Bölüm 3: Nankör “Burası, bu küçük dağın ıssız gizemli zirvesi. Bu ayrıca Ölümsüz Gök’ün yuvası.” Şeytani Lort’un göz kapakları düştü, tiksintiyle baktı ve herhangi bir ilgiden yoksundu. “Ne kadar harika!” Şeytani Lort’un sözlerindeki küçümsemeye karşı açıkça oralı olmamıştı. Sesi tapınmayla titrerken söyledi: “O cennetin altında bir numaraya layık tarikat. O son derece görkemli!” Konuşurken, yüzü heyecanlı hale geldi. Büyük dağ kapısının karşısında çılgınca bağırdı*: “Ölümsüz Gök, ben geldim!”(*Doğru mu uydurdum ki? ‘Facing the huge mountain gate he madly hurried out’) Şeytani Lort’un ağzının kenarları gerildi*, ama hemen yüzünde bir oyun izleyen biri gibi bir ifade gösterdi.(*’The corners of the Demon Lord’s mouth pulled’ aslında ama ‘ağzının köşeleri çelikdi’ demek pek doğru durmuyor Türkçe’de.) “Dur!” “Ölümsüz Gök’te böyle bir ses çıkarmaya* kim cesaret ediyor, yaşamaktan mı yorulmuş?”(*’make’ demiş ama ‘ses yapmak’ kulağa iyi gelmiyor, ‘ses çıkarmak daha uygun geldi) Sesi takip ederek, azametli dağ kapısından aşırı bir hızla Chu Mo’nun önüne koşan on sekiz ya da on dokuz yaşlarındaki ikili atıldı. Küçümser biçimde, gururlu yüzleriyle ona baktılar ve gözlerinde derin bir iğrenme hissi taşıyorlardı. Chu Mo şaşırdı. Hemen özür diledi ve ellerini birleştirerek selamladı: “İki usta büyük kardeş merhaba. Küçük kardeşiniz… Ben ustalara saygılarımı sunmak ve sanatları öğrenmek için geldim*.(*’returning’ demiş ama ‘geri dönmek’ mantıklı gelmedi, başka bir uygun anlam da bulamadım açıkçası. Bu yüzden ‘gelmek’ olarak uyurdum.) “Kim senin usta büyük kardeşinmiş? Küçük bir dilenci geldi!” “Ustalarla sanatları öğrenmek için mi geldin? Sen mi?” Sade bakışına rağmen, kaşları derin bir gurur taşıyordu. Chu Mo’ya küçümsemeyle baktı ve alay etti: “Küçük dilenci, yanlış yere geldin!” Diğer genç kişinin kaşlarını çatıldı: “Neden onunla kelimeleri boşa harcıyorsun? Yoluna gitsin.* Bağırmak ve tartışmak için zahmet etme. Eğer ustalar görürse azarlanacağız.”(*Hyundai olmasa çeviremeyecektim. Bkz: ‘Drive your way’) Konuşurken genç kişi Chu Mo’ya baktı ve soğukça: “Neye bakıyorsun kokuşmuş dilenci? Burası senin bulunabileceğin bir yer değil, hemen bas git!” dedi. Şeytani Lort, uzaktan, sıradan bir genç haline gelmiş Cho Mo’un görünüşüne baktı. Küçük bir memnuniyetle kendi kendine gülümsedi. Hafifçe başını salladı, gizlice* düşündü: “Chu Mo, ah Chu Mo, bu sadece başlangıç!”(*’darkly’ demiş amma, ‘kötücül’ anlamında falan da olabilir yani…) Ünlü ve büyük bir tarikat, girmenin bu kadar kolay olduğunu mu düşünüyorsun? Bu usta katı gerçeği* kullandı ve sana söyledi, ünlü ve büyük tarikatların içinde… orada kesinlikle iyi insanlar yoktur.