Ölümlülerin dünyasına tahmin ettiğimden daha kolay alışmıştım. Her gün sabah kahvemi alıyor, ölen iblislerin çevresindeki insanlarla görüşüyordum. Bir iki iblisle karşılaşmıştım, onlar da avcıların bu işte parmağı olduğunu düşünüyordu. Başka bir şeye ihmal de veremiyordum doğrusu. Tamamen çevredeki avcıları bulma odaklıydım artık, emindim zira.
Tek gecede hepsini bitirdiğim kitabı masaya koymuş izliyordum öylece. Sahibine geri ulaştırmalıydım, delirmiş bir şekilde onu elinden alışım aklımdan çıkmıyordu. Geçmişime dair bir şey bulmak beni mahvetmişti o an ama şu an daha iyiydim. Lucifer'ın en güvenilir iblisiydim ve bu bana yakışmamıştı. Daha güçlü ve dirayetli olmak zorundaydım. Benim yelkenleri indirmek gibi bir seçeneğim yoktu, bir an olsun güçten düşemezdim. Lucifer bu görev için özellikle beni seçmişti, onu hayal kırıklığına uğratmak cehennem kadar kötüydü ve bunu cehennem azabı çeken birisi olarak söylüyordum.
Yeni kullanmaya başladığım dizüstü bilgisayarı çıkardım çantasından, kahvemi kenara iterek masaya yerleştirdim. Biraz öğrenmesi zordu ama işime yarayacak kadar biliyordum kullanmayı. Ölen iblisleri araştırmış, dünyadaki izlerine bakmıştım. Birkaçı insanlar tarafından çok tanınmış kişilerdi, ölümleri üzücü olmuş ve yas tutulmuştu.
Jung Daehyung.
O gün o bar çıkışında sana ne oldu?
Telefonum çaldığında baş komiserin aradığını görmüştüm, onaylamak adına ekrandaki işareti kaydırıp kulağıma koydum. Bu sırada hala bilgisayardan Jung Daehyung'un bilgilerine bakıyordum.
"Ajan Vincent, günaydınlar öncelikle. Kusur bakmayın rahatsız ediyorum ama bir ölüm daha gerçekleşti. Maktulün adı Kim Youngjae, bakmak istersiniz diye düşündüm."
Bilgisayarın kapağını hızlıca kapatıp çantasına attım. Ayaklanırken ağzımda geleceğime dair bir şeyler gevelemiş, telefonu kapatmıştım. Kapağında Suç ve Ceza yazan kitabı da yanıma alıp çıktım bulunduğum yerden. Kim Youngjae, bu iblisi tanıyordum. Birçok kez cehennemde birlikte görevlendirilmiştik. Aynı kişiye işkence yaptığımız bile olmuştu ve şimdi onun ölmüş olduğunu bilmek üstümde tuhaf bir his bırakıyordu.
"Bay Joong, merhaba." Elimi uzattığım gibi o da uzatmış ve tokalaşmıştık. "Maktulü görmek üzere geldim, izin var mıdır?"
"Elbette ajan, elbette. Buyurun."
Önden ilerlemeye başlarken zaten ezberimde olan morga ulaştık. Youngjae'nin olduğunu tahmin ettiğim beden dışarıdaydı, beyaz bir örtü ile üstü örtülmüştü. Başına dikildikten sonra Bay Joong beklemeden örtüyü çekti.
Yanılmıştım.
Yanılmıştık.
Gözlerim hafifçe irileşirken içime yanılmış olmanın verdiği bir tedirginlik düşmüştü. Bu avcı işi değildi, meleklerin işiydi.
Gözleri yanmıştı bedenin, bu da bir melek gücüyle öldürüldüğünü gösteriyordu. Afallamamı görmüş olmalıydı başkomiser.
"Böyle bir şey hiç görmemiştik, bir açıklamanız var mıdır?"
Başımı iki yana sallamakla yetindim hala bedeni izlerken. Yanılmış olmayı kaldırmak benim için güç olacaktı. Lucifer'a bunu iletmem gerekiyordu. Büyük ihtimalle avcılar buralarda meleklerin olduğunu fark etmişti, bu bölge artık iki kat tehlikeliydi.
