Yukarı Çık




           
Bir kızıl parıltı, ay ışığında yavaşça yere süzülüyor o kadar kırmızı ki insanın aklında, bunun kandan başka bir şey olmadığı yanılsamasını oluşturuyor ama değil. O kadar yavaş düşüyor ki sanki yerçekimsiz ortamda savruluyormuşcasına. Bu kızıllığın içinde hiçbir şey yok, bomboş ama bu onun suçu değil. Bu ona hiçbir değer biçilmemesinden kaynaklanıyor. Ona değer biçildiği zaman sanki birden her şeyi değiştirecek, sanki bir dünyanın başlangıcı olacakmış gibi bir hissiyat oluşturuyor. Bu kızıllığın o boşluktaki tek sahip olduğu değer de bir şeyleri değiştirebilecek hatta bir şeyleri başlatacak güce sahip olması gibi görünüyor ve yavaş yavaş yere düşmeye devam ediyor...

Bir ağacın altında uzanmış, uyumakta olan bir adamın kafasına bir şey düşüyor. Bu bir elma ağacından düşen bir elma!
Kafasına düşen elma ile birlikte uyanıyor adam. İlk başta onu neyin uyandırdığın fark edemiyor. Her yer karanlığa bulanmış. Etrafta ormanın sisi karanlığın içinde kol geciyor. Kalkıp etrafına göz gezdiriyor. Bir zaman sonra o elmayı, kıpkırmızı olan o elmayı fark ediyor.
Elmayı eline alıyor. Ayın ışığına tutup elmayı inceliyor. Gerçekten bu kadar kırmızı bir elmayı daha önce görmediğini düşünüyor, sanki sırf bu kırmızılığı özel bir şeylere borçluymuş-casına ama gözlerini elmadan ayırıp havaya bakıyor. Uyuduğu ağaca daha önce dikkat etmemişti. Bu bir elma ağacıydı. O kadar güzel bir ağaç ki insanın dili tutulursa yeri gibi görünüyor. Tam dolunay vakti ve ay sanki etrafına mavi bir sis yayıyor. Daha sonra tekrar elmaya bakıyor ve düşüncelere dalacakmış gibi oluyor. En sonunda o ağacın altından kalkıyor ve başka bir ağacın altına geçiyor. Bu meyve vermeyen bir ağaç.

Elma hala elinde bir ısırık almak için can atıyor ama bunu yapmıyor. Elmayı o kadar uzak bir yere fırlatıyor ki, sanki hiç bir insanın gözü onu orada bulamayacakmış gibi. Elma karanlığa gömülüp yok olunca tekrar yere uzanıyor ve ardından şöyle diyor: ''artık hiç bir elma beni rahatsız edemez ve uykuma devam edebilirim.'' ve kaldığı yerden uykusuna devam ediyor...




Havada yumuşak bir meltem esiyordu, ağaçlar sonbahar nedeniyle seyrekte olsa yapraklarını sarartıp yere dökmeye başlamıştı... Hava çoktan öğlene doğru gelmişti. Bölgenin her tarafı ağaçlıktı. Bir orman denilebilecek bir yer... Ağaçların karşısında 5 yada 6 metre ilerisinde toprak bir yol bulunuyordu, üzerinden en azından bir kaç gün önce bir kervan geçtiği anlatan nal ve toynak izleri vardı. Hava seyrek bulutlu, kuşların cıvıltıları ise sanki her yerden geliyormuş gibiydi. Bazen hızlanan meltem ağaçların hışırtılarını yükseltiyor, ağaçların yapraklarını bir anda yere dökmesine neden oluyordu. İşte böyle bir yerde bir ağacın gölgesine uzanmış bir adam gökyüzüne bakarak karamsar bir bakışla hayatın anlamını düşünüyordu:

''Bu hayatın amacı ne? Neden hala hayattayım? Umut edecek bir şeyim var mı? Yada hayal edecek bir şeyim?''
Bunları içinden geçirdikten sonra bu sefer içinden olmayan bir sesle ''Aman bunları düşünmek için fazla aptalım.'' dedi ve uzandığı ağacın gölgesinde uyumaya başladı.


