##Serim, novelturkiye.com adresinde 10 Bölüm İleriden Yayınlanmaktadır. Hepinizi, Türkçe Novel Okuma Siteme Bekliyorum ##
“Başlarım ulan böyle işe, her gün bu dağı mı tırmanacağız?” Omuzunu boydan boya geçen kalın tahta sopanın iki tarafından sarkan metal kaplar sallanınca, kan ter içinde kalan genç adam ağız dolusu konuştu. “Kapa çeneni geri zekâlı! Ölmek mi istiyorsun?” “Bu işi bir ay boyunca yapacaksak, ölelim daha iyi. Herif hem kıza tecavüz ediyor hem öldürüyor, bu da yetmezmiş gibi sabah öğle akşam krallar gibi besleniyor. Sorsan ceza aldı ama ceza alan biz miyiz o mu belli değil!” Güneş ışıkları dağın doğuya bakan kısmına vururken, iki genç adam ağır yükleriyle beraber patika yoldan tırmanıyordu. Kendi aralarındaki konuşmaları dağın zirvesine yaklaştıkça seyrekleşti ve tepedeki mağaranın önüne geldiklerinde tamamen sustular. “Kokuyu sen de aldın mı?” “Evet ama!” Mağaranın içine açılan geçit sırtlarındaki sopalarla beraber geçecekleri kadar geniş olmadığından, yan döndüler ve yengeçleri andıran bir biçimde yürüyerek geniş açıklığa ulaştılar. “Bu ne böyle?” “Koş, koş, çabuk çıkalım buradan!” “Hemen Bölüm Başkanına haber vermeliyiz!” Zorlukla çıktıkları dağın zirvesinden koşarak iniyorlardı, düşüp yuvarlansalar bile hızlarında en ufak bir eksilme yoktu. Üzerindeki çimlerin arasından yaban otlarının fırladığı toprağa ayak bastıklarında, durmaya cesaret edemediler. Yaralanan bedenlerine aldırmadan yarım saat içinde Dövüşçü Bölümü ana binasından içeri girdiler. “Hey nereye?” “Ölmek istemiyorsan çık önümden, birazdan kıyamet kopacak!” İki gençten daha az kan kaybedeni Bölüm Başkanı Sokom’ un odasına girdiğinde, önce bir kükremeyle karşılandı ama ağzını açtığı an her şey değişti. Dev adam öğrenciyi kaparak dışarı fırladı, on dakika geçmeden zirvedeki mağaranın içindelerdi. İki eliyle yüzünü kapatan Sokom, bir nefes sonra yumruğunu arkasındaki duvara vurdu ve tavandan iri kayaların düşmesini sağladı. “Sen burada bekle, bir yere ayrılma!” Rüzgâr olup uçtuğunda yaralarla bezenmiş genç içeride duramadı, kendisini mağaranın dışına attı. Soluk beyaz teninden kan çekilmişti, daha fazla dayanamayıp yamacın kenarına gelerek kusmaya başladı. Ne kadar zaman boyunca kustuğunu bilmiyordu ama omuriliğinden giren soğuk bedenini kuşattığında titreyerek arkasını döndü. “İkinci Büyük Hazretleri!” Kendini yere atıp secde etti, soğuk rüzgâr esintisi geçene kadar da kafasını kaldırmadı. Yeniden doğrulabildiğinde, mağaranın girişinin buzdan bir duvarla örüldüğünü gördü ama cansız bedeni yanına devrildiğinde gözleri de yavaşça kapandı. “Kasper!” İkinci Büyük geniş açıklığın girişinde duruyordu, hemen yanında Dövüşçü Bölümü Başkanı Sokom vardı. “Ben!” Sadece tek kelime eden kaslı adam daha fazla konuşmadı, karşılarındaki manzara her şeyi anlatmak için yeterliydi. Tünelin iki yanını süsleyen kırmızıçizgiler, mağaraya girildiğinde bambaşka bir hal alıyordu. Üst üste dizilmiş büyük kaya bloklarına kadar uzanan, iki kişinin rahatlıkla yan yana yürüyebileceği kırmızı halı gibi zemine seriliydiler. Şüphe yok, kalkan kesif kokudan anlaşılacağı üzere yol kanla boyanmıştı. İki tarafını taze beden parçaları süslüyordu; insana ait ne varsa, kan kırmızı halının çerçevesini oluşturuyordu. İkinci Büyük ilk şokun ardından hızla blokların üzerine çıktı ve torunun son halini gördü. Acı ve öfke tonlarının iç içe geçtiği haykırış, taş duvarları yıkmaya çalışır gibi mağaranın içinde yankılandı. “Kasper, torunum!” Seyrek saçlı adam uzanmak istedi ama havaya kalkan elleri yarı yolda dondular. Gözlerinin kenarından birer damla yaş kesik kesik ilerleyerek, siyah elbisesinin yakalarına düştüler. Dün vedalaşırken ona el salladığı taht buz tutmuş Kardelenlerle kaplıydı. Kasper, sanki hiçbir şey olmamış gibi oturuyordu ama