↺
"Yani yanıldığını söylüyorsun, öyle mi Lothaire?" Lucifer'ın siniri gözünden okunuyordu. Bir büyü ile onu çağırmıştım ve şimdi otel odamın koltuğuna oturmuş, bacak bacak üstüne atmış benden bir açıklama bekliyordu. Şu dünyada cehennem azabını bile çekmiş birisi olarak bir tek Lucifer'dan korkardım. Bu nedenle de karşısında bir şey diyemeyecek haldeydim.
"Özür dilerim, başka bir ihtimal olduğunu düşünemedim." Diyeceklerim bu kadardı, daha fazlasını diyemezdim, bir bahane bularak onu çıldırtamazdım.
Sinirle yandaki vazoyu duvara attığında yenilmişliğin verdiği bir öfke vardı üzerinde. Herkes bilirdi ki Lucifer yenilmekten, özellikle meleklere karşı yenilmekten neferet ederdi. A desem bana patlardı.
Elini siyah saçlarına atıp çekiştirdi onları, zarif melek şimdi gerçekten şeytanın ta kendisi gibi görünüyordu. Hah, gibisi fazlaydı. O zaten şeytanın ta kendisiydi.
Sakinleşmiş gibi olduğunda saçlarını gözlerinin önünden iterek ayaklandı. Odada bir oraya, bir buraya gidiyordu. Bunu düşündüğünde yapardı.
"Pekala, şeytanları uyaracaksın. Hepsi meleklerin ortalıkta kol gezdiğini öğrenmeli. Eğer olur da bir cinayet daha olursa bunu senden bilirim."
Başımı salladım onaylarcasına, ardından o da kanatlarını açıp gitti.
↺
Yeni günde tüm şeytanlara haber ulaştırmış, nihayetinde saat akşamüstü olduğunda kahve almaya gelebilmiştim. İçeriye girdiğimde ilk gözüme çarpan Kim Yugyeom ile Jeon Jungkook'tu. Onlarla uğraşacak enerjim olmasa da geçen günle alakalı bir açıklama yapmalıydım. Bu hareketler hiç benlik olmasa da burada olduğum sürece başka bir kişiliğe bürünmek, dikkat çekmemek zorundaydım. Kibrimi saklamak ve küstahlığıma gem vurmak zorundaydım.
Filtre kahvemi alıp ikilinin oturup fısıltıyla konuştuğu masaya ulaştım. Bir izin istemeden sandalyeyi çekip oturdum masaya. İkilinin bakışları anında bana dönmüş, şaşkınlıkla gözleri büyümüştü.
"Ajan Vincent, biz de tam s-"
Jungkook'un bakışları onu susturmuştu, umursamadan kahvemden bir yudum almayı tercih ettim.
"Geçen gün kitabını almıştım Jungkook, şu an yanımda değil ama ilk fırsatta geri iade edeceğimden şüphen olmasın. Seninle iletişim kurabileceğim bir numara verirsen ikimizin de müsait olduğu bir zaman diliminde verebilirim."
Jungkook onunla direkt konuşmama şaşırmış olmalıydı, bir süre tepki vermedi.
"Sorun değil Ajan Vincent, kitap sizde kalabilir. Ben yalnızca sizin için endişelendim. Şey.. Ağlıyordunuz?" Bu konunun açılmasından rahatsız olduğumu kahvemi masaya sertçe vurarak gösterdim. İkisi de irkilmiş, korkuyla sandalyelerine sinmişti. Numara kısmını açıp telefonumu uzattım, numarasını yazdığında geri almış ve ayaklanmıştım. Kahve içesim de kaçmıştı.
Kafeden çıktığımda derin bir nefes aldım. İnsanların önünde zayıflık belirtisi göstermek en ama en nefret ettiğim durumdu. Onlar gibi aciz insanların benden güçlü olduğunu düşünmek bile canımdan can alırdı.