O uykusuna devam ederken etrafından bir kaç kişi geçmekteydi. Bu kişiler bu dünyada şovalye olarak bilinen kişilerdi. Sesleri ve gülüşmeleri ağacın altında yatmakta olan adama kadar geliyordu. Ama ağacın altındaki adam sesleri pek umursamıyor gibi görünüyor, uzandığı ağacın altında uykusuna devam ediyordu.

Biri hariç hepsi gümüş bir zırh giyiyordu ve en önde giden şişman kişi ise bir şeyler hakkında konuşuyordu:
''Şu canavar ne kadar büyüktü gördünüz mü? Ama Lord Arthur'un tek hamlesinde ölmesi gerçekten müthişti değil mi? Lord Arthur'dan daha güçlüsü yoktur bu dünyada. Sizce de öyle değil mi? Ha söylesenize.'' Derken yanında ona oranla daha sıska görünümlü şovalye:

''Evet haklısın yanımızda Lord Arthur olmasaydı kesinlikle işimiz bitmişti. O kesinlikle özel biri.'' dedi.

Bu adam da şişman olan adam gibi gümüş renkli bir zırh giymişti. İsmi İlgan’dı. Suratı bir yılana benziyordu, hatta gözünün sarı renkte olmasından dolayı bir yılan soyundan geldiği veya yarı insan olduğu düşünülebilirdi, ama yıllardır yarı insanlar köle olarak kullanılıyordu ve ne insan gibi yaşama ne de şovalye olma haklarından yoksundular. Bu ise ya bir hastalık nedeniyle rastlantı eseri yılana benzemiş bir insandı yada sadece yılana benzeyen bir insandı!

Onun arkasında duran şovalye ise hiç konuşmadı. Sohbete katılmak yada konuştukları: Lord Arthur'u övmek gibi amacı yoktu. Oda gümüş bir zırh giyiyordu. İsmi Gerna'ydı. Güzel bir bıyığı vardı. Gruptaki en uzun boylu olan oydu ve boyuna oranla vücudu da yapılıydı. Çoğu zaman sessiz olurdu. hiç bir şekilde gülmezdi, her zaman ciddi bir görünüm sergilerdi. Hemen arkasında bir buçuk metre boyunda bir kılıç vardı. Uzunluğuna oranla kılıcı çok da kalındı da, sanki sırf onun için dövülmüş gibiydi. Bu gruptan o kılıcı sadece o kullanabilir gibi görünüyordu.

Arthur diye bahsedilen kişi ise diğerlerine oranla daha kısa olsa da, uzaktan bile fark edilebilecek güçlü bir aura'ya sahipti.
-Aura: İnsanlar için Tanrının gücünün dünya üzerine yayılmış halidir; diye düşünülmektedir. Bu güç dünya üzerindeki her şeyin içinde varlığını korumakta ve insanlar tarafından bu gücün kullanılması için bedeller ödenmesi gerekmektedir.(bu bedelleri ileride açıklayacağız) Bu güç tanrıyla bağlantılı gibi görünmesinin nedeni mantık sınırlarını zorlayan, insan aklının ötesinde işleri yapmanızı sağlamasından kaynaklanmaktadır. Kısaca Aura dilek gerçekleştiren bir kuyudur ama bu kuyunun dileklerini gerçekleştirmek için senin için değerli olan parayı o kuyudan aşağı atman gerekir.-


Grubun en arkasından o ilerliyordu. Diğerlerinin aksine hiç bir zırh giymemesi kendine çok fazla güvenmesinden ve bir zırhın kendisini koruyamayacağını aksine hızını kısıtlayacağını düşünmesinden geliyordu. Yinede bu kişiden kısaca bahsetmek gerekirse; Bir çok savaşa katılmış, ölümün eşiğinden bir çok kez geçmiş, birçok efsaneye konu olan canavarları öldürmüş efsanevi bir kahraman diyebiliriz. Ejder katili ve büyü ustası gibi yaygın olmayan unvanlara sahip olmasının yanında soylu bir aileden geldiği için kralıktaki bir sonra taht savaşları için büyük bir güç unsuru olarak görülmekte(taht için bir varis değil!).


