“Dokuzuncu vazgeçen mi? Böyle bir niteliği ilk kez duyuyorum.”
“Ş-Şey… bunun sebebi, biz ‘Kâhinler’in ilk kez ortaya çıkıyor olması.”
Şuna bak nasıl da bahane uyduruyor. Biraz takılasım geldi.
“Garip. Madem gerçekten vahiy aldın, neden ‘vazgeçen’ yerine ‘vahiyci’ değilsin? Bu isim ne alaka?“
“Ş-Şey… vahiy… hayır, vahiy kitabı…”
Lee Sungkook kekelemeye başladı. Yalan Tespiti’nden kaçmaya çalışmasını izlemek oldukça keyifliydi. Ne kadar dürüst olabileceğini merak ediyordum.
Lee Sungkook sonunda gözlerini kapattı.
“Vahiy Kitabı’nı okurken… yarım bıraktım!”
“Yarım mı bıraktın? Neden hepsini okumadın?”
“Vahiy Kitabı’nın içeriği çok zordu, çok geniş ve derin…”
“O zaman okumayı bırakan dokuzuncu kişi sensin?”
“Evet…“
“Bunun bana pek bir faydası olacağını sanmıyorum.”
“H-Hayır! Size kesinlikle yardımcı olabilirim!”
Şaşkına dönmüş Lee Sungkook, huzursuzca telefonunu açıp kapatırken anlamsız sözler gevelemeye devam etti.
“Neden sürekli o telefona bakıp duruyorsun?”
“Ö-Özür dilerim. Ben… telefon bağımlısıyım da…”
Diğer ‘vazgeçen’lerden tavsiye almaya çalışıyordu. Ama buna izin vermeyecektim.
“İnternete mi giriyorsun?”
“E-Evet, doğru. Bu, münzevinin yeteneği…”
Lee Sungkook’un sözleri üzerine bakışlarımı Han Donghoon’a çevirdim. Hipnoz altındaki çocuk, bomboş gözlerle tırnaklarını koparırcasına yemekle meşguldü.
Güçlü bilgi manipülasyonu yeteneğine sahip Gölge Münzevilerin Kralı.
Bu çocuğu Kâhinlerin kontrol etmesine izin veremezdim.
Kâhinler hikâyeye bu şekilde dâhil olmaya devam ederse, orijinal roman tamamen bozulur, kurduğum tüm planlar da boşa giderdi. Her şey kontrolden çıkmadan önce bu adamları durdurmam gerekiyordu.
“Diğer Kâhinlerin de ‘vazgeçen’ niteliği var mı?”
“…Evet.”
“Toplam kaç kişi?”
“Şey…”
Lee Sungkook bir an tereddüt etti, sonra ağzını açtı.
“Bildiğim kadarıyla 48 kişi var.”
48 kişi mi? Düşündüğümden azdı.
İlk bölümün 1,200, 10. Bölümünse 120 okunma aldığı düşünülürse, en az 100 kişi olacağını düşünmüştüm.
Lee Sungkook’un sözleri merakımı giderdi.
“Başlangıçta daha fazla Kâhin olduğundan eminim ama çoğunun ilk senaryoyu geçemediğini tahmin ediyorum.”
“Geleceği bilmelerine rağmen öldüler mi?”
“Ş-şey… vahiyleri almıştık ama bunun ‘gerçek’ bir vahiy olduğunu ancak yakın zamanda fark ettik.”
Şimdi biraz daha anlam kazanıyordu.
Muhtemelen senaryonun başında, on yıl önce serileşmeye başlamış bir romanın gerçeğe dönüşeceğini düşünen çok az okuyucu vardı. Büyük ihtimalle hemen hatırlayamamışlardı.
Lee Sungkook’un hayatta kalmış olması biraz garip gelmişti. Üstelik bu adam, okumayı bırakan dokuzuncu kişiydi; yani hikâyeyi erken bir aşamada bırakmıştı.
Peki o hâlde nasıl hayatta kalmıştı?
“Şans eseri metrodan sağ kurtulabildim. Yakınımda başka bir kâhin olmasaydı, kesin ölürdüm.”
Onunla aynı yerde bulunan başka bir kâhin mi?
“Bu—”
Lee Sungkook konuşmak üzereyken, zemin hafifçe sarsıldı. Ses Yalıtımı’na rağmen titreşim çadıra kadar ulaştı.
Lee Sungkook’la aynı anda çadırdan dışarı fırladık.
Güm!
Başta ani bir yan senaryo olduğunu sandım ama değildi.
Sarsıntının merkezinde iki kişi duruyordu. Karşı karşıya gelmiş bir adam ve bir kadın.
