ileriye? Belki de keşfedilmemiş hazineler onları bekliyordu. İlk adımı atan olmak, kuşkusuz kasabada dilden dile dolaşacak bir şöhret getirecekti. Hem, keşfedilmemiş bir kata dair bilgi tek başına bir servet değerindeydi. İlerlememek için hiçbir sebepleri yoktu.

Clank!

Sezmar’ın demir çizmelerinden çıkan ses taş zeminde yankılanınca, omuzları birden gerildi.

“Ne o, hepinizin ödü mü koptu?” diye takıldı Sarah.

“S–Sus artık…!” diye kekelerken, Sarah’nın tiz çıkışına karşılık verdi Sezmar.

Moradin kahkahasını bastırmaya çalıştı ama miğferinin altında derin bir nefes almakla yetindi. Burası onlar için yepyeni bir bölgeydi. Sezmar’ın tetikte olması şarttı; fakat fazlasıyla gerilmek de iyi sayılmazdı.

“Pekâlâ, hadi yapalım,” dedi Sezmar, kararlı bir adımla öne çıkarken.

Sessizlik.

“Ha? N’oldu?” diye sordu Sarah.

Liderleri olduğu yerde donup kalmıştı, neredeyse taşa dönüşmüş gibiydi. Sarah, demir miğferine rağmen yüzünü görebilmek için ileriye eğildi; fakat Sezmar tek kelime etmiyordu.

Yoksa bir tuzak mıydı? Ya da bilinmeyen bir canavarın saldırısı mı? Eğer felç olmuşsa, Sarah’nın sakladığı DIALKO büyüsünü kullanma zamanı gelmiş miydi?

“Dariarif…” diye fısıldadı Sarah, farkında olmadan büyünün ilk kelimesini dudaklarından dökerken.

Bir an sessizlik oldu. Sonra…

“Hey…” diye kısılan bir sesle mırıldandı Sezmar.

Bu kez sırası Sarah’ya gelmişti; yerinde sıçradı.



“Ne var Sezmar?” diye sordu Moradin temkinle, sesini alçaltarak. Hawkwind çoktan savunma pozisyonuna geçmişti. Bu kadar yol kat etmiş olan maceraperestler, bilinmeyen bir tehditle her an dövüşmeye hazırdı.

“Biz… bu kata ulaşan ilk maceraperestleriz, değil mi?” dedi Sezmar.

“Ne diyorsun sen? Elbette öyleyiz.” Yüce Rahip Tuck, onu rahatlatmaya çalışır gibi cesaret verici bir tonla konuştu. “O büyük kapı mühürlüydü, hiç kimse onu açmamıştı. Bunu herkesten iyi sen biliyorsun, öyle değil mi?”

Sezmar, Tuck’a karşılık vermeden devam etti.
“Prospero… kapı gerçekten mühürlüydü, değil mi?”

“Evet.” Prospero başını salladı, asasını her an çevirecekmiş gibi tetikteydi. “Bunda şüphe yok.”

“Sezmar…” diye inledi Sarah. “Neyin var? Gerçekten ödün mü patladı?”

“Peki öyleyse…”

Sarah’nın kendi korkusunu gizlemek için yaptığı takılmayı umursamayan Sezmar, çenesini oynatarak işaret etti. Elf kızının gözleri, onun miğferinin baktığı yöreye kaydı; büyüsünün solgun ışığının ötesinde kalan karanlığa…

Omuzları titrerken, kendini tutamayıp kıkırdayan Sezmar sonunda konuştu:

“Peki bütün şu ölü adamlar da kim…?”







Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.