Yukarı Çık




50   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   52 

           
51.Bölüm: 11.Kısım – Kâhinler Gecesi (2)


   “Bizim gibi bir Kâhin mi?”

   “Evet. Başta onun bir kâhin olduğunu fark etmemiştim. Ama şimdi öyleymiş gibi görünüyor. O da sizin gibi geleceği biliyordu.”

   “…Sonra?”

   “Görünüşe bakılırsa sizden çok daha fazlasını biliyor. Sanrı Şeytanı’nı öldürdü ve başlangıçtaki gizli senaryoları silip süpürdü. Onun yüzden planlarım altüst oldu.”

   “B-Böyle biri mi var…?”

Elbette vardı. Hem de tam karşınızda.

   “Hatta beni taklit ediyor gibi görünüyor. Onunla son karşılaştığımda ölümün eşiğindeydi ama muhtemelen hâlâ Chungmuro civarında faaliyet gösteriyor.”

   [Takımyıldızı ‘Gizemli Entrikacı’, küstahlığına hayran kaldı.]

   “…Chungmuro? Yoksa…?”

Minseop’un gözleri şaşkınlıkla açıldı, Seongguk gibi o da hızla telefonunu çıkarıp hararetle yazmaya başladı. Muhtemelen diğer kâhinleri bilgilendiriyordu.

Jung Minseob bana birkaç soru daha sordu; ben de kısa kısa cevapladım.

   “Demek öyle! Ah… o zaman üçüncü regresyon değişmiş… Siz gerçekten Yoo Joonghyuk-nim’siniz.”

Jung Minseob derinden etkilenmişti.

   “Bu yüzden Sanrı Şeytanı yerine o kızı yanınıza aldınız. Kim Namwoon’un yerini doldurabilecek kadar güçlü görünüyor. Beni tek darbede alt etti…”

En etkili araç, kendi kendilerini yanlış anlamalarıydı.

 Bir an düşündükten sonra Minseop tekrar konuştu.

   “Ama Yoo Joonghyuk-nim’in anlattıklarını dinleyince, Sanrı Şeytan’ını kimin öldürdüğünü az çok tahmin ediyor gibiyim.”

   “…Biliyor musun?”

   “Evet. Söylemeden önce bilmeniz gereken başka bir şey var. Biz Kâhinlerin hepsi aynı tarafta değiliz.”

Bunu duymayı bekliyordum. Geleceği bilen 48 kişi varsa, mutlaka ters düşenler de olurdu.

   “Kendilerine On İki Havari diyenler var. Gerçek vahyi yalnızca kendilerinin okuduğuna ve bu dünyayı değiştirebileceklerine inanıyorlar.”

On iki kişi.

Bu sayı, Hayatta Kalma Yolları’nın 50. Bölüme kadar okuyanların sayısıyla birebir örtüşüyordu.

   “Peki onları sizden ayıran ne?”

   “Onlar… vahyi bizden daha fazla okudular.“

Haklıydım.

   “Şu anda bilinen 11 havari var. Yoo Joonghyuk-nim’in karşılaştığı Kâhin, muhtemelen son ve kimliği bilinmeyen havari.”

Yaratıcı insanlardı; senaryonun içine atıldıklarında uyum sağlamışlardı.

Bu yanlış anlama işime geliyordu.

…Ama bir dakika. Yanlış anlama mı?

Düşününce, 50. Bölüme kadar okuyan o 12 kişiden biri bendim.

   “Havarilerden hoşlanmıyorsunuz anlaşılan.”

   “Dürüst olmak gerekirse… evet. Bizden farklı olarak, Vahiy Kitabı’nı kullanıp bu dünyayı fethetmeyi planlıyorlar.”

…Neden vicdanım sızladı?

   “Yoo Joonghyuk’a yardım edip dünyanın yıkımını durdurmaktan ziyade, kendi çıkarlarını kovalıyorlar. Onlar 10 Kötü gibiler.”

   “10 Kötü…”

   “Bu yüzden sizden rica ediyoruz. Lütfen bize liderlik edin. Onları durdurun.”

