##Serim, novelturkiye.com adresinde 10 Bölüm İleriden Yayınlanmaktadır. Hepinizi, Türkçe Novel Okuma Siteme Bekliyorum ##
Kan ter içinde kalan Edgan, yüzüne vuran serin ve ferah havanın da etkisiyle bir iki adım sendeledi ama sırtında Mel olmasına rağmen dengesini koruyabildi. “Mel, neredeyiz?” Titreyen dudaklarından sadece iki kelime dökülebildi, gözleri yarı baygın gençten yardım istiyordu. Mel bakışlarını bir noktaya sabitledi, kanaması o kadar artmıştı ki Edgan’ın yüzünün bir tarafı artık kırmızıydı. Dirayetini yitirmeden arkadaşının işaret ettiği yöne doğru ilerledi, nemli tüneli aştı ve kendisini sarkıtlarla süslü bir mağaranın içinde buldu. Zemin dize kadar büyümüş çimenlerle kaplıydı, Edgan şaşkınlıktan kendi etrafında bir tur döndü. Zemin dize kadar uzanan çimenlerle kaplıydı. Bir taraf her renkten, her çeşitten bitkilerle süslüyken diğer tarafta yeşil yapraklarına ateş rengi düşmüş bir ağaç vardı. Ağacın çevresinde, tomurcukları sonuna kadar açılmış Orkideler göze batıyordu. “Edgan, nehir!” Mel bir gayret kekeleyerek konuştu, arkadaşı o kadar şaşkındı ki bu sözler olmasa etrafı seyre devam edecekti. Yakışıklı genç hareketlendi ve beş nefes geçmeden Mel’i mağaranın ortasından akan suyun içine yatırdı. Arkadaşı ağır yaralıydı ve bilinci yerinde değildi, onunla beraber Edgan da suyun içine girmek zorunda kaldı. “Bedenim, neler oluyor?” Edgan mağaraya girdiğinden beri durmadan sorular soruyordu ama cevap alabileceği kişinin olduğu yerde, kandan bir çizgi uzanıyordu. Durmadan akan sular Mel’in kıyafetleriyle beraber yaralarından akan kanları da alıp götürüyordu. Mavi kıyafetler içindeki genç, arkadaşını kollarının altından kavrayarak nehrin ortalarına doğru ilerledi, sadece kafasının dışarıda kalacağı yere geldiğindeyse durdu. “Mağara, bitkiler ve bu su kaynağı nereden çıktı bilmiyorum ama Mel buraya gelmemi istiyordu. Suya girdiğimden beri bedenim enerjiyle doluyor, ruh enerjimin de daha rahat aktığını hissediyorum!” Edgan Mel gibi gözlerini kapatarak kendisini akan suyun hikmetine bıraktı, ikilinin etrafını saran güçlü bir aura yavaş yavaş oluşuyordu. Aynı anlarda ağır yaralı gencin bedenindeki kesiklerden dumanlar yükselmeye başladı ve yüzü acı içerisindeydi. Mel bir trans durumundaydı, dışarıya yansıyan güçsüzlüğünün aksine içinde fırtınalar kopuyordu. “Aynı sıvının içindeyim, yine mi boğulacağım?” Kendisini, Derin Mirasa adım atarken mücadele ettiği yoğun ve zorba sıvının içinde bulan Mel panikle ellerini savurdu, kolları zorlukla hareket ediyordu. “Kollarım pençeye dönüşmüş, bunlar gerçek ejderha pençeleri!” Bedenine baktığında sert pulları ve sivri tırnakları gördü, uzuvları görünüm olarak da değişim geçirmişti. “Ben kırdım, hatırlıyorum! Etrafımı çevreleyen duvarı kırdım ve ışığı gördüm!” Hatıraları akın ederken, yoğun sıvının içinde başını zorlukla çevirerek açtığı deliği bulmaya çalıştı. Kendi farkında değildi ama rahatlıkla nefes alabiliyordu ve hayati tehlikeyi atlatmıştı. “İşte burada, lanet yerden kaçış yolum orada!” Kollarını ve bacaklarını şiddetle savuruyordu, her nefeste küçücük bir yol alsa da vazgeçmeyecekti. “Bu ayağıma çarpan ne? Biri daha mı var?” Sağ ayağıyla bir şeye çarptı, hemen bakmak istedi ama mücadele ettiği sıvı buna izin vermiyordu. “İşte orada, küçük bir yavru! Kolları aynı benimkiler gibi ama onun bütün bedeni değişim geçirmiş!” Aradığını bulunca bir süre inceledi, kendisiyle