h9 - Türkçe Çevrimiçi Oku
Yukarı Çık




Sonraki Bölüm   2 


           
Cehennemde zamanın köpek yaşamı gibi geçtiği söylenmişti yaşamımda, gerçekten de öyleydi. Günler yıllara, yıllar yüzyıllara dönüşüyordu burada. Geçen dakikaları bir vakitten sonra kavrayamıyordunuz. Zaman, en büyük düşmanımız zaman, burada en az uzaydaymış gibi işlevsiz kalıyordu. Buraya ilk geldiğimde kaç yaşındaydım, şimdi kaç yaşındayım hatırlamıyorum artık. Buraya neden geldiğimi bile hatırlamıyorum. Yüzyıllardır, evrimin insanları değiştirdiği kadar uzun zamandır burada olduğumu biliyorum ama tam bir zaman veremiyorum. Geçmiş yaşamımda zamanı önemsemediğimi, iyi kullanmadığımı biliyorum yalnızca ve bu şimdi buruk bir tebessüm etmemi sağlıyor. Eğer bilseydim, ah keşke bilseydim, her şeye farklı bir gözle bakabilirdim.
Mesela her gün önünden geçerken dönüp bakmadığım o gölün önünde durup izlerdim bir süre. Saf suyu izlerdim, ördekleri ve balıkları. Gölün hemen kıyısında oyun oynayan çocukları izlerdim ve bazense ayağıma kadar gelen topu çocuklara doğru atardım. Her gün aldığım gölün ve toprağın kokusunu derince içime çekerdim. Ciğerlerimi öyle bir doldururdum ki bu tıkanmama neden olurdu, şimdilerde temiz havaya hasrettim. Oradaki banklardan birine oturup suya taş atar ve sektirmeye çalışırdım. En fazla ne kadar sektirirdim acaba? Üç mü, dört mü? Bunu asla bilemeyecek olmak kalbimi sızlatıyor. Bir daha asla o gölü göremeyecektim, bir daha asla toprağın kokusunu duyamayacaktım. Burada sadece kan ve dehşet vardı.
Yağmurları hatırlardım, o güzel yağmurları. Beni ıslattığı için demediğimi bırakmazdım su damlacıklarına, şimdiyse nasıl da pişmandım ama. Arkadaşlarım vardı sanırım, var mıydı sahi yoksa güç bulmak için kafamda mı kuruyordum? Arkadaşlık ne demekti, tam hatırlamıyorum lakin insanlar bu kişilerle gülüp eğlenirdi. Gülüp eğlendiğin kişiler arkadaş oluyorsa ağladığın kişiler ne oluyordu? Gözlerimde canlandıramıyordum bile kahkahaları, unutmuştum. Kendimi unuttuğum gibi yeryüzünün güzelliklerini de unutmuştum zamanla. Zaman.. Sonsuza dek, sonsuzluğun olduğunu burada öğrendim, burada nedenini bile bilmediğim ama yaptığım bir yanlış için ceza çekecektim. Buradan beni kimse kurtaramazdı, arada gelen gulyabaniler, canavarlar, cehennem köpekleri ya da gardiyanlar. Hiçbiri beni, bizi kurtaramazdı.