Anlıyorum. Asıl amaçları buydu.

Dürüst olmak gerekirse biraz şaşırmıştım. Kâhinler arasındaki iç çekişme yüzünden bana ihtiyaç duyacaklarını hiç düşünmemiştim.

Bir süre düşündükten sonra ağzımı açtım.

   “Peki. Kabul ediyorum. İttifak kuracağım.”

   “G-Gerçekten mi?”

   “Ancak bir şartım var.”

Lee Sungkook ile Jung Minseob’un yüzleri gerildi.

   “Önce, Changsin İstasyonu’nu bana verin.”

   “Ha? Changsin İstasyonu…”

   “Dongmyo’nun hemen üstündeki istasyon. Zaten ele geçirmediniz mi?”

   “Ah… o zaman Chungmuro’nun hedef istasyonu…”

Jung Minseob bir şeyler biliyor gibiydi.

Aslında bu ittifakın en kritik noktası buydu.
Bayrak Mücadelesi senaryosunda ele geçirmem gereken hedef Changsin İstasyonu’ydu. Orayı alamazsam, Kralın Yolu’nu sonuna kadar yürüsem bile dördüncü senaryoyu tamamlayamazdım.

Dördüncü senaryoyu tamamlayamazsam, ben ve grubum otomatik olarak ölürdük.

Bu arada Lee Sungkook’un yüz ifadesi tuhaftı.

   “Affedersiniz, Yoo Joonghyuk-nim. Gerçekten üzgünüm ama… bu biraz zor.”

   “Neden?”

   “Changsin İstasyonu’nun sahibi bizim grubumuzdan değil.”

   “Sizden değil mi?”

Bu hiç mantıklı değildi. Changsin, Dongmyo’nun hemen yanındaydı. Seongguk içini çekti ve açıkladı.

   “‘Tiran Kral’ orayı ele geçirdi.”

Tiran Kral. Kanım dondu.

   “… Şimdiden kral mı oldu?”

Seul’ün Yedi Kralı’ndan biri, Tiran Kral.

Bu noktada Yoo Joonghyuk ile kıyaslanabilecek ender insanlardan biriydi.

 Bir kral olarak serpilmesi için birkaç gün geçmesi gerekmez miydi? Dobong İstasyonu’ndan başlayan adamın bu kadar kısa sürede buraya kadar ilerlemesi…

Ne kadar düşünürsem düşüneyim, mantıklı gelmiyordu.

Lee Sungkook bakışımı fark etti ve gözlerini kaçırdı.

   “Aslında… bazı kâhinler birkaç hata yaptık ve onun gücü birden yükseldi. Kâhinlerden bazıları bu süreçte öldü… O zamanlar Kâhinlerin sayısı 53’tü.”

Bir anda güvenilirlikleri dibe vurdu.

Düşününce, ben bile romanın başlarını yardımsız doğru düzgün hatırlayamıyordum. Neden bu insanların başarılı olacağını sanmıştım ki?

   “A-Ama çok da endişelenmeyin. Tiran Kral’ı ortadan kaldırmak için güçlü bir silah hazırlıyoruz. Sadece Tiran Kral için değil… On İki Havari’ye karşı da kullanılacak bir silah.”

Jung Minseob da başını sallayarak onayladı.

   “Joonghyuk-nim, henüz bilmiyor olabilirsiniz. Bunu, Vahiy Kitabı’nın özellikle zor bir bölümünden öğrendik...”

Hayır. Artık her şey açıktı. Bu malları kendi hallerine bırakamazdım. Hikâyeyi tamamen mahvetmeden önce bunlara bir son vermem gerekiyordu.

   “Ah, doğru ya. Er ya da geç o silahı görme fırsatınız olacak.”

   “Silahı görme fırsatı mı?”

   “Yarın, On İki Havari hariç tutulmak üzere, Kâhinler Gecesi düzenlenecek. E-Eğer sakıncası yoksa…”

Jung Minseob’un istekli bakışları bana çevrildi.

