Cheng Yan, sanki biri onu çağırıyormuş gibi hissetmişti.
“Majesteleri, lütfen uyanın…!
Kafasını döndürdü ama ses kaybolmak yerine daha da gürleşti. İşte o zaman birisinin onun elbisesinin kolunu çekiştirdiğini hissetti.
“Majesteleri, veliaht Prens!
Cheng Yan hemen gözlerini açtı. Tanıdık olan hiçbir şey görememişti- masa gitmiş, ve pos-itler bile yerinde değildi. Onun yerine tuhaf bir görünüm- Sıra sıra küçük tuğla evler, insanlarla dolu yuvarlak bir meydan ve meydanın ortasına dikilmiş kapı şeklinde bir darağacı. O ise meydanın karşısındaki yüksek bir platformda oturuyordu. Üzerinde oturduğu sandalye normalde oturduğu yumuşak sandalye değildi onun yerine soğuk ve sert demir bir sandalyeydi. Onun yanında oturan bir grup insanın bakışları ise onun üzerine dikilmişti. Bu grubun içindeki bazı kadınlar ise kovboy filmlerindeki orta çağ leydileri gibi giyinmişlerdi ve kendi aralarında kıkırdıyorlardı.
“Efendimiz lütfen yakın bir zamanda hükmünüzü bildirin.”
Bunu söyleyen kişi kollarını bayağı çekiştirdi. Yüzü yaşlıydı, ellilerinde veya atmışlarında gibi gözüküyordu ve beyaz bir elbise giyiyordu. İlk bakışta birazcık Yüzüklerin Efendisi’ndeki Galdalf’a benziyordu.
“Rüya mı görüyorum?” Cheng Yan böyle düşündüğü gibi dudaklarını yaladı. “Hüküm mü? Ne hükmü?”
Çok sürmedi öğrendi. Kare alandaki insanlar darağacına bakarken yumruklarını sallıyor ve olabildiğince bağırıyorlardı. Bazıları darağacına taş bile atıyordu.
Chen Yang böyle bir şeyi sadece antik filmlerdeki ölüm sahnelerinde görmüştü. Darağacının sütunları yerden dört metre yükseklikteydi. İki sütun; üzerinde paslı demir halkalar olan ve sarı kenevir ipi olan bir üstten çapraz kiriş ile bağlanmıştı. İpin bir ucu darağacına bağlanmıştı ve diğer ucu ise şuçlunun boğazına.
Bu tuhaf rüyada, fark etti ki görüşü inanılmaz derecede iyi. Normalde bilgisayardaki yazıları okumak için bile gözlük kullanırdı ama şimdi gözlüksüz beş metre ilerideki darağacının her inçini net bir şekilde görebiliyordu.
Suçlu asılmıştı ve elleri arkadan bağlanmıştı. Üzerindeki yırtık pırtık elbise parçalara ayrılmak üzereydi. Tığ gibi olmuştu- Vücudunun açıkta kalan tek parçası - sanki kıstırılarak kırılabilir gibiydi. Kadın olduğunu ortaya çıkaran, hafifçe şişkin göğsüydü. Soğuk rüzgarda korkunç bir şekilde titredi, yine de gözle görülür bir şekilde düz duruşunu korumak için çok çalışıyordu. Vücudunun açıkta kalan tek parçası - sanki kıstırılarak kırılabilir gibiydi. Kadın olduğunu ortaya çıkaran tek şey ise hafifçe şişkin olan göğsüydü. Soğuk rüzgarda korkunç bir şekilde titredi ama yine de gözle görülür bir şekilde dik duruşunu korumak için çok çalışıyordu.
“Pekala o zaman” Cheng Yan kendi kendine düşündü. “Bu kadın ne suç işledi de insanlar onun hemen idam edilmesini istiyorlar?”
Beynini yorarken birden anılar beynine akın ettiler ve bu düşünceler onun bu sorusunu cevapladı. Ve bunların hepsi neredeyse aynı anda oldu ve Chen Yang durumu farkına vardı.
O bir “cadı” idi.
Cadılar şeytan tarafından yozlaştırılmış ve pisliğin teki olan yaratıklardı.
“Majesteleri?” Gandalf ihtiyatla dürttü.
Cheng Yan yaşlı adama baktı. Ahhh, onun adı aslında Barov idi Gandalf değil. Ekonomi Bakanıydı ve hükümet işlerinde bana yardım etmeye yollanmıştı.
