Yukarı Çık




           
MARIA FROM HELL!
[マリア・フロム・ヘル!]
 
 
Yazar: Fujinohara Akihira
İngilizceden Çeviren: John Titor
 
 
 
Kötü kadın Mariacehennemden çıkıyor!”
Aslında, merkezinde kötü bir kadın karakterin yer aldığı absürt bir hikâye yazmak üzere yola koyulmuştum ama daha sonraları karakterin kötülükle uzaktan yakından alakası olmadığını fark edince ortaya böyle saçma bir şey çıktı.
 
 
 
O gün, bendeniz Marianne Phull Reheath öldü. Bu, kelimenin tam anlamıyla gerçek bir ölümdü. Adına giyotin dedikleri şey görevini yapmış ve beni öldürmüştü. Of, olanları hatırladıkça midem bulanıveriyor.
 
“Öğğğkkk!”
“Hanımım?”
 
Ağzımdan saçılan kusmuklar karşısında kâhyam Nelly’nin endişe dolu hallerini görmek bende biraz olsun gülümöğğğkkkk!
Hatıralarım da canlandı üstelik. Nelly’yi uzun zamandır görmüyordum. On yıl olmuştur herhalde?
 
Evet, on yıl.

Vatana ihanet suçuyla infaz edilmiştim. Bilincim yerine geldiğindeyse on yıl öncesinde yaşadığım evin ortasına kusarken buldum kendimi. Neler olup bittiğini anlamıyorum.

Ah o giyotin... Oysa tek istediğim bu dünyanın sefasını sürebilmekti. Onun için de milli sırlarımızdan birkaçını düşman krallığın tekine sızdırmıştım ama gelin görün ki kanunlarımız buna müsaade etmiyormuş.

Neyse, olan oldu artık.
 
Hayır, daha da olmaya devam edeceğini hissediyorum.
 
Ellerim, dikkatlice baktığımda sanki hatırladığımdan daha küçük ve daha sevimli bir hale bürünmüş. Peri masallarındaki gibi öylece geçmişe gönderilmemişim. Bedenim de on sene öncesine dönmüş!

Rüyada mıyım acaba… Hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden mi geçiyor…
Yani, ha rüyadayım ha gerçekliğin içinde. İkisi de yapacağım şeyi değiştirmiyor.
 
“Hanımım, daha iyi hissediyor musunuz?”
“Evet, sağ ol Nelly.”

Kendisine gösterdiğim nezaketi fazlasıyla uygunsuz bulmuş olacak ki, Nelly'nin gözleri fal taşı gibi açıldı. Ee, tepkisinde haksız sayılmaz.

Dosdoğru sadede geleyim; bu yaşlarda tam bir baş belasıydım. O günlerden kalma huysuzluğum hala devam ediyor fakat o zamanlar en azından dürüst bir çocuktum, rol yapmak nedir bilmezdim...

Hatırladığım kadarıyla Nelly bir zaman sonra öfke nöbetlerim yüzünden istifa etmek zorunda kalmıştı. Nelly'nin ardından, bu pozisyon için birkaç kişi daha gelip gitmişti ama şimdi geriye dönüp baktığımda aralarından en beceriklileri Nelly'miş. Bu sefer onu kovasım pek yok ve sanırsam kaçıp gitmemesi için de bir süre cici kız rolünü oynamam gerekecek.


“Şey… Aaa…”

Nelly sebepsizce titremeye başladı ve ben daha neler olduğunu anlamadan hıçkırıklara boğuldu.

“Neyin var Nelly?”
“Bugün hanımımın insanlık namına bir kıpırtı gösterdiğine şahit oldum.

  Öyle… Öyle mesudum ki…”

Bu kız ne kadar çirkef bir şeymiş böyle. Karşısında kim olduğunu sanıyor? Hanım ağanım ben senin! Kovmayacağım diyordum ama bu kararımı yeniden gözden geçirmem gerekecek.

Nelly'nin sakinleşmesini beklerken, zihnimde gelecek olasılıklarını düşünmeye koyuldum. Zamanda geçmişe yolculuğumun ilahi bir müdahaleden mi yoksa bir rüyadan mı ibaret olduğuna kafa yormayı sonlandırabilirsem, yapmam gereken tek bir şey kalıyor.

Evet, o da giyotinden uzak durmak.

Acaba hangi olay beni tekrardan ölüme sürükleyebilir? İleride neler olacağına dair bilgi sahibiyim. Öyleyse, sebebini bildiğim takdirde kendi ölümümü engellemek benim için kolay bir görev olmalı. Az evvel nedensizce kustuysam da.

“Bağışlayın hanımım. Şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemedim…”
“Yo, önemli değil Nelly. Herkes ara sıra içini dökmek ister.”
“Voaaaa~ Hayretler içindeyim hanımım! Nezaketiniz karşısında tüylerim diken diken oldu!”


Bunu kapı dışarı edeceğim gün yakındır.
Tam ağlaması sona erdi diye düşünürken formasının kollarını hararetle sıyırarak “Bakın, gördünüz mü?” diye kolunu göstermeye başladı. Bense umarsızca, kararımı vermekle meşguldüm. Zamanı geldiğinde bu kızdan kurtulacaktım.

Giyotinden uzak durmak pek de zor olmasa gerek. Her şeyden evvel soylu Reheath Hanesi'nin kızıyım. Yeteri kadar rol yapmayı becerir ve kendime mukayyet olup uslu durmayı başarabilirsem, beni ağırbaşlı bir yaşantının beklediğini biliyorum.

