“Blanie!” Nick kulübenin etrafını dolaştı ve sonunda her an yıkılacakmış gibi gözüken kapısından içeri girdi. Ormanda saklanacaklardı ama ilk önce Blanie’yi bulmalıydı. “Nick…” Hafif bir hıçkırıkla duraksadı.”B-buradayım. Lütfen, gel.” Nick sesi takip etti. Yine aynı odaya çıkıyordu. Şu deli kadının olduğu ürkütücü odaya. Nick dikkatli adımlarla kapıya yaklaştı ve görünmezliğini aktif ederek içeri girdi ama kadın odada yoktu. Bir tek Blanie ve kızın gözyaşlarıyla üzerine kapandığı bir ceset vardı. Nick koşarak onu cesetten ayırdı. Bu sırada da görünmezliğini kaybetti. “Acele etmeliyiz! Her an bir yaratık onun bedenini kullanabilir!” Blanie titreyerek onun kolunu çekiştirmesine, kendisini ormana sürüklemesine izin verdi. Nick elini Blanie’nin omuzlarına sardı ve kızın titremesini bastırmaya çalıştı. “Sakin ol, yanındayım.” Ormanda yeni keşfettikleri özel yere gizlendiler. Yaşlı ağaçların arasındaki hafif çukurluk bir bölgeydi. Ağaçlar gökyüzüne uzanıp gür dallarıyla onları gizliyordu. İkisi de çok derin olmayan çukura yerleşip yaşlı bir ağaca yaslandı. “O kadın nereye gitti?” Blanie ellerini kollarına doladı. Hâlâ titriyordu. “Bilmiyorum… Ben, saklandım.” Gözyaşlarının akmasını engellemek için kafasını geriye yatırdı. Nick de iç çekerek aynısını yaptı ve ağaçların kapladığı gökyüzünü seyretti. “Beni koruduğun için teşekkürler…” Nick ona bakmadı. Gözlerini kapadı ve ormandan yükselen kuş sesleri dışında bir şeyler duymaya çalıştı. “Her şey için teşekkür etmek zorunda değilsin. Ayrıca bu benim görevim.” Görev mi? Blanie canının yandığını hissediyordu. Onu görev olduğu için koruyordu. Onu sevdiği için değil. Bu düşünce bir bıçak gibi kalbine saplandı. Ama bu görev de neyin nesiydi? Sanki gerçek hayatta var olması yeterince şaşkınlık verici değilmiş gibi… “Ah, görev…” diye mırıldandı acıyla. Neden onun kendisine böyle bir görev edindiğini merak ediyordu doğrusu ama bu sadece bir rüyaydı. Gerçeklikten uzak bir rüya. Ama o gerçekti. Görevi ise… Bilemiyordu. “Bir şey mi dedin?” “H-Hayır ama sanırım annemi…” duraksadı.” Üvey annemi bulsak iyi olur.” Üvey annesi mi? Nick aklında beliren soru sisini dağıttı. “Evet, haklısın.” Blanie’nin elini tuttu ve ikisi birlikte ayağa kalktı. Blanie kısa bir an elinden bütün bedenine yayılan sıcaklıkla kavrulmak istedi. Sonra kafasını hafifçe salladı ve düşüncelerini kovdu. Her şeyin bir zamanı vardı. Ormanı aşıp tekrar kulübeye geldiklerinde kadın elindeki bıçağıyla giriş basamaklarına oturmuş onları bekliyordu. “Blanie… Kaçabileceğini mi sandın?” Yüzü dehşet verici bir ifadeyle çarpıldı. “Burayla olan bağını koparamazsın.” Gözlerinden birkaç damla kan süzüldü ve çılgınca güldü. Yanağına akan kan dudaklarının kenarında oluşan çukurluklara doldu. “Yaptıklarından kaçamazsın.” Sonra neredeyse hareket ettiğini bile anlayamadan onlara doğru hızla uçtu ve o sırada Nick kızı arkasına çekip Aykan taşını aktif etti. Kadına dokunurken tiksintiyle yüzünü buruşturdu. Kadın parçalanıp gözden kaybolurken Blanie nefes nefese yere çöktü. “Blanie!” Nick de hemen yanına çöktü. Blanie yerde iki büklüm olmuş acıyla kıvranıyordu. Yumruklarını saçlarına geçirdi ve inledi. “Neyin var! Hey!” Blanie’yi omuzlarından tutup sarsmaya çalıştı ama kız ona uzanan ellere tırnaklarını geçirip ve çığlık atmaya başlayınca irkilerek geri çekildi.. “Yaklaşma! Ben… Ben canavarım.” Ağladı, bağırdı ve nefes nefese yerde çırpındı. Nick ise şaşkınlıkla ona bakıp yardımcı olmaya çalıştı ama hiçbir şey yapamadı. Rüya sona ermedi. Uyanamadı. *** “Hanımım!” Yaşlı kadın telaşla geniş odaya daldı. Çığlıklara uyanmıştı. Blanie beyaz saçları terden yüzüne yapışmış yatakta titriyor, tırnaklarını örtüye geçiriyor ve korku filmlerindeki çığlıklara benzer çığlıklar atıyordu. “Bayan Cath, burada neler oluyor?” Kadının hemen arkasından bir koruma içeri girdi. Kadın endişeyle yatakta kıvranan kıza baktı. “Nöbet geçiriyor… Hemen Dr. Vole’ü çağırın!” Koruma aceleyle odadan çıktı. Yaşlı kadın Blanie’nin yanına yaklaştı ve yavaşça yatağın kenarına çöktü. “Sakin ol…” Onu yatıştırmaya çalışarak kızın ellerini okşadı. Gözleri dolmuştu. Bu kızı bebekliğinden beri tanıyordu. Yaşadığı acıları biliyordu. İç çekti. “Sabret yavrum, iyileşeceksin.” Yumruk yaptığı ellerini çekip ağzına götürdü ve hafifçe parmak boğumlarını dişledi. Bu gergin olduğunda istemsiz olarak yaptığı bir hareketti. Endişeyle doktorun gelmesini bekledi. Kızın çığlıkları arasında uzun geçen birkaç dakika sonra çantasıyla yaşlı bir adam ve genç asistanı odaya girdi. “Yine mi…” diye mırıldandı yaşlı doktor sıkıntıyla. Yanında getirdiği çantasından bir şırınga çıkardı ve kızın nabzını bulup içindeki uyuşturucu sıvıyı enjekte etti. Sessizlik tüm ağırlığıyla odaya çökmek için pusuda beklerken Blanie nefes nefese kalmıştı. Gözyaşları yanaklarında kururken titremesi kesildi. Derin soluklar aldı, boğazını parçalayan çığlıkları dindi. Gözlerini sımsıkı yummuştu. Hala uykudaydı. Bedeni gevşedi ve uyuşturucunun etkisiyle bir ceset gibi hareketsiz kalırken Bayan Cath uzun bir süre sessizliğin esir aldığı genç kıza baktı. Bu kızın acıları ne zaman dinecekti? Hayır. Asıl sorması gereken soru bu değildi. Asıl soru zihninin en kuytu köşelerinde varlığını gün yüzüne çıkarırken Bayan Cath düşüncelerinin yoğunluğu altında ezildi. Bu kızın acıları dinebilecek miydi?
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.