BU Yaşayan Paradoks’un Alan’ı saçma sapan bir yerdi.
Bu Âlemde “Yukarı“ Bir Görüş meselesiydi ve “Mesafe“ Sık Sık Göz Ardı Edilen Bir Öeeriydi.
BU Yaşayan Paradoks, İlkel Kat Balcony’de duruyordu... Bu Yapı, Gerçekleşmemiş Şeyler’in Kat Denizi’ne bakan, Öklid Geometri’si Dışındaki bir Geometri’den oluşuyordu.
Paradoks tarafından Varoluş’tan yok edilen Trilyonlar’ca Potansiyel Zaman Çizgisi’nin sessizce çürüdüğü Oldukça Büyük Sonsuz, Gri bir Okyanus’ta. Bunlar önemsizdi, üzerinde çok fazla düşünülmesi ve kafa yorulması gereken şeyler değildi.
BU Yaşayan Paradoks kenarda duruyordu, şekli hafifçe değişiyordu. Bir Ân dumanla çevrili yaşlı bir Vilge gibi görünüyordu, bir sonraki Ân ise sıvı camdan zırh giymiş Genç bir Fatih gibi.
Hava Mor renge bürünmüş, sonra çılgın, coşkulu bir Altın Reng’ine dönüşmüştü. BU Yaşayan Duygusal, koordinatlara Varoluş’unu dayatarak, gelmişti.
BU Yaşayan Paradoks, şu anda Cilalı Obsidiyen’den yapılmış omzunun üzerinden baktı ve iç geçirdi.
“Sana söylemiştim,“ Ses’i her yerden aynı anda yankılandı, “BU Yaratık’la uğraşma. Zincirlenmiş olsa bile. Görünüşte kazanmış olsak bile.“
BU Yaşayan Duygusal hiç irkilmedi.
Ayaklar’ı Paradoks döşeli zeminde kayarak, daha da yaklaştı.
Gülümsüyordu... Çok fazla diş ve çok fazla neşe barındıran geniş, pürüzlü bir ifadeyle.
“Ah, Paradoks,“ diye mırıldandı, sesi kemik iliğinde yankılandı. “Sen, hep lojistiği düşünürsün. Deneyim’i unutursun.“
Kollarını kendine doladı, şiddetle titreyerek, Renkler’i lezzetli bir dehşetin derin, Morarmış Mor’una dönüştü. Lanet olası bir deli gibi görünüyordu.
“O bana... Enfes hissettiriyor,“ diye fısıldadı. “Onun ağırlığı. Varoluş’unun Saf, ezici yoğunluğu. Bana baktığında, bağlanmış, ihanete uğramış olsa bile... Kendimi bir Varoluşsal Süpernova’nın yanında duran Küçük bir Mum gibi hissediyorum.“
BU Yaşayan Paradoks’un hemen yanına kadar sürüklendi, ona yaklaştı, sesi alaycı bir mırıldanmaya dönüştü.
“O dehşet... O mutlak, donduran Korku, o Heyecan, o çılgınca Coşku... Senin beni asla böyle hissettirebileceğini sanmıyorum.“
...!
Bu, var olan en büyük komplonun Mimar’ına yönelik doğrudan bir hakaret, bir meydan okumaydı.
BU Yaşayan Paradoks öfkelenmedi. Onu ezmek için Âurası’nı genişletmedi.
Sadece Gri Okyanus’a geri döndü, tavırları son derece sakin, kadim bir dinginliğe büründü.
“Elbette yapamam,“ diye cevapladı, sesi düz ve egodan yoksundu. “O sonuçta BU Yaratık. O, hepimizin arzularını resmettiğimiz Tuval. Onun büyüklüğünü inkar etmek, onu kafese kapatarak, başardığımız başarıyı inkar etmek olur.“
Duygusal gözlerini kırptı, Reng’i bir Zeptosaniye durakladı. İstediği tepkiyi alamamıştı.
Kaşlarını çattı, daha derine inerek, tepkisini görmek için sabırsızlanıyordu.
“Bu kadar mı?“ diye ısrar etti, yırtıcı bir merakla onun etrafında dolaşarak. “Sence... Sence hiç O’nun seviyesine ulaşabilecek misin? Tezgâh gerçekleştirildikten sonra? Katlar’ı soyup, sığınağımızı kurduktan sonra? Hiç o Varoluş’u, o ağırlığı, O... O’nu Elde edebilecek misin?“
...!