Çocukluğumu herkese gülücükler saçan bir sevgi pıtırcığı olarak geçirir, mülkiye idadisinde çalkantılı bir gençlik sürecini atlatır, iffet sahibi bir kadın olarak müstakbel kocamla dünya evine girer, son günlerimi de torun tombalakla uğraşarak sükûnet içinde noktalarım...

“…Sokarım ben öyle hayata ama!”
“Müjdeler olsun! Hanımım geri döndü!”


Eyvah, olmadı bu. Karşılaşabileceğim senaryoları kafamdan geçirirken farkında olmadan gerçek hislerim ağzımdan kaçıverdi. Öte yanda Nelly ise sebepsizce mutluluktan havalara uçuyordu. Bu kızın cidden birkaç tahtası eksik.

Neyse, şimdilik sevgili Deli Nelly’yi kendi haline bırakıp geleceğimle alâkalı şu cenabet düşünceleri kafamdan söküp atmaya bakayım.

Bu ne menem bir faciadır ki beni böyle basmakalıp, bayağı bir hayat yaşamaya mahkûm bırakıyor? Marianne Phull Reheath asla pes etmez!
 
 
İstediğim kadar aksini iddia edeyim; lakin ben tabir-i caizse kötülüğün biçim bulmuş haliyim. Müsriflik bende, huysuzluk bende, zamparalık bende. Hoşlandığım bir erkek varsa onu elde etmekten asla geri kalmam. Ayrıca evli olması da zerre umurumda olmaz. Bir kere göz koydum mu tamam! Kadın olması da fark etmez aslında; hemen harekete geçerim. 

“Marianne Phull Reheath sokaklarda arz-ı endam eylediğinde kasaba halkı zevkten dört köşe olur, yaşlılar esas duruşa geçer ve oğlanlar adam oluverir.” İşte ozanlar böyle çığırırdı dört bir yana nam salmış türkümü.

Kafamın estiği gibi hareket etmeye bayılıyorum! Yaratılışım böyle benim. On sene öncesine dönmüş olmam da bunun değiştirmeyecek. Nezaket gösterecekmişim öyle mi? Çalkantılı bir gençlik geçirecekmişim öyle mi? Yaşlılığım sükûnet içinde geçecekmiş öyle mi? Düşündükçe kalbime bıçaklar saplanıveriyor!



Ama varsayalım ki durum bundan ibaret. Duygularımı alelade şeyler için sergileme gafletinde bulunacak değilim. Ortada tavlayacağım bir adam varsa rolümü oynarım. Ortada ağıma düşüreceğim bir kadın varsa nezaket göstermeyi bile becerebilirim. Gerçi en nihayetinde kellemi giyotine kaptırmış ahmağın tekiyim ben, ha ha ha! Evet, sanırım biraz fazla kafamın estiği gibi davranmışım.

Ne olursa olsun, rolümü oynayıp vatana ihanet suçuyla yaftalanmayacağım özgürlükte bir hayat yaşamalıyım. Korkacak bir şey yok. Gelecek on seneyi avucumun içi gibi biliyorum, çocuk oyuncağı olacak. Yendim seni hayat, zuhahaha!
 
 
 
 
“Marianne Phull Reheath adındaki cadı kazığa bağlanarak yakılacaktır.”



Hah… Nasıl bu hale düştüm ben?
Giyotinden paçayı kurtardığım aşikâr ama sanki durumum gereğinden daha vahim bir hâl almamış mı? İhtilaf halindeki iki krallığın beni infaz etmek için güçlerini birleştirmiş olması da cabası. Aman ne güzel!

Geçen seferki giyotin tecrübemden ülke iç işlerine veya siyasete burnumu sokmamam gerektiğini öğrenmiş, keyfekeder bir hayat yaşıyorken nasıl böyle bir sonla yüzleşmek zorunda kaldığımı anlamıyorum. Tek yaptığım uluslararası talebeliğim esnasında makamımdan birazcık faydalanmak olmuştu.

“Vanilya tenli beyefendiler, çikolata tenli yiğitler... Hepsine sahip olmak varken neden bir tanesiyle yetineyim!” diye içimden geçirirken, iki tarafın da kraliyet ailesinde ne kadar ateş parçası varsa hepsini koynuma almak suretiyle ülkemi karman çorman bir aşk ve nefret entrikasına sürüklemiştim, hepsi bu... Fakat işin sonu feci uzun bir savaşla sonuçlandı. Tam da benden bekleyeceğiniz türde bir son değil mi?

Cazibem gerçekten tüyler ürpertici… Ne diye uğruma savaşırsınız ki! Bana “Kara Melek Maria” deyip geçseniz de olurdu hani?
Al işte, ateşe vermeye baş--
 
 
 
İşte yeniden çocukluğumdayım.
Sanırım bir kez daha hayata döndürüldüm. Yine de kazıkta yakılmak feci bir deneyimdi. Düşüncesi bile fenalık getiriyor.

 
“Öğğğkkk!”
“Hanımım?”

Al işte, yine kustum. Senle de konuşmayalı epey olmuştu, Nelly. Bu seferki iki yıl kadardır herhalde? Nelly yerdeki kusmukları temizleyip, ağzımda kalan parçaları silerken kafamı kaldırıp yüzüne usulca baktım. Geçen seferki karmaşanın tam ortasında, sevgili vatansever leydiler ve sörler aralarında toplanıp “Bu rezil kadın derhal yok edilmelidir,” diyerek peşime fedailerini göndermeyi uygun bulmuş.