(*’solid truth’ nedir yahu?) “Küçük dilenci?” Chu Mo küçük bir şaşkınlıkla bu iki genç arkadaşa baktı. O sadece tozuyup savrulmuş gibi hissetti*, ama kıyafetleri hala iyi durumdaydı.(*Evet, yine uydurdum -_-II ) Affalladı. Onun kalbindeki Ölümsüz Gök… böyle olamazdı. Chu Mo bilinçaltında Şeytani Lort’tan tarafa göz attı. Gel gör ki, Şeytani Lort kafasını kaldırmış ve gökyüzüne bakıyordu. O, sanki içlerinde çıplak periler yaşıyormuş gibi saf beyaz bulutlara bakakalmıştı. Chu Mo iki insana baktı. Bir seçeneği olmaksızın, bir parça mağdur hissetti, koyu siyahı* çekti, el büyüklüğündeki ahşap madalyonu göğsünden çıkardı ve söylendi: “Bende Yedinci Büyük’ün yadigarı var. Ben gerçekten ustalara saygılarımı sunmaya ve sanatları öğrenmeye geldim!”(*İlk bölümde, siyah bir deriyle kendini sardığından bahsediyordu, ‘deep black’ derken onu kast ediyor diye düşündüm. Yazarın siyah kıyafet fetişi mi vardır nedir?) Tüteyen öfkeyle, delikanlıyı almak ve dışarıya atmak üzere hazırlanan iki kişi hazırlıklarını* durdurdu.(*”track” kelimesini hazırlık olarak çeviren bir ben varımdır belki de…) Onlar Chu Mo’nun elindeki ahşap madalyona baktılar ve gözleri çılgın* bir ışıkla birden parladı.(*”frantic” sözcüğü, anladığım kadarıyla -öfke, umutsuzluk gibi- olumsuz duygular neticesinde ortaya çıkan bir çılgınlık durumunu belirtmek için kullanılıyor.) Ölümsüz Gök’ün üyeleri olarak nasıl Büyük Madalyonu’nu tanımayabilirlerdi? Sıradan görünen genç ani bir konum değişimine sahipti. Büyüleyici bir gülümseme göstererek: “Küçük kardeşim aslında bir Ölümsüz Gök Madalyonu'na sahip. Neden daha önce söylemedin? Ben neredeyse bizden biri olduğunu fark edemeyecektim.” “Bir dakika bekle, senin için bir bildiri yapacağım!” O döndü ve Chu Mo’nun cevabını beklemeksizin dağın içine doğru koştu. Diğer Ölümsüz Gök öğrencisinin tepkisi bir (kalp) atış(ı) daha geç oldu. Onun yüzünde sinirli bir ifade ortaya çıktı, onaylanma hissi (ellerinden) kapılıp gitmişti. O, delikanlıyla yakınlaşmak istemişti, ama o ifadesinden kurtulamadı. O sadece beceriksizce orada dikilebildi. Kısa bir süre sonra, ortalama görünen Ölümsüz Gök öğrencisi koşarak döndü. Chu Mo’ya baktı ve hoş bir ifadeyle: “Küçük kardeş benimle gel. Büyük seni görmek istiyor!” Diğer öğrencinin gözlerinde kıskanç bir ifade belirdi. Beraberinde bir Büyük Madalyonu olan kimselere eşlik eden kişilerin on tanesinden sekiz ya da dokuzu iç tarikat üyesi olabiliyordu, onlar Büyük’ün öğrencisiyle yakın bile olabilirlerdi. Bu ne tür onurlu bir konum? Eğer o dış tarikat öğrencileri iç tarikata nakledilebilirse, o zaman onlar meteorik bir yükselişe sahip olur. Ancak, ne yazık ki, bu tür düşünceler kendi dostu tarafından (ellerinden) kapılıp gitmişti. Chu Mo başını salladı. Gizlice düşündü: Dedem beni aldatmamış gibi görünüyor. Yedinci Büyük gerçekten eski yakınlıklarını hatırlayan biriymiş. Emsalinin arkasından takip ederek dağa ilerledi. Onlar aynı görünmese bile, iki Ölümsüz Gök öğrencisinden kim onu engellemek ister? Chu Mo Ölümsüz Gök öğrencisini takip etti ve büyüklüğü karşılaştırılamayacak bir halk meydanına hızla vardılar. Neredeyse meydanın sonunu göremezdiniz ve çevresi binlerce fitti*.