D. Gray Man: Reverse - Türkçe Çevrimiçi Oku
Yukarı Çık





           
Kapkaranlık alanın ortasında, bir sokak lambası aniden yandı. Aynı zamanda, bir adamın şakacı sesi havada yankılanıyordu.

"Şimdi gel bakalım, hadi bir kaç akuma yapalım~ ❤️"

Orada, ışığın altında, silindir şapkalı tuhaf bir adam ayakta duruyordu.

Yaşı belli olmuyordu, kenarları karnının çevresinde ovalleşen, düğmeli, yeni bir ceket giyiyordu ve yuvarlak bir kelebek gözlük takıyordu. Bütün bir çocuğu yutabilecek kadar büyük bir ağzı vardı ve dudaklarının kenarı yukarı doğru kıvrılmıştı, bu ona kalıcı bir gülümsemesi varmış izlenimi veriyordu.

Eğer betimleme burada bitseydi onun normal bir insan olduğunu düşünülebilirdi. Ama, onun büyük, uzun elf benzeri kulakları normal bir insan olmaktan oldukça uzak olduğunu kanıtlıyordu.

Her ne kadar eğlenceli biri gibi görünse de, bu görünüşünde itici bir şeyler vardı.

O "Milenyum Kontu". Onu tanıyorum.

Milenyum Kontu başını hafifçe kaldırdı, şişman vücuduna uymayan sevimli, çarpıcı bir poz verdi.

"İlk başta 'Akuma İskeleti'ni kullanmak zorundasın bununla birlikte iki insan gerekli malzemeleri kullanarak akuma yapar. ❤️"

Memnuniyetle, Milenyum Kontu bir iskelet modeli ortaya çıkardı. Gerçek insan kemiklerinden yapılmak yerine yapay bir şeyden yapıldığı açıktı.

Akuma İskeleti. Bu şeytansı cisim içine yerleştirilecek olan ruhu diriltip kontrol edebilirdi.

Hayır. Bunu yapmasına izin veremezsin.

"İnsanlar ya A, yaşıyordur yada B, ölmüştür. Bu ikisi derin bir bağla birbirlerine bağlandı ve eğer A harika, trajik bir sonla öldüyse bu ikisi için de idealdir. ❤️ "

Yavaşça, pembe kilden basitçe yapılmış iki insan bedeni ayakları üzerine kalktı. Anlaşılan bunlar insan örnekleriydi. Göğüslerine 'Ölmüş A' ve 'Yaşayan B' yazıları oyulmuştu. 

"Şimdi, bütün malzemeleri bir araya getirdikten sonra, ilk olarak ölü A'nın ruhunu Akuma'nın içine koymak için geri çağıracağız. ❤️ ❤️ Bunu yapmak için A'ya derinden bağlı olan B'ye sahip olmak gerekli, şimdi ruhu 'çağır'."

B, A'nın adını haykırdı. A, cennetten, alevlerle sarılmış bir şekilde alçaldı. Görünen o ki bu A'nın ruhuydu.

Ruh akuma iskeletine girdi.

Berbat...Neden berbat bir şeyi hatırlıyormuşum gibi hissediyorum? Milenyum Kontu tatmin olmak için beni aptal yerine koydu.

"Başarılı bir şekilde ruhu çağırdıktan sonra B, A tarafından kanlı bir modayla öldürülür. ❤️"

Akuma İskeleti, A'nın ruhuyla doldu, Milenyum Kontu'nun sözlerine itaat etti ve B'yi bir bıçakla öldürdü.

B çığlık attı ve düştü..

"Şimdi, son dokunuşlar. ❤️ A, B'nin cesedine girmek zorunda.. ❤️"

Akuma İskeleti zorlukla ayaklarını B'nin ağzına soktu. Normal bir şekilde, yaklaşmak istersen kulaklarınla karanlıkta yankılanan kırılma ve şlap seslerini duyabilirdin.

Kemikleri bükülmüş gibi teni gerildi, Akuma iskeleti kendini zorlayarak B'nin bedenine girmişti.

Hayır. Bunu görmek istemiyorum. Bu tür bir sahneyi görmek istemiyorum!

"Peki, üç dakikadır bekliyoruz. ❤️ B'nin bedenine girdikten sonra A'nın akuması tamamlandı! ❤️"

Boş gözlerle, B'nin çehresinde çarpık bir gülümseme oluştu.

