Dokkaebi kaybolduktan sonra, 3. Hattın peronunda onlarca yaralı ortaya çıktı.
Şu anda 3. Hat peronunda yalnızca bir oda vardı. Burada güçlü kimse yoktu. Bu yüzden zayıflar geri çekilmedi ve birbirlerine saldırdılar.
“Geber! Geber!”
[Üçüncü senaryonun başlamasına 30 dakika kaldı.]
Etrafım kaosa sürüklenirken ben sessizce Hayatta Kalma Yolları’nı okuyordum. Bugünkü senaryosu da muhtemelen tahmin ettiğim gibi ilerleyecekti. Hayatta kalmak için tek bir kelimeyi bile kaçırmamam gerekiyordu.
[Şu anda ne yapıyorsun?]
Bihyung’un sesiyle birlikte takımyıldızlarının mesajları da kulağıma geldi.
[Takımyıldızı ‘Altın Başlığın Esiri’, şu anda ne yaptığını merak ediyor.]
Refleksle telefonumu kapattım. Şimdiye kadar düşünmediğim bir şey vardı. Takımyıldızları neden Hayatta Kalma Yolları’nı okuduğumda hiç tepki vermiyordu?
Orijinal romanda, takımyıldızları Yoo Joonghyuk’un bir regresör olduğunu fark etmiş ve bunun adaletiyle ilgili sorular ortaya atmışlardı.
Okuduğum metinle ilgili bir şey söylemeleri gayet normal olurdu.
[O boş not defteriyle ne yapıyorsun? Tüm takımyıldızları sinirden deliye dönmek üzere!]
…Boş not defteri mi?
Telefonu tekrar açtım. Ekranda Hayatta Kalma Yolları vardı.
‘Bundan mı bahsediyorsun?’
[Evet! O not defterini ne yapacaksın? Öylece durursan öleceksin! Off, böyle birine inanıp sözleşme imzaladığıma inanamıyorum…]
Tüylerim diken diken oldu.
Dokkaebi bu ‘metni’ okuyamıyordu. Sistemi yöneten dokkaebiler bile bunu okuyamıyorsa takımyıldızları hiç okuyamazdı.
O zaman bana bu metni veren yazar... O nasıl bir varlıktı?
“Kuaack!”
Son çığlık da duyuldu. Sonunda, 3. hat peronundaki odanın sahibi belirlenmişti.
[Yeşil Bölge 1/1]
“...Daha fazla yaklaşma.”
Bir çocuk bana bıçağını doğrultmuştu. Şaşırtıcı bir şekilde, kazanan az önce bize rehberlik eden o çocuk olmuştu. Hâlâ adını bilmiyordum.
“Merak etme, odanı almayacağım.”
Çocuğu rahatlatmak için konuşmuştum. Tam bunu düşünürken...
“Gerçekten mi? Çok rahat görünüyorsun ahjussi. Ölmek mi istiyorsun?”
Arkamı dönüp kimin konuştuğuna bakmama gerek yoktu.
Lee Jihye, lacivert bir kılıcı elinde çevirip duruyordu. Özellikler açısından, Yoo Joonghyuk ve Toprak Sahibi İttifakı’ndan olanlar dışında Lee Jihye’ye denk kimse yoktu.
Lee Jihye beni dikkatle süzdü ve konuştu.
“Ahjussinin ölmesini istemem. Az önce Usta’ya karşı oldukça etkileyiciydin.”
“Merak etme, ölmeyeceğim. Oda bulamasam da ölmeyeceğim.”
Bu doğruydu. Bir oda bulamazsam illa ki ölecek değildim. Bu istasyonda, bunun mümkün olduğunu kanıtlayan imkânsız biri vardı. Sadece üç gün önce olmuştu.
Lee Jihye’nin gözleri kısıldı.
“Ahjussi, şu an ne söylediğinin farkında mısın?”
“Evet.”
“Ahjussi, sen güçlü müsün? Usta kadar güçlü?”
Tam o sırada Yoo Joonghyuk, Lee Jihye’nin arkasında belirdi.
