Advent of the Three Calamities - Türkçe Çevrimiçi Oku
Yukarı Çık




1   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   3 

           
’Ah... Hâlâ hayatta mıyım?’
İmkansız. Ama... Son nefesimi verdiğimi hissetmeme rağmen bundan şüphelenmeye başladım. 
Kendimi bir şehirden geriye kalan yıkıntıların ortasında dikilirken bulmam içim yapabileceğim en mantıklı açıklama buydu. 
Genzim, havadaki dumanın bir sonucu olarak tıkalıydı ve aynı zamanda kafamın içinde kısık, susmayan bir çınlama vardı. Sivrisinek vızıltısına benzer ama ondan çok daha rahatsız ediciydi. 
Bütün bunlar göz önüne alındığında yanlış giden bir şeyler olduğundan emindim. Bir şey ifade ediyorsa yaşadığımı hissediyordum, ama aynı zamanda hissetmiyordum da. 
Ölmeden önce görülen halisünasyonlardan biri olmalıydı. 
Öyle olması gerekiyordu. 
Kendimi, binaların tuhaf mimarisinin beni şaşırttığı, yabancı bir şehrin kalıntılarının arasında dururken bulduğumda bu fikre daha çok ikna oldum. Bildiğim hiçbir şeye benzemiyorlar, apayrı bir çağa ait görünüyorlardı. 
Çok tuhaf. 
Bütün bunlar tuhaftı ve kafamı toplamakta zorlanıyordum. 
Bana ve bu şehre neler olduğunu öğrenmeyi çok istememe rağmen yapamadım. 
Olduğum yere saplanıp kalmıştım. 
Ya da daha çok kapana kısılmış gibiydim. 
Görebiliyor, koklayabiliyor, duyabiliyor, tadabiliyor ve hissedebiliyordum. Sadece vücudumu kontrol edemiyordum. Kontrol altındaki bir kukla gibi hissediyordum. 
Gürültü. 
Uzaktan gelen bir gümbürtü dikkatimi çekerek başımı sesin geldiği yere çevirmeme neden oldu. Dudaklarımdan bana yabancı bir ses yükseldi. 
"Zamanı geldi... Daha yavaş olacaklarını düşünmüştüm."
Sesinde bir şeyler vardı. Doğal gelmiyordu, neredeyse robotik gibiydi ama tam çıkaramıyordum. 
Ne oluyordu? 
Telaşlanmıştım ama başka ne yapabilirdim ki? Elimden gelen tek şey gözlemlemekti. 
Booom-! 
Uzaktaki bir bina parçalandı ve yıkıntıların içinden birisi çıktı. 
Gözgöze geldik ve aniden bedenime beni boğan, ezici bir ağırlık bindiğini hissettim. 
"Nihayet... Seni buldum!"
Cırtlak bir ses havada yankılandı ve gökyüzü kızıla çaldı. 
Beni bunaltan baskı arttı ve çok geçmeden o gözlerimin önünde belirdi. 
O... Nefes kesiciydi. 
Hayatımda gördüğüm herkesten daha fazla gerçekliğini sorgulamama neden oluyordu.  
Omzundan aşağıya dökülen ateş kırmızısı buklelerle süslü saçları güneş ışığında dans ediyor, kızıl, bakır ve altın tonlarını sergiliyordu. Sanki biri ustalıkla alevleri saç tellerine dokumuştu.
Ama asıl dikkatimi çeken gözleriydi. Altın gibi parıldıyorlardı, güneşi hatırlatan bir derinlik ve ışıltıya sahiptiler. 
’Neler oluyor...ve neden bana öyle bakıyor?’
Ürkütücü derecede hem tanıdıktı hem de değildi. Az çok onu daha önce bir yerde gördüğümü biliyordum ama ne zaman olduğunu hatırlayamıyordum. 
"Bana söyleyeceğin tek şey bu mu?"
Bakışlarında bir şey vardı. Tam olarak ne olduğunu çözemiyordum, belki özlem? Belki hayal kırıklığı? Emin değildim. 
"H-"
