Advent of the Three Calamities - Türkçe Çevrimiçi Oku
Yukarı Çık




14   Önceki Bölüm 

           
  https://novelci.com/ dan oku

Şıp. Şıp. 
Gözyaşları zemine damlıyordu. 
Nazik damlama sesleri suskun odada yankılanıyordu. 
Onlar... 
"Ah... Ben..."
Benim gözyaşlarım değillerdi. 
"... Hâlâ güçsüz olduğumu mu düşünüyorsun?"
Ağzımdan çıkan her kelime, beni göğsümü kavuran acıdan kurtarıyor gibiydi. 
Ama yeterli değildi. 
Bu yüzden omzunu sıktım. Bu, acıyı biraz daha hafifletmeye yardım etti. Aynı zamanda düşmememi sağlıyordu. Ayakta kalmaya devam etmek zordu. 
"Ukh... Ah... N-ne yaptın?.."
Bana bakarken çaresizlik bütün yüzünü gölgeledi. 
Dişlerimi sıktım. Gözlerim ıslaktı. Gözyaşları, gözlerimden kurtulmak için ellerinden gelenin en iyisini yapıyorlardı. Ama onları serbest bırakamazdım. 
Gözlerimi onun üzerinde sabit tutmaya devam ettim. 
"Sadece güçsüz insan vardır. Güçsüz yol yoktur."
Önceden söylediğim sözleri tekrarladım. 
Yüz ifadesi değişti ve gözyaşları akmaya devam etti. Ama... Kederinin içine karışan öfkeyi görebiliyordum. 
"Sen, sen..."
Dudakları titredi. 
Benimle göz göze gelmek için çabaladı. Çok zaman geçmemişti ki çenesi sıkıca kilitlendi ve ifadesi değişti. 
O anda... 
Bam-! 
Yüzüm yanıyordu, başım dönmüştü. Yumruğu yanağıma isabet edip başımı diğer tarafa itmişti. Yine de, başım dönse bile başka tarafa bakmadım. Gözlerimi üzerinde tutmaya devam ettim. 
Acıtmıştı. 
Ama çoktan acı tarafından tüketilmiştim. 
Bu acı şu an yaşadığım şeye kıyasla hiçbir şeydi. 
Gıdıklamıştı. 
"... Güçsüz müyüm?"
Tekrar sordum. 
Gözleri titredi ve öfke kaybolmaya başladı. Zihnini yeni bir duygu istila etmeye başladı. 
Benim sebep olduğum bir duygu. 
Korku. 
Etkisi ilk kullandığım zaman olduğu kadar güçlü değildi. Hüzün kadar güçlü de değildi ama şu durumda yeterliydi. 
"H-hah."
Korku yavaşça öfkenin yerini aldı. 
Dudakları titredi, yumruğu aşağı indi. En sonunda benden uzağa bakmaya başladı. 
Ve o zaman nihayet fısıldadım. 
"... Zavallı."