"Sana bir ipucu vereceğim, en iyi sonuçları almak için, B'yi mükemmel bir şekilde kandırmalısın. ❤️"

Milenyum Kontu büyük bir memnuniyetle gülümsedi. Alaycı bir şekilde gülümseyen yüzü insanların aptallıklarından ne kadar zevk aldığını gösteriyordu, başka hiç bir şey onu bu kadar tatmin edemezdi.

Milenyum Kontu, akumaların üreticisi, ve dünyayı sonuna sürüklemeye çalışan kişi.

Milenyum Kontu ortaya çıktığı için, karanlık geri döndü.

Akuma nedir?

Bir akuma yaşayanların ölüleri geri getirme isteğini kendisi için kullanarak doğar. Ama bu sadece daha fazla trajediye sebep olur.

Ben...Ben...

Dünya birden dönmeye başladı...

Ve Allen Walker uyandı.

Allen şaşkınlıkla etrafına baktı. (Etrafında) Düzenli bir şekilde sıralanmış oturaklar vardı, beyni bunu algılamaya başladı, bir süre sonra oturakların üzerinde pinekleyen insanlar olduğunu fark etti.

Sert sandalyesi aracılığıyla, etrafında dönen ritmik bir bir titreşim hissetti, bununla birlikte sabit bir şekilde hareket eden tekerleklerin mekanik sesini duydu.

Ah, bu doğru. Trene binmiştim, uyuyakalmış olmalıyım.

Allen doğruldu ve soluk beyaz saçlarına elini koyup hafifçe iç çekti.

Hindistan'dan bir botla geldikten sonra sonunda Britanya'ya varmıştı. Kendisine rağmen rahatlamış olması bir korumayla beraber olmasından dolayı olmalıydı. Şimdiden hatırı sayılır miktarda yorgunluk biriktirmişti bile.

Birinin üzerine iğneleyici bakışlarını diktiğini hissetti ve başını kaldırdı.
 
Önünde, yedi numaralı koltukta oturan yaşlı bir kadın bakışlarını kaçırdı, ama bundan önce Allen gözlerindeki şaşkınlığı yakalamıştı. 

Allen acı bir şekilde gülümsedi. İnsanların meraklı bir şekilde ona bakmalarına alışmıştı. Çocuksu yüzünü çevreleyen beyaz saçlarıyla, kimsenin yaşını kesin bir şekilde söylemesi mümkün değildi. Aslında, gerçek yaşını bilmiyordu bile. Sadece 15 yaşında bir yerlerde olduğunu tahmin ediyordu.

Bilinmeyen bir yaş. Bunun üzerinde düşünmeye başladı, Bence rüyamda bir şeyler oldu...

Ama hatırlayamıyorum. Şey, boşver. Aslında çok güzel bir rüya olduğunu da sanmıyorum.

Pencereden dışarı bakmak için döndü.

Huzurlu kırsal Britanya manzarasının geçmişte kaldığını gördü.

Temiz ve mavi gökyüzünün aksine, seyrettiği büyük, geniş otlaklar durgun bir denizmiş gibi görünüyordu. Ovanın üzerine serpilmiş sık, yeşil olan yapraklı ağaçlar küçük adalar gibi görünüyordu...

Tatlı bir ışık bu sessiz manzarayı aydınlatıyordu. Bu görüntü kendisini daha fazla uyuşuk uykuya davet ediyordu.

O anda pencere camına yansıyan yüzünü gördü ve kısa bir süre önce kadının ona baktığını hatırladı. Saçları yerine alnını sol yanından başlayıp yanağına inen yara izini görmekten nefret ediyordu.

Allen nazikçe ize dokundu. Bu ona çok önemli bir insan tarafından verilmişti. O kişi asla geri dönmeyecekti. Yara izini aldığı zamanı çok net bir şekilde hatırlıyordu, bu yara ona üç yıl önce olmuş gibi görünmüyordu.

Ama, o zamana ait anıları bile görse, düştüğü bu inanılmaz acıyı hatırlayamıyordu, tıpkı keskin bir bıçakla göğsü kesilmiş gibi.  Sadece, gecenin karanlığında çıkışı olmayan bir labirentte tek başına başıboş dolaşıyormuş gibi yada  karanlığın ortasına düşmüş, boşluk ve yalnızlığı hatırlayabiliyordu.

Allen usulca gözlerini kapattı.

Durma. Yürümeye devam et.

Her zaman bu sözleri söylüyordun. Biliyorum. Durmayacağım. Britanya'ya kendi isteğimle geldim değil mi? Bu şekilde, başlama çizgisine daha çok yaklaşmış olacağım.