Her şey olup biterken yanımda kalmayı seçen ve benim için canını veren tek insandı Nelly. Kollarımın arasında kaskatı kesilişini dün gibi hatırlarım. Becerikli olduğuna hükmedip Nelly'yi kovmamayı seçmiştim geçen sefer. Ancak yine de son nefesine kadar deliliğinden taviz vermedi. Olabilecek en saçma ölüme maruz kalan bu ahmak kadının çaresizliğini hatırlamak, kahkahalarımı bir nebze bastırmamı sağladı.

“Tamam, işte böyle. Ne’niz var hanımım?”
“…”


Kendimi zar zor tutuyordum... gülmemek için. Ben de Nelly’ye sıkıca tutundum. O yaşlarda bile ufak tefek bir şeydim. Benden sekiz yaş büyük olan Nelly’ye tutunduğumda, aramızdaki boy farkı yüzünden suratım hemen göğsünün altına geliyordu. Yumuşacık... Sıcacık... Ah, Nelly’nin kokusu bu. Kanlı canlı Nelly’nin. Hiç de soğuk değil üstelik. Kan gibi de kokmuyor. Kendini ölüme atıp hanımını tek bırakan kâhya mı olurmuş? Nelerle uğraşmak zorunda bıraktı beni haberi var mı hiç? Nelly'nin ardından gelenlerin ne bir mahareti vardı ne de bir el becerisi. Benimle ilgili en ufak şeyden bîhaber, iş yaramaz paçavralardı alayı.

“… Hanımım, yoksa ağlıyor musunuz?”
“… Boş ver. Önemi yok, Nelly.”


Hakikaten düşüncesi bile gözlerimi dolu dolu ediyor.

“… Emrim olmadan ölmeni yasaklıyorum, Nelly.”
“Haaaa? Nasıl? Beni öldürtecek misiniz yoksa hanımım?”


Yüzündeki saçma sapan ifadeyle ayyuka çıkışını seyretmek öyle acayip geldi ki, daha fazla dayanamayıp bastım kahkahayı. Evet, evet. Sana da böylesi bir ifade uygun giderdi. Son nefesindeki o huzur bulmuş halini hiç yakıştıramamıştım zaten.

Neyse, o zaman bir kez daha bütün gayretimle kuşlar kadar hür bir hayata kanat çırpmaya çalışacağım! Kazıktan kurtulmak için bu sefer yurtdışında okumayı es geçeyim bari. Çikolata tenli yiğitler bensiz kalacak ama olanla ölene çare yok demişler.
 
 
 
 
“Keşke… sen olmadığına inanabilsem, Maria! Beni böyle nasıl kandırabildin… Seni… Seni tüm kalbimle sevmiştim oysa!”

Hah… Nasıl bu hale düştüm ben?
Geçen seferden sonra, çocukluğumu sağ salim atlatarak mülkiye idadisinde her telden erkek ve kadınla oynaştığım baş döndürücü bir gençliğe adım attım. Burası son derece saygın bir okul olarak anılıyordu. Öyle ki, eğer şansınız yaver giderse soylu ailelerin çocuklarıyla bile ilişki yaşayabiliyordunuz. Ee, ben de bundan nasibimi aldım pek tabii.


Genel olarak nedense hepsi oldukça çekici kişilerdi. Erkekleri ağıma düşürme konusunda epey yol katetmiş olmalıyım. Okulun şehvet düşkünü kara meleği, “Maria the Fucker” olarak anılmaya başlamıştım artık! Okul yetkililerden tutun da taht varislerine kadar genci yaşlısı demeden tüm erkekleri koynuma almayı bildim! Gahaha!


Sonraysa bir nevi sırtımdan vurdular beni.

Hakikaten, şu biraz nezaket gösterdin mi her şeyi yanlış anlayan bakirler gına getirir insana! Hayır ama çok enteresan. Giyotinle noktalanan ilk yaşantımda da mülkiye idadisinde ortalığı birbirine katıyordum ama hiç böyle bir şeyle karşılaşmak zorunda kalmamıştım.


Acaba şeyden mi... Geleceği bildiğim için farkında olmadan fazla nezaket mi gösterdim? Ya da diğer şey yüzünden mi... Şu başrol kılıklı hatunu (Harikulâde gülümsemesi ve sade çekiciliğiyle avam sınıfından bir kızdı. Halk masallarında karşınıza çıkan başroller gibi o da etrafına ışıklar saçardı. Sonra bir baktım ben de vurulmuşum kendisine. Kadın olması sorun teşkil etmediğinden, koynuma almayı uygun bulmuştum. O kadar.) aşk çemberime dâhil ettikten sonra yoldan çıkardığım için miydi? Tehehe. Kesin olarak hangi nedenin ölümüme yol açtığını kestiremiyorum.
Al işte, bilincim de yitiyor. En kötüsü bu zaten. Ya, bu herif kimdi ki? Beni sırtımdan bıçaklayan adam dur durak bilmeden bir şeyler mırıldanıyor ama açıkçası dediklerini anlayamıyorum bile artık.