   “Yoo Joonghyuk-nim, bizimle gelmenizi istiyoruz.”

         * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * 

Konuşmanın ardından Jung Heewon, Lee Hyunsung ve ben, Lee Sungkook’un ayarladığı konaklama yerine geçtik. Chungmuro İstasyonu’nun bayrağına baktım.

Öğleden sonra, Dongdaemun İstasyonu ile Cheonggu İstasyonu’nun devri nedeniyle bayrağım ‘lacivert’ e dönmüştü.

   [Lacivert bayrağın ayrıcalıklarını kullandın.]

   [Bundan sonra grup üyeleriyle ‘grup sohbeti’ni kullanabilirsin.]

Artık konuşmalar konusunda endişelenmemize gerek yoktu. Grup sohbeti, başka bir grup üyesi aynı bölgede olmadığı sürece dinlenemezdi.

Bugün olanları kısaca anlattım. Jung Heewon durumu kabaca kavradı ama Lee Hyunsung şaşkınlığını gizleyemedi.

   — Aman Tanrım… Bu inanılmaz. Geleceğin bir kısmını biliyorlar… yani Dokja-ssi, bu yüzden mi Yoo Joonghyuk gibi davranıyorsun?

   — Evet.

   — Of… O zaman şimdilik burada kalmalıyız. Onlar hakkında daha fazla bilgi toplamamız gerek…

   — Hayır.

   — Ha?

   — Bugün onlarla ilgileneceğim.

Jung Heewon’a dönüp konuştum.

   — Üzgünüm, Jung Heewon-ssi.

   — Sorun değil… sadece biraz canım sıkıldı.

   — …

   — Şaka yapıyorum.

Jung Heewon gülümsedi.

   — Dokja-ssi şu an mafya babası rolünü oynamıyor musun zaten? Madem üzgünsün, bırak da az önceki pislikle ben ilgileneyim.

Sonra gülümseyerek ekledi:

   — O zaman bu gece sıcak geçecek, ha?

   — S-Sıcak mı…?

Lee Hyunsung, Jung Heewon’un şakasından epey irkilmişti. Başımı salladım.

   — Önce halletmem gereken bir iş var.

   — İş mi?

Konuşmamı bitirirken küçük bir pelerin çıkardım. Bir anda siluetim kayboldu ve Lee Hyunsung şaşkınlıkla seslendi.

   — E-eh? Dokja-ssi?

   — İşaret verdiğimde harekete geçin.

Bu, 3.000 jetona satın alınmış altın üyelik ayrıcalığı eşyası ‘Münzevinin Pelerini’ydi. Beş kullanımlık bir eşya ama etkinleştirildiğinde 20 dakika boyunca mutlak gizlilik sağlıyordu.

Elbette Mutlak Algı’sı Sv.6 ve üzeri olanlara karşı işe yaramazdı ama burada öyle yeteneklere sahip kimse yoktu.

Karanlığın içine karıştım.

Uykulu nöbetçilerin yanından geçip Han Donghoon’un çadırına ulaştım. Çadırın etrafında Ses yalıtımı olduğundan içeri girince birinin beni duymasından endişe etmiyordum.

Çadırı dikkatlice açtım ve klavye başında tek başına oturan bir çocuk gördüm. Göz altı morlukları sabahkinden bile koyuydu. Tek başına yorum yazan, yalnız bir çocuk.

Kâhinler bu çocuğu tükenmiş bir makineye çevirmişti. Gerçekle kurguyu harmanlayan bilgiler saçarak geleceği manipüle eden bir propaganda makinesine. Şu an büyük bir etkisi yoktu ama zaman geçtikçe bu çocuğun değeri artacaktı.

Sessizce arkasından yaklaşıp ağzını kapattım.

Han Donghoon irkildi, çırpındı ama Seviye 10 güçle karşı koyması imkânsızdı. Cebime uzanıp, Münzevinin Pelerini’yle birlikte satın aldığım Zihinsel Uyanış İlacını çıkardım. Tam 3.000 jetondu.