Başına keskin bir acı saplandı. İsteksizce inledi, başını öne doğru eğip nazikçe okşadı.

Çoktan bandajı çıkarmıştı ama hala kafatasındaki acılı tempoyu hissedebiliyordu.

"Ustam bana çekiciyle vurduğundan beri çoktan iki ay oldu bile..."

Akumaların kökünü kurutmak için özelleşmiş bir Exorcist olma amacı ile, Allen General Cross Marian'ın asistanlığını yapıyordu.

'General' karargahlarında ve diğer bütün Exorcistlerin arasında önemli bir konuma sahipti. 'Karanlık Dini Organizasyon'(ayrıca Kara Emir olarak da bilinir) onları idare ediyordu. Bir borç senedinin görüntüsü...bu muhteşem adam bu sözcükler duyulduğunda akla gelebilirdi ama her şeye rağmen General Cross yetenekli bir exorcistti. Allen çıraklığı döneminde onun kişiliğinin ne kadar farklı olduğunu öğrenmişti, yaptıkları illegaldi ve çok fazla terk edip bıraktığı sevgilisi olmuştu.

Hayatını sürdürmek için gereken parayı sevgililerinden ve her yere dağılmış olan arkadaşlarından borç alıyordu. Ne zaman General Cross bir dükkana girse her şeyi hesabına yazdırırdı. Allen bile ihtiyaçları olduğu zaman seyahat sermayeleri için kumar oynamak zorunda kalıyordu. 

O kötü bir adam değil.

Üç yıl süren eğitimi göz açıp kapatıncaya kadar geçmiş gibi görünüyordu. Sonra iki ay önce, Hindistan'da kaldıkları sırada General Cross, Allen'a sonunda kendine exorcist diyebilmesine izin vermişti.

Evet, haklı olduğumuz kısım o ana kadardı.

Ama resmi olarak kabul edilmiş bir exorcist olmak için organizasyonun Avrupa'daki ana karargahına onlarla tanışmak için gitmesi gerekiyordu. 

Sadece gitmek istemediğini söyleseydi sorun olmazdı ama neden bunun için öğrencisinin kafasına vurmuş ve onu terketmişti..?

Allen iç çekti, kaç defa durum değerlendirmesi yaptığını merak ediyordu.

"Ana karargahtan nefret ettiği için kaçsaydı bir sorunum olmazdı.."

Evet, o gerçekten kötü bir insan değil...

"Ama öncelikle bana karargahın nereye kurulduğunu söylemeliydi... Sadece Avrupa'da bir yerde olduğunu biliyorum."

Referans mektubu Komui isimli denetçiye gönderilmişti ama karargaha varamazsa, burası önemli bir noktaydı, bu anlamsız olacaktı.

Aldığı darbeden sonra bilincini geri kazanınca, Allen Ana Karargahın yerini sormak için umutsuzca ustasını aradı.

Ama organizasyon onun izini bilgi ağıyla bile bulamadıysa, ne umutla ustasının kaldığı yeri bulmaya çalışabilirdi ki? Şimdi bunun hakkında düşünmek için şansı vardı. Bunun kendi açısından gereksiz bir çaba olduğunu fark etti.

Bir keresinde yanlışlıkla ustasının favori mağazasına girmişti. Borçları ödemek için alı koyulduktan sonra, Barney'nin ablası değerli bir şeyler için üzerini soymuştu ve Britanya'dan parasız bir şekilde ayrılmak için zorlanmıştı. 

Allen, buralara gelebildiği için övgüyü hakettiğini düşünüyordu.

Kendisine tanıdık gelen manzarayı görmeye başladı, tren istasyonda durmak için yavaşladı. Belki de hiç kimse kırsal bölgeleri ziyaret etmekle ilgilenmiyordu çünkü Allen bu durakta inen tek kişiydi.

Allen'ın ulaştığı yer harika gölüyle ünlü olan bir şehirdi. Yada buranın, bahsedilmeye değer başka ilginç bir noktası olmayan bir taşra kasabası olduğunu söyleyebilirdiniz.

Hemen küçük istasyondan çıktı, taşla döşeli alan gözlerinin önünde belirdi, alanın ortasında dikilen dikdörtgen şekilli ve ve birbirine paralel şerit desenlerle süslenmiş bir saat kulesi onu sessizce karşıladı.

Ne nostaljik...Buraya yalnızca ikinci defa geliyordu ama sanki memleketine gelmiş gibi hissediyordu.

