Emma-bu isime hiçbir zaman alışamayacaktı- vücudundaki, olmayan yaralarını örten sargıları çekiştirerek hastane koridorunda yavaş adımlarla ilerlemeye devam etti. Hastaneye yerleşeli bir haftayı geçmiş, hemşirelerle arkadaş olmuş, Ian’ı gözlemleyerek sonunda ona yaklaşmak için aradığı fırsatı bulabilmişti. Gün ışığı hastane koridorlarına doluşup telaş içinde gezinen doktorlar, asistanlar ve hemşirelerin yüzlerini aydınlatırken Emma, koyu rengiyle diğerlerinden ayrılan bir kapının önünde durdu. Ian Scarlet’ın kapısı. Uzanıp nazik bir hareketle kapıyı çalarken kahve buklelerini düzeltip yüzüne sıcak bir gülümseme yerleştirdi. Ne de olsa ilk buluşmalar her zaman çok önemli olurdu. Bugün Ian’la, yazacağı-sahte- kitap için kaza hakkında konuşacaktı. Kişisel gelişim türünde yazdığı için onun hikayesini dinlemek istediğini söylemişti.Tabii Ian neredeyse her gün odasına kapandığı için bunu ancak onun korumalarından birinden rica edebilmişti ve şimdi Emma’nın bulunduğu duruma bakılırsa bu Ian’ın ilgisini çekmiş olmalıydı. Ayrıca bu buluşma yakınlaşmaları için mükemmel bir fırsattı. Danee için…Bunu başaracaktı. Derin bir nefes aldı ve Daniel’ın ona verdiği dosyada yazan bilgileri gözünün önüne getirdi. Ian samimi kişilerden hoşlanırdı, nazik, ilgili ve biraz da gizemli olmalıydı. Güzellik ve çekicilik ise Emma için belki de planının en kolay kısmıydı. Kapı hafifçe aralanıp elindeki gül demetinin yumuşak kokusu açık kapıdan içeri dolarken Emma, düşüncelerini zihninin bir köşesine kaldırıp tekrar içten ifadesine büründü. Kapıyı açan hemşirenin cildi yüzünün sivri hatlarına gerilmiş gibi gergindi. Genç kadın temiz kıyafetini eliyle hafifçe düzelttikten sonra kapıda dikilen Emma’ya bakıp gülümsedi. “Bayan Walkins?” Emma gülümseyip başını sallayınca hemşire, kadının içeri girebilmesi için geri çekildi. “Buyurun,efendim.” Emma odaya adım attığında ilk dikkatini çeken odanın tasarımıydı. İçerisi tam Ian’a uyacak şekilde düzenlenmişti: Şık ve rahat. Emma dosyadaki bilgilerden adamın karakterini biraz olsun analiz edebilmişti. Ian rahat bir karaktere sahipti, kafasına eseni yapar ailesi için yüksek bütçeli harcamalardan kaçınmazdı. Hatta birkaç sene öncesinde Ian, oğlunun çizdiği resimdeki bir gemiyi tasarlatıp ona hediye etmişti. Medya bunu cömert baba şeklinde haber yaptıysa da Emma bunun bir saçmalık olduğunu düşünüyordu. Çünkü Ian’ın oğlu o zamanlar sadece beş yaşındaydı. “Bayan Walkins, sizi görme şerefine erişmek benim için büyük bir onur.” Emma bir kez daha düşüncelerinden kurtulup geniş odada karşısındaki rahat yatakta uzanan adama baktı. Sırtını yumuşak yastıklara yaslamış gülümsüyordu. Biraz cüretkar bir havası vardı ama bakışları Emma’nın elindeki güllere kayınca birkaç saniyelik de olsa bu cüretkar ifade kayboldu. Güller. Emma, Danee’nin neden Ian’a gül demeti götürmesi konusunda bu kadar çok ısrar ettiğini anlamamıştı ama şimdi adamın tereddütlü bakışlarından anlıyordu ki bilmediği