Lin Yu, dehşet içinde yere diz çöktü. Şuanda gerçekten ölebilirdi.
Li Mu ve Li Xian birbirlerine şaşkınlık içerisinde baktı. Bir an için ne diyeceklerini bilemediler.
Li Mu, hala odayı terk etmemiş olan yeğenine tereddüt içinde baktıktan sonra elini sallayarak Lin Yu’ya ‘Çıkabilirsin!’ dedi.
Bunu duyan Lin Yu affedildiğini hissederek birkaç kez olduğu yerde başını yere doğru eğip ‘Teşekkürler Başkomutan.’ Dedi. Ardından uçarmışçasına çadırdan dışarı çıktı.
Kısa süreli sessizlikten sonra Li Xian konuşmak üzere ağzını açtı. ‘ Amca, Lin Yu’nun söylediklerine inanıyor musun?’
‘Lin Yu’nun bahsettiği Lin Feixing adlı kişiyi tanıyorum. Gözlemlerime göre bir casus olamaz. Lin Yu’nun dedikleri doğruysa askeri terfiyi reddetmesi ne kadar şüpheli gözükse de kulağa mantıklı geliyor. Lin Feixing iki yıl önce köyü Hunlar tarafından yağmalandığı için askeriyeye kaydoldu. O sırada köyün dışında olduğundan şans eseri bu felaketten kurtulmuş. Ve ben de dediklerini teyit etmek için birilerini gönderdim. Köyün durumu tam da Lin Feixing’in tarif ettiği gibiydi.’
‘Öyleyse… Lin Yu’nun söyledikleri doğru mu?’
‘Mm.’ Li Mu başıyla onaylayarak devam etti. ’Lin Feixing gerçekten nadir bir yetenek. Son zamanlarda ordumuzun yenilgiye uğrama sebebi Hun ordusunun başına çok yetenekli bir komutanın geçmesiydi. Saldırı düzenleri ön görülemez ve stratejileri harikulade. Bunu söylemek benim için utanç verici olsa da bu durumu ilk fark eden Lin Feixing’di.’
‘Ah,öyle mi? Li Xian’nın sesi her zamanki gibi sakin ve doğaldı ancak gözlerinden sonbahar suları gibi bir parıltı geçti.
‘Ai, uzun yıllar Hunlarla savaştım. Bana göre böyle bir generalin Hunlardan çıkmasına imkan yok. Bu onların pervansız, saldırgan doğalarıyla ilgili bir durum. Önceki Hun generallerinin hepsinin savaşçılık kabiliyetleri çok yüksekti ancak orduyu komuta etme konusunda yetenekli değillerdi. Ancak şuanda durum farklı. Ateşkes işareti asmaktan başka çarem yoktu. Düşman bir ulusun, Li Krallığı’nı güçten düşürmek için Hunlarla iş birliği içerisinde olduğundan şüpheleniyorum. Ve kuzey sınırı düşerse güneydeki krallıklar ordularını kuzeye yönlendirecektir. O zaman geldiğinde Li Krallığı önünde ve arkasında sayısız düşmanla savaşmak zorunda kalacak. Bu durum tüm Krallığı tehlikeye atıyor!’
‘Amca, ateşkes işareti astığın haberinin yakında saraya ulaşacağını biliyorsun. İmparator babamın kişiliğini en iyi bilen kişi sensin. Art arda yenilgiye uğradığın için bana ‘uygun gördüğüm gibi davranmam’ için kraliyet hazinesinden bir kılıç bile verdi. Amca, yıllar boyunca sınırı korudun. İmparatoriçe annemin vefat etmesiyle sarayda arkanı kollayacak kimse kalmadı. Sen hem benim hem de Zhu-er’in öz amcasısın. Gerçekten Xian-er’in önerilerini yeniden düşünmeyecek misin ?’
Li Mu, Li Xian’ın sözlerini dinledikten sonra bir süre sessizliğini korudu. Acı bir şekilde iç çekti, sanki anlındaki kırışıklıklar daha da derinleşmiş gibiydi. En sonunda sakin bir şekilde ‘ Deden yani önceki imparatorla ben kılıç kardeşiydik. İmparator babanla da birlikte büyüdük sayılır. Nasıl olur da karakterinin neye benzediğini bilmem? Li Krallığı onun kalbinde medeni ve etik ilkelere bağlı bir krallık. Nasıl olur da barbar uluslara karşı ateşkes işareti asabiliriz? Amcan, ateşkes işaretini astığından beri neyle karşı karşıya olduğunu biliyor. Belki de çoktan Li Krallığı için günahkârın teki oldum. Ancak gururum yüzünden binlerce insanı tehlikeye atamam. Hun ordusunda tuhaf bir şeyler olduğunu bildiğim için şimdilik temkinli davranmak en iyisi. Kuzey sınırı düşmediği sürece güney sınırı da güvende olacaktır. Ve Xian-er’in sorduğu soruya gelecek olursak, sence tarihçiler eylemlerimi nasıl değerlendirecektir? Bunun gerçekleşmesi için yüzlerce yılın geçmesi gerek. Sadece bırak insanlar geleceği istediği gibi yargılasın.’