Tam ağzımı açmıştım ki, kızıla boyanmış olan gökyüzü birden morumsu bir renge büründü ve şimşekler çakmaya başladı.
Gümbür! Gümbür! 
Aralıksız çakan şimşekler gökyüzünü kasıp kavuruyor, varlığımın her bir zerresini ezen baskıyı şiddetlendiriyordu. Güç, dizlerimin üstüne çökmeme neden olacak kadar korkunçtu. 
Yine de nedense, şu anda "sahip olduğum" kişilik inanılmaz bir dikbaşlılık gösteriyordu. Kemiklerim çatlıyor, inanılmaz baskının altında nefes alırken zor zamanlar geçiriyordum. 
Yine de. 
Sanki bütün bunlar hiçbir anlam ifade etmiyormuş gibi. 
Olduğum yerde durmaya devam ediyordum. 
"Demek... Nihayet sen de geldin."
Sesi havaya karıştı ve parlak, mor saçları havada süzülen kadına ulaştı. 
Gözleri öfkeyle dolup taştığı zaman etrafını çevreleyen yıldırımlar daha şiddetle gürlemeye başladı. Ancak sanki kılını kıpırdatamıyormuş gibi hareketsizdi. 
O an dudaklarımın kıvrıldığını hissettim ve dünya başka bir değişim daha geçirdi. 
Kırmızıdan mora... Ondan da siyaha. 
Aniden karanlık görüşümü yuttu ve uzaktaki şehrin gözlerimin önünden kaybolmasına neden oldu. Gökyüzü dağılmış, önümdeki iki kadın hariç etrafımdaki her şey kaybolmuştu. 
Zifiri boşluğun derinliklerinden çıkan uzaktaki bir figür yavaşça şekil kazandı. 
Kırmızının en canlı tonlarından biri olan gözleri karanlığı delip geçen bir ışıltıyla parladı ve omuzlarından dalgalar halinde dökülen kar beyazı saçlarını açığa çıkardı. 
O da... 
Bana saf nefretle bakıyordu. 
Ah... Şimdi anlıyordum. 
Neden bana tanıdık geldiklerini anlamak için ihtiyacım olan tek şey onu görmekti. 
’Bunlar daha önce kardeşimin bana gösterdiği oyundaki kızların aynısı.’
Ölümümden biraz önce kardeşimin anlattığı bir oyun vardı. ’Üç Felaketin Yükselişi.’
Oynamak için hiç fırsatım olmadığından nasıl bir oyun olduğu hakkında fikrim yoktu ama kardeşimin can attığı bir şeydi. 
Bunun hakkında konuşmayı asla kesmezdi... 
Üçü de önümde belirir belirmez yapbozun son parçası yerine oturdu ve oyunun kapağını hatırlamamı sağladı. Sadece dikkatsizce bir göz atmış olduğum için hafızamı canlandırmak biraz zaman aldı. 
Fakat şimdi emindim. 
Kalbimi sıkıştıran bir nefretle bana bakan, önümde duran bu üç kadın... Ölmeden hemen önce kardeşimin bana gösterdiği oyundaki Üç Felaket’in aynısıydı. 
Ya da ölüm olduğunu sandığım şeyden önce. Hâlâ ölü müydüm? Artık çok da emin değildim.
Büyük olasılıkla kapaktaki kızların daha büyük halleriydiler. 
Kapaktaki genç tasvirlerinin aksine daha olgun görünüyorlardı.
Bana bakışları kapaktaki eğlenceli tasvirden tamamen farklıydı ve beni canlı canlı yemek istiyor gibi görünen acımasız bir kana susamışlık havası yayıyordu.
"En son bir araya geleli ne kadar oldu?"
Ağzım açıldı. Bu sefer sesini daha net duyabilmiştim. İçinde bulunduğu duruma rağmen garip bir biçimde sakindi. 
Kızlar konuşmadılar. Sadece yüzlerindeki değişmeyen ifadeyle baana bakıyorlardı. 
Dudaklarım daha çok kıvrıldı. 
"Bu yüz ifadesini seviyorum."
Elim aniden ileri uzandı ve yoktan var olmuş gibi görünen siyah bir kadeh avucuma kondu. İçinde tuhaf, siyah bir sıvı vardı. 
