Yukarı Çık




12   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   14 

           
 

        “Ne demek istiyorsunuz?“ diye sordu.


        “Bilmene gerek yok.“ Adam pencerenin önünde durmuş, gök rengindeki, kıvrılan nehre bakıyordu.


        “Bu kadar barut kaçakçılığı yapıyor fakat sadece depoda saklıyorsunuz. Ne satıyor ne de başka bir yere taşıyorsunuz. Biri gelip beni kontrol edene kadar beklemem mi gerekiyor?“ Dişlerini hafifçe sıktı. “Günah keçiniz olmamı mı istiyorsunuz?“


        Adam aniden güldü ve dönüp ona baktı. “Böyle bir şey olmasa bile daha ne kadar dayanabilirsin ki? Karın daha ne kadar dayanabilir?“


        Tan Jing sarsılarak uyandı. Doğruldu. Alnındaki soğuk teri silmek için elini kaldırdı ancak bileklerinde bir ağırlık hissetti. Zincirler onun hareketiyle takırdadı. Altında kındıra otundan yapılma, biraz nemli bir yatak vardı. Tan Jing, üzerindeki soluk beyaz mahkûm kıyafetlerine bakınca şaşakaldı. Bayılmadan önceki zamanın anıları yavaşça su yüzüne çıktı.


        Her şey o kadar çabuk olmuştu ki tepki verecek fırsatı bulamamıştı. Bulanık hafızasında sadece Su Shiyu’nun gülümsemesini hatırlıyordu. Hemen ardından bilincini kaybetmişti. Sadece boynunun arkası hâlâ ağrıyordu.


        İçinde bulunduğu duruma bir bakış bile yeterince açıklayıcıydı. Başını öne eğip acı bir kahkaha attı.


        “Uyandın mı?“ Nazik bir ses yankılandı.


        Tan Jing’in kalbi ürpertiyle yerinden fırladı. Kafasını kaldırdığında dimdik gövdesiyle duvara yaslanmış, parmaklıklı hücre kapısından ona bakan biriyle karşılaştı.


        “Başmüfettişin dövüş sanatlarındaki becerisi gerçekten karanlığın derinliklerinde.“ dedi Tan Jing soğuk bir sesle.


        “İltifat ediyorsun.”


        “Ben suçüstü yakalanmışken başmüfettiş neden davayı sonuçlandırmaya gitmek yerine bu sefil yere geldi?” dedi Tan jing.


        “Seni görmeye geldim.“ diye yanıtladı Su Shiyu.


        Tan Jing soğukça güldü. “Ziyaretinize değecek bir şeyim olduğunu sanmıyorum.“


        “Hatırlıyorum da o zamanlar kamu hizmetine girdiğinde sen de hırs doluydun, halk ve ülkemiz uğruna ölmeye hazırdın.“ Su Shiyu kasvetli hücrenin içinde sefil bir eşkale sahip olan adama baktı. “Şimdi ise bu duruma bile düştün.“


        “Korkarım ki Başmüfettiş Bey hayal kırıklığına uğrayacak.“ Tan Jing rahatça oturdu. Açık yüreklilikle konuştu: “Geçmişte, şimdi ve ölüm anında bile, ülke uğruna kamu hizmetine katılmak da dahil olmak üzere yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim; fakat buna kaçakçılık, yasa dışı ticaret ve masum insanları öldürmek de dahil.“


        “Kulağa oldukça çelişkili geliyor.“ dedi Su Shiyu kesin bir ifadeyle.


        “Aynı zamanda basit de.“ Tan Jing gözlerini indirdi. “Başmüfettiş muhtemelen eşimin buzlu bir gölete düştüğünü ve kurtarıldıktan sonra yüksek ateşe yakalandığını, sonunda havale geçirerek delirdiğini biliyordur. O zamandan beri bir şeyleri kırıp dökecek, insanlara zarar verecek ve hatta kontrolsüzce kendini sakatlayacak kadar acı veren inatçı bir hastalıktan muzdarip. Bu hastalığın tedavisi yok, sadece acısını dindirmek için ona ilaç vermeye devam etmek gerekiyor.“


        “Yasa dışı ticaretle para kazanmaya bakmanın sebebi bu mu?”


