Küçük kız posta arabası ile bahar günü köşke geldi.
Bill Remmer’ın gül tohumlarını dikmekle uğraştığı vakit öğleden sonra civarıydı.
“Siz Bay Bill Remmer misiniz?”
Çocuk, oldukça tuhaf bir duygu yayan yumuşak bir aksanla ve dikkatle sordu. Bill Remmer yüzünde şaşkın bir ifadeyle öylece kaldı.
“Evet benim.”
Bill, giysilerindeki kiri temizleyen eliyle hasır şapkasını çıkardı. Çocuk, geniş şapkasının gölgesinin altında gizlenen bronzlaşmış yüzü ortaya çıkınca yutkundu.
Bill için bu sıradan bir tepkiydi. Onun kaba yüzünü gören herkes bu çocukla aynı tepkiyi verirdi.
“Sen kimsin?”
Çocuğa kaşlarını çatarak bakan Bill’in yüzü daha korkutucu göründü.
“Merhaba Bill amca. Ben Leyla Lewellin. Lovita’dan geldim.”
Çocuk net ve yavaş bir şekilde konuştu.
Lovita...
Bill onun aksanının neden garip olduğunu hemen anladı.
“Berg İmparatorluğunun sınırını kendi kendine geçipte mi buraya geldin?”
“Evet. Trenle geldim.”
Çocuk, garip bir şekilde duruşunu düzeltirken beceriksizce güldü. O esnada çocuğu getiren postacı onlara arkadan yanaştı.
“Ah, sonunda çocuk sizinle görüştü Bay Remmer.” “Tam vaktinde. Neden onu buraya getirdin?” “İstasyonun önünde çantasıyla yapayalnız yürüyordu. O yüzden nereye gideceğini sorduğumda Herhardt ailesinin bahçıvanı Bill Remmer’ı aradığını söyledi. Buraya birkaç mektup teslim edeceğimden onu da getirdim.”
Postacı gülümseyerek açıkladı ve Bill Remmer’a bir mektup uzattı. Komşu ilke Lovita’da yaşayan uzak akrabalarından gelen bir mektuptu.
Bill hemen zarfı yırtıp açtı. Mektup daha önce akrabaları tarafından evlat edinilen fakat yaşadıkları kötü şartlar yüzünden artık bakamayacakları öksüz bir çocuğun hikayesini anlatıyordu.
Çocuğun adı Leyla Lewellin idi.
Bill’in önündeki çocuk mektupta bahsedilen öksüzdü.
“Lanet insanlar. Bana çok erken haber verdiler.”
Şaşıran Bill’in nefesi kesildi. Lovita da hiç kimse bu küçük yetimi evlat edinememişti. Bill Remmer onların arasında bu çocukla direk bağlantılı olan son kişiydi. O yüzden çocuğu ona teslim ettiler.
Mektuba göre, eğer Bill’in durumu çocuğu yetiştirmek için elverişli değilse onu yetimhaneye bırakabilirdi.
“Bu insanlar cehenneme gitmeli. Küçük bir kızı nasıl tek başına gönderirler.”
Bill homurdandı ve buruşuk kağıdı yere çarptı.
Durumu tamamen anlayan Bill’in yüzü öfkeyle kızardı.
Çocuğa bir oyuncak gibi davranılmıştı bir akrabadan diğerine gönderilmişti ve kimse onu istemeyince terk edilmeye mahkum edilmişti. Ve sonunda yabancı bir ülkeye hiç tanımadığı uzak bir akrabasına gönderildi.
“Afedersiniz Bill amca. O kadar genç değilim.”
Bill’i sessizce gözlemleyen küçük kız aniden konuştu.
“Birkaç hafta sonra on iki olacağım.” ÇN: çok büyükmüşsün be yavrum
Bill onun oldukça olgun konuşma tarzını dinlerken zevkle kıkırdadı. Kızın yaşından daha küçük göründüğünü göz önüne alınca beklediğinden daha büyük olduğunu öğrenince içi rahatladı.