Bana gelirsek; Roland’da GriKale adlı krallığın 4. Prensiydim ve kıyı kasabası denen bu yerin sorumluluğu bendeydi. Cadıyı bulan yerli biriydi ve cadıyı yakaladığı gibi sorgulanması için polis istasyonuna getirmişti- hayır adalet konseyine . Sorgulanmak mı? Hayır hayır. Ona kendini savunma hakkı bile verilmemişti. Normalde bir cadının idamına karar veren yerel efendi veya piskopos olurdu ama bu durumda bu ben oluyorum.
Hafızası her sorusuna ayrım gözetmeden cevap verdi. Sanki bu anılar kapsamlı okumasından edindiği bilgilerden ziyade kişisel deneyimlerinden kaynaklanıyordu. Bu kafasını karıştırdı. Bir rüya asla bu kadar ayrıntılı olamazdı, öyleyse bu bir rüya değil mi? Orta çağ Avrupa'sının karanlık çağlarına kadar zamanda geri gitmiş ve suçlu olmuş olabilir miydi? Ben de aşağılık bir ressamdan ağırbaşlı bir prense mi dönüştüm?
Gerçi bu toprak parçası çorak ve geri kalmış gibi görünüyordu ve ben "GriKale Krallığı" adını hiçbir tarih kitabında görmemiştim.
Pekala, şimdi ne yapmalıyım?
Sanırım bilimsel olarak zamanda yolculuk gibi imkansız bir şeyi düşünmeyi bir kenara bırakmalıyım. Şimdi bu sirke bir son vermeliyim. Medeniyet öncesi zamanlarda felaketler ve talihsizlikler bu zavallı cadılara yorulurdu ama Cheng Yan izleyicinin karanlık duygularını tatmin etmek için buna izin vermeyecekti.
Cadının elindeki resmi evrak dosyasını yakalayıp yere attıktan sonra kollarını birbirine bağlayıp baygın bir şekilde: “Yoruldum. Hüküm bundan sonraki güne ertelenmiştir. Engizisyon mahkemesi dağılmıştır!”
Cheng Yan pervasızca ve düşünmeden hareket etmemişti. Aksine prensin nasıl davranacağına dair detaylı hatıralarına dayanarak bunu bilerek yapmıştı. Roland’ın dördüncü prensi, kendi istediğine göre hareket eden bir pisliğin tekiydi. Elbette ki yirmi bilmem kaçlı bir prensin görgülü olması beklenemezdi.
Soylu kişiler buna pek şaşırmış gibi gözükmüyordu ama uzun zırhlı adam kalkıp kavga etti. “Efendimiz bu bir şaka değil! Bir cadı keşfedildiği gibi idam edilmeli. Ya diğer cadılar onu kurtarmak için gelirse? Eğer kilise bunu öğrenirse sinirlenir.”
“Carter Lannis. Bu yakışıklı adam benim baş şövalyem.” Cheng Yan somurttu ve cevap verdi: “Neden? Korktun mu?” Alaylı sözleri ağzından çok doğal bir şekilde çıkmıştı. “Kolları normal bir insanın vücudundan daha kalın olan bir adam nasıl olur da cadıların bizim hapishanemize girebileceğinden korkar? Cidden cadıların şeytanın sözcüsü olduğunu mu düşünüyorsun? Birkaç cadı daha yakalasak daha iyi olmaz mı?”
Carter sessiz kaldı. Cheng Yan özel korumalarına işaret verdi ve oradan ayrıldı. Carter korumalara yetişip prensin yanında yer alana dek birazcık buna kafa yordu. Soylular saygıyla ayağa kalktı ama gözlerinde aşağılama ve küçümse vardı.
Sınır Kasabası'nın güneyindeki kale olarak kabul edilen kaleye döndüğünde, gardiyanlarına endişeli Bakan Yardımcısı'nın girişini reddetmelerini emretti, böylece sonunda kısa bir süre de olsa dinlenebilecekti.
Normalde zamanının yüzde doksanını bilgisayar başında geçiren birine göre halkla konuşarak oldukça vakit geçirmişti. Cheng Yan yeni kazandığı hatıraları kullanarak odasına gitti ve kalp atışları yavaşlayana dek yatakta oturdu. Şu an en önemli olan şey durumu netleştirmekti. “Neden prens Kralın yanında konfor içinde değil de burada terk edilmiş kasabadaydı?”
Cevabı birdenbire hatırladı ve şaşkınlıktan dili tutuldu.
