Daha fazla boş zamanım oldu, bu yüzden birkaç gün önceki yazıma devam edeceğim. 100 yıl önce hatırladığım şeylerin hikayesi.
Jonathan Joestar’ı öldürmeye karar vermiştim—Beni kardeş gibi gören, aynı evde büyüdüğüm, hatta hukuken kardeşim olan bu adamı taş maskeyle öldürmeyi planlamıştım. Sebebi, George Joestar’ı öldürme planımı ortaya çıkarmış olmasıydı, ancak o olmasaydı bile, onu bir şekilde öldürmem gerekecekti. Ve böylece ben de sadece "gerekeni yaptım." İşte bu kadar. Gerekeni.
Eylemimde hiç duygu yoktu.--- Hiçbir içsel insani çatışma yoktu. Bu olaydan birkaç gün sonra ben insan olmaktan çıktım, ama geriye dönüp baktığımda, belki de zaten o noktada insan olmaktan çıkmıştım. ...Ya da, gerçekten hiç insan mıydım ki? O berbat şehirde yaşarken--- o aptal annemle ve o aşağılık babamla, insanlık var mıydı? O köpekler arasındaki dünyada, tek bir insan bile yoktu.--- Annemin davranışlarını da insana benzetmek pek mümkün değil.
Hayır. Pucci’nin dediği gibi, "Cennete gitme arzusunu." Eğer insan olmayı tanımlayan şey buysa, o zaman sanırım Annem bir insandı.--- Belki de insana dair tek bir damla bile kalmamış bir vampir olarak, ben, Dio’da bir insan mıyım? Bunu sorgulamak aslında oldukça ilginç bir felsefi tartışma ama burada sadece gerçeklerden bahsedeceğim. Jonathan’ı taş maskesiyle öldüremediğim gerçeğinden başka bir şey yazmayacağım.--- Şimdi düşünüyorum da, bu defter aslında sadece başarısızlıklarımın bir analojisine dönüşmeye başladı.
Ama yine de, insan ne kadar çok başarısız olursa olsun, nihayetinde kazanırsa, bu yeterlidir. Taş maske, başlangıçta bir cinayet aracı değildi.--- Üzerine kan sıçratıldığında beyne doğru fırlayan iğneleriyle bana, aslında sadece bir tür eski işkence aracı gibi görünüyordu, tıpkı demir bakire gibi. Ama tam son anda, gerçekten de son anda, o olaydan sonra fark ettim ki, öyle değildi. George Joestar’ı öldürmek için o taş maskesini kullanmadığım için mutluyum. Jonathan, babamı öldürmek için kullandığım Doğu ilaçlarının kaynağını ararken ve evlat edindiğim babamı öldürmeye çalışırken, hayatını tehlikeye atarak Ogre Caddesi’ne doğru ilerlerken--- ben gece boyunca şehri dolaşıyordum.
Elimde bir içki şişesiyle, dolaşıyordum. Planım ifşa olmuşken ve Jonathan şimdi planımın kanıtını bulmak üzere yola çıkmışken, içmeden duramıyordum. Ama içtikçe, öfkem de artıyordu.--- Kendime öfkelendim, tıpkı o pislik babam gibi içtiğim için. Kendime nefretimden boğulacak gibi hissettim. Tabii ki, kanıt elde edip edemediği fark etmez, Jonathan’ı öldürme kararımda bir değişiklik olmadı.--- Ogre Caddesi’nden sağ çıkmasının ne kadar imkansız olduğunu biliyordum ama o "teselli" zihnimi çok da rahatlatmadı. Planım zaten alt üst olmuştu. Hayatım alt üst olmuştu. Yedi yıl sonra--- Hatta ondan daha uzun bir süre sonra, Dio’nun geleceği çöküşün eşiğindeydi.--- Bunu bildiğim için, Jonathan’ı taş maskeyle öldürsem de, onu öldürüp kazara ölmüş gibi göstermiş olsam da, bunun pek bir anlamı olmayacak gibi hissediyordum. Bu ruh halindeyken, yolumda karşıma çıkan iki adamla karıştım.
Normalde kesinlikle göz ardı edeceğim türde adamlardı ama çocukluğumu hatırlayınca, aslında bu tür insanlarla kavga etmeye alışkın olduğumu fark ettim. Öncelikle, onları yok saymayı denedim ama o adamların söyledikleri sözler, beni, Dio’yu, öfkelendirdi. "Gyahahaha! Hey! Dinliyor musun, genç bebe?!" "Keh! Öyle sakat sakat geziniyon’..." "Dışarı çıkarken anandan ayrılmamalısın!" Ana. Anne--- Benim annem. O kelimeleri idrak ettiğim an, içki şişesiyle adamın kafasına vurduğum andı. ... Yazım biraz düzensizleşti. Buna yarın devam edeceğim. Yarın, yaptığım insan deneyi üzerine konuşacağım.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.