Başka bi’ ses daha var, kapı tıklaması gibi. Muhtemelen gözlerim kapanırken, Katil A’nın telaş içinde pencereden kaçtığını gördüğüm için fark edebildim. Odadan yanıt alamayan Nelly bunu olağandışı bulmuş olmalı ki, “Hanımım? İçeri geliyorum?” diyerek kapıyı araladı ve artık kullanılamaz haldeki kulağımda bile çınlama yaratacak bir çığlık attı. Eh, sanırım bundan geri dönüşüm yok; en azından Nelly'nin o salak suratına son bir kez daha bakabileceğim.

Kapı ardına kadar açıldı.

“…Hanımım?”

Kaybolan bilincimde, bir tek onun sesi canlıydı. Kollarıyla beni sıkıca sarmış, çaresizce ayağa kalkmamı söylüyordu; ama artık o da çok uzaklardan yankılanmaya başlamıştı.

Ben ise zihnim bedenimi terk ederken, son anıma kadar, hâlâ dalaşmanın derdindeydim.

Aptal kız, bu neyin suratı böyle?
Ben sana o şapşal suratında her daim mutlu bir ifade görmek istiyorum demedim mi?
Niye gözyaşlarıyla dolu bu iğrenç suratı yapıyorsun bana?
Ne yapayım ben neşeli halinden eser kalmamış bu titrek sesinle ha?
Aptalsın kızım   sen         hangi alçak                  benim biricik Nelly’imi                                        ağlattı

Ah        bendim ya doğru
Lanet                                   olsun
 
 
 
 
“Nnnnnnnnnnnnnnnneeeeelllyyy!”
“Gııyaaah!?”




Millet, ben geldim. Yine geri gönderdiler.

Ölümümden tekrar çocukluğuma döndüğümü fark edince, hemencecik yanımda duran Nelly’nin kollarına atıldım; suratını tuttuğum gibi bütün gücümle ağız kenarlarını kaldırmaya koyuldum.
“Nelly! Nelly! Şapşal Nelly! Ne olursa! Olsun! Hep! Güleceksin! Anlaştık! Mı! Bi’ daha ağladığını görürsem affetmem!”
“Guvaaaaaaaah! Hanımım iyice zıvanadan çıkmış!”


Kaldırdım da kaldırdım ağzını, ta ki o bayılıncaya kadar. Görevimi yerine getirmenin verdiği keyifle yanından uzaklaştım. “Bu da fena gelmedi değil hani,” diye mırıldanan Nelly’nin pejmürde görüntüsü gerçekten çok korkunçtu. Neyse ne aman. Üçüncü kez öldükten sonra ne öğrendiğime gelirsek... suyunu çıkarmamayı öğrenmeliyim! Ama kendime mukayyet olamıyorum. Ne yapabilirim ki?

O muydu bu muydu diye ürettiğim saçma varsayımlar bir yana, ne yapabilirim hakikaten bilemiyorum. Birkaç sefer daha ölmeyi göze alabilirim; lakin bu mucizenin bir anda sona ererek hayatımın nahoş bir ölümle son bulması olasılığı fena halde sinirime dokunuyor.

Ölümden söz açılmışken giyotine karşı önlemimi almış, bundan kaçınmayı başarmıştım; aynı durum kazık için de geçerliydi. Bıçaklanmaya karşı da türlü önlemler alabileceğime eminim. Demek ki ölümüme yol açacak tüm yöntemleri tek tek ortadan kaldırdığım zaman efsanevi çapkın “Maria the Fucker” olarak gelecek nesillerin unutamayacağı, zirvede dilediğimce yaşayabileceğim bir hayata haiz olabilirim.

Karara vardığımıza göre, işleri hızlandırmaya bakmalı. Bu ve sonraki yaşamlarımda defalarca daha öleceğimin farkındayım. Hatta tekrar tekrar kusacak, Nelly'yi de köle gibi çalıştırmaya devam edeceğim! Ne var ki bunda! Sizce bunlar Marianne Phull Reheath’ı rotasından alıkoymaya yeter mi ha?

“Nelly, karar verdim. Yapacağım!”
“Tamam? Şey, pekâlâ. Kolay gelsin?”

 
Böylece, öteki dünyaya olan yolculuğum başlamış oldu.
 
 
 
“Ay, hanımım yıldırım yüzünden kömüre dönmüş!”
“Ay, hanımım azgın bir koyun sürüsünün altında kalmış!”
“Ay, hanımım korsan oluverip şöhrete kavuşmuş demek. Başına krallığın en büyük ödülü konduktan sonra da kelle avcıları tarafından tanınmayacak hale sokulmuş!”
“Ay, hanımım uzaylılar tarafından parçalara ayrılmış!”
“Ay, hanımım muz kabuğuna basıp kafasını çarpmış!”
“Ay, hanımım!”
“Hanımım?”
“Hoppa, ta oraya kadar bir de?”
“Ay, inanılmaz bir şey! Hanımım?”
“Hanımımmmm!!”

 
 
 
“Nelly… Ben yoruldum…”
“Hanımım? Neler söylüyorsunuz? Hiçbir genç hanım böylesi bıkkın bir ifadeye sahip olmamalı!”

