Yerde sürünüyormuşçasına alçak çıkan bu ses şu ana kadar hiç duymadığım bir sesti. Bu sözler kesinlikle bana söylenmişti ama sanki başka birisine söyleniyor gibiydi. Sersemlemişken ve ne demek istediğini anlayamıyorken, kahya kibarca Silvia'nın ölümünü bildirdi.
Bunu duyduğumda, sadece bir an için, içimde bir zevk uyandı. Şimdi bütün engeller ortadan kalktı, artık Soleil'in bakışları bana dönecek, aynı aşkı paylaşan iki aşığı bir daha izlemek zorunda kalmayacağım. Bu tatlı hayal aklımdan geçiverdi.
Sadece çok kısa bir an için sevinçle ürpermiştim ama onun sesiyle gerçekliğe geri döndürüldüm. "Yani, gerçekten sendin." Sesinin böyle kaba bir tonla çıktığını duymak yüzümden kanımın çekilmesine sebep olmuştu.
Ne düşünüyordum ki?
Bu kız küçük kardeşimdi. Aşkta rakibim olmuş olabilirdi ama, öyle olsa bile, hâlâ benim küçük kız kardeşimdi. Çocukluğumuzda, minik elini sıkıca tutmuş, bu çok zayıf olan kızı sonuna kadar korumaya karar vermiştim. Onun iyiliği adına bir 'ablanın' görevini yerine getirmeye yemin etmiştim. İyice yerine getirememiş olsam da, sonuç olarak o yemini bozmuş olsam da... bu kız benim kardeşimdi, ve ben de onun ablasıydım.
Ve o kız, Silvia, o, ölmüştü.
Boğazımdan kaçan nefes ıslığa benzer bir ses çıkarmıştı. Yüzümden akan kan, kalp atışlarımı içinde duyduğum, yardım isteyen ve artık düşünce dolu olmayan kafama geri dönmedi.
"Onu öldüren gerçekten sendin, değil mi?"
Yüz ifademe bakarken, Soleil inancını doğrulamaya çalışıyormuşçasına anlamsız bir mırıltıyla aynı sözleri tekrarladı. 'Yanılıyorsun' fısıltı gibi çıkan sesimi duyup duymadığını bilmiyordum. 'Yanılıyorsun, yanılıyorsun.' sayısız kez söylememe rağmen, Soleil elindeki bıçağı fırlatıp bağırdı.
"Seni affetmeyeceğim, seni asla affetmeyeceğim."
Çoğu zaman hiçbir duyguyu yansıtmayan gözbebekleri, şimdi derin bir nefreti gösteriyordu. Bekle demek için dudaklarımı oynattım ama hiç ses çıkaramadım. Boğazım yanıyordu ve dilim tutulmuş gibiydi. Soleil bana baktı ve bir solukta çoktan unutulan akşam yemeğini, masa örtüsünü çekip yere indirerek acı verici bir manzaraya dönüştürdü. Masa örtüsündeki her şey sert zemine kuvvetle fırlatılmıştı.
Şiddetli bir ses kulaklarıma nüfuz etti.
İçinde çeşitli tonlardaki çiçekler bulunan süs vazosu parçalandı. Bu çiçekleri ilk defa beraber akşam yemeği yiyeceğimiz için bizzat kendim hazırlamıştım. Soleil çok meşgul olduğu için modunun düşmesine izin vermemeliyim diye düşünmüştüm, bu yüzden sıcak tonlardaki renklerden bir sürü çiçek topladım. Ne çok süslü püslü ne de çok basit olmaması için onları büyük bir özenle birleştirmiştim.
Mermer zemine dağılan akşam yemeği, günler önceden, birkaç kez baş aşçıya danıştıktan sonra hazırladığım bir şeydi. Soleil'in yorgun olacağını tahmin ederek, besleyici ama sindirilmesi kolay yemeklerin yapılmasını söylemiştim.
Her bir detayda bir anlam vardı. Her bir detayı üstünde dikkatlice düşünerek seçmiştim. Bu masa örtüsü özellikle bu akşam yemeği için seçilmişti, yepyeni ve zarif bir örgü olmasına rağmen, koyu şarap lekelerine ve yemek soslarına bulanmıştı. Bu geceyi her hatırlamaya çalıştığımda, hafızama kazınmış olan bu manzarayı hatırlıyordum.