çok şey vardı. Emma bu düşünceler içinde yavaşça yükselen heyecanını bastırıp adama yaklaşarak yatağın yanındaki deri koltuğa oturdu. “Asıl benim için sizinle tanışma fırsatı bulabilmek büyük bir onur Bay Scarlet.” “Ian, lütfen.” Emma gülümseyip gülleri vazoya koyması için yanında biten hemşireye uzattı. “Umarım güllerden hoşlanıyorsundur, Ian.” “Bir demet laleyi tercih ederim Bayan-” “Emma.” “Laleleri daha çok severim, Emma.” Emma yüzündeki mükemmel gülümsemeyi korudu ve o nazik sesiyle devam etti. “Bir dahaki sefere senin için güzel bir demet hazırlayabilirim.” Bir dahaki sefer. Emma yavaşça yolunu çiziyordu ve adamın bakışlarından anladığı kadarıyla başarılı da oluyordu. Ian Emma’dan etkilenmişti ve Emma bulunduğu durumda mide bulantısını engellemeye çalıştı. Karısı öleli birkaç hafta olmuştu ve Ian…Onu nasıl bu kadar kolay unutabilmişti? Ancak birkaç dakika süren sessizlikte Emma yanıldığını fark etti. Evet, adamın gözlerinde bir duygu alev alevdi ama bu hayranlıktan başka bir şey değildi. Henüz. Emma adamın gözlerindeki hayranlığın yanında yoğun bir keder gördü. Ellerini birbirine bastırarak bakışlarını yere indirdi. Onun hakkında hemen bir kanıya vardığı için kendisinen utanıyordu. Adamın Emma’ya bakışı sadece kadının yaptığı işe olan hayranlığını ifade edebilirdi. “Ian, ben…Ailen için üzgünüm.” “Ben de…Ama yapabileceğim bir şey yok, senin de öyle. Sadece… Hikayemi birilerinin duymasını istedim. Bu yüzden teşekkür ederim, beni dinlemek istediğin için çok teşekkür ederim.” Ian dolan gözlerini kırpıştırdı. Ah, lanet olsun. Emma adam hakkında yazılan tüm bilgilerin yalan olduğunu düşündü. Bu adam kesinlikle rahatına düşkün, aptal bir gösteriş budalası değildi. Gerçekten ne düşünmüştü ki? Bu adam sevdiklerinin gözü önünde can vermesini seyretmişti, eskiden bahsettikleri gibi bir adamsa bile şimdi değişmişti. Emma iç çekerek deri koltukta arkasına yaslandı ve kısa bir an düşüncelerinin zihnini ele geçirmesine izin verdi. Neden… Neden Danee kendisinin bu adamla evlenmesini istiyordu? Bu adam ne yapmış olabilirdi ki? “İçecek bir şeyler ister misin?” Ian Emma’nın düşüncelerini bölerek kadını gerçekliğe döndürdü. “Ah, hayır teşekkürler. İstersen…” Emma ellerine indirdiği bakışlarını Ian’a yönelterek yüzüne düşen bir bukleyi kulağının arkasına sıkıştırdı.”Başlayabiliriz.” Ian yavaşça başını sallayarak boğazını temizledi. Gözleri sonu gelmeyen bir kabus görüyormuş gibi korkuyla dolup donuklaşırken sesinin titrememesi için çabaladı. “Çok soğuk bir gündü…” Ve en kötü kabusunu anlatmaya başladı.
