ELİZA BÖLÜM 37 – JUGFENA KALESİ Ertesi gün ne yazık ki hava kötüleşti ve yoğun sis altında Jugfena kraliyet alanına gitmeye devam ettik. Güneşi göremediğimizden zamanı söyleyemiyorduk ve düşük görüş mesafesinde yanlış yöne gitmemek için dikkatlice ilerlememiz gerekiyordu. Her şey sisliyken yolu sağa doğru takip etmeye devam ettik ve Kaldia’daki diğerlerinden çok daha yoğun olan ormanın önüne geldik. Söylenene göre bir zamanlar ilkel orman tüm bu alanı kaplamış ve geriye kalan da “Canavar Ormanı” olarak adlandırılmış. Düşen yağmur damlalarının sesiyle birlikte ormandan canavar ve böcek sesine benzeyen sesler duyabiliyordum. “Burası kötü bir his veriyor……” O ses askerlerden birinden geldi. Belki de yağmur yüzünden yaz olmasına rağmen havada soğukluk vardı. Askerlerin hepsi yorgun olacak ki herkes tamamen sessiz bir şekilde yürüyüşe devam etti. “Gunther, hızımızı tekrar kaybolmayacağımız bir düzeye yükselt.” “Anlaşıldı. Ben de buradan mümkün olduğunca çabuk çıkmak istiyorum. Canavar Ormanının dışında olmak bile kalbimi gerginleştiriyor.” Korkusuz bir insan olan Gunther bile böyle düşündü ve bu yolun ürkünç bir havası vardı. Atımın dizginlerini tutarken sağımdaki ormana baktım. Yağmur yüzünden dış kısmı karanlıktı ve açıkça göremedim. Ormana hala oldukça mesafe olsa da Canavar Ormanının olduğundan daha büyükmüş gibi hissettirdi, belki de orman görüş alanımda bu kadar büyük bir yer kapladığından. Aniden, gri gölgelerin arasında kanlı kırmızı yayılıyormuş gibi hissettim. Göz kırptığımda çoktan gitmişti, artık göremediğimden optik yanılsama mıydı merak ettim. Ormana odaklanmakla meşgulken öndeki askerlerin sevinçle bağırdığını duydum. “Görebiliyorum! Jugfena Kalesine ulaştık!” Bunu duyduktan sonra tüm askerler neşeyle bağırdı. Sisin diğer tarafında insan yapımı dev yapı belli belirsiz varlığını açığa çıkarıyordu. * Yakınlaştıkça yavaş yavaş devasa kalenin hatlarını ve şeklini ayırt edebiliyordum. Jugfena Kalesi, Jugfena Kraliyet alanında insanların yaşadığı tek yerdi. Cilalı siyah taş ve metalden yapılmış kaleye yağmur çiseliyordu ve eşit aralıklarla üstünde Arxian bayrağı olan kuleleriyle yaşadığım Altın Tepeler Konağından daha uzun duvarları vardı. Kraliyet başkentindeki şatoların aksine kesinlikle sıfır dekoratif unsuru vardı ama sistematik doğasının son derece muhteşem göründüğünü hissettim. Kaldia ordusunun askerleri daha önce hiç Kaldia’dan çıkmamışlardı ve kraliyet başkentindeki şatolara alışmış olan Claudia dâhil, hepsi siyah demir kaleye açıkağızlarla bakıyorlardı. Ben de istisna değildim. Karşı konulmaz derece güzel bu kalenin önünde Kaldia ordusu aptallar gibi büyülenmiş şekilde ilerledi. “Mm, Elena-dono, şu tarafta.” Vahşi hayvan görüşüne sahip gibi görünen Claudia kalenin dibini işaret ediyordu. Görme yeteneği koca mutfakta tek zerre tahılı bulacak kadar iyiydi. “Elena değil, Eliza.” “Tekrar mı yanlış söyledim…… Üzgünüm. Lütfen beni affedin.” Çoğunlukla çoktan vazgeçtiğimden her zamanki doğrulamamı kısalttım ve Claudia’nın işaret ettiği yere gözlerimi kısarak baktım. Atım bu sırada ilerlemeye devam ettiğinden yakınlaştığımızda sonunda Claudia’nın neyi işaret ettiğini görebildim. “Onlar…… Mültecilerin çadırları mı?” Kaleyi çevreleyen kullandığım çadırdan tamamen farklı askerlerin kullanımı için yapılmış sıra sıra basit çadırlar vardı. Görebildiğim kadarıyla kalenin yanlarından uzaklara yayılıyorlardı. Yağmur yağmasına rağmen insanların umursamadan çadırlara girip çıktığını görebiliyordum. Sonra görüş alanımı gelmek için üç gün yürüdüğümüz hedefimize çevirdim. Kalenin kapılarının önünde durduk ve benim lider askeri kumandanım olarak Gunther gelişimi kalenin kapı bekçisine bildirdi. Önümdeki demir zincir ağının arkasında tutulan devasa ahşap kapılarla bu şatonun gerçekten de bir kale olduğunu söyleyebilirdim. Belki de mülteciler at üstünde olduğumuzdan Claudia ve benim