“Kes ve odana dön.”
“Ah… tamam, Usta.”
Lee Jihye itaatkâr bir şekilde uzaklaştı ve Yoo Joonghyuk bana döndü.
“Canavarlarla savaşacak mısın?”
Omuz silktim.
“Öleceksin. Dört yoldaşın da ölecek.”
“Göreceğiz.”
Yoo Joonghyuk, bana bakarken gözlerinde çözemediğim bir duygu belirdi, sonra arkasını dönüp uzaklaştı. Bilgi Okuyucunun Bakış Açısını kullanmadım. Duygular her zaman kelimelerle ifade edilemezdi.
[Üçüncü senaryonun etkinleştirilmesine 20 dakika kaldı.]
Merdivenlerden aşağı inen insanların ayak sesleri duyuldu. Lee Hyunsung, Lee Gilyoung ve Yoo Sangah… yüzlerindeki karanlık ifadeye bakılırsa sonuç beklediğim gibiydi. Yoo Sangah kasvetli bir ifadeyle ağzını açtı.
“Hiç…oda yoktu.”
“Sorun değil. Asıl, Heewon-ssi nerede?”
“Yukarıda pazarlık yapmaya çalışıyor.”
Bu sözlerin hemen ardından Jung Heewon korkunç bir çığlıkla aşağı atladı.
“Dokja-ssi. Yukarıda ne döndüğünü biliyor musun? Hiç―”
“Haracı bir anda yükselttiler, değil mi?”
“Eh… çoktan biliyor muydun?”
Tahmin edilebilirdi. Yirmi dakika içinde oda bulamazlarsa kiracılar ölecekti.
Böyle bir durumda oda sahiplerin haracı artırmak için fırsatı kaçırmaması kadar doğal bir şey yoktu. “Dokja-ssi, sen bir şey bulabildin mi?”
“Hayır, bulamadım.”
“Ah...”
Yüzlerini tek tek inceledim. Sonunda seçim yapma zamanı gelmişti.
“İki yolum var.”
Bu sözleri duyan ekip üyelerinin gözleri parladı. Fakat yöntemlerim muhtemelen beklentilerini boşa çıkaracaktı.
“Birinci yol, hepimizin kolayca hayatta kalmasını sağlar.”
Jung Heewon’un gözleri kısıldı.
“Genelde ikinci yol iyi olur… peki diğeri ne?”
“İkinci yol çok zor. Büyük ihtimalle aramızdan birileri ölecek.”
“Ee… bu olamaz. O zaman ben birinci yolu seçiyorum.”
“Peki ya siz?”
İlk yanıt veren Lee Hyunsung oldu.
“Herkes yaşayabilecekse birinci yol daha iyi olur.” Lee Gilyoung da başını salladı. Sadece Yoo Sangah tereddüt etti.
“...Ne olduğunu duyabilir miyim?”
Başımı salladım ve onları merdivenlerden yukarı, 4. aktarma hattına doğru götürdüm.
“İlk yol bu.”
Ekip üyeleri işaret ettiğim yere doğru baktı. Beş kişiden oluşan bir kadın-erkek grubu, korkuyla titriyordu.
[Yeşil Bölge 5/5]
“Bulundukları odada tam beş kişilik yer var. Ayrıca bireysel yetenekleri o kadar yüksek değil. Açıkçası, beşimiz…”
“Bekle, Dokja-ssi―”
“Evet, onları öldürüp odalarını alacağız.”
Sakin sesim karşısında titremeleri daha da arttı. Jung Heewon’un derinden yaralanmış bir ifade takındı.
“…Bu yöntemi bilmeyen mi var?”
“Hyung öyle diyorsa, yapabilirim.”
İlk konuşan Lee Gilyoung oldu.
“Korkmuyorum. Yapacağım.”
“Hayır, Gilyoung!”
Yoo Sangah, Lee Gilyoung’un omzunu tutup durdurdu. Ben ise özellikle kayıtsızmışım gibi davrandım.