Her ne kadar burası bir taşra kasabası olsa da, tren istasyonunun karşısında sıralanan dükkanlar göreceli bir bolluk içinde olduklarını gösteriyordu. Biraz neşeli bir şekilde, Allen yola indi ve mağazalarla müşterilerini gözlemlemeye başladı.

Ilık güneş ışığının tadını çıkararak alışveriş çarşısını terk ederken, önüne yayılmış olan otlak alanı gördü. İleride bal renkli duvarlı evler, birer yada ikişer olarak dikiliyordu. Allen, hafif rüzgarlı ve taşlı yolda zeminin verdiği histen zevk alarak yürüyordu.

Bu yer şehirden farklıydı, öyle ki Allen gökyüzünü metrelerce uzaklığa kadar görebiliyordu. Rüzgarda hışırdayan çimenleri ve kuşların seslerini duyabiliyordu. Çevrede çok az insan vardı ve şehrin gürültülü sesinden uzaktaydı.

Burası güzel bir yerdi. İşlek şehrin bütün çekici kolaylıklarına rağmen kırsal bölüm de eşit derecede değerliydi.

Allen havayı derince içine çekti ve uzak alanlara kadar uzanan yeşillikten zevk aldı. Ve kesintisiz gökyüzü. İçini ferahlık duygusuyla dolduruyordu.

"Dışarı çıkabilirsin Timcanpy." 

Sinek kuşu gibi kanatlarını sürekli çırpan garip nesne Allen'ın ceketinin içinden süzülerek çıktı. Bu, General Cross'un vekalet etmek için kendisine verdiği golemdi.

Kuş benzeri kanatları yuvarlak vücudundan çıkıyordu. Ayrıca alev şekilli bir ucu olan uzun bir kuyruğu vardı.

Timcanpy'i gören bir çocuk şaşırdı ve ağlamaya başladı, bu yüzden Allen golemi trendeki gibi ceketinin içine tıktı.

Allen'ın yöneldiği yer gölün yanında kurulmuş olan küçük bir kiliseydi.

'Anne' isimli kadın oradaydı, o ustasının koruyucularından biriydi. Ana Karargahın nerede olduğunu bilme ihtimali en kuvvetli olan kişiydi.

Yada bundan daha önemlisi, eğer bilmiyorsa sonraki adımda ne yapması gerektiğini bilmiyordu. O kadın tek umut ışığıydı.

Yolda yürürken etrafındaki hava yavaş yavaş soğumaya başladı. Bu muhtemelen gittiği yerin gölün yanında olmasından kaynaklanıyordu.

Bir süre sonra, huni biçimli kilise çatısının tepesi göründü. Yürümeye devam ederken, Allen kilisenin antik ahşap işçiliğini görmeye başladı, göl bütünüyle çalılıkların arasındaki yarıklardan görünüyordu.

Sonunda vardım.

Kilisenin yanındaki mezarlıkta, Allen'a koca bir kaya olduğunu düşündüren hayal meyal görünen bir adam vardı. Bir parça bile değişmemiş görünüyordu, hasır şapkasını ve tulumunu bile hala giyiyordu.

Bu Anne'nin yardımcısı, Barba.

İçini nostalji hissi doldurdu, Allen Barba'nın arkasından seslendi.

"Uzun zaman oldu, Barba."

Zencefilli kurabiye rengi tenli yüz kendisine doğru döndü. Büyük vücudundan beklenmeyen sevimli bir yüzü vardı.

İlk başta görünen sersemlemiş ifadesi Allen'a doğru koşarken hemen değişti, adeta yer sallanmıştı.

"Vhooah!! Uzun zaman oldu, gerçekten uzun zaman oldu! Ne kadar zaman oldu?! 3 yıl mı?! Baba Cross'la beraber ayrıldığından beri?"

"Barba, sakin ol..."

Henüz cümlesini bitirmemişti.

Ondan kaçınmak imkansızdı. Allen'ın vücudu barbara tarafından havaya kaldırılmış ve sıkıştırılmıştı. 

Allen havaya uçtuğunda mükemmel bir yay çizdi.

Yine de yere inişi muhteşem bir başarısızlıktı ve yere çakıldı.

Sonra, düşüşten dolayı oluşan şok ve keskin acının nedeniyle vücudunu hareket ettiremedi.

"...sakin olmanı söyleme nedenim buydu."

Sevincini bütün vücudunla göstermene gerek yoktu.

Soğuk zemine düştüğünde General Cross'tan kalan yara çoktan iyileştiği için memnundu.