daha yüksek rütbeden olduğumuzu söyleyebiliyorlardı, hepsinin bakışları bizim üstümüzdeydi. Tek yaptıkları bize aval aval bakmaktı, yüzlerinde pek ifade yoktu. Bize sessizce bakmaya devam edenler de vardı, ilgisini kaybedip çadırlarına dönenlerde. Hepsi sağlıksızca zayıf görünüyorlardı, hepsinin yorgun ve bir deri bir kemik göründüğünü söyleyebilirdim. Üzgünüm, ama şu an buraya sizi karşılamak için gelmedim. Az önce gördüklerimi zihnimin bir köşesine koydum. Bu sırada önümdeki devasa kapı açıldı. Gunther herkese ilerleme emri verdi ve biz de yavaşça yan yana uygun adım yürüyen askerlerle girdik. Bizim diğer tarafımızda aralarından geçebileceğimiz kadar yer bırakan sıra sıra askerler vardı. Kaleye girerken onları geçtik. Kalenin içi meşalelerle parlakça aydınlatılmıştı ve birçok atın dinlendiği geniş bir alanın olduğu birinci kattaki bazı ahırların yanından geçtik. “Geldiğin için çok teşekkürler, Vikontes Kaldia.” “Karşılamanız için oldukça minnettarım. Söz verdiğim gibi, yanımda Kaldia ordusundan elli asker getirdim.” Kaledeki bazı askerler tarafından yönlendirildik ve önceki gün Kaldia alanına haberci olarak gelen şövalye beni karşılamaya geldi. Bizimle iletişim kurmaktan sorumlu kişi olduğunu varsayıyorum. Bugün kask takmadığından ve saçlarını aşağı bıraktığından öncekinden daha genç gözüküyordu. Bir şey varsa, şu anki görünümünün gerçek yaşına daha uygun olduğunu söyleyebilirim. Ama yaşının ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yok. “Lordum Earl Einsbark adına saf ve asil şövalye ruhunuza teşekkür ederim.” Adam diz çöküp özel şövalye pozu ve seremonik görgüyle beni selamladı. Basitçe sağ elini sol omzuna dokundurdu. Gerçek bir şövalyeden beklendiği gibi, hareketleri zarif ve kibardı. Hayali şövalye olmak olan Claudia’nınsa şövalyenin resmi selamlamasını başarılı bir şekilde yapmasını izlerken gözleri heyecanla parıldadı. Bu kötü, bu kontrolünü kaybetmeden hemen önceki ifadesi. “Yeni gelmiş olmamıza rağmen verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dilerim ama askerlerim biraz dinlenebilir mi merak ediyorum. Beklenmedik bir şekilde buraya olan yolumuzda büyülü hayvanı yok ettiğimizden biraz yorgunlar.” “Elbette.” Şövalye bize rehberlik eden askerlere talimatlar verdi ve askerlerim onlarla birlikte ikinci kata çıktılar. Bu sırada Claudia’ya iki kadını buraya getirmesini emrettim. Cyril köyünden getirdiğim iki kadın bu taş ve metal kaleye ilk girdiklerinde mültecilere bakmak için bile fazla ürkmüştü ve ne yapacaklarını bilemedikleri bir durumda gibi görünüyorlardı. Şimdilik benim ve Claudia’nın hizmetçileri olduklarını söyleyeceğim ve yarın Claudia’nın onlara Cyril köyüne kadar eşlik etmesini sağlayacağım. “Yani sadece bu gecelik bu hizmetçilere de bir oda ödünç vermeniz mümkün olur mu?” “Ah, bir sürü boş odamız var. Sorun değil.” Şövalye ikinci ricama başını salladı ve ardından konuşmaya devam ettim. “Hala isminizi duymadım. Şimdiye kadar sormadığım için üzgünüm.” “Önemsemiyorum. Bana gösterdiğiniz saygı için teşekkür ederim. Kendimi tanıtmama izin verin, ben Ergnade Einsbark. Jugfena kalesindeki 1. Süvari Müfrezesinin lideriyim. Sizinle irtibat kurmaktan sorumlu olduğum için, birbirimizi oldukça iyi tanıyacağımızı düşünüyorum. Sizin bakımınızda olacağım. ” …… Einsbark? Duyduğum isim oldukça beklenmedik. Haberci şövalye olduğundan sadece düşük rütbeli bir şövalyedir diye düşünmüştüm ama askeri kumandan olduğunu düşünmek. Dahası soyadı Einsbark, bu da buranın lideri Earl ile akraba demek. Böyle yüksek bir rütbeyle bizim irtibatımız mı olacak? Böyle bir kişiyi irtibatımız olması için seçerken Earl Einsbark’ın ne düşündüğünü merak ediyorum. O sinsi yaşlı tilki, kurnaz emektar şövalye Earl Einsbark’ın ne planladığı ya da düşündüğünü bilmediğimden tetikte olma alışkanlığım çirkin boynunu kaldırdı.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.