Nick, düşünceli bir ifadeyle-bedeninin donma anı zihninde tekrar tekrar oynuyordu- içeri girdiğinde karşısında ağabeyini bulmayı beklemiyordu. "Geç kaldın, Nick." Nick iç çekerek omzunu saran sırt çantasının kollarından birini kavradı. "Sanki geç kalıp kalmamamla ilgileniyormuşsun gibi davranmayı keser misin?" Zack birkaç adım atıp Nick'e yaklaştı. "Ben senin ağabeyinim, Nick. Elbette ilgileniyorum-" Nick alaycı bir ifadeyle güldü. "Buna gerçekten inanıyor musun? Ağabeyim olduğuna-" Zack kaşlarını çatarak bir adım daha yaklaştı. "Sonradan pişman olacağın şeyler söyleme, Nick." "Ne gibi...Senden nefret ediyorum?" Ağabeyinin parlak buz mavisi gözlerine baktı. "Bunu zaten biliyorsun-" "Ama sen hiçbir şey bilmiyorsun." "Beni teyzemizle yalnız bırakıp gittiğini biliyorum!" Zack'in bakışları yoğunlaştı. "Gerçekten bu da nereden çıktı şimdi? Hem size her zaman para yolladım,hiçbir şeyin eksik değildi-" "Sen eksiktin." Nick bakışlarını kaçırdı. "Neden beni kendinden uzaklaştırıyorsun, tek ailem sensin..." Zack'in bakışları yumuşadı. "Sana söyledim, Nick. Hiçbir şey bilmiyorsun-" "Anlat o zaman, yanlış bir şey mi yaptım..." Nick gözlerinin dolmasını umursamadan devam etti. "Neden beni bırakıp gittin, sana en çok ihtiyacım olduğu anda... Birbirimize en çok ihtiyacımız olduğu anda, neden?" Gözyaşları parladı. "Araştırmaların senin için daha mı önemliydi, benden daha mı önemli..." Zack kardeşinin omuzlarını kavradı. Onun da gözleri parlak yaşlarla süslenmişti. "Seni bırakmak istediğimi mi düşünüyorsun... Bunun benim için ne kadar zor olduğunu bilemezsin..." "O zaman neden gittin ağabey?" "Buna mecburdum." "Neden..." Nick, ağabeyinin omzunu kavrayan kollarına uzandı. "Anlatamam..." Nick, başını Zack'in göğsüne yasladı. "Lütfen... Bir şey söyle..." "Bilmemelisin, seni korumalıyım..." Nick başını kaldırıp acıyla ağabeyine baktı. "Neyden?" Zack hafifçe tebessüm etti, parmakları kardeşinin kuzgun siyahı saçlarında dolandı. "Kendimden,Nick. Kendimden..." Bir süre sustular, daha sonra Nick ağabeyini saran kollarını çekti. "Hâlâ küçük bir çocuk olduğumu mu düşünüyorsun, bu yüzden mi anlatmıyorsun?" Zack hafifçe güldü. "Keşke öyle olsa Nick ama hayır..." Nick başını eğip arkasına döndü ve odasına gitmek için hareketlendi. "Benden nefret ettiğini söylediğinde..." Zack'in sesiyle durdu ama arkasına bakmadı. "Doğru mu söylüyordun, benden nefret mi ediyorsun..." Nick hafifçe başını çevirip göz ucuyla arkasına baktı. "Sana karşı hiç dürüst olmadım ki..." Zack kısa bir an rahatlayarak iç çekti ama sonra Nick'in sözlerini kavradı. "Sen...Neyden bahsediyorsun?" "Hiçbir şey bilmeyen bir tek ben değilim, senin de bilmediğin çok şey var ağabey." "Nick-" "Ve bana anlatmadığın sürece ben de sana anlatmayacağım." "Nick..." Nick tek kelime daha etmeden bakışlarını önünde uzanan karanlık koridora çevirdi ve Rüya Okulu'nda uyanmak üzere odasına doğru ilerledi. *** "B-Blanie!" Bayan Cath sırılsıklam bir şekilde karşısında dikilen kıza şaşkınlıkla baktı. "Ah, şükürler olsun iyisin! Beni çok korkuttun, neden bu kadar geciktin?" Kızın içeri girmesi için hafifçe çekildi. "Neden seni almak için gelen arabaya binmedin,Blanie?" Blanie başını öne eğdi, ıslanınca koyulaşan saçlarından birkaç damla süzüldü. "Sadece...Biraz yalnız kalmak istedim, Tee." Bayan Cath şefkatle kıza baktı. "Buraya gel, canım. Şu ıslak kıyafetlerden kurtul ve içini ısıtacak bir şeyler iç." Blanie içeri girerken başını kaldırıp yaşlı kadına baktı. "Ben çirkin miyim?" "N-Ne?" Bayan Cath şaşkınlıkla kızın neyi kastettiğini anlamak için dumanlı gözlerine baktı. "Biri sana çirkin olduğunu mu söyledi, Blanie?" Blanie saçlarından damlayan birkaç damla kirpiklerinde titrerken iç çekti. "Hayır ama..." Elini kaldırıp yüzündeki sentetik dokuyu okşadı. "Bunun altında ne olduğunu biliyorum, Tee." "Blanie..." Kadın nazikçe kıza uzandı ve ıslak olmasını umursamadan onu kollarıyla sardı. "Sen çok güzelsin, canım." Kızın gümüşi bir renkte parlayan ıslak saçlarını okşadı ve hafifçe onu kendisinden uzaklaştırıp koyu gözlerinin içine baktı. "Unutma, Blanie. Güzellik sadece bedene ait değildir." İşaret parmağıyla hafifçe şakağına vurdu. "Güzellik düşüncelerinde ve..." Diğer elini göğsüne götürüp kalbinin üstüne koydu. "Kalbindedir." Blanie burnunu çekerek kadına baktı. "Peki... Düşüncelerimin ve kalbimin güzel olduğunu nasıl bileceğim?" "Bunu bilemezsin, tatlım ancak hissedebilirsin. Tıpkı içinde bir şeyler yanlış olduğunda bu yanlışı kalbinde hissettiğin gibi." Blanie hafifçe tebessüm edip kadından ayrıldı. "Ben odama çıkıyorum." "Önce üzerine değiştir, Blanie. Hasta olacaksın." Blanie yavaşça başını sallayıp arkasına dönerek merdivenlere yöneldi. "Sıcak bir şeyler-" "Belki daha sonra, Tee. Şu anda tek ihtiyacım olan biraz yalnız kalmak." Bayan Cath gülümsedi. "Eğer benimle konuşmak istersen-" "Ben...Okuldan ayrılmak istiyorum, Tee. İşlemleri başlatabilirsin hem artık bir arkadaşım da var." Blanie kısa bir an Amy'i düşündü ama hayır, o gerçekten arkadaşı değildi. Blanie sadece şartları yerine getiriyordu, sonrasında ondan kurtulabilirdi. Bayan