Şükürler olsun, eğer iki kere daha yumruklansaydım şimdi şu mezar taşlarının altındaki insanlarla arkadaş olmuştum.

"Ha? Allen, Baba nerde? Seninle gelmedi mi?"

Şaşırtıcı bir şekilde, Barba etrafı tararken ancak sonunda Allen'ın yere düştüğünü fark edebilmişti.

"Allen, bir sorun mu var? Burada uyursan hasta olursun." 

Barba Allen'ı yakaladı ve zorla ayaklarının üstüne kaldırdı.

Allen sendeledi ve bir şekilde gülümsemeyi başardı.

Evet, Barba da kötü bir insan değildi.

Biraz kan tükürdükten sonra Allen cevapladı.

"...ustam şu an kayıp..."

"Oo anladım! Anne! Allen geldi!!"

Barba güçlü bir şekilde kilisenin kapısından bağırdı.

Mezarlıkta baştan başa kulakları acıtan cırtlak bir ses yankılandı.

Sonra kilisenin kapısı gıcırdayarak açıldı.

"Allen, diyorsun?"

Afallamış ses yankılanıyordu, sanki biz yerin altından gelmişiz gibi kilisenin içinden duyuluyordu.

Bastonuyla şiddetle yürüyen beyaz saçlı yaşlı kadın kilisenin içinden göründü.

Ayrıca Allen'ın sadece göğsüne kadar gelen kısa bir kadındı, kadından yetişkin bir erkeği bile titretebilecek şeytani bir aura yayılıyordu.

Eğer bir çocuk olsaydı çığlık atabilirdi, dalgın bir şekilde konuşmadan önce 'eve gitmek istiyorum' diye düşündü.

"Gerçekten uzun zaman oldu, Anne."

Kadın kırışmış yüzündeki parlak mavi gözlerini ona doğru çevirdi, sonra omuzlarını dikleştirip sırtını doğrulttu.

"Heh...Ne için geldin?"

Bunu söylerken Anne'nın bükülmüş beli hastalıklı bir kart sesi çıkardı.

"...hay lanet...Bu benim sürekli çatırdayan kalça kemiğim...Hareket edemiyorum..."

"HA?!"

"Aman tanrım, Anne, ne zaman şaşırsan kalçan gıcırdamaya başlıyor!!"

"S-Sus be! Elimden bir şey gelmiyor!"
 
Barba Anne'yi omuzlarında taşırken Allen da onları kilisenin içine doğru takip etti.

[hr]

"Peki, biraz pokere ne dersin?" 

Hızlıca iyileşerek Anne masaya oturdu ve onunla tartışmaya açık olmayacak bir havayla  kartları dağıtmaya başladı.

Allen Anne'nin hızlı el hareketlerini takip etti.

Burada olduğum ilk zaman sol kolumun rehabilitasyonu içindi. O zamanlar her gün kart oynadığımızı hatırladım.

Sadece dördümüz - Anne, Barba, ben ve ustam- bu masanın etrafında otururduk...

Allen oturma odasına doğru baktı. Orada şu an kullanılmayan bir şömine vardı. Kafesli pencere gül desenli eskimiş bir vitrayla süslenmişti. Bir haç ve bir şamdan muhteşem bir yakma yaprak tasarımı olan panoya yerleştirilmişti.

Hiç değişmemişti.

"Hadi, kartlarını çoktan topladın!"

Allen acı bir şekilde gülümsedi.

Bu doğru. Ne zaman yavaşça hareket etmeye başlasam, sonum Anne'nin felaket kükremesi tarafından geriye uçurulmak olurdu.

Hiç değişmemişti. Gerçekten, biraz bile değişmemişti ve şaşırtıcı bir şekilde bu Allen'ı rahatlatmıştı.

Hala masada oturan Barba mutlu bir şekilde gülümsedi.

Allen kendisine dağıtılan beş kartı aldı.

Hızlıca Anne'ye göz attı. Klasik bir şekilde 'poker face' yapıyordu. Yüz ifadesini okuyarak elinde tuttuğu kartların ne olduğunu anlayamıyordu.

"Eee, buraya niçin geldin?"

"Aslında..."

Allen resmi bir Ruh Kovucu ruh kovucu olmak istiyorsa Organizasyonun Ana Karargahı'na gitmesi gerektiğini anlatan hikayesini nakletti. Ama ustası ona en ihtiyacı olduğu zamanda bir yerlere gitmişti ve Ana Karargahın nerede olduğunu söylemeyi de ihmal etmişti.