↺
Gecenin bir yarısı çalan telefonumla uyanmıştım. Kim olduğuna baktığımda Jeon Jungkook olduğunu görmüş, dikleşerek açmıştım.
"Ajan Vincent, lütfen yardım edin!"
Deli gibi ağlayan Jungkook, kaşlarımı çatmama neden olmuştu. Sakinleşecek gibi değildi, korkuyu nerede görsem tanırdım ve sesinde korku vardı.
"Sorun ne Jungkook?"
"Ajan, ölü birisi var burada. Çok korkuyorum."
Endişe oturmuştu içime, bir şeytan daha mı ölmüştü?
"Neredesin Jeon? Hemen geleceğim."
Adresi kekeleyerek verdiğinde telefonu kapatıp çıplak bedenime günlük kıyafetler geçirdim. Bir arabam yoktu bu nedenle de taksi bulana kadar koşacak ya da sadece koşacaktım. Uzun bacaklarımla zaten bana çok da uzak olmayan yere ara sokakları kullanarak ulaştığımda Jungkook yere çömelmiş sessizce ağlıyordu. Yanına yaklaştığımda önündeki bedenin gözlerinin yandığını görmüştüm. Melek cinayetiydi, Lucifer bunu öğrendiğinde beni sorumlu tutacaktı oysa elimden geleni yapmıştım. Daha fazlasını yapabilir miydim? Şu an bunu düşünemezdim.
Jungkook'u kaldırıp elimle kahverengi saçlarını alnından çektim. Gözyaşlarını sildim yavaşça. Sakinleşmesi ve olayı anlatması gerekiyordu, bu nedenle sesime ve sinirime hakim olmalıydım. Güvende hissetmesini sağlamalıydım.
"Sorun yok, anlat sadece. Buradayım, yanındayım."
Burnunu çekerek ufak elleriyle gözlerini sertçe ovuşturdu. Benden destek alıyordu ve bıraksam yığılıp kalırdı.
"Yugyeom ile ayrılmıştık ve ara sokaklardan gidersem daha çabuk eve ulaşırım diye buraya döndüm, ama.. İki kişi bıçaklarla kavga ediyordu, çok korktum. Sonra ışık çıktı, bu adam öldü ve diğeri kayboldu birden. Ne oldu burada ajan? Çok korkuyorum."
Göz bebeklerim küçülse de belli etmedim tedirginliğimi. Aptallar nasıl bu kadar dikkatsiz olurdu? Bir insana görünmüşlerdi ve bu kabul edilemezdi. Şimdi ne açıklama yapacaktım bu çocuğa? Hala ağlıyor, ufak ellerini omuzlarıma koymuş tırnaklarını geçiriyordu etime.
"Doğru gördüğüne emin misin Jeon, uyuşturucu mu aldın? Alkol?"
Bir şekilde kurtarmak zorundaydım bu durumdan paçamızı. Bu işin üstüne düşsün istemiyordum.
"Hayır, hayır. Hiçbir şey almadım. Eminim, gördüm. Işık çıktı ve adam yok oldu!"
Onu göğsüme doğru çekerek saçlarını okşadım. Konuştukça kendine daha çok inanacağını bildiğimden susturma yöntemimdi bu. Zihnini silebilirdim, daha önce bir insanın zihnini silmemiştim ama o gücün bende olduğunu biliyordum. Bir elimi başına atıp içimdeki gücü dışarı aktardım. Mavilerim metalikleşti ama hiçbir şey olmadı. Bekledim, hala ağlıyordu çocuk. Bir şeyler yanlıştı, gücüm ona işlemiyordu.
Onu hafifçe ittirip yüzüne baktım. Hala aynı endişe ve korku vardı suratında. Şaşkınlığımı sonraya erteledim, telefonumu arka cebimden çıkarıp başkomiseri aradım.
"İyi geceler demek isterdim ama değil Bay Joong. Bir cinayet daha gerçekleşmiş, söyleyeceğim adrese gelmelisiniz."
