“Akademiye girdiğimiz andan itibaren hep benim üstümde yer aldın, her zaman en büyük saygı ve hayranlığı sen aldın! Bak, şimdi neredesin; büyük yetenek, Rüzgârın Oğlu, Dokunulmaz Grim, kanlar içinde yatan sen misin?” İkinci Büyük buz mavisi sarkıtlarla Akademi Liderinin ayaklarını yere çakarken, hırsla bağırıyordu. “Beni sen mi yendin sanıyorsun? Sağ yanımı yok eden yaralanma olmasaydı değil sen, senin gibi beş tanesini aynı anda öldürebilirdim!” “Yalancı, sus!” “Her zaman benden yeteneksizdin, her zaman altımda kalacaktın! Beni öldürmen bir şeyi değiştirmeyecek, kalan ömründe senden her zaman üstün olduğumu bilerek yaşayacaksın!” “Kapa çeneni!” Akademi Lideri’nin alt bedeni buz parçalarıyla kaplandı, yaralardan fışkıran kanlar yere düşmeden donuyorlardı. “Gittiğim yerde seni bekliyor olacağım. Orada bile senden üstün olduğumu göreceksin!” “Geber! Buzlar artık bütün bedendeydi, Akademi Lideri kafasını hafifçe kaldırıp son gücüyle mırıldandı. “Seni bekliyorum!” Sözleri bitip yüzü yere düşünce, İkinci Büyük derin bir nefes aldı ama hemen arkasından gelen acı çığlığı soluğunu kesiyordu. “Ne dokunaklı konuşmalardı bunlar, nasıl da birbirinizi seviyorsunuz!” Mel’in pençesi ilk defa İkinci Büyük’ ün zırhına direk indi, metrelerce savrulan seyrek saçlı adamın yüzü kanla kaplıydı. “Can borcumu ödediğimden aranıza girmek istemedim ama hasret çekmene izin veremem!” Darbenin etkisiyle sersemleyen adam kendine geliyordu, Mel’in direkt darbesine dayanan zırhı sayesinde ölümden kurtulabilmişti. “Yardım edin. Sokom, buraya gel!” İkinci Büyük en güçlü destekçisine seslendi ama cevap gelmedi, sadece yuvarlanan bir baş vardı. Ayaklarının dibine geldiğinde İkinci onu hemen tanıdı, Sokom donuk gözlerle ona bakıyordu. “Seni görünce canım çekti, ben de o arada bunu öldüreyim dedim!” Mel’in omuzunun üstünden iki astının Edgan tarafından engellendiğini gördü, adımları geri geri gidiyordu. “Kaçmak mı? Hayal görüyorsun, ezik!” Aldığı direkt darbe sonrası gerçek hızında değildi ve içtiği onca iksirin ardından enerjisi eskisi kadar güçlü görünmüyordu. “Sadece biraz daha dayanmak zorundayım. Ana Akademi heyeti geldiği an, her şey bitecek!” Arkasını dönerek kaçan adam, bedenine inen kan kırmızı enerjilere zırhı ve buz enerjisiyle oluşturduğu kalkanla direnmeye çalışıyordu. Yönünü arenanın üst kısmına çevirmişti, belli ki kendini dışarı atmanın peşindeydi ama arkasındaki genç buna izin vermiyordu. Yukarı yöneldiği an pençeler kafasına iniyordu, Mel saldırılarıyla kaçmasını engelliyordu. “İkiniz, çabuk buraya gelin!” Bir yandan yardım çağırıyor, bir yandan da sağ kalanları pençelerin önüne atarak ilerliyordu. Kendi hayatı dışında endişesi yoktu ve onu korumak için elinden geleni ardına koymuyordu. Ne çağırdığı iki astı ne de ölüme yolladığı öğrenciler Mel’in önünde duramadılar, en sonunda enerjisi tükenen İkinci Büyük yüksek taş duvarların arasında köşeye sıkıştı. “İhtiyar tavşan, oyun vakti bitti!” Son bir gayret buz kamçılarını savursa da iki pençeyle bertaraf edildiler, etrafını saran buz bile artık o kadar soğuk değildi. “Yaşam gücün için teşekkür ederim!” Mel sağ pençesini kaldırdı; son sözler söylendi ve uzun zamandır süren çıkar çatışması sona eriyordu. “Dur!” Dövüş Arenası sarsıldı, en kritik anda gökte beliren üç kişiden, yeşil cüppeli