Cath şaşkınlıkla kızın arkasından baktı. "Sorun ne, Blanie?" "Benim, Tee..." Blanie, Nick'in sözleri zihninde yankılanırken dolan gözlerini kırpıştırdı. Tekrardan ağlamamak için direndi. "Bütün sorun, benim." "Savaşmayacak mısın, canım?" Blanie arkasına dönüp kadına baktı. "Savaşmadığımı mı düşünüyorsun..." Bayan Cath kıza doğru bir adım attı. "Hayır, Blanie. Sadece elinden gelenin en iyisini yapmadığını düşünüyorum." Kıza daha da yaklaştı ve bir eliyle kızın yanağını kavradı. "Sen bundan daha fazlasısın, canım. Çok daha fazlası..." "Denedim, Tee ama ben... Nerede yanlış yaptığımı bilmiyorum. Doğru olanın ne olduğunu bile bilmiyorum..." "Baban, savaşmanı isterdi. Arzuladığın şeye kavuşmanı... Sana engel olan ne, Blanie?" "Bilmiyorum, Tee..." Yanakları yaşlarla ıslanırken kadının yanağını kavrayan elini tuttu. "Korkuyorum... Kalbimdeki bu şey, bu duygu beni bitiriyor..." "Karanlığı görmeden aydınlığı bilemezsin, Blanie. Dibe bat, bat ki sonradan yüzeye çıkabilesin." "Ya çok derinlere gömülürsem, Tee. Ya karanlıkta kaybolursam?" "O zaman ışığın olup karanlığa gömülmene asla izin vermem ama dene Blanie. Hata yapmaktan, dibi görmekten korkma,canım." Blanie kollarını kadının boynuna dolayıp ona sarıldı. "Beni bırakmadığın için teşekkür ederim, Tee..." Bayan Cath içtenlikle gülümsedi. "Seni bırakmama izin vermediğin için asıl ben teşekkkür ederim, Blanie." *** Abel, soğuk zeminde doğrulduğunda arşiv odasının fildişi rengi duvarları onu karşıladı. Şaşırmış sayılmazdı, hatta tuhaf bir şekilde oldukça sakindi. Sanki içinde bir şeyler değişmişti, kabullenmişti. Jest ile olan anısı zihnine doldu, kardeşinin bedenine doladığı kollarının sıcaklığını hâlâ hissedebiliyordu. Gözleri doldu, çok uzun bir süredir bu anı bekliyordu. Kardeşi ile yüzleşmeyi... Elleriyle yüzünü örttü ve uzun süren birkaç dakika öyle kaldı. "Abel." Amy'nin yumuşak sesiyle hafifçe irkilerek yanında beliren kıza baktı. Amy'nin bakışları oğlanın yaşlarla süslenmiş parlak turkuaz gözlerinde eridi. "İyi misin?" Gülümsedi, göz ucuyla etrafına bakıp bakışlarını tekrar oğlana çevirdi. "Burası neresi, Abel?" Yavaş adımlarla oğlana yaklaştı ve ona elini uzatıp ayağa kalkamasına yardım etti. Abel bakışlarını kaçırıp derin bir nefes alırken Amy duvarlardaki altın işlemelere göz gezdiriyordu. "Burası..." Yutkundu. "Arşiv odası." Uzanıp kızın elini kavradı. "Sana bir şey göstermek istiyorum." Amy, Abel'ın sıcaklığı karşısında hafifçe ürperdi ve oğlanın parmaklarını parmaklarına dolamasına izin verdi. Geniş odada ilerlediler, düzinelerce sıralanmış, altın işlemeli metalik dolabı aşıp bir tanesinin karşısında durdular. Abel elini kızın elinden ayırmadan diğer eliyle uzanıp bir çekmeceyi açtı ve çekmecenin uzak bir köşesine iliştirilmiş küçük küp şeklindeki bir kutuyu eline aldı. Parmakları küpün metalik dokusunda gezinirken kutudan bir ses yükseldi. "Kimlik tanımlandı: Abel Rose." Amy merakla açılan küpe bakarken Abel küpü kıza uzattı. Amy derin bir nefes alıp kutunun metalik dokusunu kavradı ve kutunun zeminindeki eskimiş parçalara baktı. Kimlik kartları, eskimiş kağıt parçaları ve belgeler... Elini Abel'ın zarif elinden ayırıp en üstte duran kimlik kartına uzandı. Karta altın harflerle bir ad kazınmıştı: Daniel Saldeny Rose. Amy'nin nefesi kesildi. Bunun nedeni Abel'ın babasının ikinci ismini öğrenmesi değildi elbette. Bunun nedeni- tuhaf bir şekilde-bu ismi nerede gördüğünü hatırlamasıydı. Harfler zihninde yer değiştirdi ve sonuç onu hiç şaşırtmadı, tam da düşündüğü gibiydi. Adenlys Oers. Abel'ın kabuslarındaki o tuhaf akıl hastanesi. Abel'ın annesinin bulunduğu akıl hastanesi... Amy bu son düşünceyle irkilerek Abel'a baktı. Oğlanın bakışlarını kaçırmasıyla düşüncelerinin doğru olduğunu anladı ve elleri titrerken kartı küpün içine geri koydu. "Abel-" Amy sözünü tamamlayamadan bir sesle irkildiler, oğlan tekrar uzanıp kızın elini kavradı. "Oğlum..." Bu sefer karşılarında dikilen Bayan Rose değildi. Amy istemsizce karşısındaki adamı zihninde kimlikteki gençlik haliyle karşılaştırdı. Fotoğrafta oldukça gençti ve şimdiki haline göre daha yakışıklıydı. Beyaz dişlerini gözler önüne sererek gülümsemişti ve Amy fotoğraftaki adamın gözlerindeki sakin ifadeyi fark etmişti. Şimdi karşılarında dikilen adamda da aynı ifadeyi yakalayarak Abel'ı tutan elini sıktı. Bu ifade gerçekten ürperticiydi. Adamın mor sisle sarılmış bedeni onlara yaklaşırken Amy öne doğru bir adım atmıştı ki Abel kızı kendine doğru çekerek onu engelledi. "Benimle gel." Amy hafifçe kaşlarını çatarak oğlana baktı. "Ne? Ama-" Abel nazik bir ifadeyle tebessüm etti. "Lütfen, bana güven Amy." Amy iç çekip bileğindeki düğmelere baktı, daha sonra bakışları oğlana kaydı. "Planın ne?" O sırada Daniel'ın sisle çevrelenmiş bedeni onlara gittikçe yaklaşıyordu. Abel, Amy'i kendine doğru çekti ve ona sarıldı, gözlerini kapatıp odaklanmaya çalışırken hafifçe kızın kulağına fısıldadı. "Buradan gitmek." Amy, oğlanın bedenine dolanan kollarının sıcaklığını hissederek utançla kızardı ve tuhaf bir şekilde ona güvendi. Gözlerini kapayıp oğlanın kollarının