Li Mu böyle şeyler söylemesine rağmen Li Xian, onun derin ve dingin sesindeki kahramanlara özgü olan yalnızlığı hissedebiliyordu.
Li Xian, öz amcasına bakarken kalbinde bir ağırlık hissetti. Akrabalık bağları neredeyse onun orijinal planından sapmasına neden olacaktı ancak bu duyguyu bastırdı. Li Xian hemen sakinleşmeye çalışarak o küçük alevi kendi elleriyle söndürdü.
Li Mu, kendi düşüncelerine daldığı için Li Xian’nın ifadesindeki değişiklikleri fark etmemişti. En sonunda alçak bir sesle ‘ İmparatoriçe Annen vefat etmiş olsa bile Zhu-er hala yasal varis. Bu onun doğal hakkı.Siz iki kardeş yanlış bir şey yapmadığınız ve kendinizi akışa bıraktığınız sürece Zhu-er’e ait olan onun olacaktır.’dedi. ‘Xian-er anlıyor.Saat geç oldu, amcamın erkenden dinlenebilmesi için Xian-er ayrılmayı teklif ediyor.’ Li Xian’nın yüzünde Li Mu’nun, onun önerisini reddetmesini önemsemiyormuşçasına solgun bir gülümseme vardı. Onu saygıyla selamladıktan sonra büyük çadırı terk etti.
Li Xian dışarı çıkınca muhafızlar etrafını sardı. Alışık olduğu bu durum karşısında hareket etmeyip olduğu yerde kalarak başını gökyüzündeki parlak ay ve seyrek yıldızlara doğru çevirdi.
Bir süre sonra kendi çadırına gitmek için öne doğru ilerledi.
Li Xian üzerinde sadece kandil bulunan masasına oturdu. Titreşen alev, Li Xian’nın şehirler aşan güzellikteki yüzünü karanlık ve anlaşılamaz bir şekilde gösteriyordu.
Elinde tuttuğu beyaz yeşim kolyeyi zarif parmaklarıyla hafifçe okşadı.
Etraf çok sessizdi. Dışarıda bayrakları dalgalandıran hafif bir rüzgar esti.
Aniden Li Xian önündeki boşluğa bakarak ‘Dışarı çık.’ dedi.
Sonrasında gerçekten biri karanlıktan dışarıya doğru çıktı!
Bu kişi siyah bir cüppe giyiyordu ve demirden yapılma bir maske takmıştı. Adımları sessizdi. Oldukça korunaklı olan En Büyük Prensesin çadırına giren bu ani ziyaretçiyi hiç kimse fark etmemişti. O tıpkı karanlıktan dökülen gecenin gölgesi gibiydi.
‘Zi, Ekselansları En Büyük Prensesi selamlıyor.’ ‘Gölge’, Li Xian’nın önünde diz çöktü.
‘Bu mesajı ilet. Her şey plana göre ilerliyor.’
‘Anlaşıldı!’
‘Hun ordusundaki gizemli kişiyi araştırmak için birini gönder.’
‘Anlaşıldı!’
‘Bunun haricinde…’ Li Xian, elindeki yeşimden yapılma kolyeyi ovuşturdu. Kısa süreli sessizlikten sonra önündeki titreşen aleve bakarak ‘Askeri kampta yer alan Lin Feixing adlı kişiyi araştırın. Onun hakkındaki her şeyi öğrenmek istiyorum, buna askeri kampa girmeden önceki hayatı da dahil.’
‘Anlaşıldı!’
Li Xian, önünde diz çökmekte olan kişiye doğru elini salladı. Bir an sonra ‘gölge’ olduğu yerde kayboldu!
Sessizce gelip gitmişti.
Li Xian, elindeki yeşimden kolye bakmak için başını eğdi. Kolye Li Xian’ın avucunda sessizce dinleniyor gibiydi. Kolyenin üzerinde küçük harflerle oyulmuş ‘Xian’ karakteri yazılıydı.
Bu yeşimden kolye Li Qingcheng’in hediyesiydi. Kolyenin bir parçası onda bir parçasıysa Veliaht Prens Li Zhu’daydı. Kolyeyi her taktığında annesini hatırlardı. Şuan farklı dünyalarda olsalar da bu yeşimden kolye sayesinde onu hatırlayarak düşünebiliyordu.
‘Üzgünüm, İmpratoriçe Anne. Kızın, Zhu-er’in iyiliği için amcasını feda etmek zorunda…’
Birden bire, Li Xian gülümsedi. Dudaklarının kenarındaki solgun gamzeler belirginleşti. Sanki Tanrı göklerden yeryüzüne inmişçesine gülümsemesi ilahi güzelliğine canlılık katmıştı. Bu iki gamze tatlılığını geri getirmişti.
Li Xian gülümsedi. Şuanda babası gibi kalpsiz bir İmparator olduğunu fark etti.
‘İmparatoriçe Anne, Xian-er kesinlikle Zhu-er’i koruyacak ve iyi bir yaşam sürmesini sağlayacak.’
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.