genç çocuğun çakmak çakmak gözlerinin yerinde, iki çukur vardı. İkinci Büyük bakışlarını aşağı kaydırdığında, geceden kara zırhın göğüs kısmında geniş bir delik gördü. Tam kalbinin olması gereken yerde, arkasını rahatlıkla görebileceği bir boşluk vardı. Devam etti ve torununun erkeklik organına sahip olmadığını gördü; biri gözlerini, kalbini ve erkekliğini ondan almıştı. On dakika mutlak sessizlikle geçti, Sokom her şeyi görmesine rağmen ağzını açıp tek kelime etmedi. İkinci Büyük ağladı, kesik gözyaşları hızlandı ta ki yüzünde donana kadar özgürce akmaya devam ettiler. “Seni öldüreceğim! Hiç kimse seni elimden alamaz!” Mağaranın girişini kapatan buz duvar patladı ve bir nefes sonra iki adam olanca hızlarıydı dışarı fırladılar. Dağdan inerken neredeyse yere basmıyorlardı, adımlarının arasında metrelerce mesafe vardı. Sokom, İkinci Büyük’ ün sağ tarafına geçmek zorunda kaldı zira siyah kıyafetleriyle rüzgâr gibi esen adamın geçtiği her yer buz tutuyordu. “Mel Malcom!” Birinci Sınıf Konutların bulunduğu alan, Yeşil Gölge Akademisi’nin en güçlü adamının haykırışlarıyla inliyordu. Adım adım yaklaşan ses kulaklarına eriştiğinde, bahçesindeki iki toprak tepeciğinin başındaki oturan Mel ayağa kalktı. “Bu ne şeref! Yeşil Gölge Akademisi’nin yüce İkinci Büyük’ü, beni görmeye geliyor!” Yakarışlarına karşılık alan adam yirmi nefes sonra istediği yere vardı ve siyah elbiseler içindeki Mel’i gördü. Bedenini kaplayan kırmızı aura silik de olsa belli olurken, genç adam dimdik duruyordu. “Sen yaptın! Torunumu öldürdün, cesedini parçalara ayıracağım senin!” Suçlamalara cevap vermeyen iri yarı gencin yüzünde, baharı kıskandıracak bir gülümseme göze çarpıyordu. İkinci Büyük daha fazla dayanamadı. “Geber!” Buz kamçısı onlarca metre uzadı. Her yerinden mavi dikenler fışkıran silah Mel’e çarpmak üzereydi ama önüne çıkan yeşil enerji bariyerine çarpınca geri savruldu. “Hanry, ne yaptığını sanıyorsun?” “Asıl ben sana soruyorum İkinci, kafayı mı yedin?” Bir saniye süren laf değiş tokuşunun ardından, kamçı iki kişiyi saran yeşil bariyere çarpmaya devam etti. Her seferinde küçük çatlaklar oluştursa da bir nefes sonra hiçbir şey olmamış gibi kapanıyorlardı. “Elemental Dönüşüm! Bunca zaman yetişim yaptığını sakladın demek! Sen de onun suç ortağısın, ikinizi birden geberteceğim. Sokom, saldır!” İkinci Büyük gibi elemental bir silah oluşturamasa da yerden kalkan toprak dalgalarını Üstat Hanry’ nin kalkanına doğru yönlendirdi. Hükmetme Seviyesindeki iki kişiye karşı direnmeye çalışan Bitki Bilimci’ nin kalkanı, daha fazla çatlıyor daha yavaş onarılıyordu. Beyaz sakalları ağzından taşan kanlarla boyanırken, Üstat’ ın durumu git gide kötüleşiyordu. Durumu gören İkinci Büyük, darbelerini indirirken bağırıyordu. “Sefil adam, her onarımda yaşam enerjinden kullandığını görmediğimi mi sanıyorsun. Senin ömrün mü benim gücüm mü hangisi önce tükenecek göreceğiz!” Üstat, gerçekten an ve an güçsüzleşiyordu, bu zamana kadar yıkılmaması bir mucizeydi. Sonlara gelindiğini anlayan İkinci Büyük Sokom’a hızlanmasını emrederken, kamçısını bir indirip bir kaldırıyordu. Çatlaklar kapanmıyor, aksine büyüyordu ve beklenen zamanın geldiğini anlayan İkinci Büyük ileri atıldı ama unuttuğu bir şey vardı. Mel sağ elini Üstat Hanry’ nin sırtına koyduğu an, kalkanın yüzeyi pürüzsüz bir hal aldı ve rengi yavaşça kırmızıya dönmeye başladı. “Neler oluyor burada?” Toprak dalgaları ve buzdan kamçı kalkana ineceği sırada, araya yeşil renkte bir fırtına girdi. Kalkan dağıldı, üzerine gelen saldırılar rüzgâra kapılıp uzaklara savruldular. Herkes kafasını sesin geldiği yöne çevirdi; düz beyaz saçları beline kadar uzanan ihtiyar biri, savaş alanına dönmüş Birinci Sınıf Konuta doğru yürüyordu.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.