        “Başkentte önemli bir konumdayım, göz alıcı ve şanla dolu görünüyorum. Sayısız insan beni kıskanıyor. Yine de o ilacın parasını ödemek için bu gerçekten devede kulak. Öylece durup onun acıdan ölmesini nasıl izleyebilirdim?“ Tan Jing acı acı güldü. “Ona bile bakamıyorsam halkın hayatıyla nasıl ilgilenebilirim?“


        “Karın bunu onun için yaptığını bilseydi muhtemelen senin yoldan çıkmana sebep olmaktansa ölmeyi tercih ederdi.“ dedi Su Shiyu.


        “Bunu asla anlamayacak.“ Tan Jing bileğindeki diş izlerine baktı. Sesi farkında olmadan biraz yumuşadı. “Beni tekrar tanıması bir yılımı, ona adımı öğretmem ise iki yılımı aldı. Daha sonra hastalığı tekrar nüksettiği sırada onu durdurmaya çalışırken beni ısırdı ve bileğimi kanattı. Kendine geldikten sonra elimi tutarken sürekli ağladı. Hiçbir şey söyleyemedi. Sadece gözyaşı dökerken “A-Jing, A-Jing” diye seslenip durdu.“ Tan Jing aniden durakladı, boğazını düğümleyen hıçkırığı bastırarak başını kaldırdı ve doğrudan Su Shiyu’ya baktı. “Siz olsaydınız, onu acı içinde görmeye dayanabilir miydiniz?“


        Su Shiyu bir an sessiz kaldıktan sonra “Tedavisi olmayan bir hastalık olduğu için, onu zorla bu dünyada tutarsan sadece acı getirirsin.“ dedi.


        “Su Shiyu.“ Tan Jing sanki saçma bir şey duymuş gibi baktı. Aniden bir kahkaha attı. “Senin kalbin yok mu?“


        Su Shiyu ona sessizce baktı. “Bunun benimle ne ilgisi var?“


        “Başmüfettiş Bey hiç kimseye aşık olmamıştı değil mi?“ Tan Jing başını salladı. Alaycı bir tavırla, “Daha önce insanların senin ne bir kalbin ne de hislerin olduğunu söylediklerini duyduğumda bunun, kızlarıyla evlenmediğin için bir şikâyet olduğunu düşünmüştüm. Doğru olduğunu hiç düşünmemiştim.“ dedi. Su Shiyu’nun gözlerinin içine bakarak, “Gerçekten üzücü ve acınası bir durum,“ diye alay etti.


        Su Shiyu ona kayıtsızca baktı. Tan Jing’in alaycı tavrı dinene kadar bekledikten sonra yavaşça konuştu. “Benim işim teftiş ve yargı görevini yürütmek. Söylediğin gibi kalpten ve hislerden yoksunsam bile sadece bunun hak olduğu söylenebilir.“


        Tan Jing hiçbir şey söylemeden soğukça güldü.


        Su Shiyu yavaşça ona doğru yürüdü. Aralarında sadece hücre kapısı vardı. “Her şeyin karın için olduğunu söyledin ama hatırlıyor musun? İşlediğin suçlara göre onun da idam edilmesi gerekecek.“


        Tan Jing’in yüzü aniden değişti.


        “Senin bu davan tamamen benim kontrolüm altında. Tüm bunları beni kışkırtmak için mi söylüyorsun yoksa karını bağışlamamı sağlamaya mı niyetlisin?“ dedi Su Shiyu ve sessizce ona baktı.


        Tan Jing hiçbir şey söyleyemeden ağzını açıp kapattı. Bir süre sonra aptalca, “Başmüfettişin buraya gelmesinin nedeni tam olarak nedir?“ diye sordu.


        Su Shiyu bakışlarını ondan ayırdı. Elini kaldırıp kolunda uçuşan tozları temizledi. “O barut yığınının hamisi kim?“


        “Hesapları gördükten sonra anlayamıyor musun?“


        Su Shiyu ona ters ters bakıp hafifçe güldü. “Hesaplar doğru ya da yanlış olsun, benim kendi yöntemlerim var.“


        Tan Jing, Su Shiyu’nun bakışlarından kaçmak için başını eğdi. Zihni hızlı ve belirsiz bir şekilde dönüyordu.