Selamlar, bendeniz Marianne Phull Reheath ve ölümden geri döndüm…

O günden beri savaşıyorum. Düşmanım dediğim, kaderimde yazılı olan ölüme karşı durmak bilmez bir savaşın içindeyim. Savaştım ve öldüm, savaştım ve öldüm. Aynı hayatı o kadar fazla kere yaşadım ki bunun için sarf ettiğim zaman, yüzyılın biraz üstündedir. Envai çeşit ölümle yüzleşmek zorunda kaldıktan sonra öğrendiğim tek bir şey oldu. Marianne Phull Reheath adındaki kadının alın yazısında gelecek 10 sene içinde ölmek zorunda olduğu yazıyor.

Tükenmiş durumdayım, Nelly… Sarı saçlarım çoktan kül beyazına dönmüştür…    Eh, en azından döngü sırasında bile erkekleri ağıma düşürmekten vazgeçmedim; hatta şansıma tekniğimi daha da geliştirdiğim söylenebilir. Son seferimde benden “Marianne'nin zevke getiremeyeceği kimse yok,” diye ülke çapında bahsetmeye başlamışlardı. Kendimi öyle zorluyordum ki adıma efsaneler yazılıyordu. Kasabalardan geçerken insanlar benden imza istiyor, tokalaşmak için sıraya giriyordu. Bu arada hatta tokalaştığım kişiler bile oracıkta zevke geliyordu. Şöhretli olmak ne zor zanaatmış be!

Her şeye rağmen, döngüde kısılı kaldığım gerçeği değişmiyor. Hayatım sanki boktan bir oyunu fazlasıyla andırmıyor mu?

“Nelly, şey… diyelim ki çetin bir rakiple karşılaştın ve her mücadelen yenilgiyle sonuçlanıyor. Böyle bir durumda insanın pes etmekten başka bir seçeneği kalmıyor değil mi?”
“Ayyy, ufacık kızın sorduğu soruya bakın. Ürkmedim değil vallahi.”


Deli Nelly mi ürküyor? Yok artık! Sebepsiz yere bunalıma sokacak beni bu kız.

“Hımm... Şey, sanırım kazanana kadar çalışmayı sürdürmelisiniz değil mi? Eski zamanlarda seviye atlamaktan, çıplak elle nesneleri parçalamaktan söz ederlerdi!”

“İyi yapmışlar.” Kafadan zoru olan bu sırıtık kıza bel bağladığıma göre aklımı peynir ekmekle yemiş olmalıyım. Onu bunu geçtim, on sene içerisinde tahtalıköyü boylayacaksam neyi nasıl... parçalayayım...

Tam o anda, beynimde şimşekler çaktı.
Görüyorum, evet. Çok basitmiş. Bunu şimdiye kadar nasıl fark edememişim?


“Nelly…”
“Eyvah! Aha ha, latife yapıyordum! Hanımım, ne olur ciddiye almayın… Hanımım?”


Giyotin, kazık, bıçaklanma, yıldırım.
Azgın koyunlar, kelle avcıları, uzaylılar ve de muz!

Bana “güç” lazımdı. Teslim olmamamı, kendi başıma bir ülkeyi fethetmemi sağlayacak düzeyde bir güç!

“Nelly!”
“Emredin!”

“Daha güçleneceğim!”
 
Bunu derken bitkin ve de akıl sağlığımı kaybetmiş olduğumun farkındaydım.
 
 
 

 
 
Bulutlarla kaplı semada rüzgâr kendini hissettirmeye başladı. Çorak arazide ortalık toza dumana bulanmıştı; etraftaki solgun çimenler keder içinde bir o yana bir bu yana savruluyordu. Bu terk edilmiş diyarlar savaş atı toynakları ve postal şıngırtıları kaplanmıştı artık.

“Leydi Reheath. Düşman menzilimize girmiş bulunuyor.”

Atının üstünde, kendilerine hücum eden düşman birliklerini dürbünüyle takip eden körpe er Azure, komutanını bilgilendirdi. Karşılığında kısa bir “Tamam,” cevabı aldıysa da kulağa usulca çalınan bu baştan çıkarıcı ses tonu, insanın beynini eritmeye yeter de artardı. Azure gözünü dürbünden ayırıp sesin sahibine bir bakış attı.

Azure’ninkine kıyasla daha heybetli bir ata binmişti. Kömür karası rengiyle bu at tabir-i caizse karanlığın biçim bulmuş haliydi. Binicisi ise uzun sarı saçlarını açıkta rüzgâra karşı bırakmıştı; üzerindeki sert ve biçemsiz zırha rağmen onu gören herkesi büyülemeyi bilen şeytani bir kadındı. Yıldırımlar İmparatoriçesi, Ejder Katili, Yüce Fatih’imiz. Daha böyle pek çok lakaba, efsaneye sahipti. Artık yalnızca ozanların nefesiyle hayat bulan türkülerde değil, çocukların uykuya yattığı ninnilerde bile adı geçer olmuştu. Efsaneleri kendisini aşmış olmasına rağmen hâlâ, hatta şu an dahi fethetmeye devam ediyordu. Tüm bunlar yaşanırken askerleri de bir an olsun komutanlarını yalnız koymadı; cehenneme gideceklerini bilseler bile yanı başında cepheye gitmeye can atarlardı. Bu mert insanlar onu başka bir lakapla çağırıyordu; Azure’nin de hoşuna gitmişti bu lakap ve komutanları da bunun kendisine çok uygun olduğunu düşünüyordu.

Namağlup, emsalsiz, muharebe meydanlarının şahı, taze kan hükümdarı, zafer tanrıçası ve her şeyden öte o… Savaş Tanrıçası, Marianne Phull Reheath idi.