"Senin ana karargahın kurulduğu yeri bilebileceğini düşündüm Anne."

"Şey, benim görevim ustan uzaktayken bu yere sahip çıkmak. Ana Karargahı biliyorum, tabi ki."

Bu sözlerle birlikte Allen rahatlayarak yavaşça göğsüne vurdu. Eğer Anne bilmiyorsa takip edecek başka bir yolu yoktu. Geçen üç ayda çok fazla zorlukla mücadele etmişti, ama en azından şimdi ödüllendiriliyordu...!

Anne ona durağan bir bakış attı.

"N-Ne oldu?"

"Gerçekten bir Ruh Kovucu mu olacaksın?"

"Evet."

"Öyleyse kendini bunun için hazırladın, değil mi?"

"Evet."

Kendimi hazırlamak, ha?

Allen sol elini dikkatle inceledi. Eli kırışıklıklarla çevriliydi ve koyu kırmızı rengi sanki kanla boyanmış gibi görünüyordu. Elinin üstüne bir haç gömülmüştü, bu onun anti-akuma silahıydı.

Bu gizemli elle doğduğum için ailem tarafından terk edilmiştim. Daha sonra Mana Walker beni evlat edinmişti.

Vücudu bir anti-akuma silahıyla beraber doğmuştu. Bu onun kaderi olabilirdi. Ama onu mücadeleye iten şey kader yada kefaret ödemek değildi. Allen elindeki iki kartı attı ve yığından bir kart aldı.

Bir anda Anne bastonuyla ona vurdu.

"Ah!"

"Elinin arkasına vurulan Allen bağırdı. Henüz eline aldığı kart masaya doğru kanatlandı.

Anne onu utandırmak için 'Gorgon three sisters' kartını koymasını söyleyen korkunç bir bakış attı.

Sırtında bir ürperti hissetti, Allen o anda taşa dönüşmenin daha iyi olacağını düşündü. 

Anne'nin ağzından kulak tırmalayan tehditkar bir ses çıktı. 

"İki kart değişimi yaptın değil mi? Beş karttan daha azını taşıyamazsın. Komşumuz bütün bu saçmalıkları kabul edebilir belki ama gerçekten bu tür hileleri bana karşı kullanabileceğini düşündün mü?

"Sadece güçlü bir alışkanlık..."

Dikkatsiz davranıyordum. Burada zorla kazanmak gerekli değildi.

"Ne tür bir hayat yaşıyordun öyle?!"

"Üzgünüm, üzgünüm. Gerçekten parasızdım, buraya gelirken ki seyahat masraflarını karşılayabilmek için, biraz para kazanmak için bu tarz şeyler yapmak zorundaydım."

Allen başını eğip özür diledi, başı masaya değiyordu. 

"Ama Allen, şu an sol elini oldukça iyi kullanabiliyorsun." Barba bunu söylerken gülümsedi.

"Evet..."

Doğru. Buraya önceden geldiğimde sol elimdeki sinirler felç olmuştu. Tek parmağımı bile hareket ettiremiyordum. Ama devam eden rehabilitasyondan sonra, yavaş yavaş en sonunda kartları normal bir şekilde tutabilecek hale gelmiştim. Ve şimdi normal bir insan tarafından farkedilmeyecek kadar iyi bir şekilde hile yapabiliyordum.

"Ama Ruh Kovucu olmak zorunda değilsin, onlarla kendi kendine de savaşabilirsin."

"Şey evet ama akumaları kendi başıma bulma ihtimalim sadece şansla olur."

Akumaların üreticisi, Milenyum Kontu, bütün dünyada özgürce dolanıp duruyordu. Bu kötülüğün etkilerine karşı çıkmak için, 'Kara Emir' kuruldu.

"Bilgi istiyorum. Eğer Papa tarafından kontrol edilen bu askeri organizasyona ait bir exorcist olursam, onların istihbarat ağını kullanarak Kont ve akumaların hareketlerini izleyebilirim. Bir çok sınırlı mekana bile normal bir şekilde girebilirim. Exorcist ismi gerçekten kullanışlı."

"Anlıyorum!"

Barba başını salladı, yüzü hayranlıkla parıldıyordu.

"Şey, sana ne olduğunu pek takmıyorum." Bıçak gibi sözlerinden sonra Anne kartları topladı.

"Aman yaa, Anne, çok sert oluyorsun." Barba kaşlarını çattı.