Emma, Ian hikayesini bitirip adamın gözyaşlarına engel olamadığını görünce her şey bir anda olmuştu. Nasıl bu duruma geldiklerini düşündü. Bu durum. Emma Ian’ın yatağının kenarına oturmuş adama sıkıca sarılıyordu. Bir yandan onu sakinleştirmeye çalışarak sırtını sıvazlıyor diğer yandan da ağlamanın onu rahatlatacağını söyleyerek adamın gözyaşlarının omzunu ıslatmasına izin veriyordu. “Bırak, gözyaşların aksın. Sen güçlüsün…Düşündüğünden daha güçlüsün. Şimdi ağla, ağla ki daha sonra gülebilesin…” “Emma…” Ian kadını saran kollarını sıktı. “Özür dilerim…” “Sorun değil, sorun değil…” Emma’nın getirdiği kan kırmızısı güller Ian’ın yatağının yanında, komodindeki vazoda usulca birbirine sarılan bedenleri seyrediyordu. Daniel’ın gülleri. Acının gülleri. Daniel’ın bu gülleri götürmesi için kadına ısrar etmesinin tek bir sebebi vardı. Bu güller Daniel’a göre ‘unutamayacaksın’ demekti. Sana tüm bunları yaşatanın kim olduğunu bileceksin, ölene dek bu acıyla yaşayacaksın. Ve asla… Beni asla unutamayacaksın. Bana asla ulaşamayacaksın. *** “Daniel.” Bay Rose oturduğu masada odaklandığı bir deste kağıttan başını kaldırarak kapının önünde dikilen kadına baktı. “Emma.” Adamın kaşları çatılırken oturduğu rahat koltuğu geri iterek ayağa kalktı. “Sana söylediğimi sanıyordum-” “Biliyorum,belirlediğin yer ve zamanda ancak seninle buluşabilirim.” Daniel iç çekti. “Beni tehlikeye attığının farkındasın değil mi?” “Biliyorum,biliyorum Danee ama seni çok özledim.” Daniel sırıtmasına engel olamadı, bu kadın gerçekten kendisine deli gibi aşıktı. “Hem…” Emma dikildiği kapının önünden yavaş adımlarla Daniel’a yaklaştı.” Seninle konuşmalıyım.” “Konuşmak mı?” İşte Daniel bunu beklemiyordu. Hafiçe kaşlarını kaldırıp tekrar koltuğuna otururken bakışlarını Emma’dan ayırmadı. “Ne hakkında konuşmak istiyorsun?” “Ian-” Daniel derin bir nefes alıp dirseğini masasına dayayarak şakaklarını ovdu. “Bu konu tartışmaya açık değil,Emma.” “Dinle,lütfen. Ian’a neden bunu yapıyorsun bilmek istiyorum. Bu işte ben de varım Danee,bilmek benim de hakkım.” Aptal. Daniel ona ustaca bir yalan uyduracaktı ve bu durumda kadının aptal olduğunu düşünmeden edemiyordu. Hala anlamamıştı değil mi? Bu…Oldukça komikti. “Ah,Emma bu konu…” Daniel yüzüne acıklı bir ifade oturttu.”Ben…” Emma adamın asılan suratına endişeyle bakarak bir koltuğu Daniel’ın yanına çekip oturdu. “Danee, seni bu kadar üzen ne?” “Eski karım…Ian onu benden çaldı.” Emma şaşkınlıkla Daniel’a bakarken Daniel dudaklarının kıvrılmasını engelleyip devam etti. “Ian onu delirtti Emma, ona acı çektirdi. O göründüğü gibi bir adam değil. Hepimizi kandırdı ve sevgilimi…” Daniel dolan gözlerini kırpıştırdı. Bunlar acı gözyaşları değildi,aksine Daniel gülmemek için kendini zor tutuyordu. “Onu akıl hastanesine kapattı.” “A-ama böyle bir şey-” “Kimse bilmiyor.” Uzanıp kadının ellerini tuttu.” Karım delirerek intihar etti Emma, Ian onu delirtti.” Emma’yı kendine çekerek kadına sıkıca sarıldı. Kollarının hafifçe titremesine de özen gösterdi. “Bana yardım et Emma, beni bu acıdan kurtar.” “Daniel…” “İntikamımı almama yardım et,sonra her şey eski haline dönecek.” “Bu-” “Söz veriyorum, Emma. Biliyorsun,sana asla yalan söylemem.” “Biliyorum,Danee.” Emma adamın yumuşak saçlarını okşayıp pahalı parfümünün kokusunu içine çekti. “Biliyorum-” Kapı aniden açılınca Emma irkilerek