Postacı sorun çıkaran kızı bırakıp ayrıldıktan sonra ikisi bahçede yalnız kaldı. Bill elleriyle başını kapattı ve Tanrıdan yardım istedi.
Onlar çok çok uzak arkraba olmalarına rağmen daha çok baba ve kız gibi görünüyorlardı. Bill uzak akrabalarını 20 yıldır görmüyordu ama şimdi bugüne kadar varlığından haberdar olmadığı bir çocuk tarafından kapana kısılmıştı.
Dışarısı soğuk olmasına rağmen çocuk ince giyinmişti. Çok sıska görünüyordu. yeşil gözleri ve sarı örgülü saçları Bill’in onda görebildiği tek şeydi.
Bill ona bakamayacağı sonucuna vardı.
Ancak, o zaman tek çözüm onu yetimhaneye göndermekt ve bu onu çıldırttı. Bill onu böyle bir işe bulaştırdıkları için akrabalarına ikinci kez sövdü.
Küçük kız irkildi ve kırmızı dudaklarını çiğnemeye başladı.
“Beni takip et.” Bill başını hayal kırıklığı ile sallarken yolu gösterdi. “Karar vermeden önce biraz yemek yiyelim.”
Sözleri akşam esintisinde sürüklendi. İkisi Bill’in odasına yaklaştıkça çocuğun ürkek adımları yavaş yavaş neşeli bir hal aldı.
**
“Yalnızca bu kadar mı yüyorsun?” Çocuk Bill’in kaşlarını çattığı küçük bir tabak taşıyordu. “Evet. Az yerim.”
Çocuk nazikçe gülümsedi.
“Çocuk, çok az yiyen çocuklardan nefret ederim.”
Masa lambasının ışığı, çocuğun özensizce katlanmış kolunun altından görünen ince bileğini aydınlatıyordu.
“Her şeyi bir inek gibi yemelisin.”
Bill’in yüzü daha da sertleşti. Leyla tabağına biraz daha et ve ekmek koydu ve yemeğini hızla yemeye başladı.
“Bir inek gibi yiyemem ama Amca oldukça iyi yiyebilirim.” Leyla dudaklarındaki ekmek kırıntılarıyla kocaman gülümsedi.
“Evet, kesinlikle bunu görebiliyorum”
Bill güldü ve bardağına viski koydu.
“Benden korkmuyor musun?” bill’in yüzü onu korkutmaya çaılşarak buruştu.
Ama leyla gözlerini kaçırmadan ona baktı. “Hiç de bile” dedi. “Bana bağırmıyorsun. Bana bir sürü lezzetli yemek verdin. Bu yüzden senin iyi bir insan olduğuna inanıyorum.”
‘Bu çocuk ne tür bir hayat yaşamıştı?’
Bill bardağını yeniden dolduruken düşündü. Mektupta çocuğun annesinin kocasını ve çocuğunu başka bir adamla kaçmak için terk ettiği yazılmıştı.
Çocuğun ihanete uğrayan babası alkolik oldu ve alkol zehirlenmesinden öldü. Bunun ardından, kız diğer akrabaların evlerinde büyütüldü, ancak sonunda onlar tarafından da terk edildi.
Çocuk trajik bir hayat yaşamasına rağmen Bill hala onu yetiştirenin kendisi olması fikrini gülünç buluyordu.
Bill Remmer birasını yudumladı ve kararını gelecek hafta vermeye karar verdi.
**
“Herkes duydu mu? Bill Remmer, bahçıvan, genç bir kıza bakmaya başladı.”
Genç bir hizmetçi işçilerin boş zamanlarında toplandıkları salona daldı. Moladaki hizmetçiler dikkatlerini ona verdiler.
“Bir kız mı ? bay Remmer mı? Bir aslan ya da fil yetiştirmeyi seçmesi daha mantıklı olurdu.”
Hizmetçilerden biri homurdandı.
