Yukarı Çık




6   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   8 

           
Çeviri: SaikiMood
☃ İyi Okumalar
Bölüm 7: Dövüş Gücün Yüksek mi?

**Bir saat sonra.**

Xu Qing bir fast food restoranında elinde iki porsiyon domuz paça pilavıyla duruyordu. Acaba başka unuttuğu bir şey var mıydı, diye düşündü.

Kıyafet, diş fırçası, havlu, hatta en iyi markadan iki çanta…
Tam olarak ne düşündüğü belli değildi ama hafif bir “engelli bir kıza özen gösteren abi” havası da yok değildi.

Bunlara ek olarak yoldaki bir kitapçıdan da iki kitap almıştı:
“Çin Tarihinden 5000 Yıl” ve “Basit & Geleneksel Karakterler için Pratik Rehber”

“İşe yarayıp yaramadığı önemli değil, dursun evde.”

“İki porsiyon domuz paça pilav hazır!”

“Teşekkürler.”

Yemekleri aldı, elinde poşetlerle eve doğru yola çıktı.

Beiwang Caddesi çok hareketli sayılmazdı. Jiang Şehri’nin merkezine kıyasla daha sakin bir köşesinde kalıyordu. Ama yine de modern bir şehir sonuçta, civarda her şey elinin altındaydı.

Dünkü sağanak yağmurun ardından bazı alçak yerlerde hâlâ su birikintileri vardı. Güneşin altında parıldıyorlardı. Güvenlik görevlisi Amca Zhao, öğle yemeğini yedikten sonra şemsiyenin altında keyif yapıyor, sigarasını tüttürüyordu. Xu Qing’i elleri dolu görünce seslendi:

“Xu! Marketten mi geldin?”

“Evet, sen yedin mi?”

“Yeni bitirdim. Ha, dün sen beni aramıştın…”

“Yanlışlıkla oldu, önemli bir şey değildi.”

Xu Qing gülümsedi—ne desin, “Abi dün geçmişten biri geldi” mi diyecekti?

“Dikkatli ol, kapını pencereni iyi kilitle. Teyze Liang demiş ki son günlerde hırsızlıklar olmuş. Bir gariplik görürsen hemen haber ver.”

Zhao Amca’nın uyarısını ciddiye aldı, başını salladı.
“Tamam, aklımda.”

Kapısına geldi, anahtarını çıkardı ve içeri girdi. Kapıyı açar açmaz, Jiang He’yi salonda ayakta, kılıcı elinde gördü. Onun olduğunu fark edince kız rahatladı, kılıcı bıraktı, tekrar kanepeye oturdu.

“Sana söylemiştim, burası gayet güvenli.”

“Hıh.”

“Bu kadar gergin olman bu çağda biraz… garip. Rahatla… Hadi gel, yemek yiyelim.”

Xu Qing tüm poşetleri koltuğun yanına bıraktı, Jiang He’nin dikkatle poşetlere baktığını fark etti.
“Biraz ihtiyaç malzemesi aldım. Yemeği yedikten sonra yerleştiririz.”

“Teşekkür ederim.”

“…”

Xu Qing duraksadı. Jiang He merakla sordu:

“Bir şey mi oldu?”

“Yani… ‘Teşekkür ederim’ diyorsun ama eksik.”

“Nasıl yani?”

“Mesela… ‘Teşekkür ederim, kahramanım’ falan?”

“…”

“Ben şimdi kahraman mı sayılıyorum? İyi adam mı? Yoksa başka bir şey mi?” Xu Qing’in gözleri parladı.

Her gencin hayalinde vardır ya, sırtına kılıcını takıp dünyayı dolaşmak…

“Teşekkür ederim… kahraman…” dedi Jiang He, biraz zorlanarak. Hayatında böyle tuhaf bir talep duymamıştı.

“Önemli değil!” dedi Xu Qing, havalıca elini sallayarak. Jiang He’nin içinden bir göz devirmek geldi ama adını koyamıyordu o hissin.

“Hadi, yemeğe!”

Domuz paça pilavı, tanesi 14 yuan—hem lezzetli hem doyurucu. Kapağı açar açmaz nefis bir koku yayıldı.

Rivayete göre internetin efsanesi “Uçan Penguen” Pony Ma, SEG Plaza’daki sunucularını arttırmaya çalışırken o stresli gecelerde bu pilavla hayatta kalmış.

Paçalı pilav be!

Jiang He gerçekten açtı. Dün akşam sadece biraz lapa ve çörek yemişti. Yemeğe giriş tarzı, televizyondaki o zarif, parmak ucuyla lokma alan kadın dövüşçülerden eser bırakmıyordu—direkt bodoslama girişti.

İkili sessizce yemeklerini yediler. Xu Qing paçayı pilavla afiyetle götürüp üstüne bir bardak su içti. Jiang He’nin keyifle yemeğini yemesine bakarken kendi kendine gülümsedi.