İsmimi tekrarladım, kurumuş dolgun dudaklarım arasından çıkan ismim kulaklarıma ulaştı ve unutmamak için bunu binlerce kez yaptım. Lothaire, Lothaire, Lothaire. Evim, arkadaşlarım, ailem ve diğer her şey, unutmuştum. Hepsi silinmişti, artık hiçbir şey kalmamıştı. Bana umut olacak hiçbir şey bırakmamıştı bu yaratıklar. Yanıyordum, ama fiziksel acıdan çok ruhsal çöküntüm yıpratıyordu beni. Unutmuştum, kendime dair her şeyi unutmuştum. Yalnızca birkaç küçük ayrıntıyı hatırlıyordum, o göl gibi. Kokusunu unuttuğum ama nasıl hissettirdiğini unutmadığım o göl gibi. Suyun içindeki balıkları unutmadığım o göl, dönüp bakmadığım o göl. O gölün önünden neden geçiyordum? Neden oradaydım, niye dönüp bakmadım, acelem neydi? Gölün görüntüsü de yavaşça silikleşiyordu artık, berrak suyu hatırlamakta zorlanıyordum. Bedenimdeki yaralar kaynar kanın içinde aklımı kaybetmeme yetecek bir acı veriyor ama uzun zamandır direniyorum. Bu direnmiş halim mi? Artık burada olmama neden olan şeyi bile hatırlamıyorum. Her gün kulaklarımıza günahlarımızın bedelini ödediğimiz fısıldanıyor, evet biz dedim. Burada yüzlerce kişiyiz. Bir umut yok, bizim için artık gün ışığı yok. Zamanın yetersiz kaldığı bu yerde kanlı gökyüzünü izliyoruz, sık sık asit yağıyor. Bedenlerimiz lavın içinde kalıyor, kaynamış kanda sonsuza dek boğuluyoruz. Koku duyumuzu kaybediyoruz.
Ellerimi kızıl taşlardan oluşan zemine bastırdım ve kanlı gölden çıktım. Benden daha uzun süredir burada olduğunu bildiğim ve artık adını bile hatırlamayan birisi vardı yanımda. Bulunduğumuz yerle ilgili çok bir bilgimiz yoktu, sadece dokuzuncu kat olarak bahsedildiğini biliyorduk.
Cehennem'in dokuzuncu katı, en günah dolu katın burası olduğu düşünülürse bu insanlara ya da kendime acıyamazdım fakat nasıl bir günah işlediğimizi merak ediyordum. Derimizi soyup tekrar dikiyorlardı her gün, bazen derimiz yokken asit yağmurunun altında tutuluyorduk, bazense kaynar kan gölüne atılıyorduk. Her zaman o gölden ilk çıkan bugün olduğu gibi ben olurdum. Ellerime, tırnakları koparılmış ellerime baktım. Cehennem'in en kötü yanı bedeninizin kendisini çok hızlı yenilemesi olmalıydı zira tırnaklarımız sökülür sökülmez yerinden bir başka tırnak çıkmaya başlıyordu. Gözlerimiz oyuluyor, yerine yeni gözler takılıyordu, kimi zaman kulaklarımız kesiliyor ve yerine başka bir kulak dikiliyordu. Eğer eğlence arıyorlarsa kafatasımızı açıyorlardı. Söyleyin şimdi bana, bir insan bunları yaşamak için ne yapmış olabilirdi? Hangi suç insanı bunları yaşamaya mahkum ederdi?
Yavaş adımlarla yürüyor, gölden uzaklaşıyordum. Her adım attığımda derisi olmayan ayaklarım ve tırnaksız parmaklarım beni tekrar öldürüyordu, bir kere öldüğüm yetmezmişçesine milyon kez ölüyordum.
Kesilmiş dilim yüzünden yalnızca acı iniltiler bırakabiliyordum, nereye yürüdüğümü bile bilmiyordum ama yürüyordum işte. Gölü arkada bırakmak istesem de buradan çıkamayacağımı biliyordum. Buradan kaçış yoktu, ne kadar yürüsen de daire çizerdin ve kendini gölün yanında bulurdun. Cehennem sizi bırakmadıkça buradan kaçamazdınız ve bu sizi daha da delirtirdi. Kahkaha atarken ağlardınız.