bedenini sarmasına izin verdi. Amy içinde yükselen hafif tedirginliği bastırıp gözlerini açtığında sarmaşık duvarların arasında olmayı beklemiyordu. Abel'ın kolları hâlâ bedenine sarılıyken fısıltıyla karışık oğlana sordu. "Nasıl?" Kafasını kaldırıp Abel'ın yüzüne baktı. "Bunu nasıl yaptın, Abel?" Abel kirpikleri hafifçe titreşirken yumuşak bir ifadeyle gülümsedi. "Bilmiyorum..." Derin bir nefes verip Amy'den ayrılmayıp alnını kızın alnına dayadı. "Tek bildiğim seni görmek istediğim Amy, seninle konuşmak istediğim, seninle biraz olsun yalnız kalmak istediğim..." Amy cevap veremedi, sadece kızaran yüzüyle birkaç saniye öylece oğlana baktı sonra alnını oğlanın alnından çekip aralarına biraz mesafe koydu. Abel utanarak eliyle yüzünü örttü. "Ö-Özür dilerim...Ben... Yani demek istediğim-" Amy yüzü hâlâ alev alev yanarken anlayışlı bir ifadeyle tebessüm etti. "Sorun değil, Abel..." Abel ellerini yüzünden çekip kıza baktı. "Sana her şeyi anlatacağım ama lütfen bundan sonra rüyalarımda benimle burada biraz kal... Yani bu kabustan biraz uzaklaşalım..." "Rüyanın bitmesi için yaratıklardan kurtulmalıyız-" "Tamam, tamam oraya geri döneceğiz ama öncesinde benimle burada kal, Amy." Amy oğlanın yalvaran gözlerine baktı. "Lütfen..." Gerçekten... Kendisine böyle bakarken onu nasıl reddedebilirdi ki? İç çekerek hafifçe başını salladı ve yere oturup kafasını sarmaşık duvara yasladı. "Tamam, Abel." Sanırım onun için en azından bu kadarını yapabilirdi. Abel, yanına otururken bakışlarını oğlanın güzel yüzüne doladı. Abel'ın uzun kirpiklerinin hafifçe titreşmesini,nazikçe aralanan pembemsi dudaklarını, üzgünce parlayan turkuaz gözlerini seyrederken kalbine yayılan sıcaklığa engel olamadı. Bu sıcaklığın tamamen saf hatta anaç duygulara ait olduğunu düşünüyordu. Başka ne olabilirdi ki? "Çok küçüktüm ama bilirsin, iz bırakan şeyler unutulmaz... Her şey bir gece bağırışlara uyanmamla başladı..." Abel bakışlarını karşısındaki sarmaşık duvara dikti ve dalgın bir ifadeyle konuşmaya başladı. Amy de bedenini saran sıcaklığı engellemeye çalışarak dikkatlice onu dinledi. Abel hatırladığı her şeyi- uykuya dalmadan önce Jest'le yaptıkları konuşma dahil her şeyi- anlattığında Amy parlak bal rengi gözlerinin gözyaşlarıyla süslenmesini engelleyemeyerek uzanıp oğlana sarıldı. Abel şaşkınlıkla kalakaldı. "Başaracağını biliyordum, Abel." Abel bir hıçkırık boğazından kopup aralarında yükselirken Amy'nin nazik sarılışına karşılık verdi. "Üstesinden geleceğini..." "B-Ben... Buna çok uzun bir süre katlandım, Amy. Konuşacak kimsem yoktu, hiç kimsem..." Burnunu çekerek devam etti. "Teşekkür ederim, Amy. Beni yalnız bırakmadığın için, beni koruduğun için ve özür dilerim..." Kızın ipeksi kahve saçlarına yüzünü gömerken mırıldandı. "Sana karşı çok kötüydüm..." "Hey, bunlar geçmişte kaldı Abel." Geri çekilerek oğlanın yüzünü avuçları arasına aldı. "Artık kendin olabilirsin." Abel gözlerini kırpıştırdı. "Babam her zaman duyguların zayıflık olduğunu söylerdi ama şu an içimdeki bu şey... Bu duygu..." Amy, oğlanın yanağından süzülen bir damlayı parmağıyla kayıdırıp gülümsedi. Bu öyle içten öyle güzel bir gülümsemeydi ki Abel bir an için nefes almayı unuttu. "Bizi olduğumuz kişi yapan şey zayıflıklarımızdır, Abel. Yaralarımız, duygularımız... Bizi biz kılar, bizi farklı kılar, bizi olmayı seçtiğimiz kişi kılar..." "Duygularımı öyle çok bastırdım ki, ifadesiz maskemi öyle çok taktım ki Amy... Duygularımı unuttum, sevmeyi, gülmeyi..." Bakışları parlak bal rengi gözlere kilitlendi." Aşık olmayı... Bilmiyorum, bu duygular nasıl hissettiriyor bilemiyorum..." Amy tekrar gülümseyerek parmaklarıyla nazikçe oğlanın dudaklarının kenarlarına dokundu. Abel bu sefer kalbinin durduğuna yemin edebilirdi. "Sadece biraz yardıma ihtiyacın var..." Abel'ın dudaklarının kenarlarını hafifçe yukarı kaldırarak kıvrılmasını sağladı ve oğlanın yüzünde beliren aptal sırıtışa bakarak kıkırdadı. "O kadar da kötü görünmüyor aslında..." "Hadi ama..." Abel yüzündeki aptal sırıtışı silerek güldü ve dudaklarında takılı kalan gülümsemeyle kıza baktı. Bu, gerçekten içten bir gülümsemeydi. "İşte böyle! Hızlı öğreniyorsun..." Abel bir eliyle uzanıp Amy'nin yüzüne dökülen kestane saçları kızın kulağının arkasına ittirdi. "Çünkü harika bir öğretmenim var." Amy kalp atışları hızlanırken bakışlarını Abel'dan ayırmadı, ayıramadı. "Amy...Seninleyken her şey yoluna girmiş gibi hissediyorum, olması gerektiğinden çok daha iyiymiş gibi..." Birkaç saniye duraksadı, sonra merakla sordu." Söylesene Amy, senin hakkında ne bilmeliyim?" Amy bu beklenmedik soru karşısında şaşırarak oğlana baktı, sonra yüzü düşünceli bir ifadeye büründü. "Ne gibi?" Abel utanarak hafifçe mırıldandı. "Mesela... Mesela sen ve Nick yani siz sadece arkadaş mısınız?" Amy ürperdi. Bu soru da nereden çıkmıştı? Ama kendisini asıl ürperten şey sorunun cevabıydı. Aslında cevap belliydi, Nick ve Amy sadece iki yakın dosttu ama o zaman neden Amy bu düşünceyle hayal kırıklığına uğramıştı. Kaşları hafifçe çatıldı. Bu, zihnindeki karmaşanın bir yansımasıydı. "Dışarıdan nasıl görünüyor