“Şunlar da senin kıyafetlerin. Bedeninden emin olamadım ama boyuna göre aldım. Yemeği bitirince denersin.”

Bir kağıt torbayı açtı.
“Bir de elbise aldım, istersen giyersin, istemezsen giymezsin… Bunlar da düz tabanlı ayakkabılar. O saman terliklerden daha rahat olur kesin.”

Her şeyi birer birer çıkardı. Sonra bir noktada yavaşladı…
“Şey… bunu nasıl giyeceğini kendin anlarsın diye umuyorum. Ama anlamazsan video da bulabilirim. Çeşitli bedenlerde aldım, hangisi olursa.”

Jiang He dikkatle izliyordu, başını sallayarak dinledi.

“Bunlar da kadınlar için… artık sen öğrenirsin.”

Çanta paketlerini ona uzattı, bir yandan paketlerde ne var ne yok bakmaya devam etti.

“Şu tarih kitabı hikâye diliyle yazılmış, başlangıç için güzel. Bu da basitleştirilmiş ve geleneksel karakterler hakkında… Denersin, belki faydası olur.”

“Benim diş macunumu kullanabilirsin. Bu yeni diş fırçası, şu da bardak, bu da havlu…”

Her şeyi döküp saçtıktan sonra başını ovuşturdu. *Taobao’yu açtı, biraz aradı ve dijital çizim tableti siparişi verdi.
*Temu tarzı dijital satış platformu.
En iyisi ona bilgisayar kullanmayı da öğretmekti. *Baidu vardı ya, her şeyin cevabı oradaydı.
*Çin’de kullanılan arama motoru
“Şey... dün gece iyi uyuyamadın mı?”

Jiang He’nin uykusuz ifadesini görünce Xu Qing anladı. Kendi de gece yarısını devirmişti.
“Biraz dinlenirsin. Ama şimdi, dünden beri kafana takılan ne varsa sorabilirsin.”

Jiang He elindeki paketlere baktı, sonra merakla sordu:
“Bu dünyada... senin rütben ne?”

“Rütbem mi… İşsiz bir yeni mezunum. Yakında maaşlı köle olacağım. Senin anlayacağın dilden anlatayım… İmparatorluk sınavını geçip henüz bir memuriyete atanamamış gibiyim. Geçim derdindeyim yani.”

“Zengin aile çocuğu musun?”

“Yok canım, işçi sınıfıyım. Burada çok meslek var, herkes devlet işine girmiyor.”

Jiang He kısmî olarak anladı ama hâlâ onu “toprak ağası” kategorisine koyuyordu içinden.

“Peki ben… nasıl döneceğim?”

“Ben de bilmiyorum… Zor gibi duruyor. Dün nasıl geldin ki buraya?” Xu Qing iyice meraklanmıştı—yoksa şimşek mi çarptı?

“Ben de bilmiyorum,” dedi Jiang He, gözlerinde kısa bir tereddüt.
“Dün… bir hırsızı kovalıyordum. Yağmur bastırdı, ormanda kayboldum. Sağa döndüm, sonra sola… bir baktım, gökdelenler!”

“…”

Orman mı?

“Burada orman falan yok ki…” Xu Qing çenesini kaşıdı, tam çözemedi olayı.

Bir süre koltukta sessizlik oldu. Sonra hafifçe öksürüp:
“Şimdilik buraya alışmaya bak. Eve dönüş işini sonra düşünürüz,” dedi.

Jiang He sessizce başını salladı.

“Bu arada… dövüş gücün ne alemde?” Xu Qing kılıca baktı. Gerçekten 1200 yıl öncesinin dövüş sanatı bu kadar mı iyiydi?

“Dövüş gücü?”

“Yani, ne kadar iyisin?”

“Yan Çetesi’nde… sayılırım.”

“‘Sayılırım’ ne demek? İç enerji çalıştın mı? Kılıç tekniği? Uçarak zıplama falan?”

Xu Qing iyice heyecanlandı. Pencereye yürüyüp dışarıyı gösterdi.
“Mesela diyelim, incinmeden ne kadar yükseğe zıplayabilirsin?”

“Hmm…” Jiang He dışarı baktı, sonra işaret etti, “Şu kadar.”

Ne??

“Sadece oraya mı?” Xu Qing şaşkınlıkla baktı. İkinci kat… Bu kadarcık mıydı?

Parkurcular bile üçüncü kattan atlıyor!

Yok, kesin kız tam gücünü göstermedi. Belki de naz yapıyor.

Öyle düşünerek suratını ciddileştirdi:
“Yok artık, kesin daha fazlasıdır.”

“Hmm… belki şuraya da olabilir,” dedi Jiang He, elini biraz daha yukarı kaldırarak.

Xu Qing başını kaldırdı.
Dördüncü kat.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

6   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   8