Bill Remmer Herhardt hanesinin doğuştan çiçek yetiştirmeye yeteneği olan bahçıvanı idi. Öfkesine rağmen, yeteneği sayesinde son yirmi yıldır bahçıvanlık işini sürdürebilmişti.
Herhardt ailesi ona güveniyordu. Özellikle Düşes Norma. Çiçeklere olan eşsiz sevgisinden dolayı Bill’in bahçıvanlığı ile birlikte öfkesini de kabul etmişti. Ayrıca bahçıvana Herhardt malikanesinin arkasındaki ormanında bir kulübe bile vermişti.
Bill için hayat çok kolaydı. Bahçede çalışır sonra dinlenmek için kulübeye dönerdi. İş arkadaşlarıyla içerek zaman geçirmesine rağmen zamanının çoğunu çiçekler ve ağaçlarla çevrili olarak geçirirdi. Karısı yıllar önce bir hastalıktan öldükten sonra bile asla başka bir kadına bağlanmadı.
Bu Bill Remmer küçük bir kız mı yetiştirecekti?
Salondaki hizmetçiler bunun saçmalık olduğunu düşündüler.
Pencerenin yanında oturan hizmetçilerden biri bağırana kadar “Amanın. Doğru olmalı. Şuraya bakın.”
Hizmetçi gözleri açık bir şekilde pencereyi gösterdi. Bütün hizmetçiler aynı anda penceye koştu ve şaşırdılar. Bill Remmer ekim yapıyordu ve söylentilerdeki küçük kız onu takip ediyordu.
Yürürken kızın örülmüş sarı saçları sallanıyordu. “Hala karar vermedim.”
Bill çocukla ilgili sorulara aynı cevabı verip durdu. “Onu burada terk edemem. Yani bunun hakkında düşünmem gerek.”
Bill’in düşünmesi ilkbahar ve yaz boyunca devam etti. Leyla lewellin yavaş yavaş Herhardt evinin bir sakini haline geldi.
Çocuğun bahçede ve ormanda gezdiğini görmek hizmetçiler için normalleşti. “Sanırım biraz büyümüş.”
Herhardt’in aşçısı Madam mona pencereden bakarken gülümsedi. leyla, orman kulübesinin arkasında yeni açmaya başlayan çiçeklere ve çimenlere bakıyordu.
“Daha gidecek çok yolu var. Normal çocuklardan hala daha küçük.”
“Bill remmer. Ona bir bak. çocuklar senin çiçeklerine benzemez. Onlar bir iki günde büyümüyor.” Madam Mona başını sallayarak sepetini masaya bıraktı.
“Bu ne?” “Kurabiye ve kek. Dün bir çay partisi vardı.” “Tatlıdan nefret ederim.” “Valla mı? Bunlar Leyla için.”
Bill Remmer’ın koyu renk kaşları Madam Mona’nın ani yanıtıyla çatıldı. O çocuğun burada olmaması gerekiyordu ama Dükün çalışanları her gün Leyla ile ilgilenemye başladılar.
Onu selamlıyor, yemek getiriyor ve bazen ziyaret ediyorlardı. Bill bununla başa çıkmakta zorlanıyordu.
“Onun için birkaç kıyafet almalısın. Genç hanımın eteği artık dizinin üstüne çıkmak üzere.” Madam Mona Leyla’yı kuş kovlarken izlerken söyledi. O bile Leylanın üzerine uymayan elbiseler giydiğini görebiliyordu.
Bill, Mona’nın gösterdiği yöne bir bakış attı. Kovaladığı kuş bir daka konunca Leyla da atletik hareketlerle ağaca tırmandı.
“Kesinlikle ağaca tırmanma yeteneği var.”
Bill’in umarsız cevabı Monayı kızdırdı. “Bill Remmer! Ağaca tırmanma alışkanlığının farkındasın ve bunu görmezden gelmeyi mi seçtin? Çocuğu nasıl yetiştiriyorsun?” “Gördüğün gibi. Güçlü bir şekilde büyüyor.” “Kızı vahşi bir hayvan gibi büyütüyorsun! Tanrım!”