Buruşturulup, yuvarlanıp fırlatılmıştı. Ne yapmam gerektiğini bilemedim ve istemsice kendime doğru çektim. Soleil bu tür şeyleri çok fark etmediğinden, fark etseydi nasıl bir tepki vereceğini hayal ederek neşeleniyordum.
Görüş alanıma tertemiz bir çift deri ayakkabı girdi. Genelde o yürüdüğünde ayak sesleri hiç duyulmazken, şimdi topukları yüksek sesle yankı yapıyordu.
Soleil, hâlâ yere çökmüş olan beni görmezden gelerek odadan ayrılmak üzereydi. Bekle, lütfen, bekle. Biri, birisi, lütfen ona söylesin. Ben bir şey yapmadım. Ben değildim, lütfen biri ona iletsin. Bütün benliğimle çığlık atıyordum, ancak tek bir cümle bile kuramadım. Hıçkıra hıçkıra ağladığımdan, anlaşılır bir hece bile çıkaramadım.
Çünkü hiç aklıma gelmemişti. Soleil'in gözünde kendi kardeşini öldürebilecek biri olduğum hiç aklıma gelmemişti.
Titriyordum ama üşüdüğüm için değildi. Bir işe yaramamış masa örtüsünü sanki ondan destek almaya çalışıyormuşçasına sıkıca tutuyordum, ama şimdi beni destekleyecek tek bir kişi bile yoktu. Ağlayıp, dövünüp, çırpınırken biri beni tutukladı. İki kolumdan da kavranmış, kaldırılmış ve zorla götürülmüştüm.
Tıpkı bir suçluymuşum gibi.
Soleil, Soleil, sana göre ben o kadar mı tiksindirici bir varlıktım? Geçen bir sürü günün, birlikte geçirdiğimiz zamanların hiç mi anlamı yoktu? Bir açıklama yapsam bile dinlemeye ilgisi yoktu. Kelimeye dökemediğim hisler ağlama şeklinde ağzımdan taşıyordu. Onun peşinden gitmek için, uzaklaşan sırtını takip etmek için beni engelleyen kolları şiddetle ittim.
Çat! Acımasızca yüzüme kapatılan kapı, Soleil'in açıkça reddini gösteriyordu. Arkasına bile bakmadı. Karısının ağlayıp çırpınma seslerini duyduktan sonra bile, en ufak bir tereddüt göstermedi.
... ... Ve sonra, bu ayrılığın ardından, Soleil bir daha benle görüşmedi.
Bu benim ilk hayatımdı.
Daha sonra, kendi odama kilitlendim ve kahya, gereken kanıt bulunduğunda boşanıp krallığa teslim edileceğimi söyledi. Masum olduğumu söyleyerek yalvarırken, böyle bir şeyin asla gerçekleşmeyeceğine ikna olmuştum. Ev hapsinde olsam bile Soleil'in fikir değiştireceğine inanıyordum. Nasıl olsa, Silvia'nın ölümüyle bir ilgim yoktu.
Ancak, tuhaf bir şekilde, göz açıp kapayamadan bir suçlu olarak hapsedilmiştim.
Demir parmaklıklar ardına atılıp özgürlüğümden mahrum bırakılmamdan sonra, artık hatırlayamadığım kadar sayısı çok kanıt birikmeye başladı.
Daha önce hiç görüp duymadığım bir hırsız çetesi, Kont'un şoförüne yapılan saldırıyı benim kışkırttığımı itiraf ettiklerinde, dudaklarımdaki kahkahayı tutamadım. Böyle saçma bir hikayeye, Soleil'i geçtim, yetkililer inanır mıydı?
Biri tarafından tuzağa düşürüldüğümü fark ettiğimde, zaten hiçbir şey yapamayacak kadar çaresiz bir durumdaydım ve ailemin bir üyesini öldürmekle suçlanıyordum.
Asillerin arasında bazen iftira ve çamur atma durumları olduğunu biliyordum ama benim de başıma geleceğini hiç düşünmezdim.
Gelecek marki'nin karısı olma konumu, diğer insanlar tarafından da fazlaca istenilecek bir şeydi. Ne de olsa bu unvanı ben de istemiştim. Fakat ben, Soleil'in karısı konumunu alabildiğim sürece başka hiçbir şeyi umursamadım. Böyle düşünürseniz, insanların yerimi almak istemeleri garip kaçmazdı.