Roland Wimbledon, taht için mücadele etmek için buraya gönderilmişti.
Her şey, GriKale Kralı III.Wimbledon'un soru sorarak "Bu krallığın mirasçısı yaşa değil, yönetme yeteneğine dayanacak" dediğinde başladı. Daha sonra, yetişkin oğullarını ve kızlarını farklı bölgeleri yönetmeleri için gönderdi ve beş yıl sonra, halefinin yönetim düzeylerine göre tahta kimin geçeceğine karar verecekti.
Meritokrasi ve cinsiyet eşitliği fikirleri ilerici ve fütüristik görünse de, gerçekte uygulamak zordu. Beş çocuğun her birinin aynı derecede zorlukla yüz yüze olduğunu kim garanti edebilirdi?
Ne de olsa bu gerçek zamanlı bir strateji oyunu değildi. Yeni bilgisine göre İkinci Prens'e Sınır Kasabasından çok daha iyi bir bölge verilmişti. Aslında beşi arasında hiçbirinin Sınır Kasabası kadar kötü bir yeri yoktu ve bu yüzden onun büyük bir dezavantajı vardı.
Dahası, yönetişim seviyesinin nasıl değerlendirileceğini merak etti. Nüfusa göre mi? Askeri güç? Ekonomik durum? Wimbledon III kriterlerinden bahsetmemişti ve rekabet yöntemlerine en ufak bir kısıtlama getirmemişti. Birisi diğer adaylara gizlice suikast düzenlese ne yapardı? Kraliçe durup çocukları birbirini öldürürken oturup izler miydi? "Bekle ..." başka bir anı aklına gelmişti. "Doğru, kötü olan haber de bu zaten. Kraliçe beş yıl önce öldü.”
Cheng Yan içini çekti. Bu açıkça feodal çağın içinde barbarca ve karanlık olan bir zamandı. İnsanların cadıları pervasızca öldürmek istemeleri ona birkaç ipucu vermeye yetiyordu. Yine de, mirasçılığa ulaşmasa bile, sonsuza kadar GriKale’nin kanlı prensi olacak ve yaşadığı sürece bu diyarın Lordu olacaktı.
Peki ya kral olursam? İnternet veya modern uygarlığın diğer konforları yoktur. Yerliler gibi, yapmam gereken tek eğlenceli şey cadıları yakmak. Ve bokun herkese ve her yere atıldığı bir şehirde yaşarken, vebadan kurtulabilecek miyim?
Cheng Yan, kaotik düşüncelerini bastırdı ve yatak odası aynasına doğru yürüdü. Aynadan ona bakan adamın, kraliyet ailesinin en ayırt edici özelliği olan açık gri saçları vardı. Yüz hatları düzgün olmasına rağmen, yüzü düzgün bir şekle sahip değildi ve kraliyet havasından yoksun görünüyordu. Soluk yüzü, fiziksel egzersiz eksikliğini ortadan kaldırıyordu. Yeni hatıralarından şaraba ya da kadınlara pek düşkün olmadığını hatırladı. Kralın şehrindeyken, birkaç cinsel ilişki yaşamıştı ve hepsi de kadınların kendi rızalarıyla olmuştu. Hiç kimseyi onunla bir ilişkiye zorlamamıştı.
Ayrıca zamanda yolculuğunun olası bir nedeni de aklına geldi. Şirketinin bir projede ilerleme kaydetme aciliyeti nedeniyle, patronu onun için yorgunluktan ölmesine neden olan ve geceler boyu çalıştıran bir mesaiye zorlamıştı. Böyle bir vakanın kurbanları genellikle kodlayıcılar, makine mühendisleri ve programcılar olurdu.
"Unut gitsin, ne olursa olsun, en azından daha iyi bir yaşama sahip oldum ve bu yüzden gerçekten çok fazla şikayet etmemeliyim bence." Önümüzdeki günlerde muhtemelen bu hayata alışacağı gerçeğini anlamaya başladı, ancak şimdilik en önemli görevin Prens Roland gibi davranmak ve kimsenin gerçeği öğrenmesine izin vermemek olduğunu söyledi. Yoksa Şeytan'ın gerçek Prens Roland'a sahip olduğuna inanabilir ve onu derhal yakabilirlerdi. "Öyleyse, en önemlisi iyi bir şekilde yaşamak." Cheng Yan derin bir nefes aldı ve aynaya fısıldadı, "Bundan sonra ben Roland'ım."