Adamı tanımıyordum ama diğeri…
“Yan karakter bile değilken… bana bulaşmaya nasıl cüret edersin?”
“Ne saçmalıyorsun sen, köpek kılıklı herif.”
…Tahmin edileceği üzere, Jung Heewon’du.
“Ne? Köpek mi…? Seni kaltak!”
Adam sırtından son derece büyük bir halka kılıç çekti. Genel seviyesi Jung Heewon’la aşağı yukarı aynıydı.
Ama bu yeterli değildi.
Jung Heewon’un hareketleri, aynı sınıftaki enkarnasyonların çok ötesindeydi.
Adam saldırıya geçtiği anda, Jung Heewon’un kılıcı hafifçe kıpırdadı.
[Karakter ‘Jung Heewon’, Mikazuki Munechika’nın özel seçeneği ‘Ölüm Tanrısının Ayak Sesleri’ni etkinleştirdi…]
“Jung Heewon!”
Jung Heewon, adamın başını koparmak üzereyken kılıcını durdurdu.
Adamın boynundaki tüyler diken diken olmuştu. Arada muazzam bir hız farkı vardı. Müdahale etmeseydim, adam çoktan ölmüş olurdu.
Şaşkına dönmüş Lee Sungkook haykırdı.
“Jung Minseob! Ne yapıyorsun sen?”
Lee Sungkook’un yüzündeki şaşkınlığı gördüğüm anda durumu anladım.
[Özel yetenek Karakter Listesi etkinleştirildi.]
Ardından beklediğim mesaj belirdi.
[Bu kişinin bilgileri Karakter Listesi’nde okunamıyor.]
[Bu kişi Karakter Listesi’nde kayıtlı değil.]
Doğru. O da bir Kâhindi.
Bir süre sonra, başka bir kâhin dizlerinin üzerine çökmüş hâlde önümdeydi; Lee Sungkook da yanında duruyordu.
“Özür dilerim, arkadaşım hiçbir şey bilmiyordu… Hey, çabuk özür dile!”
Yanında oturan adam bana doğru eğildi.
“…Özür dilerim.”
Lee Sungkook’un aksine, oldukça gururlu biriydi; yüzündeki öfkeyi tamamen silememişti.
Jung Heewon’a dönüp konuştum.
“Jung Heewon, sana pervasız davranmamanı söylemiştim.”
“Ama başlatan oydu…!”
“Jung Heewon!”
Jung Heewon ilk kez şaşkın bir ifade takındı.
“…Özür dilerim, Yoo Joonghyuk-nim.”
Jung Heewon başını eğdi ve arkasını dönüp gitti. Lee Hyunsung da garip bir ifadeyle onu takip etti. Jung Heewon’un durup dururken birine kılıç çekecek biri olmadığını biliyordum.
Ancak mevcut durumda harekete geçmek tehlikeliydi.
Diğer adam bana baktı ve sordu.
“Siz gerçekten Yoo Joonghyuk-nim misiniz?”
“Evet. Sen de kâhin misin?”
“…Evet.”
Yüzünde karmaşık bir ifade vardı. Bakışlarını benimle Jung Heewon ve Lee Hyunsung arasında gezdirdi. Ardından Lee Sungkook’a bakıp konuştu.
“Affedersiniz, Yoo Joonghyuk-nim. Özür dilerim ama sizi kısa bir süreliğine yalnız bırakmam gerekecek. Sungkook, gel bir dakika konuşalım.”
Lee Sungkook beni selamlarken adam çadırdan çıktı.
“Uzun süre beklemem.”
“Tabii!”
Gerçek Yoo Joonghyuk olsaydı asla bunu söylrmezdi.Ama onların konuşmasına izin vermemin bir sebebi vardı. Lee Sungkook çadırdan çıkar çıkmaz, hemen Bihyung’u çağırdım.
‘Hey, Bihyung.’
[Ne var? Ortalık yeni şenleniyordu…]
‘İşitme güçlendirmesi, 2.000 jeton.’
[… …]
Bihyung alışmıştı artık. Üç saniye bile geçmeden bir reklam belirdi.
[2.000 jeton harcandı.]
[Özel yetenek ‘İşitme Güçlendirmesi’ edinildi.]
Bihyung uyardı.
[Hey, dördüncü senaryodan itibaren dikkatli ol. Bu çapta bir senaryo için orta düzey dokkaebiler de yetkilidir…]
Ses Yalıtımı ile kaplı çadırdan dışarı çıktım. Kısa süre sonra sesler duyulmaya başladı. Sandığım kadar uzakta değillerdi.
“Hey, sence de biraz tuhaf değil mi?”
“Ne demek istiyorsun?”