bilmiyorum ama Nick ve ben sadece dostuz..." Bal rengi gözleri yeni bir duyguyla parladı, anlamdıramadığı bir şeydi bu, yeni bir şey... Abel rahatlayarak kıza baktı ama gerçekten, bu rahatlama da neyin nesiydi. Abel bu düşünceyle yeni bir soru sorup zihnini işgal eden düşünceleri kovmaya çalıştı. "P-Peki başka, senin hakkında başka ne bilmeliyim?" "Pekâlâ bir düşüneyim..." Amy duraksayıp oğlana baktı." Kendi başına öğrenmeye ne dersin?" "N-Nasıl?" "Arkadaş olabiliriz." "Arkadaş mı..." Abel bu düşünceyle heyecanlandığını itiraf etmeliydi. Çünkü hayatı boyunca-elbette hayranlarını saymazsa- bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda arkadaşı olmuştu. "T-Tamam ama... Sadece rüyalarda mı?" "Ne demek istiyorsun, Abel?" "Ben sadece..." Abel derin bir nefes aldı. "Bunun sadece bir rüya olmasından korkuyorum Amy, yani bu anın gerçek olmamasından... Gerçek olmamandan... Sen, gerçeksin değil mi? Bir şekilde bunu biliyorum, hissediyorum. Benimlesin, buradasın. Zihnin burada, kalbin, ruhun,sen..." Amy bakışlarını kaçırmak istese de yapamadı. İçindeki sıcaklık kalbine aktı. "Saf duygular..." diye geçirdi içinden. Birden gözlerinin önünde Nick'in yüzü belirdi. Amy kısa bir an ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemedi. Kalbine akan sıcaklık rahatsız edici bir hâl almıştı, şimdi kalbi bu sıcaklığa bulanıp durmuş gibiydi. Bedeni Nick'in düşüncesiyle donmuş gibiydi. Sanki yanlış olan bir şeyler vardı. "Amy?" Amy Abel'ın sesiyle kendine gelerek dudaklarını yavaşça araladı, yüzünü Abel'ın yüzüne yaklaştırdı ve bir eliyle nazikçe oğlanın yanağını okşadı. Şu ana odaklandı.Biraz sonra söyleyeceği sözler zihninde yankılandı, kendine engel olabilirdi ama bunu yapmadı. "Evet...Buradayım, Abel. Bütün benliğimle yanındayım..." Gözlerini kapattı,ona bunu neden söylediğini bilmiyordu. Sadece acı içindeki bu oğlana bakınca doğru şeyi yaptığını düşünüyordu ve nedense bunu söylediği için pişmanlık da duymuyordu.Hatta bu sözler kalbine akan sıcaklığı yeniden alevlendirmiş, kalbinin tekrar hızla çarpmasını sağlamıştı. Abel kızın, yüzündeki elini kavrayıp fısıldadı. "Teşekkür ederim, Amy." Gözlerini kapattı ve Amy yüzünden elini çekerken uzanıp kızın iki elini de tuttu. "Sanırım bu rüyayı bitirmenin vakti geldi." Amy'nin gözleri hâlâ kapalıyken elleri Abel'ın zarif elleriyle buluştu, oğlanın sıcaklığı ellerinden yukarı tırmandı ve anlamdırmadığı bir şekilde kalbi tekler gibi olurken kendini arşiv odasında bulmaya hazırladı. Bedeni mor sisle çevrelenmiş adamı yenmek zor olmamıştı. Amy, Aykan taşını aktif etmiş ve Daniel Rose'a dokunarak adamın minik parçalara ayrılmasını sağlamıştı. Diğer yaratıklar ise bu rüyada karşılarına çıkmamıştı, belki de rüyada girecek beden bulamadıkları içindi. "Sevgili koruyucum." Abel, kalplerindeki ışık huzmeleri etrafı sarmadan hemen önce Amy'e bakıp içtenlikle gülümsedi. "Seni bulacağım..." Amy, kalbinden süzülen beyaz ışık yüzünde dalgalanıp hafifçe kıvrılan dudaklarındaki nazik tebessümü aydınlatırken cevap verdi. "Bekliyor olacağım." *** Nick, kulübeye girip Blanie'yle beraber dışarı çıkarken kızın soğuk tavırlarıyla gerildi. Ağaçların arasındaki gizli çukurlarına saklandılar. Blanie, bakışlarını kaçırdı ve oğlandan olabildiğince uzağa oturdu. Nick iç çekerek kıza baktı. "Bak, sorunları olan sadece sen değilsin tamam mı?" Blanie homurtuyu andıran bir sesle kollarını göğsünde kavuşturup cevap verdi. "Hadi ama, bu sadece aptal bir rüya ve sen de zihnimdeki aptal bir hayalsin." "Blanie." Nick yavaşça kıza yaklaştı. "Üzgünüm. Sadece..." Ellerini koyu saçlarına geçirip tekrar iç çekti. "Ona aşıksın değil mi?" "N-Ne?" Nick bu beklenmedik soru karşısında şaşırarak kıza baktı. "Amy'e aşıksın." "Bu doğru değil..." Nick bakışlarını kaçırıp yüzüne yayılan kızarıklığı engellemeye çalıştı. Bu da nereden çıkmıştı? "Yalan söylüyorsun." "Nerden bilebilirsin ki? Beni hiç tanımıyorsun..." Blanie dumanlı gözlerini oğlana dikti. "Sadece aptal bir hayal olsan bile... Bu canımı yakıyor, Nick. Yani bana böyle davranman..." Bakışlarını çekip kollarına dolanan tırnaklarını nazikçe tenine batırdı. "Ve seni düşündüğünden daha iyi tanıyorum..." "Sana inanmıyorum." Blanie iç çekip gözlerini kapattı ve başını çukurun yumuşak toprak dokusuna yasladı. "Genellikle gülümsemiyor, sırıtıyorsun.Sıkıntılı ya da düşünceli olduğun zamanlarda ensendeki minik saçlarla oynuyor, bazen de kaşlarını çatıp ciddileşiyorsun. Rahat bir karakterin var ama oldukça gergin olduğun zamanlar da oluyor, böyle zamanlarda gözlerinin daha koyu bir tona büründüğünü biliyorum,Amy'e bakarken bu tonun açıldığını bakışlarının kızın parlak gözlerinde eridiğini de öyle. Amy ve Dwight'a çok değer veriyorsun. Onların yanında kendin oluyorsun, onlarla içtenlikle gülüp şakalaşıyorsun ama benim yanımda... Sanki buzdan bir heykel gibisin. Duygularından arındırılmış, ruhsuz bir heykel gibi..." Nick sessizliğe bürünürken devam etti. "Söyle bana Nick, bir şey bilmeyen kim?" "Ona aşık değilim... Ben sadece duygularımdan emin değilim o kadar..." "Kendini kandırma, Nick. Beni de..." "Seni