Adresi söyleyip birkaç kelam daha ettikten sonra telefonu kapatıp arka cebime koydum. Genç çocuğu duvara nazikçe yaslayıp yere oturmasını sağladım. Son dakika üstüme geçirdiğim ceketi de omuzlarına bırakıp üşümesini az da olsa kesmeyi amaçladım. Ölü bedene yaklaşıp inceledim, birkaç yerinde bıçak kesikleri vardı. Bildiğin yanık kesikleriydi ve Bay Joong'a nasıl bir açıklama yapacağımı bilmiyordum.
Lucifer'ın gazabı haricinde daha büyük bir endişem yoktu.
↺
Gün aymıştı, saatlerdir bu ara sokaktaydık Jeon Jungkook ile. Çocuk birkaç kelime etmiş ve düşündüğüm gibi gördüklerini polise anlatmamıştı. Ona inanmayacaklarını düşündüğüne emindim. Haklıydı da bu konuda, kimse ona inanmazdı.
Kenara sinmiş çocuğun yanına gelip elimi uzattım. İri elimi tutmuş, onu ayağa kaldırmama izin vermişti. Ceketim içinde kayboluyordu.
"Seni eve götüreyim, bugün okula gitme ve dinlen. Tamam mı?"
Bir şey demek yerine başını salladı. Belinden tutarak ona destek oldum ve ara sokaktan çıktık. Caddeye ulaştığımızda bir taksinin geçmesini beklerken konuşmamıştık. Tek tük insan, birkaç araba ve arada otobüs geçiyordu. Sonunda bir taksiye bindiğimizde önce onu bindirdim, ardından kendi bindim. Evinin adresini verdi şoföre, on beş dakikalık mesafeydi ve on beş dakika boyunca konuşmamıştık. Bir şey dememeyi tercih ederek inmiş ama kapıyı kapatmamasıyla dikkatimi üzerine çekmişti. Kaşlarımı hafifçe kaldırarak ona baktım. Biraz tereddütte gibiydi arabaya doğru eğildiğinde.
"Ajan Vincent, bir kahve içmeye gelir miydiniz? Ben.. Biraz korkuyorum da."
İsteği karşısında birkaç saniye düşünüp başımı salladım. Cebimden bir miktar para çıkarıp uzattım şoföre ve arabadan indim. Jungkook'un arkasından iki katlı tatlı evine girdiğimde dekor dikkatimi çekmişti. Sade ve şıktı, çok eşya yoktu. Minimalist bir yaşam sürüyor gibiydi. Düzenliydi, ortalıkta hiç dağılmış eşya yoktu.
"Siz şöyle oturun isterseniz, ben kahveleri yapayım."
Ardından amerikan mutfak olan yere geçmiş, kahveleri yapmaya başlamıştı. Bir yere oturmak yerine adaya yaslanıp onu izlemeye başladım. Düşünceliydi, ne düşündüğünü anlamak da zor değildi.
Kahveye doldurduğu su taşarken hızlı bir şekilde arkasına geçmiş, tek elimi bileğine koyup sıcak suyun akmasını durdurmuştum. Elini yakmıştı, hızlıca suyu açıp altında tuttum. Yüzünde bir korku vardı ama bu acıdan değildi. Acıyı hissettiğini bile düşünmüyordum.
"Aptal mısın? Biraz dikkatli olsana."
Jungkook başını bana çevirdiğinde burun buruna gelmiştik ama onun gözlerinde gördüğüm değişim çok başkaydı. Korkuyla bir çığlık bırakmış, beni ittirmişti. Gözlerini ovuşturdu inanamaz gibi, tekrar açılan gözleriyle sakinliğe kavuşmuştu. Ne olduğunu anlamamıştım.
Hayır.
Olamaz.
Ruhumu mu görmüştü? İblis ruhumu.
Hayır.
Olamaz.
İmkanı yoktu.
"Özür dilerim, sadece.. Ben biraz dinlensem iyi olacak."
Ardından arkasını dönmüş, ama hareket etmemişti. Ne olduğunu anlayamamışken kollarıma yığıldı.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.