Allen Anne'nin pervasız sözlerine alışmıştı. Onlarla pek fazla ilgilenmeden sordu,

"Öyleyse, ana karargahın nerede olduğu konusuna gelirsek..."

"Evet, sana söyleyeceğim."

Anne gülümsedi. Bu gülüşün ardında uğursuz bir şeyler vardı, bir goblin bile memnuniyetle yalın ayak ondan kaçabilirdi. Allen sabırla kadının sonraki sözcüklerini bekledi ve kendisini korkutan cevap geldi.

"Yine de, bedava olmayacak."

....Evet, Anne de kötü bir insan değildi...

Bugün bu cümleyi kaç kere düşündüğünü merak etti, Allen sadece küçük bir iç çekişle karşılık verebildi.

Çöken gecenin perdesine rağmen, kilisenin yanına kurulmuş olan mezarlık sessizlikle örtülmüştü. Orada sessizce ayakta duran sade elbiseli bir kadın vardı. Yumuşak koyu kahve rengi saçları çenesine kadar geliyordu. Sanki kendisi de bir taşmış gibi hareket etmeden bir mezar taşının önünde duruyordu.

Kadından belli belirsiz bir şekilde ayrılan çalılığın diğer yanından, Allen izliyordu.

"Bu o kadın." Anne yavaşça kulağına fısıldadı.

"Ne sorunu var?" Allen sırtında Anne'nin ağırlığını taşırken sordu.

"Yaklaşık bir ay önce sevgilisini hastalık yüzünden kaybetti. Neredeyse her gece gözyaşları içinde buraya geliyor."

Bu doğruydu, yakından baktığında onun hafifçe titreyen omuzlarını görebiliyordu.

"Adı Lisa. Ona tekrar ayakta durması için yardım edebilir misin?"

"Ah? Ben mi?" Anne sanki bu istek çok doğalmış gibi içten bir şekilde başını salladı.

"Eğer bunu yaparsan, ana karargahın nerede olduğunu sana söylerim."

"EEEHH?! Bununla sorunun ne?!"

"Kapa çeneni! Acele et ve anla işte!" Anne tüm gücüyle Allen'ı ileri itti ve Allen çalılıkların arasından yuvarlandı.

Ama kalbim henüz bunun için hazır değil! 

Anne'ye yalvaran bir bakış atmasına rağmen Anne'nin cevabı tehditkar bir şekilde bastonunu kafasına kadar kaldırmak olmuştu.

Gitmem gerektiğini tahmin ediyorum.

Allen sessizce Lisa'ya yanaştı.

"İ-İyi akşamlar." Allen beceriksizce konuştu.

İri, göz yaşlarıyla dolu kahve rengi gözler bakış açısına girdi. Şimdi onu net bir şekilde görebiliyordu, kadın tahmin ettiğinden çok daha genç görünüyordu. Muhtemelen 20 yaşından çok da büyük değildi.

Lisa'nın yaşlarla ıslanmış yanakları korkmuş bir kedi gibi hafifçe kıpırdadı, kadın yavaşça geriye gitmeye başladı.

Eğer daha önce hiç görmediğin bir adam gecenin bir vakti mezarlıkta seninle konuşursa, tabi ki huzursuz hissederdin.

Bu yanlış anlaşılmayı hemen düzeltmem gerekiyor!

"Ah, şüpheli biri değilim! Kilisenin üyelerinden biriyim, sadece daha yeni geldim..." Allen'ın çaresizliğini hissetmiş gibi Lisa hareket etmeyi kesti.

"Sen bir rahip misin?"

"Evet, evet öyleyim." Allen güçlü bir şekilde başını salladı, Lisamuhtemelen onu kıyafetlerinden -siyah ceket, siyah kumaş pantolon ve boynunun etrafına sarılmış bir kurdele giyiyordu- dolayı yargılamıştı. Bu bir yalandı ama onu rahatlatmak için bu yalana tutunmaya karar verdi.

"Buraya her gece geliyor muşsunuz gibi görünüyor ve açıkçası ben biraz endişelendim...şey, iyi misiniz acaba?" Lisa'nın ifadesi dondu. Daha sonra yüzü küçük bir çocuğunki gibi buruştu ve yaşlar iri gözlerinden ikiz şelaleler gibi akıp yanaklarını geçti.

"U-Um..." 

Bir kadın ağladığında ne yapmam gerektiğini bilmiyorum!

Lisa kendi gözyaşlarından dolayı telaşlanan Allen'ı görmezden gelip konuşmaya başladı.