“Onlar da bu odayı almak için birilerini öldürmüştür. Açıkçası, bunu yapamazsak ilerideki senaryoların üstesinden gelemeyiz.”
“Dokja-ssi.”
Jung Heewon araya girdi. “Gumho İstasyonu’nda insan öldürdüm. İstediğim için öldürdüm ve pişman değilim. Ama…”
Jung Heewon’un yüzünde acılı bir ifade belirmişti.
“Katil oldum diye sürekli öldürmek zorunda değilim. Bir canavara dönüşmek istemiyorum.”
“…”
“…Dokja-ssi, ikinci yöntemi öğrenmek istiyorum.”
Lee Hyunsung’ın sözleri üzerine bir an gözlerimi kapadım.
“Düşüncelerinizi anlıyorum.”
Evet, bu kadarı yeterliydi.
“O hâlde ikinci yolu seçiyoruz.”
Ekip üyelerinin yüz ifadeleri bir nebze olsun aydınlandı. Aslında en başından beri ikinci yöntemi kullanacaktım. Öldürmek hayatta kalmanın kolay bir yoluydu ama kolay yolu seçersem asla takımyıldızlarının dikkatini çekemezdim.
Fakat ikinci yöntem ciddi bir kararlılık gerektiriyordu. Sadece benden değil, herkesten. Bu yüzden onların kararlılığını sınamam gerekiyordu. Bu insanların gerçekten ne düşündüğünü bilmeliydim. Jung Heewon güldü.
“...Ben de öyle düşünmüştüm. Madem ikinci yolu seçecektik, niye bu kadar konuştun?”
“Sizi sınamaya çalışmıyordum. Hangi seçimi yaparsanız yapın, saygı duyardım.”
Tedirgin gözlerle bana bakan Lee Gilyoung’un başını okşadım. Yoo Sangah iç çekip konuştu.
“Dokja-ssi gerçekten insanlarla uğraşmayı seviyorsun.”
“İyi biri olmadığım için özür dilerim.”
“Peki ikinci yöntem nedir?”
“Bu yöntemle kimseyi öldürmemiz gerekmeyecek. Ama gerçekten çok zor.”
Sözlerimin ağırlığı karşısında ekip üyelerinin ifadeleri kararlı bir hal aldı.
“İkinci yolu seçerseniz, ne olursa olsun talimatlarıma koşulsuz uymanızı istiyorum. Mantıklı gelmese bile bana güvenmelisiniz. Bir kişi bile bana güvenmezse—”
“…”
“Hepimiz ölürüz.”
Birisi yutkundu. Ekip üyeleri neredeyse aynı anda başlarını salladı. Bu sırada Lee Hyunsung konuştu.
“Dokja-ssi’ye inanıyorum. Buraya kadar Dokja-ssi sayesinde hayatta kaldım.”
[Üçüncü senaryonun başlamasına 5 dakika kaldı.]
“Öyleyse beni takip edin.”
Ekip üyeleriyle birlikte 3. hat boyunca ilerledim. Kırılmış güvenlik kapısından geçip Euljiro-3’e uzanan tünelin girişinde durduk.
Karanlık tünelin içinde parlayan bir ‘kırmızı bölge’ gördüm. Muhtemelen canavarlar oradan ortaya çıkacaktı. Ardından 3. hattı süpürerek yukarı, yer üstüne doğru çıkacaklardı.
Lee Hyunsung gergin bir sesle sordu, “…O zaman canavarlarla burada mı savaşacağız?”
“Hayır, savaşmayacağız. Burada savaşmaya kalkarsak ölürüz.”
Yeşil bölge olmadan bu korkunç yaratıklara karşı koyup şafağa kadar hayatta kalmak imkânsızdı. Bu kez Jung Heewon konuştu, “…O zaman Dongdae bölgesine doğru mu koşacağız?”
“O da işe yaramaz. Senaryo aktifleştiği anda Chungmuro’dan çıkarsak otomatik olarak ölürüz.“
“Öyleyse…”
“Bu operasyonun paylaşılması gerekiyor. Lee Hyunsung-ssi, Yoo Sangah-ssi ve Jung Heewon-ssi. Canavarlar ortaya çıkar çıkmaz, geldikleri yöne doğru dümdüz koşun.”