(* “feet”, 1fit = 30,48cm) Üstünde birçok çeşit eğitim ekipmanı vardı ve gelişim yapan sayısız genç bulunuyordu. Chu Mo merakla etrafa baktı. Kalbinde gizlice düşündü: Daha sonra onlardan biri olacağım. Chu Mo ve Şeytani Lort, meydanın başındaki geniş bir saray salonuna varmadan önce, hızla, öğrenciyi takip etti. Chu Mo kafasını kaldırdı ve onlarca adım yukarı baktı. Oranın üstünde birçok insan dikiliyordu. Oranın ortasında, herkes orta yaşlı bir adamın etrafında toplanmıştı. Orta yaşlı adamın beyaz bir yüzü vardı ve sakalı yoktu. O son derece kibar bakıyordu, ama derin bir ifadesi vardı, çok vakur* görünüyordu.(*Burada “solemn” sözcüğü kullanılmış. Böyle, kutsiyet atfeden bir manası da var anladığım kadarıyla.) Öğrenci, Chu Mo’yu orta yaşlı adama getirdi ve saygılı bir biçimde ona söyledi: “Bu Yedinci Büyük!” Chu Mo aceleyle ahşap madalyonu çıkardı ve onu iki eliyle saygıyla sundu. Diz çöküp söyledi: “Ben Chu Mo, Fan Wudi’nin torunu. Yedinci Büyük’ün yadigarını getirdim ve Ölümsüz Gök’e geldim. Ustalara saygılarımı sunmayı ve sanatları öğrenmeyi diliyorum!” Bu sözler ona dedesi tarafından geçirilmişti. Merdivenlerin üzerinde, o saygın orta yaşlı adamın kaşları kırıştı ve söyledi: “Hatırayı al ve bana ver.” Onun tarafından biri indi ve Chu Mo’nun ellerinden madalyonu aldı, sonra orta yaşlı adama verdi. O orta yaşlı adam, Ölümsüz Gök’ün en genç büyüğüydü… Yedinci Büyük Zhao Hongzhi. Chu Mo’yu gözleriyle süpürürken ifadesi derinleşti. Henüz zihninde sadece bir düşünce vardı: Bu olay başkası tarafından bilinemez! Aksi takdirde, orada sonsuz sorun olacak! Sadece o bilmiyordu, bu küçük şey… o zamanlar ne olduğunu biliyor muydu? Sonra başını kaldırdı. Chu Mo’ya bakıp derince söyledi: Doğru, bu madalyon… gerçek!” Chu Mo’nun yüzü hemen mutlulukla parladı. O her zaman Yedinci Büyük’ün bu gerçek madalyonu tanımamasından endişelenmişti. Şimdi bu endişeleri boşuna görünüyordu. O düşündü, Ölümsüz Gök ne tür bir yer? Ne tür karakterleri barındırıyordu? Onların dediği doğru mu? Ama Yedinci Büyük’ün sözleri Chu Mo’yu şaşırttı. “Ancak… senin meridyenlerin tıkalı, ortalama birinin vasat yeteneğine sahipsin, yetişim tamamen olanaksız. Ölümsüz Gök olarak, ben yapamam…” “Çünkü sen sıradan bir gençsin, denizden önce nehre tapınmalı!