O zaman, benim yerime başka birini getirmek için ne yapılmalı? Çok basit. Ayak bağını kaldırmak yeterli olacaktır.
Dikkatli olmayı planlamıştım. Fakat, bunu yeterince derin düşünmemiştim. Hiç bu şekilde her şeyin elimden alınacağını hesaba katmamıştım.
Kendisi bile fark etmeden, bir süre sonra, "Ilya" denen kişi, gittikçe hor görülmeye başlamıştı. Hapsedildiğim için, masumiyetimi tek başıma kanıtlayamadım. Tek yapabildiğim, birinin bana iftira atıldığını kanıtlaması için dua etmekti.
En son ana kadar dua etmeye devam ettim. Birinin, Soleil'in, beni bu hapishaneden kurtacağına son ana kadar inandım.
Dizlerim yerde kırık taşlarla kaplıyken, ve dirseklerimin ikisini de hayatımda hiç görmediğim kadar sert bir yatakta dinlendirirken, dua ediyordum.
Soleil 'adil' biriydi. Hayır, adil bir insan olmak isteyen biriydi. Sadece siyah ve beyazı bilen biri. Şu an Silvia'nın ölümden etkilendiği için düzgün düşünemiyordu. Sakinleşirseniz toplanan delillerin sahte olduğunu muhakkak anlayacaksınız. Bu yüzden o, muhakkak masum olduğumu ispatlayacaktır. Şu an için buna umut olmasa da, bir gün, yaptığı hatadan pişman olup beni almaya gelecektir.
O, aşık olduğum kişiydi.
"Neden, bu kadar çok?"
"Neden ona bu kadar çok inanıyorsun?" Birinin bunu sorduğunu belli belirsiz hatırladım.
Kendimi anlamıyorum. Verilebilecek bir cevabım yok. Yalnızca onu sevmiştim. Delirmişçesine, hayır delirme noktasına gelene kadar onu sevmiştim.
... ... Ama sonunda, bu derece inandığım kişi beni kurtarmadı.
Son anlarımı hatırlamıyorum.
İdam edildiğimi hatırlamadığımdan, hapishanede ölmüş olmalıydım. Rutubet kokusu duyduğum anda, aklıma orası geliyor. Asil bir ailede doğmuş ve çocukluğundan beri gelecek marki'nin karısı olmak için yetiştirilmiş bir kız çocuğunun içinde ölmesi için fazla berbat bir hapishane odasıydı. Dahası, yanlış suçlamalar yüzünden girdiğim için, orada hayatta kalamamış olabilirim.
Aslında, suç işleyen asillerin hapsedildikleri odalar, sadece adı "hapishane odası" olan ve pislikle hiç alakası olmayan odalardı.
Eğer her zamanki prosedürler yerine getirilseydi ben de öyle bir yere yerleştirilmiş olabilirdim. Fakat, Soleil gibi öz anne babam da buna izin vermedi.
O gelecek markiydi ve ailesinin derecesi sınıfında zirvedeydi, düklerle aralarında sadece iki derece vardı. Diğer bir deyişle, kraliyet ailesinden bir alt konumda olan bir dereceydi. Talepleri çoğunlukla kabul edilirdi. Bunu bildiğinden kendini frenlemeye çalışıyordu. İlk hayatımdaki Soleil, sonsuza kadar hapiste kalmamı istedi. Demek bu derece nefret ediliyordum.
Bu yüzdenbir asil olarak değil, halktan biri olarak yargılanmıştım. Bu toplumda tek ve biricik dostum olduklarını düşündüklerim anne ve babam bana arkalarını döndüklerinde, hayatım tamamemn bitmişti.
Silvia herkes tarafından sevilmişti. Anne babam bile onu, beni sevdiklerinden çok daha fazla seviyordu. Bu dünya aslında Silvia için dönüyordu.
Bu yüzden Silvia öldükten sonra, kalan her şey son sözdü.
Bir masalın ek bölümü ve sadece bir dipnottu.
Önemsiz bir hikayeden başka bir şey değildi.
Herhalde bundan dolayı, masalda ölüp ölmemem küçük bir farktan başka bir şey değildi.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.