“…Huh?”
“Anladınız mı? Sadece onlara doğru koşun. Onlarla karşılaşmadan hemen önce mutlaka sol duvara bakın. O zaman ne demek istediğimi anlayacaksınız.”
Ne dediğimi anlamadıkları yüzlerinden belliydi ama açıklayacak zaman kalmamıştı.
“Sadece bana güvenin, yoksa ölürsünüz. Sol duvara bakmayı sakın unutmayın.”
“Anladım Dokja-ssi.” Ne demek istediğimi ilk kavrayan Yoo Sangah gibi görünüyordu ve hemen cevap verdi.
Yerden bir taş aldım ve tünele doğru fırlattım. Taş bir şeye çarpıp kıvılcım saçtıktan sonra yere düştü.
Bunu gören Lee Hyunsung ve Jung Heewon da ne demek istediğimi anlamış gibi başlarını salladılar.
“Peki ya sen Dokja-ssi?”
“Ben de Gilyoung’la başka bir yol bulacağım.”
Bu yöntem, ekip üyelerim bana gerçekten güvenmedikçe işe yaramazdı. Kim, sağduyuya tamamen aykırı bir şekilde, canavarlara doğru intihar saldırısı yaparmış gibi koşardı ki?
Geriye kalan tek şey onların kararlılığıydı.
[Üçüncü ana senaryo etkinleştirildi.]
Euljiro-3’e giden tüneli kapatan bariyer ortadan kayboldu.
“Koşun!”
Bağırır bağırmaz üçü de koşmaya başladı.
Grrrr!
Kırmızı bölgeden canavarlar ortaya çıkmaya başladı. Çoğunlukla 9. seviye yer sıçanlarıydı. Ardından orta sırayı, 9.seviyenin orta sınıf yeraltı türü olan ‘groll’ lar doldurdu.
Kuuuoooh!
Siyah yelesi olan, ayı şeklinde bir canavar. Alnındaki keskin boynuzlar son derece tehditkârdı.
Biriyle başa çıkmak nispeten kolaydı. Sorun sayıdaydı. O kalabalık sürü artık “grup” bile sayılmazdı. O dalgayla çarpışırsak kesinlikle ölürdük.
Lee Hyunsung ilk groll ile karşılaştığı anda bağırdım,
“Şimdi!”
Duvarın üzerinde parıldayan yeşil karoları ilk fark eden Yoo Sangah oldu.
“Ah—!”
Aydınlanma anlıktı. Yoo Sangah’ın eli duvara değer değmez duvar parlak bir ışık yayıldı.
[Birisi Chungmuro İstasyonu’nun gizli işlevini etkinleştirdi.]
[Gizli bölge ‘Cesurların Sığınağı’ tetiklendi!]
[Yeşil Bölge 1/3]
Çevik Jung Heewon hemen arkasındaki duvara dokundu.
[Yeşil Bölge 2/3]
Ancak Lee Hyunsung zamanlamayı kaçırdı. Bunun sebebi yer sıçanlarının Hyunsung’un kalkanına yapışmasıydı.
“Hyunsung-ssi! Tut!”
Lee Hyunsung, Yoo Sangah’ın ona fırlattığı ‘ipi’ yakaladı. İki kadının gücü sayesinde Lee Hyunsung havaya savruldu ve duvara ulaştı.
[Yeşil Bölge 3/3]
Güzel.
Grrrrrrr!
Canavarlar onlara bakıyordu ama bir kez yeşil bölgeye girdiklerinde artık saldırmaları mümkün değildi.
“Dokja-ssi!”
Yoo Sangah bana seslendi fakat arkama dönmek için vaktim yoktu. Lee Gilyoung’u sırtıma almış çoktan koşmaya başlamıştım.