“Azure.”
“Emredin!”


Saygıdeğer komutanının çıkışıyla Azure hemen kendine çeki düzen verdi. Yüzüne son derece ciddi bir ifade takınan Marianne ona dönerek “Bu arada duyduğuma göre hâlâ bakirmişsin,” dedi.
Azure öylece bakakaldı. Her şey bitti de sıra buna mı kalmıştı?

Marianne muharebenin yakında kontrolden çıkarak kan banyosuna döneceğinin pekâlâ bilincindeydi ve muhtemelen tam da bu yüzden o konuyu açmıştı. Azure gibi halktan yetişme birinden Savaş Tanrıçasını anlamasını beklemek abesle iştigal olurdu.

“Vah vah.”                                                                                                                          
“Yoksa...”                                                                                                                                  
“Ah be Azure, daha siftah yapamadın demek.”                                                              
“Yavrum, kıyamam!”
“Bakirleri yaver yapmıyorlar söylemedi deme!”
“Kesin lan! Başlarım alayınıza şimdi!”


At üstünde kıvırtarak konuşmaya başlayan bu orta yaş güruhu Azure'nin bağırmasıyla tek-bir ağız olup “Ay, çok korktuk!” nidalarıyla güle oynaya oradan uzaklaştılar. Azure'nin al al olmuş suratını gören Marianne, kıkırdayarak atını onunkine yanaştırıp seslendi.


[img]https://yoraikun.files.wordpress.com/2017/11/azuremarianne.webp[/img]
 

“Nelly senin yaşındayken karalar bağlamıştı. Tek bir seveni bile çıkmadı diye.”
“Abla! Bari bunu söylemeseydin!”


Nelly, Azure’nin ablasının adıydı. Kendisi aynı zamanda Marianne’ye çocukluğu boyunca hizmet etmişti. Yakın zamana kadar evde kaldığını düşünerek karalar bağlayan Nelly, bir anda evleniverip caka satmaya başlamıştı.

Lâkin Azure bunu ablasının yüzüne hiç vurmadı. Çünkü bu onu aciz gösterirdi; hem kardeşinin kocası yani kayınbiraderi öylesine iyi bir adamı ki Nelly ne yapsa yeriydi. Hatta azarlamayı denediği için kendini zavallı gibi hissetmişti.

“O gerzek bile taş gibi adamı buldu ya... Acaba gidip kapsam mı elinden?”
“Leydi Reheath, şakanın dozunu kaçırmazsanız müteşekkir olurum…”
“Ha ha ha! Peki, peki.”


Savaş Tanrıçası Maria, şen bir kahkaha attı. İşte bu onun kötü alışkanlığıydı veya kahramanlığının nişanesi, kim bilir. O ya da bu fark etmiyordu; söz konusu aşk meşk olduğunda eşi benzeri görülmemiş yöntemlere başvururdu. Ağzından “adam” ve “kapmak” kelimeleri çıkmışsa bunu muhakkak yapardı; lakin işin içinde Nelly varsa bu söz konusu bile olamazdı. Onu yakinen tanıyanlar böyle söylerdi. Marianne’nin kendisi bu durumu kesin bir dille inkâr edecektir. Sıradan bir günde onun Nelly’ye her zamanki üslûbuyla şapşal, gerzek, deli demeyi sürdürdüğüne tanık olabilirsiniz. Fakat zaman geçtikçe Marianne’le Nelly arasındaki ilişkinin çok başka olduğunu fark edersiniz.
 
Marianne için Nelly canı kadar kıymetlidir.
 

Marianne için biricik Nelly'si o denli önemlidir ki, hiç abartısız, bunun katıksız bir sevgi belirtisi olduğu açıktır. İstediği kadar aşağılayıcı konuşsun, Nelly hepsine gülüp geçerdi; bunu iki yakın arkadaşın kendi üslûplarıyla şakalaşması olarak görürdü. Marianne de ona asla zarar verecek bir söylemde veyahut harekette bulunmazdı.


Akılsız bir asilzade oğlu Nelly'ye elini sürmeye kalktığında, Marianne'nin gözlerinden fışkıran ateşi varın siz düşünün. Marianne ve Azure tesadüfen bu nahoş sahnenin yaşandığı yerde bulunmuş, Nelly'nin darmadağınık elbisesine ve yaşlı gözlerine tanık olmuşlardı. Azure hemen durumu anlamıştı. Artan öfkesiyle birlikte belindeki kılıca davransa da son hamleyi yapmaktan çekinmişti. Zaten yapmasına gerek de olmayacaktı. Gözlerinin önünde ödlekçe kaçmaya kalkışan bu asilzade, ayağa kalkar kalkmaz bir et parçasına dönüşüverdi. Azure bunun nasıl olduğunu bile kavrayamamıştı. İşittiği tek ses Marianne'nin kınına geri soktuğu kılıcıydı. Ancak o zaman, bir insanın gözle ayırt edilemeyecek süratte irili ufaklı parçalarına ayrıldığını idrak edebilmişti. Marianne kılıcını akla mantığa sığmayacak bir süratle icra ettiyse de “Geçti artık. Korktun mu?” diyerek Nelly'yi bir nebze olsun sakinleştirmeye çalışmıştı. Savaş Tanrıçasını izleyen Azure, karşısında sanki çocuğunu koruyup kollamaya çalışan bir anne görür olmuştu. Hüzün ve tehlike Nelly'nin hayatında olmasın istemişti Marianne. Hatta bunun düşüncesi bile onu dehşete düşürmeye yetiyordu denebilir. O günden sonra, ayaklanma çıkartmaya çalışan bazı asilzadeler olmuştu, tıpkı o akılsızın babası gibi. Lakin Marianne'nin otoritesi, onu yalnız koymayan tebaası ve en önemlisi de göstermiş olduğu muazzam güç gösterisi, buna kalkışan herkesin sesini kesmeyi bilmişti.
 
