İnsanlar etraflarındaki duman yükselirken tahta kazıklara asıldılar, bense sadece gözlerimi bile çevirmeden izleyebiliyordum. Sert yaz güneşi altında, altlarındaki yanan samanlarla ölmekte olan insanlar çığlık ve çığlık atmak dışında bir şey yapamıyorlardı. Tahta kazıklarda korkunç bir şekilde çökenlerin son anlarını izlemekten hoşlanan başka insanlar da vardı. Bazen kurbanların acılarını uzatmak ister gibi ateşe yağ ekliyor bazen de söndürmek için su atıyorlardı. Kazığın üstündeki bir zamanlar insan olan şey siyaha döndüğünde çığlıklar yavaşlar ve kademeli olarak dururdu. Farkına varmadan önce etrafımda yüzen korkunç bir koku vardı. Sıcaklık ve koku yüzünden refleks olarak kusmamla aynı anda yanımdan boğuk kahkahalar duydum. Böyle bir yerle çok uyumsuzdu, kafamdan atamadım ve beni son derece rahatsız etti. Daha fazla katlanamıyordum, tek istediğim kıvrılıp gözlerimi ve kulaklarımı kapatmaktı ama başkasının kollarında tutulduğumdan yapamadım. Bırak beni, umutsuzca söylemeye çalıştım ancak henüz konuşamıyordum ve yetişkin kolları bebek bedenimi kolayca tutabiliyordu. Her şey bulanıktı. Kafam o kadar acıyordu ki kırılacak gibi hissediyordum. Yaz sıcağında ateşten gelen ısı ve koku birleşerek beni boğdu. Bulantım dayanabileceğimin sınırındaydı ve bir şey yemek boruma çıktığında refleks olarak kustum. Kendi kusmuğumun kokusu yanık et kokusuyla birleşti ve daha da kötü koktu. Kendi kusmuğuma bir süre şaşkınlık içerisinde baktıktan sonra yavaşça kafamı kaldırdım. Beni tutan kişiye bakmak istiyordum. Neredeyse içgüdü gibiydi, neden bakmak istediğimi kendim de bilmiyordum. Ama ona baktıktan sonra tüm kalbimle pişman oldum. Güzel uzun siyah saçları vardı, kan rengi gözleriyle bana bakarken kendinden geçmiş bir ifadeyle gülümsüyordu. Onun öz babam olduğunu fark ettim ve kendi yatağımda kâbusumdan uyandım. Odamın boğucu sıcak havasıyla yanaklarımdan damlayan teri sildim. Belki de kâbusum yüzünden ellerim soğuktu ve fena halde titriyordum. Perdelerimi bile açmadan odamdan ayrıldım. Soğuk, ferah hava almak istedim ama dışarısı bile sıcaktı. Bu boğucu sıcak ve nemden bıktım. Pencereyi açtım ve en azından biraz temiz hava içeri girdi. Şu anda Kaldia alanında yaşadığım en sıcak yazdı. Alanımın batı kısmında sıcak çarpması geçiren insanların sayısı artıyordu, sivil orduyu kurmaya çalışmakla çok meşguldük. Çok fazla iş olduğundan Earl Terejia ve ben odalarımıza kapanıp işle uğraştık ama hizmetçiler bol su tüketip mola vermemiz için zorladı. Askerler doğu köyü inşaat projesinden dönmeye başladı. Mülteciler yirmili gruplar halinde taşınmaya başladı. Doğuda daha çok su olduğundan orada hava daha ılımandı ve bazı askerlerden hala orada olmayı dilediklerini duydum. Kamil hala konağa dönmemişti, işlerin bitip geri dönmesine en az iki ay daha vardı. Ter içinde kalan geceliklerimi çıkardım ve hafif tunik ve dalmatik giydim. Bayan Hortensia muhtemelen kahvaltı hazırlıklarıyla meşguldü ve beni uyandırmaya gelmeyecekti. Beş yaşına girdiğimden beri aşırı uyumadığım sürece gelip beni uyandıracak birine ihtiyaç duymuyordum. Ensem terden yapış yapış ve rahatsız hissettirdi, yemek salonuna giderken hizmetçilere bakındım. Phoebe ve Isadora buradaki tek hizmetçiler olduklarından ve sabahları çok meşgul olduğundan onları bulması zordu. Bugün şanslıydım gerçi, çamaşırları konağa geri getirirken Isadora’yı buldum. “Günaydın, ojou-sama.” “İyi günler Isadora. Üzgünüm ama lütfen bugün odamı da temizle.” Gecelikler tekrar giyilmeden önce yıkanmalıydı ve çarşaflarımda