mi?" Blanie'nin solgun bakışları tekrar oğlana dolandı. "Sana aşık olduğumu göremiyor musun?" Nick bedeni kasılırken hafifçe öksürdü. "Ben sadece bir hayalim..." Blanie yavaşça oğlana yaklaştı. "Kanıtla." "Sen söyledin..." Bir eliyle uzanıp oğlanın yanağına dokundu. "Kanıtla." "Ben... Nasıl?" "Neden tereddüt ediyorsun, kanıtla Nick. Hayalsen, gerçek değilsen, zihnimin bana bir oyunuysan kanıtla. Eğer öyleysen ne istediğimi biliyorsun. Düşüncelerimi." Nick yutkunup hafifçe Blanie'ye yaklaştı. "Seni sevdiğimi söylememi istiyorsun..." Blanie ümitle oğlana baktı. Kendisine böyle davrandıktan sonra ona olan güveni ve sevgisi kırılmıştı ama bu duyguları bir anda silemezdi, görmezden gelemezdi. "Blanie..." Nick nazikçe kızın yüzüne dökülen ipeksi beyaz saçlara dokundu. "Seni seviyorum." Blanie bu sözlerle irkildi. Düşüncelerinin gürültüsü zihninin duvarlarına çarptı. Bu sözler duymak istedikleriydi ama gerçek değillerdi. Gerçek hissettirmiyorlardı. "Yalan söylüyorsun..." Nick, nazik bir ifadeyle gülümsedi. "Evet, Blanie bunu sen de biliyorsun. İşte bunlar senin düşüncelerin... Duymak istediklerin." Blanie kafasını oğlanın omzuna gömdü. "Sen bir hayalsin... Hayalsin ama söyle neden benim rüyamdasın Nick? Bana bu acıyı neden yaşatıyorsun, beni neden ümitlendiriyorsun?" "Hey, ben senin koruyucunum Blanie ama sana olan duygularım sadece bundan ibaret." "Rüyalarımda bile olsa beni sevemez misin?" "Ben senin zihnine aitim, Blanie ve sen düşüncelerinde bunu kabullenmedikçe bu mümkün olmayacak." Blanie başını kaldırdı ve dumanlı gözleri keskin bir ifadeyle parlarken tıslamayı andıran bir sesle fısıldadı. "Peşimde koşmanı sağlayacağım, Nick." Oğlanı ittirip onu kendinden uzaklaştırdı. "Zaman gelince benim olacaksın ama şimdi... Beni kendinden uzaklaştırdığın için pişman olmanı istiyorum." Genç kız ayağa kalkıp çukuru aştı. "Blanie!" "Eğer koruyucumsan kalk ve işini yap, benden de uzak dur!" Nick kızın bu ani ruh değişimiyle irkilerek toparlandı ve Blanie'nin peşinden çukuru aşıp kulübeye girdi. "Küçük bir çocuk gibi davranıyorsun, Blanie!" Nick onu aramaya başladı. "Hadi ama böyle küsüp giderek istediğin her şeyi elde edebileceğini mi sanıyorsun?" Cesetin bulunduğu odaya baktı, yerdeki beden ardında kan lekesi bırakarak ortadan kaybolmuştu. Blanie pencereden dışarı bakıyordu. "Bu kadar bencil olma Blanie, buraya gel!" Blanie arkasına dönüp oğlana baktı. Nick'in onu ilk gördüğü zamanki korkmuş kızdan eser yoktu. Gerçi bu Nick için de geçerliydi. Şimdi Blanie'nin karşısında dikilen oğlan kızın ilk gördüğü zamanki kadar nazik değildi. "Neden beni koruyorsun, Nick?" Nick öfkeyle iç çekti. "Çünkü senin koruyucunum-" "Ne önemi var!" Blanie gözleri dolarken tısladı. "Söyle bana, rüyalarımda beni kurtarmanın ne anlamı var? Sonuçta, bu sadece aptal bir rüya, Nick. Rüyalarda ölmek kimin umrunda!" Nick kıza yaklaştı. "Açıklayamayacağım şeyler var, Blanie." "Her şeyin bir görev olması gibi mi?" Nick bir adım daha attı. "Benden uzak dur!" Oğlanın bakışları yumuşadı. "Bana güven." Aralarında bir metreden az kalana kadar yaklaştı. "Lütfen..." Blanie kafasını kaldırıp koyu gözlerini Nick'in parlak mavi gözleriyle buluşturdu. "Neden böylesin, Nick? Beni kırdın, paramparça ettin ve şimdi de gelmiş sana güvenmemi söylüyorsun... Bu bir rüya olsa bile canımı yakıyor, anlamıyor musun?" "Hey, özür dilerim..." Nick daha da yaklaştı, şimdi Blanie'nin solukları oğlanın göğsüne çarpıyordu. "Seninle öyle konuşmamalıydım, seni incittim... Blanie ellerini Nick'in göğsüne koydu. "Bunu nasıl bilebilirsin ki? Sen gerçek değilsin..." Kız yavaşça başını oğlanın göğsüne yasladı. "Gerçeğim, Blanie..." Blanie yutkundu. "Yalan söy-" İkisi de bir çığlıkla irkilip birkaç adım geriledi. Nick, Blanie'nin elini kavrayıp sıktı. "Canavar!" Kadın, kapı eşiğinde belirip hızlı bir hareketle ileri atıldığında Nick'in Aykan taşını aktif edecek kadar bir zamanı olmuştu. "Kötü zamanlama, kaçık!" Nick kadının sert hamlelerinden kaçınıp uzanarak ona dokundu ve acı dolu çığlıkların odada yankılanmasını sağladı. Daha sonra koluna sıkı sıkı sarılmış kıza döndü. "İyi misin, yaralanmadın değil mi?" Blanie derin bir nefes alıp oğlana baktı. O sırada kızın arkasında ağzından mor bir sıvı akan ceset belirdi. "Blanie!" Nick kızı kendine doğru çekip kollarını kıza sardı ve uzanıp yaratığa dokundu. Blanie tiz bir çığlıkla başını oğlanın göğsüne gömdü. Nick bakışlarını parçalanan yaratıktan çekip hafifçe kızı kendinden uzaklaştırarak kızın yüzüne baktı. "Üzgünüm, Blanie. Terasta söylediklerim... Ben, gerçekten üzgünüm. Seni ve Amy'i öyle görünce korktum, anlıyor musun?" Blanie kalbi hızla çarparken hafif bir şaşkınlık ifadesiyle tebessüm etti ve başını tekrar oğlanın göğsüne gömdü. "Gerçeksin...Sen, gerçeksin..." Kalplerindeki ışıklar benek benek olup etraflarını sarmadan önce Nick tereddütle mırıldandı. "Evet." Bu sözlerin ne gibi sonuçlar doğuracağını bilmiyordu, tek bildiği Blanie'yi gerçekten kırdığıydı. Oldukça tuhaf biri olsa da onun da bir kalbi vardı. "O zaman seni bulacağım Nick, bekle beni." *** Dwight kara batan ayaklarıyla