olan benzerlikleri şaşırtıcıydı. “Daha uyanmamış ama nefes alıyor! Onu da çıkarmalı mıyım?” Kurtuluş olarak gördüğü ve güneş ışınlarının içeri girdiği gediğe bakan Mel, göz ucuyla da diğer canlıyı izliyordu. Bu şekilde bir süre durdu, düşündü ve sonunda kararını verdi. “Sen de benimle geliyorsun!” Geriye doğru hareketlenerek pençeye dönüşen elliyle diğer canlının kolunu kavradı. “Ağırmış!” Çekmeye çalıştığında canlı biraz oynadı ama Mel’in beklediği kadar hareket etmedi. Tek eli yetmeyince diğerini de kullandı Mel, ileri geri hareket ettirerek diğerini sürüklemeyi başardı. Ağır jelimsi saydam sıvı hareketlerini büyük ölçüde engellese de Mel yılmadı, yavaş yavaş istediği yere geldi. Pençesiyle açtığı gedikten geçmeleri mümkün değildi, içeri biraz ışık ve havanın girmesini sağlamak dışında bir işe yaramıyordu. Pençeye dönüşen eliyle duvarı yokladı, gediğin etrafı eski dayanıklılığında değildi. İki eliyle asıldığında küçük bir parça daha koparmayı başardı ve yüzünün şekli dramatik bir biçimde değişti. “Çok lezzetli kokuyor, ağzımın suları akıyor, engel olamıyorum!” Mel daha fazla dayanamadı, avuç içi büyüklüğündeki beyaz parçayı yemeye başladı. İlk ısırık biraz zorladı ama yılmaya niyeti yoktu, bir daha denedi, olmayınca bir kez daha ısırdı ve en sonunda küçük parçayı yutmayı başardı. “Müthiş, lezzetinden ağlayabilirim!” Elindekini bitiren Mel yeni parçayı koparmak için saldırdı, o bitince diğeri, o da bitince bir başkası izledi. O yemek yerken yanındaki diğer canlı sessizce uyumaya devam ediyordu, iki büklüm kıvrılmıştı ve başı gövdesine yaslıydı. “Tıka basa doydum ve delik dışarı çıkabileceğim kadar büyüdü! Hadi bakalım, ilk önce ben gidiyorum!” Mel, bir eliyle diğer canlıyı yakaladı, ağır sıvının içinde yavaşça ilerletebildiği bacağını beyaz duvarın dışına attı. Ardından sakince diğer ayağını attı ve sıvının içinde kalan bedeniyle beraber diğer canlıyı dışarı çekti. Kendisi tamamen sıvının dışındaydı, yolunu kapatan duvarı aşmıştı. Pençeye dönüşen kollarıyla çektiği küçük canlı da dışarı çıkmak üzereydi, Mel derin bir nefes alıp sertçe asıldı. O an küçük bir ejderha formundaki varlık gözlerini açtı, o nasıl bir gözdü? Gökyüzünün bütün renkleri adeta içine hapsolmuştu, derinliğinde kaybolmamak mümkün değildi. Mel, bulundukları noktaya hücum eden doğa enerjisini hissetti, öyle güçlüydü ki küçük ejderhayı daha da sıkı tutmak zorunda kaldı. Enerji başlarının üzerinde birikmeye başladı, an ve an genişliği büyürken girdap gibi dönüyordu. Kafasını kaldırdığında alabildiğine saf beyazdı; içinde her renkten, her formdan enerji arkları şimşek gibi çakıyordu. Doğa enerjisinin toplanması uzun süre devam etti, korku verici olmaktan çıkıp görsel bir şölene dönüşüyordu. Sonra ansızın üstlerine doğru hücum etti, Mel kendi bedenini küçük ejderhanın üzerine siper etmek istedi ama bir nefes sonra donup kaldı. Toplanan devasa enerji, korumak istediği kişinin gök mavisi gözlerinden içeri girerek bedenine karışıyordu. Küçük Ejderha çok mutluydu; o nasıl beyaz duvarı yediyse, diğeri de doğa enerjisini öyle iştahla yutuyordu. Üstlerinde biriken saf beyaz enerji bulutu gitgide küçüldü, küçüldü ve en sonunda yok oldu. Mel küçük ejderhayı hayretle izliyordu, ona sormak istedikleri vardı ama kulağında çınlayan kükremeyle beraber gözlerini açtı. “Edgan, sen burada ne arıyorsun?”
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.