"Ben...Ben burada gömülen kişinin sevgilisiyim!" Lisa gözlerini nazikçe haç şeklinde olan mezar taşına dikti.

"İlk tanıştığımız zaman çaresi olmayan bir hastalık yüzünden öleceğini biliyordu ama biz geri kalan günlerini beraber harcamaya karar verdik, birbirimizi severek."Lisa yere çöktü ve parmaklarını hafif, sevgi dolu bir hareketle mezar taşında gezdirdi.

"Acı vericiydi...çünkü onu çok seviyordum. Ölene kadar onun yanında kaldım..."  Dinmeyen gözyaşlarını silmeden konuşmaya devam etti.

"Ayrılma vaktimiz geldiğinde, 'hoşçakal' dedi...ve bunu bir gülümsemeyle söyledi. Kederli bir şekilde ağlamama rağmen bende gülümsedim ve ona 'hoşçakal' dedim..."

"Bu...çok zor olmalı," dedi Allen ümitsiz ve üzgün bir şekilde mezar taşına bakan Lisa'ya.

"Evet...fazlasıyla. Ama ölümünü kabullendim, eğer mutlu bir şekilde yaşamazsam, cennette benim için üzülecek." 

Allen iki eliyle yüzünü kapatan Lisa'ya baktı.

"Ama kalbin bunun için hazır değildi, değil mi?" Lisa ona baktı.

"Ben onunla ilgilenirdim yani hiç bir pişmanlığım yok. Başlarda onun ölümünü kabullenmeye çalışıyordum ama..."

"Lisa!" Bir adamın gür sesi bütün mezarlıkta yankılandı.

Kendilerine doğru gelen ağır ayak sesleri onun orta yaşlı şişman bir adam olduğunu haber veriyordu.

Özel yapım güzel bir takım elbise giyen, boynunda mükemmel bir kravat bulunan bıyıklı bir adam. Anlıyorum, o bir doktor.

"Seni arıyordum. Demek buradaymışsın." Doktor oldukça terlemişti, mezarlığa kadar olan bütün yolu koşmuş olmalıydı.

"Üzgünüm..."

"Hayır, güvendeysen sorun yok. Hmm? Sen de kimsin?" Doktor gözlerini Allen'a doğru çevirdi.

"Umm, o buraya yeni gelen bir rahip." Allen başını ona doğru çevirdi.

"Bir rahip, ha...? Gerçekten çok gençsin." Doktor Allen'ı hafif bir şaşkınlıkla süzdü.

"Lisa Hanım için endişelendim bu yüzden onunla konuştum."

"Anlıyorum. Peki, o şu an bir kalp sorunundan muzdarip bu yüzden, benim yerime gelip tavsiye alıyor. İlgin için teşekkürler ama ben onun tekrar ayakları üzerinde durma sorumluluğunu üstleniyorum..." Doktor elini Lisa'nın omzuna koydu.

"Lisa, hadi seni eve götürelim. Eğer burada olursan o gelmez."

"...Doktor, sizinle bu konu hakkında konuşmayı düşünüyordum..."

"Ne bitkin bir yüz, bütün bu zaman boyunca ağladın mı? Bugünlük dinlenmelisin, istediğin şeyi yarın söylersin, olur mu?" Lisa çekinerek başını salladı.

"Şey, Allen Bey izninizle." Doktor şapkasını kaldırarak selam verdi. Onun yanındayken Lisa başını öne doğru eğmişti.

"Seni endişelendirdiğim için üzgünüm."

"Yoo hayır, önemli değil. İstediğin zaman seni dinlemekten mutlu olurum. Lütfen herhangi bir vakitte yine kiliseye uğra."  Allen dikildiği noktadan mezarlıkta yürüyen iki kişiyi seyretti.

***
Bu benim ilk novel çevirim, eminim hatalarım olacaktır bunlar için acemiliğim adına özür diliyorum. Aslında bir çevirmen değilim sadece büyük bir dgm fanıyım bu yüzden ingilizce öğrenir öğrenmez bu noveli çevirmek istedim. Sitenin malum durumu yüzünden bölüm silindi bend ebu fırsatı metinde bir kaç değişiklik yapmak için kullandım, önceden okuyanlar varsa biraz değişik gelmiş olabilir. 2. Kısmın üzerinde çalışıyorum umuyorum ki çok yakın bir zamanda gelecek! Özellikle türk dgmcilerin takip ettiği instagram sayfama davetlisiniz> dgm_fanclub. Mutlulukla kalın!

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.






DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.