 
“Senin yüzünden iş yüküm gereksiz şekilde fazlalaştı Nelly.”
“Of! Of! Yanaklarım... yanaklarım patladı patlayacak! Vallahi patlıyor bak! Gerçi fena da gelmiyor değil!”
“Nelly, sen tam bir delisin!”


Azure ablasının düğününü kenardan izlerken Marianne'nin yapayalnız, “Evet, sanırsam bu adam oldu gibi,” deyişini hatırladı. Nelly'nin verdiği bu kararı o da onaylanmıştı. Kayınbiraderi muhtemelen tüm ülkede Savaş Tanrıçasının en saygı duyduğu isim olabilirdi; işte Nelly onun için bu denli kıymetliydi.

Ama onu da başka zaman anlatırız!
Kafasız ablam benim, küçük kardeşinin komutanına ne diye bakirliğimi anlatırsın ki?

“Ha ha ha! Merak etme, yakında esaslı bir hatun bulursun Azure! Mevzubahis aşk meşk ise geri döner dönmez senle güzel bir alışverişe çıkarız. O işler benden sorulur.”

Azure komutanının ağzı kulaklarına varan haline bakmayı kesti. Utancından kahrolmuştu. Yer yarılsa da içine girsem keşke! Hayır! Ölürsem bu sefer de mücadeleyi ben kaybetmişim gibi olacak ki bu sinir bozucu olurdu. Öyleyse evvela sağ salim eve dönüp ablama iki çift laf edeyim de sonra kendimi teslim ederim. Azure’nin bu vahim kararından habersiz, Savaş Tanrıçası ordusuna dönerek haykırdı.

“Toplanın, toplanın, av vakti geldi çattı! İt sürüsü kovalamaca şenliğimiz başlıyor! Beyler, çekin kılıçları!”

Bu haykırışı duyan herkesin, kafasında soru işareti taşıyanların bile tüm şevki yerine geldi. Pancara dönmüş asık suratıyla Azure bile haysiyet sahibi savaşçı kimliğine bürünerek göğsünü kabarttı ve suratına ciddi bir ifade takındı. Yanında duran Marianne’nin ise az önceki halinden eser yoktu; kılıcına düşmana doğru uzatmış, çenesi bir aslanı andırırcasına ardına kadar açılmış halde son sözünü söyledi:

“İstersen geri dönünce senin işi ben de halledebilirim, Azure.”

Azure'nin bir kez daha nefesi kesildi. Geriye ona doğru bir bakış atan Marianne, düşmana doğru fırladı ve “Heheyt! Marianne Phull Reheath en önde,” diye bağırdı yaygaracı bir edayla. Bir komutan ordusunu ön saflardan yönetiyorsa genellikle ona deli gözüyle bakılır ama burada söz konusu Marianne Phull Reheath’di. Böylesi bir deliliğin kabulü bile onu Savaş Tanrıçası olarak adlandırmaya yetiyordu. Fakat şu an Azure'yi sıkıntıya sokan komutanının yarattığı akıllara zarar sahne değildi, az evvel ona söylediği sözlerdi.

“…senin işi ben halledebilirim.” Hangi işi? Hayır, yoksa…

Marianne’nin cümlesi beyninde yankılanıyor, karmaşık düşünceler kafasında dönüp duruyordu. Azure yüzünün hiç olmadığı kadar kızardığını hissediyordu.

“Bak bak, çocuk kıpkırmızı oldu.”                                                                                         
“Keh keh keh! Azure, kıyamam ya.”                                                                                  
“Geri dönünce Maria the Fucker’ın koynuna gireceksin ha? Seni gidi!”                         
“Umarım fazla hırpalanmazsın.”
“İstersen düşmanla çatışmaya girmeden seni şuracıkta öldüreyim?”


Utancından yerin dibine girme aşamasına terfi eden Azure, içinde kaynayan telaş ve öfkeyle bir anda etrafa çığlıklar atmaya başladı. Bunu görenler neye uğradıklarını şaşırarak;     
“Eyvah, Azure tırlattı!”                                                                                                       
“Kaçın, kaçın! Cehennemin dibine kaçarken de önünüze geleni ezip geçin!” nidalarıyla güle oynaya kendilerini muharebe meydanına attılar.

“Kahretsin!”

Kafasında dumanlar tüten, atını peşlerinden gitmesi için yönlendirdi. Bu savaştan mağlup ayrılmaları mümkün değildi; ölmesi ise söz konusu bile olamazdı. Sağ salim vatanına dönecek, ablasına veryansın edecek, kayınbiraderine ablasının böyle şeyler yapmaması için telkinde bulunacak ve sonra da... Marianne’nin…

“…Durduramıyorum.”

Muharebe, Marianne'nin başını çektiği kraliyet ordusunun ezici zaferiyle noktalandı ve söylentilere göre genç şövalye Azure’nin kafasında çatışmalar boyunca dumanlar tütmeye devam etmiş.
 