terle ıslanmıştı. Sadece hava aşırı sıcak diye kâbus görmüşken en azından biraz olsun yatağımda rahatımı arttırmak istiyordum. Belki herkes öyleydi ve sıcakla bunalıyordu, Isadora sadece onayladı ve kısık sesle cevap verdi. “Anladım. Başka bir şeye ihtiyacınız var mı?” “Kahvaltıdan sonra vücudumu silmek istiyorum. Lütfen benim için hazırlıkları yap.” Isadora tekrar onayladı, eğildi ve meşgul bir şekilde koridorda yürümeye başladı. Çamaşırları halletmek hizmetçinin işi ama çamaşırları yıkamak aslında hizmetçilerin[size=2][font=Open Sans][color=#2db2eb]1 işiydi. Yavaştan alıp hızlıca yemesem bile muhtemelen kova ve havlu odamda hazır olacaktı.[/font][/size][/color] Bu sefer Earl Terejia, Bayan Marshan ve Claudia bile aynı anda kahvaltıdaydı. Elise yemeklerini her zaman odasına aldığından bu onun dışında herkesin tesadüfen şu anda yemek salonunda olduğu anlamına geliyordu. …… Bir düşününce, bir süredir Elise’yi ziyaret etmedim. Son zamanlarda Elise daha iyi hale geliyordu ve gün içinde sık sık bahçeye çıkıyordu, bu yüzden odasını ziyaret etmem için bir sebep yoktu. Hadi bugün onu görmeye gidelim. Isadora’nın benim için hazırladığı havluyla vücudumu sildikten sonra Maya hızlı bir şekilde çıkarken Elise’nin odasına vardım. “Ah, Eliza-sama.” “Nereye gidiyorsun, Maya? Elise-dono’nun yanında olmadığını görmek nadir.” Maya Elise’nin yanında getirdiği şahsi hizmetçisi olduğundan zamanlarının çoğunu birlikte geçiriyorlar. Kendi başına bir yere gittiğini görmek oldukça olağan dışı, özellikle gün içinde. Bugün nadir şeyler olup duruyor. “Evet, bugün beni Earl çağırdı.” “Earl…… Anlıyorum. Şimdilik Elise’ye bakacağım.” “Çok teşekkürler. Zahmet verdiğim için üzgünüm ama lütfen Elise’ye iyi bakın.” Maya hafifçe rahatlamış görünüyordu ve tekrar hızlıca ilerledi. Elise sıklıkla öksürük atağı geçirdiğinden muhtemelen onu yalnız bırakmak istemiyordu. Böylece Elise’nin kapısını tıklattım ve gelin lütfen dediğini duydum. Buraya ilk geldiği zamanla kıyaslandığında sesi çok daha enerjik geliyordu. “Elise-dono, izinsiz gelişimi affedin.” “Eliza-sama! Hoş geldiniz.” Her zamanki gibi yatağında oturmak yerine Elise pencerenin karşısındaki sandalyede oturuyordu. Yüzü parlıyordu ve ayağa kalkmak üzereydi, ama iyi olduğunu söyleyerek durması için ona işaret ettim. “Bugün iyi gibisin.” “…… Evet, burası sayesinde oldukça sağlıklı hale geldim.” Gülümsüyor ve mutluca onaylıyordu, neye baktığını görmek için ona yaklaştım. Elise’nin yanında durdum ve aniden biraz utangaç hissettim, o dışarı bakıyorken alçak sesle konuştum. “Dışarısı?” Evet. Buradan bahçeyi ve diğer taraftaki gölü görebiliyorum.” Buradan manzaraya bakarken enerjiyle aşılanmış gibiydi ve güldü. Ah, sıradan bir cevap verip ben de dışarıya baktım ve Elise’nin bahsettiği bahçe ve gölü gördüm. Zehirli baldıran otunu aldığım yerdi. Göl bahçıvanın ilgilenmesi gereken bir yer olmadığından hala biraz kalmış olabilirdi. Askerler gölü kışlanın su deposuna bağlarken muhtemelen çoktan tüm zehirli bitkilerden kurtulmuşlardır. Çeşitli renklerde bitki örtüsü gölü çevrelerken uzaktan bakıldığında oldukça güzel görünüyordu. Gözlerimi kıstım ve iyi gölgeli yerde küçük bir mezar gördüm. Yani birisi bu mesafeden de o mezarı görebiliyordu, eh. “…… Göle gitmemelisin.” “Elbette, çok iyi biliyorum. Daha sağlıklı ve enerjik hale gelmeden önce bahçeden çıkmayacağım.” Gölün tehlikeli olduğunu hatırlatmak için Elise’yi uyardım, ama yine de gözlerinde suya olan özlemi gördüm.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.