*”(*İngilizce çevirmeni, bunun manasının, koyulmuş bir kuralın değiştirilemeyeceği olduğunu, dolayısıyla Chu Mo’nun hiçbir şekilde tarikata giremeyeceğini falan yazmış. Ama deyimle alakasını anlayabilmiş değilim şahsen…) Yedinci Büyük’ün haklı ve dürüst bir ifadesi vardı. O sakince Chu Mo’ya baktı: “O zaman deden ve ben bir geçmişe sahip olsak ve iyi bir ilişkimiz olsa da.” “Ancak, bu kişisel bir konu!” “Ben Ölümsüz Gök’ün bir büyüğüyüm. Sadece özel bir meselem için bir çöpü nasıl yapabilirim*?”(*Cümlenin fiili yoktu. ‘yapabilirim’ diye yazıverdim ama neyi yapabileceğini bilmiyorum, yazmıyor :P) “Bu tür şeyleri, ben yapamam!” Yedinci Büyük konuşur konuşmaz, yanındaki insanlar saygılı bir biçimde selamladılar. Uzaktaki öğrencilerden, onların konuşmasını kim duysa, Yedinci Büyük’e bakarken yüzlerinde bir bile hayranlık gösterdiler. Yedinci Büyük’ün yanında duran yaşlı adamlardan biri gülümsedi ve başını salladı: “Yedinci Büyük gerçekten dürüst ve tarafsız! Gerçekten saygıdeğer!” “Aslında bu çocuk oldukça zarif. İzin ver kalsın ve bir çaycı çocuk olsun… bu mümkün!” Yedinci Büyük başını salladı ve söyledi: “Yardımcı Zhang, bu sözler hatalı. Ölümsüz Gök dünyanın bir numaralı tarikatı! Onun çaycı çocuk olabileceğini söyleme. Ölümlü dünyaya dönenlerin hepsi, dünyayı her yönden sarsan heybetli kahramanlardır.*” “Eğer kalmasına izin verirsem ve gelecekte o, ölümlü dünyaya dönerse, o zaman Ölümsüz Gök’ten bir parça çöp ortaya çıkmış olur…” “Bu, Ölümsüz Gök’ün binlerce yılda inşa ettiği itibarını lekeleyecektir. Böylece… günah işlemiş olmayacak mıyım?” Yaşlı yardımcı sözleri duydu ve başını salladı ve hayranlıkla söyledi: “Sen her şeyi düşünen Yedinci Büyük’sün. Görünen o ki… ben biraz eksiğim.” Chu Mo’nun yüzüne gergin bir gülümseme takıldı. O tamamen bir aptal gibi hissetti ve o anlamsız bir şekilde merdivenlerin altında durdu, birkaç insanın yukarıda beraber şakalaşmasına baktı. O, tüm meydandaki, gözün alabildiği binlerce fitlik alandaki tüm bakışlar onun üzerindeymiş gibi hissetti. “Benim… benim yeteneklerim sıradan? Meridyenlerim tıkalı? Yetişim yapmam olanaksız?” Chu Mo geveledi: “Ama, ama dedem, benim bir yetiştirme dahisi olduğumu söylemişti…” “O hala itiraz etmeye cesaret ediyor!” Yedinci Büyük merdivenlerin üzerinde durdu. Chu Mo’ya kibirle yüksekten baktı, şiddetle azarladı: “Senin neren Ölümsüz Gök’ün bir üyesi olabilir? Buradaki herkesin kör olduğunu mu düşündün? Bir dahi ya da sıradan olduğunu göremeyiz mi? Gencin, herkesin önünde yalan söylemeye cesareti var! Açıkçası onun ahlakı yetersiz! Deden için utanç duyuyorum!” Yedinci Büyük yüksek bir sesle azarladı. Bu basitçe tüm meydan boyunca yayıldı ve neredeyse herkes duydu. Bu defa, Chu Mo gerçekten tüm gözlerin onun üzerinde olduğunu hissetti. Çeşitli alay sesleri her taraftan yükseldi. “Bu herif Yedinci Büyük’ün madalyonunu almış ve onun öğrencisi olmayı mı denemiş? Ve o meridyenleri tıkalı bir parça çöp mü? Beyni