Tanrıya tekrar sarıldım, beni kurtarması için yalvardım. Diz çöktüm, ağladım ve asit yağmurunun altında yanan etimi sonuna dek hissettim. Bana bir şans verilmesini istedim, daha iyi olacağıma söz verdim oysa eskiden nasıldım hatırlamıyordum bile. Tanrı'nın kölesi olmaya hazırdım, burası hariç her şey için hazırdım. Bu nedenle de sessizce bağırdım geçmiş hayatımda inanıp inanmadığımı bile bilmediğim tanrıya. Öylece durdum bir süre, zaman duygumu yitirmiştim ve ne kadar sürdü öylece durup bekledim bilmiyorum ama hiçbir yanıt alamadım. Mucize olmadı, kurtarıcım gelmedi ve ben kaybettim.
***
Net hatırladığım yegane bir cümle var zihnime zaman zaman uğrayan, bunu sizinle paylaşmak istiyorum çünkü.. Sonuçta daha iyi bir işim yok ve sonsuza dek buradayım, değil mi? Delirmişim, ölmüşüm ve hayatsızım. Kafamdaki sesler konuşabildiğim tek varlıklar çünkü birbirimizle konuşmamamız için dilimizi kesiyorlar. Artık zihnimde tek bir ses yok, birden fazlası var. Buranın benden almadığı tek şey zihnim olsa gerekti fakat diğerleri için durum bu kadar iyi (!) görünmüyordu. Sesimi bile unutmuş durumdaydım. Derinden gelen ve insanı etkileyen bir sese mi sahibim, cılız ve titrek mi bilmiyorum. Düşünürken kafamdaki sesler arasından kendi sesimi seçemiyorum. Merak ediyorum, konuşma şeklimi ve dilimi merak ediyorum. Hangi aksanla konuşuyorum? İçimdeki seslerin konuştuğu dili seçemiyorum, bir dil konuşuyorum ama ne bilemiyorum. İnlemelerim ve yırtılmış ses tellerimle atabildiğim kadarıyla attığım çığlıklar sesime olan özlemimi gideriyor.
Konudan sapmayalım. Hatırladığım cümle aşağı yukarı şöyle bir şeydi; "ben bir insanım, yanıldığım için insanım. Yanılma imkanım olduğu için insanım ve hiçbir insanoğlu yanılmadan gerçeği yakalayamaz."
Bu cümle kalbimdeki sızıydı. Kaç kez yanılmıştım da bu çukura düşmüştüm? Kaç yanılmaya bu acı revaydı?
Az önce derimizi tekrar dikmişlerdi, kanlar altında kalan bembeyaz ten benimdi ama çok uzaktım ona. En son ne zaman kendimi aynada görmüştüm onu bile bilmiyordum. Bir gün evimden çıkmıştım ve onun son günüm olduğunu bilmiyordum. Acelem neydi de bakmamıştım o göle? Nehir miydi yoksa? Kimin umurunda, bir daha asla göremeyecektim nasıl olsa.
Cehenneme bir sessizlik çöktüğünü fark ettim düşüncelere dalmışken. Bir şey vardı, bir şey farklıydı. Etrafa bakındım, yaratıklar ve iblisler diz çöküyordu. Anlamamıştım, yoldaşlarıma (?) baktım. Onlar da belli ki ne olduğunu kavrayamamışlardı, zaten artık bir şeyleri kavramalarına yarayan beyinleri de işlevini yitirmişti.
Rüzgar, bu rüzgar mıydı? Cehennem asla esmezdi ama bu hissi nerede duysam tanırdım, rüzgardı bu. Başımı yukarıya kaldırdığımda heybetli iki kanat, kanatların birleştiği noktada da uzun zamandır ilk defa düzgün bir beden görüyordum. Beden o kadar genç ve güzeldi ki.. İmrenmeden edemedim. O bir insan mıydı, neden herkes diz çöküyordu?
Önüme indiğinde yaydığı aura yüzünden az daha diz çökecektim ama bunu yapmadım, kim olduğunu öylesine merak ediyordum ki.. Zarif ellerinden birini saçlarına atarak onları geriye itti. Kaslı bedeni yine de zarafetinden ödün vermiyordu.
"Lothaire,
kurtarıcın
olmaya
geldim."

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


Sonraki Bölüm   2 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.