Madam mona bir yaygara kopardı. Ama Bill duymazlıktan gelerek pencereden etrafa baktı. Leylanın bir dalda oturup oyun oynayan kuşlara baktığını gördü.
Birkaç ay ona baktıktan sonra leylanın meraklı bir kız olduğunu anlamıştı. Çiçekler ve çimenler, kuşlar ve böcekler. Dikkatini çeken her şey onu şaşırtıyor ve merakını artırıyordu.
Bir gece Leyla akşam yemeğinde eve dönmediğinde Bill ormanın derinliklerine gitmiş ve onu nehir kenarında oturmuş bir su kuşu sürüsünü izlerken bulmuştu. Gözlemlemeye o kadar dalmıştı ki Bill’in ona seslendiğini bile duymamıştı.
Madam .mona Bill’e biraz daha bağırdıktan sonra ayrılmıştı. Ondan sonra Bil biraz gezintie çıktı ve kulübeye geri döndü.
“Amca!” Leyla arkadaşça bir havayla onu karşıladı.
Çocuk hızla ağaçtan indi ve Bill’e yaklaştı.
Leyla eski püskü giyinmişti. Dük ile görüşeceği için bu kıyafetler uygun değildi. bill yeni kıyafetler almaya karar verdi.
“Hazırlan ve dışarı çık.” Kulübenin önüne geldiklerinde Bill düşünmeden konuştu.
“Ah. Amca?” “ Şaşkın şaşkın bakmana gerek yok. Şehre inip sana biraz kıyafet alacağız.” Bill öksürdü ve ensesini kaşıdı. “Dük herhardt yakında burada olacak, şimdiki görünüşünle onu karşılamak biraz garip olur.”
“Dük mü? Buranın sahibini kastediyorsun değil mi?” “Evet, ara verdiği için geri dönecek.” “Ara mı? Dük okula mı gidiyor?” leyla kaşlarını çatarak başını eğdi. Bill çocuğun asi saçlarını okşarken gülümsedi. “Dük yalnızca 18 yaşında yani okula gitmekten başka seçeneği yok.” “Ne? 18 mi? Dük mü?”
Çocuğun şok olmuş yüzünü görünce Bill kahkahayı patlattı. Kaba parmakları ile çocuğun saçlarını düzeltti. Pamuk gibiydi. **
Carisbar istasyonuna bir tren başkentten gelmişti.
Bekleyen hizmetçiler istasyonun özel yerine geçtiler. Sıraya girdiklerinde uzun boylu, ince bir oğlan platforma indi.
“Merhaba Efendim.” Bütün diğer hizmetçiler, Uşak Hessen’in dostça selamlaması ile birlikte oğlanın karşısında başlarını eğdiler. Matthias selamlarına diz ve zarif bir şekilde cevap verdi. Pembe dudakları ne çok geniş ne de çok sert olan bir gülümsemeyle kıvrılmıştı.
Hizmetçiler Matthias biraz hareket edene kadar yerlerinden kıpırdamadılar. Kalabalık hızla geri çekilip genç efendinin geçmesine izin verdi.
Matthias hiçbir yavaşlama olmadan hızlı adımlarla ilerledi. “Bir araba mı?” istasyondan çıkıp onu bekleyen arabaya bakarken Matthias sırıttı. “Aah.... evet efendim. Madam motorlu arabaların güvenilir olduğuna inanmıyor.” “Biliyorum. Babannem için arabalar dayanılmaz derecede kaba ve tehlikeli demir yığınlarından başka bir şey değiller.” “Özür dilerim. Gelecek sefere...” “Boşver. Klasikler kötü değildir. Arada sırada.”
Matthias sakin bir tavırla arabaya bindi. Uzun kollarından ve bacaklarından yavaş ama sabit hareketler akıyordu.
Kalabalık alışveriş caddelerinden ve meydandan geçerken araba hep hızlandı.
Matthias’ın bagajı ayrı bir arabada taşınıyordu, arabanın arkasında altın bir arma vardı.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.