Pişman olmadım desem yalan olurdu ama Gölgelerin Münzevi Kralını 3.000 jetona elde edebileceksem, bu kârlı bir takastı.

Uyarıcıyı verdikten bir süre sonra Han Donghoon’un gözleri değişti. Hipnoz etkisi gevşedi ve çocuğun aklı yavaş yavaş geri gelmeye başladı.

   “U-Uh… sen…“

Hipnoz, her şeyi unutmak demek değildi. Bu çocuğun kafasında her türden travma dönüp duruyordu. Hipnoz çözülür çözülmez, sponsoru da belli ölçüde müdahale etmeye başladı.

   [Karakter ‘Han Donghoon’nın arkasındaki sponsor kendini gösterdi.]

   [Takımyıldızı ‘Perdenin Ardındaki Gölge’, sana teşekkür etti.]

   [500 jeton sponsor olundu.]

Han Donghoon, elinde bayrakla geri çekildi. Bayrağa dikkatle baktım ve bilerek bir adım geri çekildim.

   “Endişelenme. Bayrağı almaya gelmedim.”

   “Uh… u-uh…”

   “Akıllısın, hemen anlaman gerekir. Sana zarar vermek isteseydim hipnozu çözmezdim.”

   “O-o zaman…”

   “Arkadaş olmak istiyorum.”

Han Donghoon’un gözleri titredi. Kafasının içindeki karmaşa yatışana kadar, bir süre bekledim. Ama Han Donghoon kolay kolay konuşmuyordu.
Şimdi düşününce, bu çocuğun gerçekten de büyük bir sosyal anksiyetesi vardı.

— Sesli söylemekte zorlanıyor musun? Sakıncası yoksa böyle de konuşabiliriz.

Han Donghoon, ellerinde tuttuğu telefona baktı ve bir şeyler mırıldanmaya başladı.

   [‘Han Donghoon’ karakteri akıllı telefonun üzerinde ‘Geniş Alan İnterneti Sv.5’i kullandı.]

   [‘Han Donghoon’un bilinci kesintiye uğramadığı sürece, ‘Seul Kubbesi’ içinde her yerde internete erişebilirsin.]

Bir süre sonra, mesajlaşma uygulamasında Han Donghoon’un adı belirdi.

   — Kimsin sen?

   — Seni arıyordum.

   — Lee Sungkook da aynısını söyledi.

   — Biliyorum.

   — Ben…

Çocuğun titreyen parmakları daha fazla cümle yazamadı. İçgüdüsel olarak anladım. Şu anda bu çocuğu ikna etmek imkânsızdı. On günü aşkın süredir biriken yaraları, kolayca iyileşemeyecek kadar iltihaplanmıştı.

   — Seni anlıyorum. Korkuyorsun ve kafan karışık.

    [Karakter ‘Han Donghoon’, büyük ölçüde sarsıldı.]

   — Beni güldürme.

   — Ben onlardan farklıyım.

   — Sana inanmıyorum.

   — Kâhinlerden nefret etmiyor musun?

Han Donghoon’un gözleri titredi. Hipnozun bıraktığı derin köklü nefret, çocuğun bakışlarını doldurdu.

   — İzin verirsen, onlardan kurtulabilirim.

   — …Neden? Sen de bir Kâhinsin…

   — Onlar var olmamalı. İstediğim Epiloğu mahvedecekler.

Han Donghoon, anlamayan gözlerle bana baktı ve klavyesine dokundu.

   — Benden… ne istiyorsun? Sonuçta sen de yeteneklerimi kullanacaksın.

Başımı kaldırdım ve yavaşça ağzımı açtım.

   — Hayır, tam tersi.

Bunu yüksek sesle söylerken gözlerimi Han Donghoon’un gözlerine diktim.

   “Hiçbir şey yapmak zorunda değilsin.”

       * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * 

   “Artık o pisliklerin zamanı doldu. Yarın her şey sona erecek.”

   “Ah… Bu iş bittikten sonra bir şişe soju içeceğim.”

   “Evet. Az önce o herifin gözlerini gördün mü?