Daniel’dan ayrıldı. Gelen Jest’ti. Siyahımsı kahve saçları her zamanki gibi karışmış parlak ela gözleriyle kapıda dikiliyordu. “Baba…” Küçük çocuk utançla eliyle ağzını kapattı. Çünkü Abel ona böyle seslenmesinin uygun olmadığını söylemişti. “Şey, efendim!” Jest sevinçle babasına koştu. “Abel uyandı!” Daniel hızla ayağa kalkıp kapıya yöneldi. Sevgili oğlu aptal bir çocuk yüzünden hastalanmıştı. Dr. Quinet’in ilacı epey etkili olduysa da daha öncesinden hasta olan Abel’ın kendini toparlaması uzun sürmüştü. Ah, az kalsın unutuyordu. Jest’i yanına gönderen elbette karısı olmalıydı. Ne de olsa küçük bir çocuğun ağzından laf almak kolaydı. Daniel yüzüne içten bir ifade yerleştirip Jest’in yanında yere çöktü. Çocuğun koyu saçlarını okşayıp ellerini avuçları arasına aldı. “Teşekkür ederim,Jest.” Buz mavisi gözleri kendisine büyülenmişcesine bakan ela gözlere kilitlendi. “Seni seviyorum,oğlum.” Jest, kalbi sıcak duygularla dolarken annesinin kendisinden ne istediğini unuttu. Daniel ayağa kalkıp tekrar kapıya yönelirken yüzü istemsizce o kendine özgü sakin ifadesine büründü ve göz ucuyla arkasında bıraktığı kadına baktı. “Gitmeliyim,Emma. Sen de evine gitmelisin.”Duraksadı birazdan soracağı sorunun cevabını çoktan biliyormuş gibi dudakları zevkle kıvrıldı. “Bana yardım edeceksin değil mi?” Emma hafifçe başını salladı ve Daniel zevkli sırıtışıyla odayı terk etti. Emma da adamın peşinden ayağa kalkıp odadan çıkarken Jest odada tek başına kalmıştı. Bir süre bekledi.Hiç kıpırdamadan,öylece… Ellerini kaldırıp hala sıcak olan avuçlarına baktı. Seni seviyorum, demişti. Seni seviyorum,oğlum. Bir damla avucuna düşüp tenini yakarken elleriyle yüzünü örttü. Bu cümleyi duymayı o kadar uzun bir süre beklemişti ki… Bu,gerçekten sevgi miydi? Hayır. Bu bir yalandı,nasılsa bir yanı bunu biliyordu. Ancak Jest,ileride bunun asla sevgi olamayacağını düşüneceğinden habersiz bu yalana tutundu, içindeki kırılgan çocuk buna inanmayı seçti. *** Emma elindeki bavulu Ian’ın almasına izin vererek ağaçların çevrelediği geniş evin verandasına çıktı. Derin bir nefes alıp zile basarken Ian elinde ağır bavulla kadının yanına geldi. “Heyecanlı mısın?” Emma hafifçe dudağını dişleyerek Ian’a baktı. Oldukça gergindi. “E-evet.” Tahta zemini gıcırdatan adımlar yaklaşırken Emma Ian’a gülümsedi ve uzanıp adamın boştaki elini nazikçe tuttu. Kapı açılıp sıkı topuzu ensesinde bir kadın belirdi. Gözünün kenarındaki kırışıklıklar yüzüne yerleştirdiği gülümsemeyle iyice belirginleşmiş, kadını daha yaşlı göstermişti. “Hoş geldiniz, Efendim.” “Teşekkürler, Cath-” Ian acıyla yüzünü buruşturdu. Bu bacaklarına takılan protezlere henüz alışmadığı için duyduğu sızıdan kaynaklanıyordu. “Efen-” “Ian,iyi misin hayatım?” Emma endişeyle adamın koluna girip bavulu elinden alarak kapıda dikilen kadına uzattı. “Ian’ın odasına çıkar, lütfen.” Bayan Cath başını sallayıp hızlı adımlarla bavulla ortadan kaybolurken Emma Ian’la içeri girdi. İçerisi