ilerlerken zihninden rüya koruyuculuğu yaptığı oğlana seslendi. "Jacek..." Bu telepatik konuşma onun rüyasına özel bir güçtü çünkü Jacek Bluebells, geçirdiği kazada başına ağır bir darbe almış ve işitmesini sağlayan sinirler büyük hasar görmüştü. Ayrıca bu güç Lucas'ın aykan taşı kopyalarını denemesiyle ortaya çıkmıştı ve Lucas bunu taşın gerçek gücünden haberdar-Vulpis dışında- tek kişi olan Dwight'ın kullanmasına karar vermişti. Dwight kara batan ayaklarını sürükleyerek ilerlemeye devam etti. "Jacek, neredesin!" İçinin ürpermesini engelleyemeyerek soğuk geceyle sarmalanmış uçağın etrafa saçılmış parçalarının, kara gömülmüş Airmac kapsüllerinin yanından geçti ve en sonunda yerde yatan bir beden gördü. "Jacek!" Hızla oğlanın yanına ulaşıp dizlerinin kara batmasını umursamadan yere çöktü. Oğlanın kar beyazı bedeni gömüldüğü soğuk zeminde titriyordu. Solukları yavaşlamış,tatlı bir mora bulanan dudakları hafifçe aralanmıştı. Dwight nefes nefese gülümsedi ve bir eliyle nazikçe oğlanın yüzüne düşen mor saçları ittirdi. Jacek'in mor menevişlerle süslenmiş mavi gözleri parladı. "Öldüm mü?" Bu soru aralarındaki zihin bağıyla dalgalanarak Dwight'a ulaştı. Dwight gülümseyip oğlanın kara bulanan ellerini buldu ve dudaklarına bulanmış aynı tatlı mor rengiyle sarmalanmış tırnakları gömüldüğü kardan kurtardı.Oğlanın buz gibi ellerini ısıtmak için nazikçe ovdu. "Buna izin vermeyeceğimi biliyorsun..." Jacek'in dudakları minnettar bir gülümsemeyle aydınlandı. "Scott, onu bul lütfen..." Dwight kollarını oğlanın bedenine dolayıp onu gömüldüğü kardan kurtarırken cevap verdi. "Seninle henüz işim bitmedi, dostum. Önce seni şu lanet yerden kurtarmalıyım." Yavaşça oğlanın bedeninin ayaklanmasına yardım etti. Ayaklarının altında ezilen kar tabakasının üzerinde bir süre dikildiler, Jacek yaralı bedenini kontrol altına almayı başarınca Dwight oğlanın koluna girerek yürümesine yardım etti. Aslında Jacek'in bedeni yaralı değildi. Bu, sadece zihninin oğlana bir oyunuydu ve Dwight da bu oyuna ayak uyduruyordu. Bu kabus hep böyle başlardı, Dwight Jacek'i gömüldüğü kardan kurtarırdı ve birkaç adım atarlardı sonrası ise... Jacek aniden acıyla inleyerek yere çöktü. Dwight da aynı acı ifadesiyle dizleri üstünde yumuşak karlara yığıldı. Jacek'in zihni çığlıklarla doldu, sesler zihninde karıştı. Sanki yüzlerce kişi aynı anda oğlana sesleniyor, oğlanın adını haykırıyordu. Bu rüyanın en kötü tarafı da buydu. Jacek'in zihnine bağlı olan Dwight onun zihninin gürültüsünü duyabiliyordu ve Scott Green onlara saldırmadan kendisini toparlayarak Jacek'i korumalıydı. Güçlükle zihnindeki çığlıkları bastırmaya çalıştı, başaramayınca yerden destek alarak ayaklandı. Bedeni bir titremeyle sarıldı, silkelendi. Jacek, yerde nefes nefese zihnini parçalayan çığlıklarla yüzleşmeye çalışıyordu. Dwight oğlana uzanıp onu omuzlarından kavradı. "Jacek... Bana bak." Oğlan yaşlarla süslenmiş parlak mavi gözlerini Dwight'a çevirdi. Zihinleri ürpertici çığlıklarla dolup taşsa da aralarındaki güçlü bağ nedeniyle onun düşüncelerini duyabiliyordu. "Hiçbiri gerçek değil, Jacek... Bu sesleri duymuyorsun." Oğlan ellerini saçlarına götürüp uçlara doğru mora bulanan parlak sarı saçlarını yumrukları arasına aldı." "Ben...Ben-" "Hey Jacek, mavi çanları düşün..." Oğlanın gözleri parladı. Dwight oğlanın yanına çöküp oğlanın ellerine uzandı ve onları saçlarından çözüp sıkıca kavradı. "Mavi çanlar çalınca... Son bulur bu rüya... Uyanacaksın korkma... Bu kabus uzun sürmez... Ben yanında olunca..." Oğlan, Dwight'ın yumuşak sesiyle sakinleşti. Zihnindeki çığlıklar duruldu ama tek sorun bu çığlıklar değildi. "Beni neden kurtarmadın, Jacek..." Dwight bileğindeki düğmeleri kontrol ederek arkasına döndü ve karşısında dikilen Scott'ı gördü, oğlanın sesi birbirine bağlı zihinlerinde kükredi. "Sana yalvarmıştım, Jay!" Oğlan acıyla baktı, siyah saçları dağılmış, yeşil gözleri ay ışığıyla dalgalanmıştı. "Beni duymadın! Şimdi bana bir bak..." Parçalanmış kolunu işaret etti. "Bana ne yaptığına bir bak!" Dwight zihninden oğlana bir düşünce gönderdi. "Onu dinleme, Jacek..." Scott bir adım atarak yaklaştı, bedenini mor bir sis kapladı. "Senden nefret ediyorum!" Dwight öne çıkarak bileğindeki düğmelere uzandı ve beyaz düğmeye basıp telekeniziyi aktif etti. Kısa bir an arkasına dönüp Jacek'in bedenini havalandırdı ve onu Scott'tan olabildiğince uzağa uçurdu. Jacek'in bedeni yumuşak karlarla buluşunca bakışlarını kendisine hızla yaklaşan Scott'a yöneltti ve görünmezliğini aktif etti, hâlâ aktif olan telekinezi yeteneğiyle şaşkınlıkla etrafına bakınan oğlanı uçağın parçalanmış gövdesine doğru fırlattı. Scott inleyerek yere yığılırken Dwight hızla hareket ederek uçağın kopmuş sivri kanat parçalarından birini havalandırdı. Bilekliği uyarı verirken Scott'ın üzerine atıldı ve sivri parçayı oğlanın göğsüne sapladı. Bedeni Wier tarafından ele geçirilmiş oğlan çevrelendiği mor siste acıyla inledi, göğsü mor kana bulandı. Dwight, telekinezi ve görünmezlik gücünü kaybederken Scott'tan uzaklaşarak Jacek'in yanına koştu. "Jacek..." Endişeyle bir cevap