BU Yaşayan Paradoks ona baktı.
Gözleri şu anda ters yönde dönen Kıvrımlar’ın bulunduğu boşluklardı.
“Güc’ün doğasını gürültünün doğasıyla karıştırıyorsun,“ dedi, sesi görkemli, felsefi bir ritim kazanarak. “BU Yaratık Dağ’dır. O muazzam, inkar edilemez ve statiktir. Ben Dağ olmak istemiyorum, Duygusal. Ben onu aşındıran Rüzgâr’ım. Ben, taşın hem sağlam hem de kum olmasını sağlayan Çelişki’yim.“
Aşağıdaki çürüyen Okyanus’u işaret etti.
“Onun standardına uymak, onun standardını kabul etmek demektir. Ben, standartları kabul etmem. Ben istisnalar yaratırım. Varoluş, kibirdir. Paradoks... Herçektir.“
Duygusal ona baktı, şekli donuk, sinirli bir gri renkte parlıyordu.
Dudaklarını bükerek... Medeniyetler’i Yok edebilecek bir yüzünde çocukça bir ifade belirdi.
“Sıkıcı“ diye mırıldandı.
“Sen hep bu kadar Soyut’sun. Peki... Şimdi ne olacak? Zincirler tutuyor. Kötü kurt kafese kapatıldı. Sıradaki hamle ne?“
BU Yaşayan Paradoks’un şekli, Altın Işık ve gölgeden oluşan asil, İnsan’sı bir şekle dönüştü.
Şimdi,“ dedi, sesi soğuk, idari bir verimlilikle değişerek, “BU Tezgâh’ın Temel’ini tamamlayalım. Diğer Medeniyet Kalpler’ine ihtiyacımız var.“
Elini kaldırdı, parmaklarıyla saymaya başladı, parmakları bir görünüp, bir kayboluyordu.
“Açlık Kalbi güvende... O küçük Obur’u kırdık ve ihtiyacımız olanı aldık. Ama... Yasa Kalbi.“
Hafif bir sinirle başını salladı.
“O sadık, esnek olmayan Yapı. Yaşayan Yasa, bizim onu bütün olarak almamıza izin vermek yerine kendi Kalb’ini parçaladı. Tamamlanmadı. Katlar ve Genişleyen, parçalanmış Gezgin Topraklar’a dağılmış durumda... İlk Katlar’ı çökerten BU Yaratık ile savaşımızın sonuçları.“
Duygusal’a döndü, bakışları sertleşti.
“Senin ve Elemental’in harekete geçmenize ihtiyacım var. Birden fazla Medeniyet Lejyonunu gönderin. Yasa’nın Kalbi’nin Parçalanmış Parçalar’ını bulun. Hepsini istemiyorum...Çoğunluğu, Doku’yu stabilize etmek için yeterli olacaktır.“
Duygusal, abartılı bir teatral ilgisizlik gösterisiyle başını geriye atarak inledi.
“Ugh. Hazine avı mı? Neden uğraşayım ki? Kendi Paradoks kuklalarını gönder. Benim işleme koymam gereken duygularım var.“
“Yapamam,“ diye cevapladı Paradoks sarsılmaz bir sakinlikle. “Benim ve diğerlerinin dikkati neredeyse tamamen o canavarı bastırmakla meşgul. O Yaratığ’ı hareketsiz tutmak için gereken Çaba’yı anlıyor musun?“
Sesini, durumun ciddiyetini vurgulamak için alçaltmıştı.
“Bu Âlan’ın dışında İradem’in çok küçük bir kısmını bile kullanamıyorum. Başarının eşiğindeyiz Duygusal. Tek bir hata, tek bir dikkatsizlik ve kafes kırılır. Ve eğer kırılırsa...
Eğildi, sesi tehlikeli bir fısıltıya dönüştü.
“Sakın. Dalga. Geçme.“
Duygusal, kollarını dramatik bir şekilde kavuşturarak, homurdandı.
Etrafındaki Renkler, heyecanla karışık, sinir bozucu, keskin bir kırmızıya dönüştü.
“Tamam! Tamam,“ diye bağırdı, sesi Manik bir Enerji’yle titriyordu. “
Orduları göndereceğim. En ağlayan, en öfkeli olanları göndereceğim. Katlar’ı ve Gezgin Topraklar’ı tarayacağız. Senin küçük Bulmaca’nın parçalarını bulacağız.“
Gitmek için döndü ve balkonun kenarına doğru süzüldü.