 Bilge’nin Gözü’yle bana dik dik baktı, neredeyse kalpten gidiyordum.”

   “Haha, daha önsözde bırakmış bir adam Bilge’nin Gözü’nü nereden biliyor?”

Neşeli sesler… O kadar keyifliydi ki dinlemeye devam edesim geldi.

   “Hey, diğer kâhinler hâlâ şüpheleniyor… Onları nasıl ikna edeceğim? Chungmuro’ya gitmem için dırdır edip duruyorlar…”

   “Telefonunu ver, ben konuşurum. Nasıl olsa… ha?”

Jung Minseob klavyeyle uğraşırken yüzü bir anda gerildi.

   “İnternet neden birden gitti?”

   “O velet yine mi uyudu? Git bir bak.”

Jung Minseob çadırdan çıkmak üzereyken bedeni bir şeye çarptı. Elini uzattığı anda...

   “N-Ne bu…?”

Çiiiiing!

   “Aaaagh!”

Jung Minseob çığlık atarak yere yığıldı. Hasır Örtüyü çıkardım ve İnanç Kılıcını tuttum.

   “Y-Yoo Joonghyuk? Nasıl olur?”

Şaşkına dönen Lee Sungkook sendeledi. O sırada Jung Heewon çadırın dışından başını uzattı.

   “Bazılarıyla ilgilendim ama çok fazlalar… Uzun süre dayanamayacağım.”

Jung Heewon kayboldu ve dışarıdan çatışma sesleri gelmeye başladı. Artık muhafızlar akın edecekti.

   “B-Bunu yaparsan ne olacağını bilmiyor musun? Yoo Joonghyuk, hepimizle baş edemezsin!”

   “Hepinizle uğraşmama gerek yok. Sadece seninle ilgilenmem yeterli.”

Bu söz Lee Sungkook’un dudaklarını titretti.

   “Üzgünüm Yoo Joonghyuk ama buna izin vereme—”

Kudududuk!

Eter kılıcını yerde yatan Jung Minseob’a doğru hafifçe savurdum ve üzerindeki zırhı kestim.

   “Aaaack!”

Zırhı yırtılırken cebinden küçük bir kumaş parçası düştü. Sersemlemiş haldeyken düşen kumaş parçasını aldım.

   [Dongmyo Grubu’nun bayrağını kazandın.]

   [Lacivert bayrağın, biriken başarıları emdi.]

   [Lacivert bayrağın kahverengi bayrağa evrildi.]

   [Güçlü bir bayrak seni koruyor.]

   “Dongmyo’nun gerçek temsilcisi sensin.”

   “N-Nasıl…?”

   “Ne kadar aptal olursanız olun, bayrağı bu kadar açık sergilemezdiniz.”

En başından beri Han Donghoon’u liderleri olarak göstermeleri tuhaf gelmişti. Geleceği biliyorlardı; bu durumda, hikâyedeki sıradan bir karaktere liderliği devretmeleri için hiçbir sebep yoktu.

Ama Lee Sungkook da temsilci değildi.

Geriye tek bir cevap kalıyordu.

   [Dongmyo Grubu’nun kalan üyeleri kararınızı bekliyor.]

Artık muhafızların hiçbir anlamı yoktu. Umutsuzluğa kapılan Jung Minseob kekeledi.

   “Y-Yoo Joonghyuk! Diğer kâhinler bunu öğrenirse…”

   “İnternet yokken nasıl öğrenecekler?”

Lee Sungkook, tüm planlarının çöktüğünü fark edip haykırdı.

   “Neden… neden bize bunu yapıyorsun?”

   “Bakalım… Ne boş bir soru. ‘Gerçek Yoo Joonghyuk’ olsaydım bile sizin gibi aşağılıklarla ittifak kurmazdım.”

   “Y-Yoksa…?”

Bembeyaz kesilen ikiliye sırıtıp güldüm.

“Sonuna kadar okusaydınız ya.”







*Webtoon’daki istasyon haritası




Çeviri: Sansanson
Son Kontrol: Hono

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

50   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   52