de meridyenleri gibi tıkalı mı?” “Onun neresi Ölümsüz Gök’ün öğrencisi olabilir? Bu tür bir çöpü nasıl kabul edebiliriz?” “O bir aslanın yüreğine sahip, sinirleri çelikten, ama biraz geç anlıyor!” “Günümüzde her türlü insan var. Sıradan insanlar, onların hepsi böylesine cahil ve küstah!” “Yedinci Büyük’ün niyeti açık. O namuslu ve açık sözlü. O gerçekten bizim modelimiz!” “Eğer (öyle) olmasa, o nasıl Ölümsüz Gök’ün en genç büyüğü olabilir?” Herkes, her yönde tartışıyordu. Hepsi Chu Mo’nun kulaklarının içine aktarıldı. On üç yaşındaki çocuğun yüzü soldu. O ne yapacağını bilemeden orada dikildi. O kendini savundu*: “Ben, ben neredeyse çoktan Yuan Kapanışı’nın** içine kırdım…”(*Burada “justified” kelimesi kullanılmış, ‘gerekçe’ manasına geliyormuş kendisi. “be” fiili ekleyerek ‘haklı çıkartma” anlamında da kullanılabiliyormuş ama bu cümlede bir türlü oturmayınca, ben de yakınsama yapıp ‘savundu’ deyiverdim.)(**Buradaysa iki noktaya değineyim; İlki, İngilizce çevirmeni, Yuan Kapanışı’nın özel bir gelişim noktası olduğunu ve ileride açıklanacağından bahsetmiş.İkincisi ise, ‘Kapanış’ olarak çevirdiğim “Closure” kelimesini ileride duruma göre değiştirebilirim. Çünkü ileride işlerin nasıl bir hâl alacağını ben de bilmiyorum.) “Çocuk, bu arada hala aptalca sözler söylemeye cesaret mi ediyorsun? Ve bu yetenekle… yalanlar başka bir seviyeye ulaştı. Kim bilir büyüklerin senin bedenin için ilaçlara ne kadar para israf ettiler! Ve sen yetenekli olduğunu mu düşünüyorsun?” (dedi) Yedinci Büyük’ün yanındaki yirmili yaşlardaki bir adam. Küçümseyen bir bakışla, tükürdü ve Chu Mo’yu küçümsedi. Yedinci Elder hafifçe iç çekti ve yanındaki, Ölümsüz Gök’ün Sekizinci Büyük’üne söyledi: “Bu çocuğun dedesini yıllar öncesinden tanıyorum. Zamanında bana bazı konularda yardım etti. Arkadaşlığımız için, her yıl ona bir grup, en iyi kalite Yuan Hapı gönderdim…” “Yani bu böyleydi…” Yardımcı Zhang ve de herkes anlayan bir bakış gösterdi. Yardımcı Zhang hafifçe başını salladı ve söyledi: “Bu dünyanın yaşlı neslinin hepsi böyledir. Onlar her şeyi genç neslin emrine verir. Bu çocuk, babasının yadigarını çalıp kamış olamaz mı?*(*Son cümleyi uydurdum sanırsam biraz. Pek moda-mod çevrileceğe benzemiyordu. Anlamdan bir şey kaybetmemiştir tabi.) Yedinci Büyük’ün yanındaki bir genç adam küçümsedi: “Bir şey diyemem. Belki o ve dedesi kafa kafaya verdiler* ve o bağlantısını kullanarak büyüğün onu almasını istedi!”(*normalde “ortaklık kurdular” diye çevirmem gerekiyordu ama çok saçma oluyor. Hani ‘Chuoğulları İnşaat Turizm Ticaret A.Ş’ falan mı kuruyorlar nedir yani?) “Daha fazla düşünme. Ölümsüz Gök ne tür bir yer? Nasıl kurallardan bağımsız keyfi davranmalarına izin verebiliriz?”
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.