bekleyerek oğlanın yanına çöktü. "İyi misin?" Jacek nazik bir ifadeyle gülümsedi. "Mavi çanlar çalınca... Son bulur bu rüya... Uyanacaksın korkma... Bu kabus uzun sürmez... Ben yanında olunca..." Dwight oğlanın elini kavradı ve işaret parmağıyla avucunun içine minik bir çan çizdi. Bu, telepatik yöntemle konuşmadıkları zaman Dwight'ın iletişim kurmak için uydurduğu bir alfabeydi ve bu kıvrımlı minik çan "Yanındayım." demekti. Buradayım, demek. "Teşekkür ederim..." Jacek'in düşüncesi aralarında dalgalanırken kalplerindeki ışıklar etrafı sardı, rüya sona erdi. *** Mavi-mor buklelerle çevrelenmiş çikolata rengi teniyle Daphne, derin bir nefes alarak Scott'ın odasına girdi. Henüz küçük bir çocuk olan Scott Green parlak yeşil gözleriyle Daphne'yi süzdü. Daphne, çocuğun keskin bakışlarına gülümseyerek karşılık verdi ve yavaşça ona doğru yaklaştı. "Bugün kendini nasıl hissediyorsun, Scott?" Oğlan bakışlarını kaçırıp kopmuş kolunun olması gerektiği yere baktı. "Nasıl hissetmem gerekiyor?" Daphne iç çekerek çocuğun yatağının kenarına oturdu. "Küçüklüğüme dair çok bir şey hatırlayamasam da Artie'nin ilk defa hasta olduğu zamanı anımsıyorum-" Oğlan hafifçe bakışlarını Daphne'ye çevirdi. "Artie mi?" "Arthur, erkek kardeşim." Bakışlarını birbirine kenetlediği ellerine kaydırdı, dudakları buruk bir gülümsemeyle kıvrıldı. " Sık sık hasta olurdu zaten ama o gün... O gün hepsinden farklıydı. Oyun oynuyorduk, ben prensestim o da prens..." Duraksadı, kısa bir an bakışları kendisini dikkatle dinleyen oğlana kaydı. "Yastıklarla örülü şatomuzda beni kötü ejderhadan kurtaracak olan prens..." Güldü. "Kötü ejderha, yani köpeğimiz Bulut, yastıkları yıkmıştı. O zaman Artie'nin yüz ifadesini görmeliydin, o yastıklardan yeni bir şato yapmanın ne kadar zor olduğu hakkında zavallı Bulut'a bir nutuk çekmişti ama sonra bir şey oldu... Sanki, sanki bir şey onu hızla yere çarpmış gibi acıyla inleyerek yere düştü ve-" "Bunları bana neden anlatıyorsun?" Daphne, dudakları düz bir çizgi halini alırken beyaz önlüğünü düzeltti. "Sadece...Sadece seni anladığımı bilmeni istiyorum, tatlım." "Bana bir daha böyle seslenme..." "Ama bunu söylememden hoşlandığını sanıyordum-" "Sen o değilsin!" Scott gözyaşlarıyla Daphne'ye baktı ya da sadece gördüğü kişi olan Doktor Rewen'e, onu iyileştiren kadına... "Bu bir rüya, hiçbiri gerçek değil!" Daphne, ayağa kalkıp Scott'tan uzaklaştı. Bedeninde soğuk bir ürperti gezindi, yine aynı şey olacaktı... Yutkundu. Lucas'la daha öncesinde Scott'ın rüyaları hakkında konuşmuştu, bu rüyaların diğerlerinin girdikleri rüyalardan daha garip olması hakkında. Lucas ise bunun Scott'ın zihninin çalışma şekline bağlamıştı. Oğlanın zihni, rüyalarında tanımadığı birini istemiyor onu değer verdiği birinin bedenine büründürüyordu.Daphne, Scott'ın değer verdiği insana dönüşüyordu ve Wier onun bedenini ele geçiriyordu... Daphne gerilerken oğlanın yatağının yanındaki masadan pansuman için kullanılan metalik makası kaptı ve ondan olabildiğince uzaklaştı. "Neden beni rahat bırakmıyorsun?" Scott yaşlar yanaklarından süzülürken kadına baktı. "Neden onun gibi davranıyorsun... Kimsin sen? Rüyalarımda ne işin var..." Mor bir sis Daphne'nin bedenini sardı, genç kız tüm vücudu içine işleyen soğukla çarpışırken derin bir nefes aldı. "Çünkü ben..." Makasın sivri ucunu göğsüne doğrulttu, Lucas'ın sunduğu tek bir çözüm yolu vardı, rüyanın sona ermesinin tek bir çözüm yolu: Wier'i yok etmek,kendisini yok etmek. "Senin koruyucunum..." Makası göğsüne sapladı, nefesi kesildi. Vücudu içindeki yaratığın çığlığıyla sarsıldı ama asıl acı veren şey bu değildi. Asıl acı veren şey, bunu Scott'ın gözlerinin önünde yapmaktı, onun değer verdiği birini gözlerinin önünde öldürmek... Daphne gözleri yaşlarla ıslanıp bedeni parçalara ayrılırken kendisini dehşete düşmüş bir ifadeyle izleyen oğlana son bir kez baktı. Evet, asıl acı veren buydu... Sevdiği oğlanın gözlerinin içine bakarak can vermek... *** Ölü Ruh, sindiği kuytu köşeden içeriyi seyrediyordu. Yatakta usulca uyuyan oğlanı... Felix'i. Onu buraya geri getiren şey, meraktı. Ona ruhunu vermeyi başarabilmiş miydi? Yoksa bu davranışı bir başka soruna mı yol açmıştı, merak ediyordu. Dalgınca birkaç dakika oğlana bakmaya devam etti. Daha sonra bir sesle irkilerek dikkat kesildi. Biri içeri girmişti. Ölü Ruh, içeri giren oğlanı hemen tanıdı. Şu geçen seferki koyu saçlı çocuktu. Şimdi koyu kahve saçları dağınık bukleler halinde yüzüne dökülüyordu. Bitkin düşmüş gibiydi, yavaşça odada ilerledi ve Ölü Ruh, oğlanın Felix'in yatağının kenarına oturduğunu gördü. "Abel'a söyledim...Ona her şeyi anlattım... Ben..." Oğlan elleriyle yüzünü örttü. "Korkuyorum, ağabey. Şimdi...