Arthur’un gözü ne şöhretteydi nede parada, sadece bu dünyanın anlamını sorguluyordu. Neden aura ile kutsanmış, bu gücü kullanmaya layık görülmüştü? Sürekli bunu düşünüyordu. Amcası olmasaydı hayatın anlamını çözmek uğruna uzun bir yolculuğa çıkmak istiyordu ama amcası tahta oturduktan sonra bunu yapmaya karar vermişti. Şimdilerde ise amcasının ayak işlerini yapıyordu. Böyle anlamsız görevlere neden onu gönderdiğini pek bilmese de, halinden pek şikayet etmiyordu. En azından bu yolculuklarda nelerle karşılaşabileceği hakkında çeşitli düşler kurabiliyordu.
Arthur tekrar bu derin düşüncelere dalmışken bir şey onu bu düşüncelerden çekip aldı. O şey ise en önünde giden şişman kişinin sinir bozucu sesini yükseltip, onlara eliyle birini gösterip.
''Bu adamı daha önce buralarda hiç görmedim, diğer krallıklardan bir casus olabilir!'' demesiydi. Bu adamın ismi Tooth'du. Şişman ve işe yaramaz görünüyordu. Kim bakarsa baksın hiçbir işe yaramayan asalak biri olduğunu düşünebilirdi.

Öyleydi de güçlü insanlarla birlikte canavar avına gider, hiçbir şey yapamaz ve de kazanılan ganimetlerden pay alırdı. Ağacın altındaki adama bulaşmasının sebebi ise Arthur'u kıskanmasından ve içindeki öfkeyi kusma isteğinden geliyordu. Diğerleri ise bu saçma soru karşısında seslerini çıkarmadılar. Bu uzun yolculuktan sonra biraz dinlenmek ve eğlenmek istiyorlardı. Tooth bu adamı görmüş olmasaydı bile, bir zaman sonra birlikte bir yerlerde durup dinleneceklerdi. Şimdi ise biraz eğlenebilecekleri için kendilerini şanslı saymaya bile başlamışlardı.


Tooth yatmakta olan adamın yanına gidip ''Hey sen diye söze başladı. Neden burada uyuyorsun? Burası kral Demarkus'un toprağıdır.''dedi ardından biraz bekledi. Bu sırada ise bu adamı inceliyordu.


Bu adam bulunduğu çağa oranla normal gibi görünse de çok çelimsiz ve zayıf görünüyordu ama normal olmayan kıyafetler giyiyordu. Suratı hasır bir şapka giydiği için şu anlık görünmüyordu.
Giydikleri sol kolunu kapatıp diğerini açıkta bırakan, sadece göğüs kısmı iliklenmiş paçavra görümlü, yırtık pırtık bir gömlek ve aynı şekilde sanki bir savaştan çıkmışcasına yırtık pırtık bir pelerin, ve bunların altına giydiği hayvan derisinden yapılmış bir çarıkla onun üstüne dizlerine kadar gelen bir pantolondu sanki bir savaş alanından rastgele seçilmiş ve üzerine zorla geçirilmiş gibi görünüyordu . Görünürde ne bir kılıcı nede bir bıçağı vardı, Tooth bu adamı iyice inceledikten sonra aklından ‘’bu kesinlikle bir dilenci ve savaş hırsızı‘’ diye geçirdi, ama işini sağlama almak istiyordu eğer  savaş hırsızı ise bir bıçağı olabilirdi ve bir bıçağı varsa yaralanmak istemiyordu, bu yüzden ''Daha önce seni buralarda hiç görmedim, hemen kim olduğunu ve nereden geldiğini söyle'' dedi.


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.






DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.