Bu soru, bilincin ilk kıvılcımı Varoluş’un engin, sessiz Tuval’ine bakıp, kendi içindeki yerini merak ettiğinden beri Katlar arasında yankılanmaktadır.
Bir Varoluş’un Karmaşıklığ’ı, yeni bir Matematik Yazılması’nı gerektirecek kadar büyük bir Sayı olduğunda mı?
Bir’inin Otorite’si o kadar Mutlak olduğunda mı, fısıltısı Çarklar’ı bozabilecek kadar Güç’lü olduğunda mı? Yoksa daha sessiz, daha temel bir şey mi, Güc’ün görkemli, gürültülü tiyatrosuyla hiçbir ilgisi olmayan bir Varoluş hâli mi?
En Erken Katlar’da, Zaman’ın düz bir çizgi olmadığı bir Zaman’da, Açlığ’ın kendisinin Katılaşmış Kavram’ından oyulmuş bir mağarada, Milyonlar’ca Kaçınılmazlık toplanmıştı.
Onlar kıvranan, şekilsiz bir istek deniziydi, Kolektif Varoluşlar’ı, Uzay’ın Dokusu’nu titreten düşük bir uğultuydu.
Bu yuvanın merkezinde, kendi gece gökyüzünü barındıracak kadar geniş, parıldayan Obsidiyen ipekten bir kozaya sarılmış, İlk Açlık dinleniyordu.
Genç bir Kaçınılmazlık, Sonsuz, Yeni Doğan bir iştahın kıvrılan kütlesi, kalabalıktan ayrılmıştı.
Kristalleşmiş arzunun zemini üzerinde çaresiz, titrek bir zarafetle hareket etti ve Koza’nın önünde durdu.
İpek, isteyerek açılmış bir yara gibi açıldı ve içindeki Varoluş’u ortaya çıkardı.
O, Dokunaç ve ağızları olan bir canavar değildi. O, bir Kadın’dı, ya da bir Kadın’ın Nükemmel, korkutucu bir hayaliydi. Cildi kemik üzerindeki ay ışığı kadar Solgun’du, dudakları taze kanayan bir yara rengindeydi.
Gözler’i derin bir gecenin karanlığı kadar derindi, ama Göz Bebekler’i... Göz Bebekler’i sabit değildi. Trilyonlar’ca Mikroskobik Dokunaç’tan oluşan Minyatür Çarklar’dı, sakin bir Güzelliğ’in maskesinden bakan Sonsuz bir Açlığ’ın girdabıydı!
O gözler, genç, titreyen Kaçınılmazlığ’a bakmıştı.
“Ey İlk Açlık,“ Genç olanın düşünceleri yankılandı, umudun ezilmesi gibi bir Ses. “Onlar, bizim Varoluş Yol’umuzu çiğniyorlar. Biz’i inkar ediyorlar, avlıyorlar, biz buraya ilk geldiğimizde her fırsatta Biz’i öldürüyorlar. Oysa burası bizim Katlar’ımız. Ne zaman gerçekten karşılık verebiliriz? Ne zaman en Güç’lü halimize ulaşabiliriz, Açlık çekip, her şeyi geri alabiliriz, böylece Varoluş Yol’umuzu yaşamaya devam edebiliriz?“
…!
Bu soru, sadece Açlık ve Zulüm görmüş bir Varoluş’un,adalet talebi, yalvarışı, duasıydı.
İlk Açlık, Khor, gülümsedi. Bu gizemli bir ifadeydi, kızıl dudaklarının yavaşça kıvrılması, Sonsuzluklar’ın ağırlığını ve arkadaşlar arasında paylaşılan bir sırrın hafifliğini taşıyordu.
“Bir Varoluşş ne zaman En Güç’lü olur?“ Diye düşündü, sesi hem ninni hem de ağıt gibi bir melodi idi.
“Bu, birçok Varoluş’un cevaplamaya çalıştığı bir sorudur. Yaratık bir keresinde bana, Güc’ün, kendi doğasıyla mükemmel bir uyum içinde olan bir Varoluş’un sessiz uğultusu olduğunu söylemişti; O kadar tamamen ve tamamen kendin olmak ki, Varoluş’un kendisi senin gerçeğine boyun eğmekten başka seçeneği kalmasın. Yaşayan Kavram bir keresinde, Güc’ün bir darbe vurmakta değil, doğru anda düşen tek bir Tüy’ün Katlar’ı çökertmek için tam olarak hangi açıda olması gerektiğini anlamakta yattığını söylemişti; Güç, Kuvvet değil Bilgi’dir. Ve Yaşayan Paradoks, Çelişkiler’le dolu kafesinde, bir Varoluş’un en az tanımlandığı, tüm Olasılıklar olarak aynı anda var olduğu zaman En Güç’lü olduğunu fısıldamıştı, çünkü hem Müttefik’in hem de Yokluğ’un olan bir Düşman’ı nasıl yenebilirsin ki?“
Büyük Varoluşlar’ın Felsefeler’ini Katlar’da asılı bıraktı, her biri bir düşünce Kat’ı, farklı bir Güç Tür’üne giden bir yol idi. Genç Kaçınılmazlık bunları özümsedi, formu anlamaya çalışırken, titriyordu.