Şimdi bana ne olacak, bilmiyorum." Derin bir nefes alıp hafifçe burnunu çekti. "Sadece...Sanırım Will ile de yüzleşmeliyim ama ben bunu nasıl yapacağım? Ona babasını öldürdüğümü nasıl söyleyeceğim..." Hıçkırdı." Bunu yalnız yapamam ama sen hastasın ve bugün Abel da hastalandı, bayıldı. Çok yorulmuş olmalı... Belki de tüm bunları kaldıramadığı içindir." Duraksadı." Ben de kaldıramıyorum, sanki... Sanki boğuluyorum. Bunca şeyin üstesinden nasıl geleceğim? Abel yanımda olduğunu söyledi ama ben... Artık dayanamıyorum, ölmek istiyorum... Ölmek istiyorum-" Ölü Ruh'un ametist rengi gözleri gördükleriyle usulca parladı. Dudakları hafifçe yukarı kıvrılırken derin bir nefes verdi. Demek başarmıştı. "Sana böyle düşünmemeni söylemiştim...Aptal." Koyu saçları dağılmış oğlan irkilerek ellerini yüzünden çekti. "F-Felix..." Felix yatakta doğrulmuş bir elini oğlanın omzuna koymuştu. Oğlan gözyaşları yanaklarından süzülürken hızla ayağa kalktı. "Hayır...Hayır bu bir hâyâl...Sakin olmalıyım, sakin olmalıyım...Ona zarar veremem, bunu yapamam-" "Jest, benim." "F-Felix...B-Bu gerçek mi?" Felix hafifçe güldü. "Gelip, ağabeyine sarılmayacak mısın?" "Felix!" Jest gözyaşları içinde oğlana ulaşıp ona sarıldı. "Ben... Ben-" "Tamam, sakin ol Jest. Her şey yolunda..." Jest acıyla hıçkırdı. "Çok korktum, Felix...Hayal olmandan çok korktum, sana zarar vermekten çok korktum... Sana zarar verebilirdim-" "Ama bunu yapmadın, Jest. Şimdi, derin bir nefes al ve bana bak." Jest denileni yaparak kızarmış suratıyla oğlana baktı. "Her şeyi duydum, Jest. Tamam mı? Şimdi, korkma. Her zaman yanında olacağım." Duraksadı. "Ve Abel... O iyi mi? Tam olarak ne oldu? Siz... Aranızdaki sorunları hallettiniz mi?" "Ona söyledim... Artık her şeyi biliyor... Bir...Bir k-katil olduğumu biliyor." Felix derin bir nefes verip oğlanın koyu saçlarını okşadı. "Tüm bu zaman boyunca seni yalnız bıraktığım için üzgünüm, Jest. Bana ne olduğu hakkında bir fikrim yok ama şimdi yanındayım." Kısa bir an o geceyi hatırladı, yüzü karanlıkla çevrelenmiş beyaz saçlı tuhaf adamı ve onun, yüzünü kaplayan karanlıktan sıyrılan parlak; ölümcül mor gözlerini...Hafifçe ürperdi ama daha sonra kendini toplayarak konuşmaya devam etti. "Will ile yüzleşme konusunda... Sen, ciddisin değil mi?" Jest başını oğlanın göğsüne yasladı. "Bunu yapmalıyım...Yoksa...Yoksa bu kabus asla sona ermeyecek ve ben her gün öleceğim, ağabey. Her gün. Ona her baktığımda, onun adını her duyduğumda, onunla ilgili herhangi bir şeyde ben tekrar tekrar öleceğim..." "Tamam, Jest...Tamam." Felix buruk bir ifadeyle gülümsedi ve Jest'i hafifçe kendinden uzaklaştırıp gümüş rengi gözlerini oğlanın sarımsı ela gözlerine kilitledi. "Bunları sonra konuşuruz... Şimdi, Abel'a küçük bir sürpriz yapmaya ne dersin?"
Ölü Ruh, kızıla bulanmış gökyüzünün tatlı esintisi başlığını sıyırıp tenine çarparken saklandığı köşeden ayrılarak yavaşça aydınlanan gökyüzünde uçtu ve sakince yere indi. Onları yeterince izlemişti, şimdi kendi sorunları üzerinde düşünmeliydi. Ay, Güneş'e yerini bırakmamak istercesine hâlâ gökyüzünde asılıyken yüzünü örten başlığı indirip ıssız sokakta yürümeye başladı. Çaldığı ruhu geri teslim etmişti ve bu davranışı yüzünden cezalandırılacaktı. Gölge, kendisine "Öldür." demişti ve o da bunu yapmamıştı. Gölge buna kesinlikle kızmış olmalıydı... Ölü Ruh iç çekerek ilerlemeye devam etti. Uçabilirdi ama bunu yapmadı. Biraz daha insan olmak istiyordu. Sadece biraz daha... Ne de olsa şimdi de o anlardan birini yaşıyordu. Ruh emici formuna bürünmüşken insani yanını ortaya çıkardığı anlardan birini... Bu durumlarda o vahşi yani saklanır yerini öz benliğine bırakırdı ve Ölü Ruh bundan nefret ediyordu. Çünkü vahşi yanı ortaya çıkınca yaptığı hiçbir şeyi hatırlamıyordu, ruhunu çaldığı onca insanı...Ama şimdi zihni yine kendisine aitti ve Gölge ona ne emrederse yapacaktı, kimi isterse öldürecekti. Kendi benliğiyle. "Ölü Ruh." Genç adam zihninde beliren sesle durdu, bedeni tanıdık bir ürpertiyle sarmalandı. "Ne yaptığını biliyorum, benim sevgili hizmetkârım..." Ölü Ruh, nefesini tutup bekledi. "Cezanı merak ediyor musun?" Ölü Ruh bir şey söylemedi. Zaten ne söyleyebilirdi ki? "Sana insani yanını öldürmeni söylemiştim... Ama sen ne yaptın..." "Ben... Efendim-" "Bana karşı geldin...Ve bu ilk seferin değil,değil mi?" Gölge'nin soğuk ve sert kahkahası zihninde kükredi. "Bu kesinlikle affedilemez." Ölü Ruh, yumruklarını sıkarak bedeninin titremesini engelledi. "Bağışladığın cana karşılık senden birini öldürmeni istiyorum." Genç adam yutkundu. Umarım kısa sürede vahşi tarafı saklandığı köşeden çıkardı. "Ama bunu insan formunda yapacaksın." Ölü Ruh'un nefesi kesildi. İnsan formu mu demişti? Konuşamadı. "Öldüreceğin kişi..." Ölü Ruh'un bedeni içini saran ürpertiyle yavaşça normale dönmeye başladı, Gölge istediği zaman onun dönüşümünü gerçekleştirebiliyordu. Bu, onu çağırdığı zaman oğlanın; yanına gelmesini kolaylaştırıyordu ve bu haliyle Ölü Ruh tıpkı iplerinin Gölge'nin elinde olduğu bir kukla gibiydi. Ölü Ruh'un bedeni kısa süre içinde uyanmak üzere yere yığıldı. Bu, dönüşümün etkisiydi ve oğlanın zihni hâlâ açıktı. Gölge'nin sesi tekrar zihninde yankılandı. "Nick Sky." Solgun ay ışığı genç adamın abanoz siyahına dönen saçlarında dalgalanırken Gölge'nin buz gibi kahkahası oğlanın bütün bedenini dondurdu. "Ya da şöyle mi demeliyim..." Sözcüğü oğlanın zihnine kazımak istermiş gibi vurgulayarak devam etti. "Kardeşin."
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.