***

"..."
Sınıftan çıkınca Aoife, Dorset Salonu’nun önündeki heykelin yanında durdu. Boyunu geçen, heybetli bir heykeldi. Oradan geçen her öğrenci muhakkak fark ederdi. 
Bu, ilk imparatorun heykeliydi. 
Dorset Gaius Megrail. 
Onun büyük atası ve ilk Zirve. 
Gerçekten bir Zirve’nin kanı onun damarlarında dolaşıyordu. Ağır sorumluluklarla birlikte gelen çok büyük bir onurdu bu. 
Onların ailesinde bir Zirve doğduğundan beri yüzyıllar geçmişti. 
Bir Zirve yetiştirmedeki çabalarının hepsi boşaydı ve diğer aileleri kontrol altında tutma politikalarına rağmen onlara yetişiyorlardı. 
Özellikle de... 
’Delilah Venice Rosemberg.’
Aklına bir isim geldi. Zirve olmaya en yakın olan ve onların hükümdarlığını bitirmeye gücü olan kadındı. 
Zenith olmakta, 
"... Başarısız olmayacağım."
Aoife her şeyi yapmaya razıydı. 
Bu onun bir prenses olarak görevi ve hedefiydi. 
"..."
Öğrenciler salondan dışarı akın ettiler, çoğu geçerken onun tarafını süzdü. Onları görmezden gelerekn başını eğdi ve eline baktı. 
Hafifçe. 
Titriyordu. 
"Neden?"
Aoife’nın tek sorusu ’neden’di. 
Ama içten içe sebebini biliyordu. 
Gözlerini kapattı ve yaşanan olayları geri sararken zihninin derinlerine indi. 
Anders Maddison. 
Dikkatini çeken öğrencilerden biriydi. Sıralamada ilk yüzdeydi, çok yetenekliydi ve Aoife’nın aklında tuttuğu biriydi. 
Kendi grubuna çekmeyi düşündüğü yetenekli bir çocuktu. 
Özellikle cesaretinden hoşnut olmuştu. 
"Basitçe, o ünvanı taşımaya layık değilsin. Güçsüzsün."
O zaman küstahça söylediği sözler oradaki herkesin arasında yankılanmıştı. 
En zayıf Siyah Yıldız. 
Bu, Julien Dacre Evenus’un tarifiydi. 
’Güçsüz.’
Gerçekten güçsüzdü. 
Öyle ki bu pozisyonu nasıl kazandığını insan merak ederdi. Bu, geçen hafta boyunca Aoife’nın aklını kemiren bir düşünceydi. 
Onun kadar güçsüz biri nasıl Siyah Yıldız olabilir? 
O zaman takındığı ifadeyi hatırlıyordu. Anders’in ona saldıran sözleri karşısında sakin görünüyordu. Neredeyse tepkisizdi. 
Sanki gerçekten umursamıyordu. 
Ama öyle miydi?... 
Gerçekten umursamıyor muydu? 
O an, onun gözlerini kapattığını gördüğünde Aoife, ’Kaçıyor.’ diye düşünmüştü. Hareketleri şu soruyu tekrar sormasına neden oluyordu, 
’Onda bu kadar özel olan şey ne?..’
Tavırları berbat, mana akışı zayıftı ve üst soylu ailelerden birinden de değildi. 
"... Neden?"
Eğer ikisi baş başa dövüşse, onu parmağının tek fiskesiyle yenebileceğinden emindi. 
Gözünde o kadar güçsüzdü. 
Aoife’nın güçlü olduğuna gerçekten inandığı tek kişi Julien değil, onun şövalyesiydi. 
Leon Rowan Ellert. 
İkinci sıradaydı ve Julien’in aksine Aoife onun güçlü olduğunu görebiliyordu. Onu kolayca yenemeyeceğini biliyordu. Eğer onu alt etmek isterse sahip olduğu bütün kartları kullanması gerekirdi. 
"... En son ne zaman ağladın?"
Şimdi bile sesini hatırlayabiliyordu. O tonu, o düzgün ve akıcı ses. Unutabileceği bir şey değildi. 
Asla. 
"Ah?... Sen- Hah? Eh... Ah..."
Sözleriyle Anders’in yüzü değişmiş ve gözyaşları akmaya başlamıştı...
Hatırlıyordu. 
Değişim tepki vermenin zor olacağı kadar fazla ani olmuştu. Aoife, neler oldupunu anlayabilen birkaç kişiden biriydi. 
Anladığı an, nasıl olduysa Julien çoktan Anders’in önünde duruyordu. 
"Sana dokundum mu?"
Dokunmamıştı. 
Her hareketi hesaplanmış gibiydi. Adeta belli bir akımı harekete geçiriyordu. 
Önce hüznü canlandırdı. 
"... En son ne zaman ağladın?"
Sonra öfkeyi canlandırdı. 
"İşte senin şansın. Vur bana."
"Sen, sen..."
Bam-! 
Ve ondan sonra... 
"Zavallı..."
Korkuyu canlandırdı. 
"Huuu."
Aoife gözlerini açtı. 
"Bütün bu zaman boyunca tamamen kontrollüydü."
Bu apaçık bir gerçekti. 
Duygusal Büyücüleri bu kadar korkunç yapan neydi? Güçleri değildi. Tam zıttı, güçsüzlerdi. En güçsüz büyücü bile onları öldürebilirdi. 
... Ancak bu, onların sözlerinin tuzağına düşmemeye bağlıydı. 
Tek bir duyguyu ele geçirmekle Duygusal Büyücüler diğer duyguları da canlandırabilir ve manipüle edebilirdi. Farklı da olsa hepsi iç içeydi ve bir Duygusal Büyücü ne kadar fazla duygu manipüle edebilirse o kadar güçlü olurdu. 
Duygular zayıflıktı. 
Bu, Aoife’nın çok iyi anladığı bir şeydi. 
Yumruğunu yavaşça sıktı. 
"Güçsüz."
Bu inkar edilemezdi. 
Ama...
"Güçlü."
Zayıf ama güçlü. 
"Julien."
Yeni bir isim aklına yavaş yavaş kazındı. 
Delilah’ın tam yanında yer alıyordu. 
 