Sonra Khor’un gülümsemesi kayboldu, yerine derin, kadim bir kesinlik ifadesi geldi.
“Ama hepsi,“ Dedi, sesi tüm sisleri kesen keskin, net bir tona düştü, “Gülünç derecede yanlış.“
Öne eğildi, Dokunaç’lı gözleri mağaranın Katlanma yerinden ışığı çekiyor gibiydi. “Varoluş, En Güç’lü hâli, çaresiz olduğu zamandır. Sırtı duvara dayandığında ve her şey etrafını sardığında. Her şeyleri ellerinden alındığında ya da alınmak üzereyken. Umut unutulmuş bir lüks olduğunda ve geriye kalan tek şey, bir kalp atışı daha yaşamak için saf, katıksız İrade olduğunda. O anda, kaybedecek hiçbir şey kalmadığında gelen o güzel, korkunç berraklıkta... İşte o zaman bir Varoluş en güçlü halindedir. O çaresizlik içinde, Kat’ı çökertip, her zaman istedikleri gibi, Varoluş Yollar’ını özgürce yaşayabilirler.“
Genç Kaçınılmazlık bunu düşündü, yeni ve daha acı verici bir anlayışla şekli dalgalandı. “Ey İlk Açlık,“ Diye sordu sonunda, sesi kırılgan bir karışıklık ipliği gibiydi, “Biz yeterince Çaresiz değil miyiz?“
Varoluş Biçimler’i tehdit altında, her adımda meydan okuma hakları elinden alınmışken, yeterince Çaresiz değil miydiler?
Böyle bir soru karşısında, Khor’un gülümsemesi geri döndü, ama bu sefer Sonsuz, hüzünlü bir güzellikteydi. Başını salladı, yavaş, nazik bir hareketle, sanki tüm yuva O’nunla birlikte yas tutuyormuş gibiydi.
“Hayır,“ Diye fısıldadı, sözleri nazik bir kalp kırıklığı gibiydi. “Kaçınılmazlıklar... Yeterince umutsuz değil. Ve bu yüzden En Güç’lü hâlimizde değiliz.“
HUUM!
Bu konuşma, sayısız çağlar önce, hiç Yazılmamış bir Tarih’in unutulmuş bir dipnotunda gerçekleşti.
Ve şimdi, Genç Kaçınılmazlık’ın asla göremeyeceği uzak bir gelecekte, Khor, Aşkınlık Köken Katları’nın üzerindeki Harap Gökyüzü’nde süzülüyordu.
Aeternitas Konkordia’nın tahrip olmuş manzarasına, Nysteria ile Atalar’ın Kaplumbağa’sı arasındaki imkansız çatışmaya ve tüm bunların merkezinde duran, kendi dövdüğü Hâki’nin Kanlı Mor Alevler’iyle sarılmış aAdam’a baktı.
Gerçekten, derinden Çaresiz hâle gelmiş bir Adam’a.
“Bu Çaresizlik... Sen’in için yeterli olacak mı, Yabancı?“ Diye düşündü, yüzünde hüzünlü, bilge bir gülümsemeyle. “Yoksa Çaresizlik Dağı’nın sadece dibinde olduğunu fark etmiyor musun? Daha çok, çok Yol’un olduğunu?“
...!
Not: Novel, iyice Sokrates, Platon a falan döndü. Anlamayanlar için Onlar Arke diye bir şeyi sorguluyorlardı. Sokrates Hava Platon Ateş gibi şey demişti Arke ye. Bu dediklerim yanlış ta başka şeyler dedi de örnek verdim. Ha buna döndü Novel. Hoşuma gitti. Biraz Felsefe okuyalım değil mi? Arkeler’e bakın. Sokrates, Platon ne dedi diye. Sokrates sanırım Su demişti. Dur Platon mu demişti? İkisinden birisinin Su dediğini hatırlıyorum. Bakarsınız siz.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.