        Hafızasındaki, pencerenin önünde duran adam ona, “Söylediklerime uyarsan karının iyi olacağını garanti edebilirim.“ demişti.


        Karşısındaki adam ona, “Her zaman senin durumu nasıl değerlendireceğini bilen bir insan olduğunu düşünmüşümdür.“ dedi.


        Kalbi sıkışan Tan Jing gözlerini kapattı. Hece hece, “Huainan Valisi.“ dedi.


***

[size={defaultattr}]


        Altıncı ayda, yaz sıcaklarının kendini göstermeye başladığı dönemde, ince söğütler ve nilüferler rüzgarda süzülüyordu. Yemyeşil ağaçlar brokar giysiler gibiyken kırlangıçlar ve ötleğenler birbirlerinin etrafında uçuşuyordu. Bir eli çenesinde olan genç bir adam boş boş taş masanın üzerine yayılmış kitaplara bakıyordu. Yeşil göletteki koiler, sanki cübbesinin köşesindeki kırmızı nilüfere uzanıyormuş gibi kıyı boyunca sıçrıyordu.



        Su Shiyu hizmetçiyle birlikte geldiğinde bu manzaraya şahit oldu. Hizmetçi eğilerek ayrıldı. Chu Mingyun tembelce gözlerini kaldırdı, gelenin o olduğunu görünce gülümsedi. “Vay, gerçekten nadir bir misafir ha. Su Bey’in aklına benim evime gelmek n’için düştü?“


        Su Shiyu adımlarını hızlandırarak ona doğru yürüdü. Hafifçe gülümseyerek, “Elbette ki bir iş için.“ dedi.


        Hücreden çıktıktan sonra gidip hesap defterini kontrol etmişti. Tan Jing’in söyledikleriyle aynıydı, mürekkeple yazılan yazı açıkça Huainan Valisi olduğunu belirtiyordu. Su Shiyu hâlâ içinde bir şüphe hissediyordu, bu yüzden defteri ileri doğru çevirdi ve hesapların iki sayfasının eksik olduğunu fark etti. Bu iki sayfa temiz bir şekilde yırtılmış, sadece birkaç nokta kalmıştı. Eğer dikkatlice bakmasaydı farkına varamaması muhtemeldi.


        “Beni özlediğinizi söyleseydiniz çok daha mutlu olurdum.“ Chu Mingyun ona gülümseyerek baktı. Masadaki bir tabak kirazı işaret etti. “Yer misiniz?“


        “Gerek yok. Sorumu sorduktan sonra gideceğim.“ Su Shiyu ona baktı. “Chu Bey,“ dedi, “iki gün önce depodayken aldığınız hesap defterini hâlâ hatırlıyorsunuzdur.“


        “Hatırlıyorum.“


        “O hesap defterinde yırtılmış iki sayfa var. Chu Bey, bu konuda bir şey biliyor musunuz?“


        “Yırtılmış iki sayfa mı?“ Chu Mingyun dirseğini taş masaya dayadı, başını yana eğdi ve Su Shiyu’ya gülümsedi. “Yani Su Bey, onları benim aldığımı düşünüp buraya beni aramaya mı geldiniz?“


        “Ne komik. Chu Bey nasıl böyle el altından bir yöntem kullanabilir ki?“ Su Shiyu gözlerini onunkilere dikti. Hafifçe gülümseyerek, “Sadece aramamı kolaylaştıracak bir ipucu bulmaya geldim.” dedi.


        Dolaylı olarak azarlanan Chu Mingyun’un yüzü değişmedi. Dürüstçe, “Elimde hiçbir ipucu yok.“ dedi.


        “Chu Bey, hesap defterini çevirdiğinizde iki sayfanın eksik olduğunu fark etmediniz mi?“ diye sordu Su Shiyu.


        “Hayır.“ diye basitçe yanıtladı Chu Mingyun.


        “Madem öyle, Chu Bey, depoda başka birilerini gördünüz mü?“


        “Hayır.“


        “Chu Bey, tekrar dikkatlice düşünseniz iyi olur. Cevap vermek için acele etmenize gerek yok. Biraz bekleyecek sabrım var hâlâ.“ diye gülümseyerek karşılık verdi Su Shiyu.