olanı bağırıyordu. “Siktir git!” Mel pençesini indirdi ve göğüslüğün üzerinde üç şeritlik bir göçük oluştu. “Kurtuldum, Ana Akademi Heyeti geldi! Gebereceksin piç! Bu zırhı değil sen, gerçek bir ejderha bile delemez!” Sol eliyle İkinciyi miğferinden yakalayan Mel pençelerini içeri bastırıyordu ama sonuç zırhın göçmesiyle sınırlı kalıyordu. “Genç adam dur! Yoksa öleceksin!” İki kırmızı cübbeli kadından biri ileri atıldı, hedefinde Mel vardı. “İkinci, biliyor musun?” Sağ elini havaya kaldıran Mel, yaklaşan kadına baktıktan sonra devam etti. “Aptallık sizin ailede gelenek galiba, torunun da ölmeden önce tam olarak bunları söylemişti!” Sağ elin üzerinde kan kırmızı enerji toplandı ve mızrağa dönüşen pençeler zırhın göğüs kısmını deldi geçti. “Kalbini, ayaklarımın altında ezeceğim demiştim sana!” İkinci Büyük’ ün ağzından taşan kanlar gök mavisi göğüslüğü boyarken, Mel elini geri çekti. Aşılamaz olduğu iddia edilen zırhın ortasında, koca bir delik vardı. “Sen, sen o sefil adam mısın?” Gözleri kocaman açılan İkinci, tuhaf sözler ederek yere yığıldı. Son nefesini verirken, bakışları Mel’in yüzündeydi. “Sana dur dedim!” Kırmızı cübbeli kadın beş hançer savurdu, oldukça yaklaştığından hedefin savuşturma şansı sıfırdı. Mel bunu denemedi bile sırtına saplanan silahlarla beraber dönüp ileri atıldı. “Ne güzel bir gün, herkes ölümüne koşuyor!” Kadının karşı saldırı beklemediği panikleyen halinden belli oluyordu, gözünün önüne gelen pençe yüzüne inmek üzereydi. Eğer tek başına olsaydı, ölüm kaçınılmazdı ama arkadaşı en kritik anda araya giriyordu. Yeşil oklar yağmur gibi inerek ikiliyi birbirinden ayırdı, birçoğunun Mel’in bedenine saplandığını söylemeye gerek bile yoktu. Yere inen Mel önce derin bir nefes çekti, ardından zayıf öğrencilerin bilinçlerini kaybetmelerini sağlayan kükremesini serbest bıraktı. Rüzgâr enerjisiyle oluşan oklar ve beş hançer etinden ayrıldılar, açtıkları yaralar kan rengi buharlar eşliğinde kapanıyordu. “Mel, kaçmalısın!” Edgan uzaktan bağırdı, savaştığı iki kişi yanında değildi. Arkadaşı ona bakmadı, pençelerini havaya kaldırıp dövüş duruşu aldı. “Çekilin!” Yeşil cübbeli adam kapüşonunu sıyırdı, altın sarısı saçları esen rüzgârda dalgalanıyordu. Yüzünü boydan boya geçen bir iz vardı, ifadesini sertleştiren yaraya rağmen o kadar korkunç görünmüyordu. Astları emrine uyunca, yavaşça süzülüp yere indi, Mel’in tam karşısında duruyordu. Bir süre bakıştılar, ikisi de diğerinin gözlerinin içine bakıyordu. Sözleşmiş gibi aynı anda harekete geçtiler; Mel pençelerini savurdu, diğer adamsa kollarından fırlayan yüzlerce sarmaşıkla cevap verdi. Çeliği parçalayan pençeler bitkileri rüzgârlarıyla kesiyorlardı ama bir sorun vardı. Mel, ayağından başlayarak bedenine dolanmaya başlayan sarmaşıklara bir şey yapamıyordu, birkaç kez saldırmayı denese de gövdesine hücum edenlerden fırsat bulamıyordu. Beş dakika geçtiğinde, omuzlarını sabitleyen sarmaşıklar hızla kolları kaplayıp pençeleri bedene yapıştırdılar. Yeşil cübbeli adam, sarmaşıklarıyla mumyaladığı gencin bedeninin yanı başında duruyordu, iki astı hemen arkasındaydı. “Burada neler olduğunu öğrenin!” Kelimeler harap yapının içinde dolaşırken, ölü bedenlere, yaralı öğrencilere ve yıkım izlerine takılarak ilerlediler.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.