temiz orman havasıyla dolmuş, muhteşem ahşap işlemelerle süslenmişti. Emma meraklı gözlerle yeni evini incelerken Ian’ın sönmüş şömine karşısındaki geniş koltuğa oturmasına yardım etti. “Şimdi daha iyi misin, canım?” Ian zoraki bir gülümsemeyle başını salladı. Protezlere hiçbir zaman sıcak bakmamıştı ama nasıl olduysa Emma onun fikrini değiştirmişti. Hafifçe tebessüm ederek yeni karısına baktı. Emma… Bu kadın sadece fikrini değil hayatını da tümüyle değiştirmişti.Her zaman kendisini desteklemiş, hayata başka bir pencereden bakmasını sağlamıştı. Artık o eski Ian değildi. Eski Ian o gün o kazada ölmüş, karısı ve oğluyla beraber yitip gitmişti… Ama onu hayatta tutan bir şey vardı. Kendinden bir parçayı yaşatan ufak bir umut. Blanie, biricik kızı… Ve artık Emma da onun yaşama sebebiydi. Protezlere gelince evet, sanırım onlar için -ve elbette kendisi için- bu metal uzuvlara alışabilirdi. “Sence… Onun yanına tek başına mı gitmeliyim?” Ian düşüncelerinden kurtulup endişeli bir ifadeyle ellerini göğsünde kavuşturmuş kadına baktı. “Bunu tek başına yapmak zorunda değilsin,hayatım. Hem Blanie anlayışlı bir kızdır. Göreceksin,seni çok sevecek.” Sevgi. Emma boğazında takılı kalan hıçkırığı güçlükle yutkunarak bastırdı. Ian’ı sevmiyordu. Hiçbir zaman sevmemişti, sevmeyecekti. Sevemezdi. Gözlerini her kapattığında, aldığı her nefeste, her düşünde Danee varken olmazdı,yapamazdı. Kalbi Daniel için atarken gözlerine umutla bakan bu adamı sevemezdi. Kendisinden nefret etti, bunu Ian’a yaptığı için, bunu yapmayı kabul ettiği için kendisinden nefret etti ama nefretin bir şeyleri çözdüğü yoktu. Zaten sadece nefret ederdiniz ve içinizde alevlenen nefretin günden güne sizi tüketmesini beklerdiniz. Emma da tükenene kadar oyununa devam edecek ve hayatını Danee için harcayacaktı. Tabii buna başkalarının hayatı da dahildi. Göğsünde kavuşturduğu ellerini yanına düşürdü ve yumruk yaptı. Çok aptaldı,biliyordu ve bu aptal kadının Daniel için her şeyi yapacağını da biliyordu. “Sanırım bunu tek başına yapmalıyım,kız kıza anlarsın ya.” Emma yaklaşıp adamın koyu saçlarına bir öpücük kondurdu. Sevgi. “Bana şans dile canım.” İç çekip tahta merdivenlere yönelirken Ian’ın sesi onu durdurdu. “Seninle gelmemi istemediğine emin misin,hayatım?” Emma göz ucuyla kocasına bakıp başını salladı. “Rahatına bak, bunu tek başına yapmalıyım. Ne de olsa artık onun annesi sayılırım.” Ian şefkatle gülümseyip merdivenlere ulaşan kadına baktı. Emma ile evlenmesinin bir nedeni de küçük kızını anne şefkatinden mahrum bırakmamaktı. Biliyordu, Blanie için-kendisi için de bu geçerliydi- kimse eski karısının yerini tutamazdı ama Emma bir şansı hak ediyordu. Sevgi… Emma merdivenlerden çıkarken bu kelime zihninde yankılanıyordu. Sevgi bir zehirdi. Size istemediğiniz şeyleri bile yaptıracak kadar güçlü bir zehir. Küçük kızın kapısının önüne gelince durdu. Ne zaman titremeye başladığından haberi olmadığı elleriyle yanağından süzülen bir