  
 

 
 
Hu hu! Bendeniz Marianne Phull Reheath size muharebe meydanından sesleniyorum. Çok mu şen şakrak gördünüz? Ah cicim, ben kafasına esen her şeyi dibine kadar yapmayı seven bir kadınım. Daha azına tahammülüm yok! Ama özellikle bugünlerde daha da bir havamdayım. Öle dirile, öle dirile o günden beri başlayan azap döngümde mühim bir muvaffakıyete ulaştım.
Evet, nihayet alın yazımı alt etmeyi başardım ve on senenin sonunda ölmeden, hayatımda ilk defa yirmi yaşıma bastım! Hurra!

Buraya ulaşmak gerçekten çok uzun bir zamanımı aldı. Nelly'nin sözleri üzerine yaşadığım aydınlanmayla daha güçlenebilmek için çalıştım durdum. Çalışmalarımda vücudum kadar zihnimi de eğittim. Erkekleri tavlamaya çalıştığım vakitleri, zirveye ulaşmak uğuruna mutlak dikkatimi adadığım çalışmalarla bölüştürdükçe geçmişteki halime nazaran daha iffetli (Yeniyetmeler için pekâlâ sefih kaçacak) bir yaşam sürmeye başladığım söylenebilir. İşin enteresanı, güçlenme konusunda bayağı becerikli olduğum ortaya çıktı. Antrenmanlar beni bedenen kuvvetlendirdi. Zihin eğitimleri de düşmanlarımı en etkin biçimlerde alt etmemi sağladı. Üzerime düşen yıldırımı parçalayacak, azgın koyun sürüsünün üzerinden seke seke atlayacak, ihtilaf halindeki devletlerin kellemi almak için yolladığı fedaileri kıymaya çevirecek, uzaylıların gemisini daha yere değmeden patlatacak ve muz kabuğunu dikkatle çöpe atacak bir kudrete kavuştum. Artık insanüstü bir varlığa evrildim denebilir. Bunlar haricinde bir ejder katlettim, tek başıma küçük bir ülkeyi işgal edip himayem altına aldım, birkaç saçma sapan işe daha imza atıp halkın kahraman olarak anılmaya başladım.

Zirveye taht kurdum bir kere ve içtenlikle söylüyorum ki bundan çok zevk alıyorum! Tapın bana! Gösteriş meraklısı huysuz kadının tekiyim ne yaparsınız. Kendimi bulutların üstünde hissediyorum. Hem Nelly’nin küçük kardeşini de koynuma alacağım yakında! Gayet makul geliyor bana; özellikle de Azure’nin naif ve şirin hallerini düşününce. Ayrıyeten Nelly’yle evlenerek kendini harcayan kocasını da enselemeyi deneyebilirim belki ama neyse, şimdilik biraz müsamaha göstereyim.

Ölümden dönmeyi defalarca başardığınızda, dünyanızın parça parça değişimine tanıklık ediyorsunuz. Bu dünyalardan bazısında ailemi bana sırt çevirirken buldum, hatta kazıkta olduğu şekilyle tüm ülkeyi karşıma aldığım da oldu. Ancak gittiğim hiçbir dünyada Nelly'nin bir kez olsun ihanet ettiğini görmedim. Bir tek o yanımda durmayı seçti. Son anlarımda bana gözyaşı döken tek insandı Nelly. Yalnızca Nelly, o benim… Her neyse, hadi kocanı elinden almayacağım iyisin! Gahaha!

“Sanıyorum siz Marianne Phull Reheath’siniz! Kellenizi almaya geldim!”
Zaferimiz çoktan kesinleşmiş, geriye sadece son direnişçileri püskürtmek kalmıştı. Atımla, düşüncelere dalmış yol alırken karşıma cengâver bir direnişçi peydahlanıverdi. Atından inen bu genç savaşçıya gürleyerek karşılık verdim.

“Pekâlâ, gel bakalım! Seninle bizzat ilgileneceğim!”

Âlâ, âlâ! Çakmak çakmak bakan gözlerinde korkudan eser yoktu. Senin gibilerden tiksinmem ben, aksine saygı bile duyarım! Şöyle yakından süzünce, fena parça da değilmiş hani. Bunu esirim yapacağım, anlaşıldı. Layığı budur. Ah adını bilmediğim çikolata tenli yiğidim benim, düşmanına yani bana karşı elinden geleni ardına koyma. Denemeye devam et; bil ki alın yazının sil baştan olacağı gün yakındır.

Evet! Tıpkı Marianne Phull Reheath’a olduğu gibi!
 
 
   
Bundan üç yıl sonra, hiçbir uyarı olmaksızın, dünyanın sonu geldi. Yaşamlar son buldu. İnsanoğlu son buldu. Ben son buldum...

“Dünya boktan bir oyun muymuş yani?”
“Eyvah! Bir şey mi oldu hanımım?”


Vay be, gencecik bir Nelly. Anılarım canlandı.

On üç yıl sonunda ilk defa ölümden döndüğüm için gözyaşlarıma hâkim olamadım ve yanımda şaşkın halde oturan Nelly'yi gözlerimle süzmeye karar verdim. 

Dünyayı kurtaracağım güne dek, görünüşe göre bendeniz Marianne Phull Reheath’ın azap döngüsü sürmeye devam edecek.      


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.






DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.