 ***
 
Tanıdık bir duygu. 
Alışkın büyüdüğüm bir duygu. 
Bacaklarım güçsüzdü. 
"Haaa..."
Her nefes yoruyordu. 
Dünya bomboş hissettiriyordu. 
Renksiz. 
Sadece... Anlamsızdı. Beni heyecanlandıran hiçbir şey yoktu. Bütün yaptıklarım basitti. Zorunluluktu. 
Gözlerimden akmak için can atan yaşlar çoktan gitmişti. 
"... Tatsız."
Yemek bile tatsızdı. 
İştah açıcı bile görünmüyordu. 
Kaşığı bıraktım ve etrafa baktım. Kantinde yalnız başıma oturuyordum. Üzerime doğrulmuş birkaç göz vardı, bakmadığımda sinsice gözetliyordu. 
Normalde kafaya takmazdım. 
Ama... 
Bu, içinde bulunduğum durumun gerçekliğini mükemmel bir şekilde yüzüme vuruyordu. 
Bu dünyaya yabancıydım. Aykırıydım. Köpüren denizde sürüklenen ve batmamak için elinden gelenin en iyisini yapan bir çakıl taşıydım. 
Dünya... 
Boğucuydu. 
’Geri dönmek istiyorum.’
Daha çok istediğim hiçbir şey yoktu. 
... Çabalıyordum. Gerçekten. 
Yakınımdaki bıçağı aldım, parmağımı hafifçe kenarına bastırdım. 
"..."
Parmağımda kızıl bir çizgi oluştu. 
Ama. 
"... Acımıyor."
Ya koparıp atarsam? O zaman acır mı? 
Düşünceler aklımı doldurmaya başladı. Her geçen saniye daha tehlikeli oluyorlardı. Zihnim berraktı. Düşüncelerimin aptalca olduğunu biliyordum. 
Ama... İçim boştu. 
Zihnim temiz olduğu için umrumda olduğu anlamına gelmiyordu. 
Tam şu anda. 
Bir şeyler hissetmek istiyordum. 
Bu acı bile olsa. Bir şey. Bir şeye ihtiyacım vardı. Bu boşluk beni yiyordu... Kurtulmak istiyordum. 
"H-hah."
Gözlerim, parmağımın da yaptığı gibi bıçağı izlemeye devam etti. 
Çok cazip görünüyordu. 
Sadece biraz?.. Zaten bu beden benim değildi... 
"Sadece..."
Ellerimi yumruk yaptım ve dişlerimi sıktım. Her uzvum kasıldı. 
’Yapamam.’
Tıpkı korku gibi, keder de beni tüketiyordu. Her parçamı yiyip bitirmekle tehdit ediyordu. Kullandığım becerinin bir yan etkisiydi. 
Ancak korkunun aksine acı beni kurtaramazdı. 
Şimdi. 
Acı hissetmek istiyordum. 
Bir şeyler. 
"Hah."
Derin bir nefes aldım ve kendime hedefimi hatırlattım. 
’... Noel.’
Doğru. 
Beni bekleyen biri vardı. O da mücadele ediyordu. Belki daha fazla. Kendimi umursamıyordum ama onu umursamıyordum. 
Onun için. 
... Acıyla başa çıkabilirdim. 
Etrafıma baktım ve nihayet gürültü kulaklarıma doldu. 
Tekrar duyabiliyordum. 
Renkler tekrar geri gelmeye başlamıştı. 
Bunun yanında yoğun bir acı vardı. Göğsümü sıkıca kavrıyodu. Kimsenin fark etmeyeceği şekilde iki elimle gözlerimi kapattım. Parmağıma ıslak bir şey sürüldüğünü hissettim. 
Ne olduğunu anlamam biraz zaman aldı. 
Sonunda, dudaklarım titredi. 
"Siktir."
Gözyaşlarım. 
Sonunda geri gelmişlerdi. 

https://novelci.com/ dan oku

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


14   Önceki Bölüm 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.