「...Üçüncü ana senaryoda, duvarlarda gizlenmiş birkaç yeşil bölge bulunur. Bunlar yalnızca belirli bir duvara temas edildiğinde etkinleşir ve senaryo başlamadan önce görünmezler… Düşününce, aslında konsepti ‘oda’ olarak sananlar yalnızca insanlardı...」
Hayatta Kalma Yolları’na göre Yoo Joonghyuk, sayısız regresyon döngüsü boyunca Chungmuro’da gizli yeşil bölgeler keşfetmişti. 3. hat peronunda da böyle iki gizli bölge vardı.
Kiiiiit!
Peşimden koşan birkaç yer sıçanı uyluğuma dişlerini geçirdi. Dayanıklılığım yüksek olduğu için acı büyük olmasa da bu küçük ısırıklar birikirse tehlikeli olabilirdi.
Kuwack!
Sırtımda duran Lee Gilyoung, elindeki küt silahla birkaç yer sıçanını savurdu. Ama sayı çok fazlaydı. Üstelik grollar da hızlıydı.
Birkaç metre ileride, bir çocuk bana dehşet dolu gözlerle bakıyordu.
[Yeşil Bölge 1/1]
Korkakça olsa da bir anlığına kolay yolu seçmeyi düşündüm.
[Hahahaha! Bu durum eğlenceli. O halde tıpkı dün olduğu gibi, bir ceza mı olsa?]
Dokkaebi konuştu ve ardından sistem mesajları geldi.
[Bir senaryo cezası eklendi!]
[Bazı mevcut yeşil bölgeler devre dışı bırakılacaktır.]
“H-Hayır! Uhak, aaaaaah!”
Çığlıklar Chungmuro İstasyonu boyunca yankılandı. En yakındaki çığlık, o çocuktan geliyordu. Kwajijijik!
“Aaaaack!”
Yeşil bölge kaybolur kaybolmaz, çocuğun küçük bedeni yer sıçanları tarafından paramparça edildi.
Çocuğun ölümü bana birkaç saniye kazandırmıştı, o sayede geçide doğru koşabildim. Ancak kırık tel kapının ötesinden gelen canavarlar yolu kapatıyordu.
Lee Gilyoung’u arkama sakladım ve Kırılmaz İnanç’ı çıkardım. En Saf Kılıç Gücü’nün kılıcı, üzerimize doğru gelen canavarları hızla geri püskürttü.
Ama sayı hiç azalmıyordu. Bu canavarlarla şafağa kadar dövüşüp hayatta kalan Yoo Joonghyuk tam anlamıyla bir canavardı. Tüm jetonlarımı statlara çevirsem bile bunun benim için mümkün olup olmayacağından emin değildim.
Tam o anda Lee Gilyoung konuştu.
“Hyung, şey…”
“Şimdi konuşma. Meşgulüm.”
“Beni burada bırakabilirsin.”
“…Ne?”
“Gerçekten anlamıyorum. Neden bana, Hyunsung hyunga ve noonalara yardım ediyorsun?
“Tek başına olsan… çok daha iyi hayatta kalabilirsin.”
Ölecek olmasına rağmen bu kadar sakin konuşabiliyordu. Belki de bu çocuğun ruhu çoktan ölmüştü.
“Evet, haklısın.” Bir yer sıçanı daha kafası kesilerek yere düştü.
“Tek başına yaşamak, tek başına yemek, tek başına hayatta kalmak… rahat. Ama…”
Neden böyle davranıyordum ki? Biri sorsa doğru düzgün bir açıklama yapamazdım. Yine de bir şeyi net olarak söyleyebilirdim.
“O şekilde ilerleyip mahvolan bir roman biliyorum.” “Huh?”
Her seferinde düşündüğüm şey buydu: Ben bir ana karakter değildim. Bir kahraman ya da bir kurtarıcı olamazdım. Ama…
Lee Gilyoung’un gözleri titriyordu. Onu tekrar sırtıma aldım ve konuştum.
“Sıkı tutun.”
Lee Gilyoung’un ölmesine izin vermeyecektim. En azından… bugün değil. Çeviri: Sansanson Son Kontrol: Hono
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.