“Bu sence yakışıklı bir yüz mü?”
“Durduk yere ne saçmalıyorsun…?”
“Yazar Yoo Joonghyuk’un yakışıklı olduğunu söylemişti.”
Şu piç? Neyse ki Lee Sungkook konuyu kapattı.
“Yazarın zevkleri farklı olabilir… Ama o kesinlikle Yoo Joonghyuk. Aynı pis mizacı var.”
“Sen sadece ‘Dokuzuncu’sun, ne bilirsin ki... “
“Ve uzun zaman geçtiğinden neredeyse hiçbir şey hatırlamadığını söyledin!”
“Hafıza Güçlendirme yeteneğim olduğu için hatırlamakta hiçbir sorun yaşamıyorum. Ben olmasaydım belki de hayatta olmazdın…”
Sesleri gittikçe yaklaşıyordu.
“Ne kadar bakarsam bakayım tuhaf geliyor. Lee Hyunsung’u geçtim, o deli kadın kim? Hatırladığım kadarıyla üçüncü regresyonda öyle biri yoktu.”
“O zaman kontrol et. Gerçekten Yoo Joonghyuk mu bak.”
“…Ya gerçekten oysa?”
“Plana göre hareket ederiz. Yoo Joonghyuk’u yanımıza çekebilirsek, 50. Bölüme kadar okuyanlarla başa çıkabiliriz.”
Oldukça iyi bilgiler geliyordu.
Yorumlarda başkahramanla alay edip onu aptal yerine koyan bu insanlar, kendi hayatları söz konusu olduğunda son derece dikkatsizdi.
Lee Sungkook ile adam iyice yaklaşmıştı.
“Uzun süre beklettiğimiz için özür dileriz. İçeri geçelim.”
Tekrar çadıra girdik.
“Yoo Joonghyuk-nim. Az önceki saygısızlığım için özür dilerim. Sizi yeniden selamlıyorum. Ben Jung Minseob.”
Adam gülümsedi ve eğildi.
Jung Heewon’dan dayak yemiş olmasına rağmen, bu adamın eşyaları oldukça iyiydi. Özellikle, kullanıcının yüzünü ve görünüşünü serbestçe değiştirmesini sağlayan Kaçak Maskesi dikkat çekiciydi.
Lafı dolandırmadım.
“Peki sen nerede bıraktın?”
Jung Minseob, Lee Sungkook’a sert bir bakış attı. Gözleriyle bir şey anlatmaya çalışıyor gibiydi.
“…1.089. vazgeçenim.”
1.089.
1.200. bölümün görüntülenme sayısının 1, 10. Bölümünse 120 olduğu düşünülürse, bu adam oldukça geç bırakmıştı.
Belki de ilk senaryoda Lee Sungkook’u kurtaran kişi buydu.
“Vahiy Kitabı’nı okumuş bir kâhin olarak, Yoo Joonghyuk-nim’le tanışmaktan memnuniyet ve onur duyuyorum. Ancak Yoo Joonghyuk-nim… Özür dilerim ama size birkaç soru sorabilir miyim?”
Bu adamları düzgünce kandırabilmek için birkaç noktayı aklımda tutmam gerekiyordu.
“Hatırladığım kadarıyla, üçüncü regresyonda Sanrı Şeytanı Kim Namwoon’u yoldaşınız olarak yanınıza almıştınız. Ama yanında yanınızda Kim Namwoon yerine garip bir kadın var.”
“…”
“Lee Jihye olduğunu sanmıştım ama ergenlik çağında gibi görünmüyor. Ayrıca ona farklı bir isimle seslendiğinizi de duydum.”
Hafızası ve gözlem yeteneği oldukça iyiydi.
Jung Minseob’un dediği gibi, bu dünya benim bildiğim üçüncü tura göre fazlasıyla değişmişti.
Şimdi yapmam gereken, bu değişmiş dünyayı mümkün olduğunca kendi zevkime göre şekillendirmekti.
“Sanrı Şeytanı’nı neden yanımda olmadığını soruyorsan, cevabı basit. Bu turda Sanrı Şeytanı yok.”
“…Ha? Yok mu? Yoksa… öldü mü?”
“Evet.”
Yüzleri şaşkınlıktan kaskatı kesildi. Minseop, inanamıyormuş gibi sordu.
“Hayır ama… Nasıl? Kim Namwoon’u kim öldürdü?”
“Sanrı Şeytanı Kim Namwoon…”
Bu kâhinin ağızları yavaş yavaş aralanıyordu.
Artık son darbeyi indirme zamanıydı.
“Senin gibi bir Kâhinin ellerinde öldü.”
Çeviri: Sansanson Son Kontrol: Hono
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.