damlayı sildi. Bu zehri kalbinden atmak istiyordu. Bu zehre,sevgiye hiç sahip olmamak… Ağlıyordu, ağlıyordu çünkü Daniel’ı uğruna birilerini feda edebilecek kadar çok seviyordu. Ağlıyordu çünkü bu zehir canını yakıyordu. Göz yaşını takip eden birkaç damlayı koluyla silip uzanarak kapıyı çaldı. Ve şimdi bu zehri birine daha bulaştıracaktı. Onun sevgisini,güvenini kazanacak ve… Hayır, düşüncelerinin sonunu getirmek istemiyordu. Bekledi. Sessizlik daha önce hiç bu kadar net kendini göstermemişken Emma boğazını temizleyip yumuşak bir sesle konuştu. “Blanie?” Cevap yok. Emma kapının kolunu kavrayıp kapıyı yavaşça iterek açmayı denedi. Kapı gıcırdayarak açılırken Emma şaşkınlığını gizleyemedi çünkü kapının kilitli olmasını bekliyordu. Birkaç saniye tiz gıcırtılar eşliğinde yavaşça aralanan kapının önünde dikildi. En sonunda cesaretini toplayıp derin bir nefes aldı ve içeri girdi. Bu…Bir ruhun dünyadan güvenini çekmesi…Emma güçlükle yutkunup elini ağzına bastırmamak için direndi. Oda, tümü yanmayan özel metallerle kaplı eşyalarla donatılmıştı. Odanın tavanında üç tane sensör vardı. Emma zihnini yoklayıp bunlardan iki tane de kızın kapısının üstünde olduğunu hatırladı. Olası bir yangın için her türlü önemli alınmıştı ve her şey o kadar renksizdi ki… Kendisinin küçük bir kız olduğu zamanları düşündü. Renkler onun için çok şey ifade ederdi. “Yaklaşma.” “Blanie.” Emma metalin grimsi tonlarından sıyrılan küçük kızın sargılı bedenini fark etti. Ve…Yarısı yanıklarla kaplı, soyulmuş, kabarcıklı bir deriyle lekelenmiş yüzünü… Kız geniş bir yatakta vücuduna bir düzine makine bağlanmış yatıyordu. Emma kıza doğru bir adım attı. “Sana yaklaşma dedim!” Emma kızın titreyen bedenine bakarken yüreğinin sızlamasını engelleyemedi. “Sakin ol, Blanie. Sana zarar vermeyeceğim.” Blanie yaşlı gözlerle kadına baktı. Yüzünün yarısını örten sentetik dokusu gözyaşlarıyla ıslanmıştı. Emma yavaş ve sakin adımlarla kıza yaklaştı, Blanie bu sefer karşı çıkmadı. “Benden ne istiyorsun, bizden ne istiyorsun?” Kısa beyaz saçlarla çevrelenmiş başı yumuşak yastıklara gömülmüştü. “Hiçbir şey,Blanie.” Kızın yatağının kenarına oturdu. “Hiçbir şey.” “Babamı benden çalacak mısın?” “Hayır…Bunu yapmam.” “Lütfen, onu çalma. Lütfen…” Emma uzanıp kızın kısa beyaz saçlarını okşadı. “Tamam,Blanie.” Ian, küçük kızının varlığını herkesten gizli tutmuştu, yaşadığı basına hiç duyurulmamış hatta gizlice tedavisi yürütülürken küçük kızının ölüm haberini bizzat kendisi vermişti. Emma’ya ise Blanie’nin varlığını ancak evlenmeye karar verdiklerinde söylemişti. Emma’ya yeterince güvendiğinde… Gerçi Emma bunu Danee sayesinde biliyordu ve Danee’nin ona ne yapacağını, kendisinin ona ne yapacağını da… “Tamam.” Onu delirtmek…Küçük kıza gülümsedi. Bastırdığı gözyaşları yüreğine akıp kalbindeki zehre bulandı. Keşke Danee kendisinden canını isteseydi. Çünkü Emma bunun daha az acı vereceğine emindi.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.