        “Su Bey, bana inanmayı reddediyorsanız neden kendiniz aramıyorsunuz?“ Chu Mingyun kollarını açarak ukalaca gülümsedi. “Su Bey emrettiği sürece kıyafetlerimi bile çıkarabilir ve beni iyice aramanıza tereddüt etmeden izin verebilirim.“


        Su Shiyu bakışlarını başka yöne çevirdi, ifadesi kıpırdamadı. Bir an için hiçbir şey söylemedi.


        “Ağzınızı açamayacak kadar utanıyor musunuz?“ Chu Mingyun hafifçe gözlerini kırpıştırdı, gözleri pınarlar gibi parıltıyla doluydu. Elini kaldırarak kendi yakasını tuttu. “O zaman ben kendim mi çıkarayım?“


        Sözlerini bitirmeden yakasını aşağı çekti. Beyaz köprücük kemiğinin bir parçası ortaya çıktı. Su Shiyu başını çabucak eğip bakışlarını kaçırdı. Onu durdurmak için elini kaldırdı. “...Benim hatam. Kayıp sayfaları başka bir yerde arayacağım. Chu Bey’i rahatsız ettiğim için özür dilerim.“


        Su Shiyu’nun yapabileceği hiçbir şey olmadığını bildiğinden Chu Mingyun’un bu kadar utanmazca davranmaya cesaret ettiği gayet açıktı. Uygunsuz şeylerden uzak durmayı bir kenara bırakırsak, Su Shiyu’nun sadece itibar uğruna değil, aynı zamanda Chu Partisi ile Su Partisi’nin uzun yıllardır birbirleriyle rekabet halinde olması ve Su Shiyu’nun ona fazla yaklaşması halinde ne yazık ki imparatorun da kendisinden şüphelenecek olması nedeniyle onunla fazla içli dışlı olmak istememesini anlıyordu.


        Şimdi bu rakibinin gerçekten de inanılmaz derecede ilginç olduğunu düşünüyordu.


        Chu Mingyun dudaklarında daha geniş bir gülümsemeyle, Su Shiyu’nun ifadesini büyük bir ilgiyle inceledi. “Zararı yok. Su Bey’i görmek beni mutlu ediyor. Çıkarken size eşlik etmemi ister misiniz?“


        “Zahmete gerek yok.“ Su Shiyu hâlâ ona bakmayı reddediyordu. Veda edercesine başını salladı ve sonra arkasını dönüp gitti.


        “Ah, bu arada, Su Bey,“ diye seslendi Chu Mingyun aniden ona ve cübbesini düzeltirken kayıtsızca gülümsedi. “Söylemeyi unuttum. Su Bey, sadece görünüş olarak güzel değilsiniz. Fiziğiniz de bir o kadar çekiciymiş. Hoşnutsuz olduğunuzda bile normalden daha sevimli görünüyorsunuz.“


        “...“ Sırtını ona dönmüş olan Su Shiyu’nun gözlerinde bir gölge parladı. Kayıtsız bir sesle, “İltifat ediyorsunuz.“ dedi. “Hoşça kalın.“


        Başkomutanlık konutundan çıkarken Su Bai onu selamladı. “Genç efendi, nasıl gitti?“


        “Aynı.“ dedi Su Shiyu. “Hesap defterinin o iki sayfası asla bulunamayacak. Buraya sadece tavrını yoklamak için geldim. Artık o iki sayfayı alanın kim olduğundan emin olabiliriz.“


        “Ama ortada hiç kanıt yok. Bu şekilde gitmesine izin veremeyiz değil mi?“ Su Bai’nin aklına aniden bir fikir geldi. “Doğru ya, genç efendi, kasıtlı olarak kanıtları yok etmekten suçlu bulunamaz mı? En azından ona bir ders vermiş oluruz!“


        Su Shiyu uzun uzun iç çekti. Bir baş ağrısı hissederek, “Hesap defterinin onun eline nasıl geçtiğini kimsenin bilmesini istemiyorum.“ dedi.


        Su Bai’nin yüzü donakaldı. “Onu… onu zor kullanarak almamış mıydı?“


        Su Shiyu Su Bai’ye derin bir bakış attı. Bir cevap vermedi.
[/size]

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

12   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   14