Gürler-! Gürler-! 
Kadehin belirmesi bir şeyleri tetiklemiş gibi görünüyordu çünkü dünya aniden şiddetle sarsılmaya başlamıştı. 
Kızların mimikleri dramatik bir şekilde değişti ve beni boğan üzerimdeki baskı yoğunlaştı. 
Ve bütün bunlara rağmen, hâlâ kılımı kıpırdatmamıştım. 
"D-dur!"
"Siktir, durdur şunu seni piç!"
Bana küfürler savurdular ama tek cevabım kadehi biraz kaldırmak oldu. 
"Hayııır!"
Kadeh dudaklarıma yaklaşırken kısacık bir an için içindeki siyah sıvının derinliklerinde yatan yansımamı yakalayabildim. 
Yakışıklı. 
Kadehin içindeki sıvıya yansıyan adama bakarken tek düşünebildiğim buydu.
’Bu ben miyim?’
Yüzünde, sergilediği hareketlere mükemmel bir şekilde uyan büyüleyici ve kendinden emin bir hava vardı.
Koyu, ela gözleri büyüleyici bir derinliğe sahipti, siyah sıvının altında ışıldıyor ve parlak siyah saçlarıyla uyumlu görünüyordu. Yüzündeki güçlü, keskin hatlar, belirgin bir çene çizgisi ve mükemmel orantılı bir burunla vurgulanmıştı.
Hayatım boyunca onun kadar yakışıklı birini görmemiştim. 
’Ha, gerçekten ölmüş olmalıyım.’
Gürler-! Gürler-! 
Etrafımdaki dünya paramparça olmuş gibiydi. Ben daha ne olduğunu anlamadan, üç kız çoktan her yönden üstüme atılmışlardı. 
Güçleri tüylerimi diken diken etti.
Ancak bütün bunlara rağmen ben hâlâ ’yerimde’ duruyordum. Kadehi ağzıma yaklaştırıp bir yudum alırken dudağımın kenarının keyifle kıvrıldığını hissettim.
’Acı.’
Pffft-
Tam o anda, sıvının ilk yudumu dudaklarıma ulaştığında, içimi dehşet bir acı kapladı.
Başım yavaşça aşağı düşerken ağzımdan bir şey damladığını hissettim. İşte o anda büyük bir kılıç gördüm.
Göğsümü delip geçmişti. 
Şıp... Şıp... 
Kılıcın üst yüzü, ağzımın kenarından akan kanla lekelendi. 
Yavaşça başımı çevirdim. Gözlerim bana bakan iki donuk gri gözle buluştu. 
"Ah, doğru. Seni unutmuştum."
Kelimeler ağzımdan kusursuzca çıktı. Sanki hiçbir şey olmamış gibi. Ama biliyordum. Bunun bardağı taşıran son damla olduğunu herkesten iyi biliyordum.
Yine de onurlu bir şekilde herkesin önünde ayaktaydım. 
Gulp-!
Ve yutkunduğumda etrafımdaki dünya karardı.
Uyandığım anda, gözlerimin önünde büyük bir ekranın yüzdüğünü gördüm.

- ● [Julien D. Evenus]● -
Seviye:17 [Kademe 1 Sihirbaz]
Exp : [0%-[16%]-------100%]

Meslek: Sihirbaz
﹂ Tür : Elemental [Lanet] 
﹂ Tür : Zihinsel [Duygusal]

Büyüler :
﹂ Başlangıç tipi büyü [Duygusal] : Öfke 
﹂ Başlangıç türü büyü [Duygusal] : Hüzün
﹂ Başlangıç türü büyü [Duygusal] : Korku
﹂ Başlangıç türü büyü [Duygusal] : Mutluluk 
﹂ Başlangıç türü büyü [Duygusal] : Tiksinti
﹂ Başlangıç türü büyü [Duygusal] : Hayret
﹂ Başlangıç tipi büyü [Lanet] : Alakantria Zincirleri
﹂ Başlangıç türü büyü [Lanet] : İlletli Eller

Beceriler :
[Doğuştan] - Öngörü 

- ● [Julien D. Evenus]● -


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


1   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   3 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.