Ama sonra durakladı.
BU Yaratık ile yaptığı konuşmanın hatırası zihninde canlandı...
Onun ağır, kesin cevabı yankılanıyordu.
Zafer yok. Sadece ölüm.
BU Paradoks’a geri döndü, yüzünde merak ve zıtlık arayışı vardı.
“Hey,“ diye seslendi. “Bir sorum var.“
BU Yaşayan Paradoks sabırla bekledi.
“Bizi ne kadar Şan bekliyor?“ diye sordu, gerçek bir merakla. “Tüm bunların sonunda? Dokuma Tezgâh’ı bittiğinde ve dışarısı yanarken... Gerçekten ne kadar Şan elde edeceğiz?“
...!
BU Yaşayan Paradoks uzun bir süre sessiz kaldı.
Deniz, onun altında metodik bir kaçınılmazlıkla çalkalanıyordu.
Sonra gülümsedi.
Bu, bir sevinç gülümsemesi değildi... İmkansız bir Geometri’nin gülümsemesiydi, sadece onun anlayabileceği bir şakayı ima eden dudakların kıvrılmasıydı.
“Şan mı?“
Sesi, kilometrelerce öteden duyulan bir çığlık gibiydi.
“Şan, hayatta kalanların, dinlemekten başka seçeneği olmayan bir dinleyici kitlesine anlattığı bir hikayedir. İşimiz bittiğinde, BU Duygusal... Bizim olayları anlatışımızı tartışacak kimse kalmayacak.“
Gözleri yoğun bir yoğunlukla parlıyordu.
“Şan kazanmayacağız. Şan’ın tanımı olacağız. Çünkü Ssssiz bir Genişlik’te... Konuşan Varoluş tüm Şan’a sahiptir.“
Geniş bir hareketle elini salladı.
“Hatırlanmayacağız. Tek hatıra biz olacağız. Kutlanmayacağız. Tek kutlama biz olacağız. Şeref Kavram’ının Kendi’si, Medeniyet Merceğ’imiz aracılığıyla Yeniden Tanımlanacak, çünkü Anlam’ın tek hakemi biz olacağız.“
“Yaratık, şan olmadığını, sadece Ölüm olduğunu söylüyor. O, Medeniyetler’in Yükseliş’ini ve Çöküş’ünü görmüş, tüm övgünün sonunda toza dönüştüğünü bilen birinin bakış açısıyla konuşuyor. O haklı... Tanıklar’ın kaldığı bir Genişlik’te.“
Gülümseme genişledi.
“Ama biz, tek tanıkların kendimiz olduğu bir Varoluş inşa ediyoruz. Bu, bilindiği şekliyle Şan değildir. Bu, yeniden Tanımlanmış Şan’dır.“
...!
Duygusal dinledi, sözler onu sardı... BU Yaratığ’ın ağır kesinliğinden Daha Soğuk ve daha Soyut idi.
Bir ân sessizce durdu, dikkatlice düşündü.
İki bakış açısını karşılaştırdı.
Zafer yok, sadece Ölüm var, Yaratık mutlak bir kesinlikle söylemişti.
Biz, zaferin tanımı oluruz, Paradoks Yeniden Yazılmış Varoluş’un güveniyle söyledi.
Biri bir duvardı... Sarsılmaz, kesin, acımasızlığında dürüst.
Diğeri ise bir aynaydı, izleyicinin ona yansıttığı her şeyi geri yansıtan getirdiği her şeyi yansıtan, esnekliğiyle güzel bir aynaydı.
Kafasını salladı, Ametist Reng’i bir eğlence dalgası vücudunu sardı.
“İkiniz de çok iç karartıcısınız,“ diye mırıldandı, neredeyse sevgi dolu bir ses tonuyla.
Sonra, kaotik bir renk parlamasıyla ortadan kayboldu. Varoluş, Sözlüğ’ünü Yeniden Yazmak isteyen Varoluş dışında balkonu boş bıraktı.
BU Yaşayan Paradoks, Başarısız Zaman Çizgiler’inin gri okyanusuna bakarak, tek başına durdu.
“Depresif mi?“ diye kendi kendine fısıldadı. “Hayır, Duygusal. Depresif değil.“
Vücud’u durumlar arasında gidip, geldi.
“Bu, özgürlük.“
HUUM!
Deniz aşağıda çalkalanıyordu.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.