"Verilen emekler asla boşa gitmez." Dünya çapında saygıyla anılan ve defalarca tekrarlanan bir alıntı. Kimi insanlar bu alıntıyı yaşamları boyunca takip edecekleri kişisel bir düstur olarak görürken diğerleri sadece bir şakaymış gibi alıntıyı alaya alıyor. Demem o ki neden tüm ihtiyaçlarını karşılayan süper zengin bir baban varsa kendini yorasın? Büyük bir ev? "Selam, bana bir ev alır mısın babacığım?" Yeni bir araba? "Babacığımm~ Aşırı sevdiğim yeni bir araba var ve bana alabilir..." Sadece şanslı oldukları için lüks içinde yaşayanlar da var, piyango kazananlar gibi. Demek istediğim birinin piyango kazanmak için ne kadar çaba harcaması gerekir ki? "Tebrikler, 200 milyon kazandınız!" 'Verilen emekler asla boşa gitmez' bu işin neresinde? Tabii ki, bu örnekler bir yana, alıntının doğruluğunu kanıtlayan birçok olay var. Mesela, şu filmi izledin mi... hmm neydi adı? Ah! Buldum, 'Pursuit of happiness' Alıntıya verilebilecek harika bir örnekti. Sokaklarda oğluyla yaşayan evsiz bir babayı anlatan dokunaklı bir hikayeydi, sonrasında oğluna olan saf sevgisi ve adanmışlığı sayesinde başarılı oldu ve bir milyonere dönüştü. Çok dokunaklı. Ama peki ya ben? Benim için bu alıntı ne anlama geliyor? Tamamen saçmalık. O kadar. Verilen emekler asla boşa gitmez mi? Böyle bir saçmalıkla sadece alay edebilirdim. Yani tabii ki biraz çabaladığında hiçbir şey yapmamış haline göre kesinlikle daha iyi sonuçlar elde edersin ama hepsi bundan ibaret mi gerçekten? Başarının sırrı bu mudur? Hayır. O kadar basit değil. Başarının anahtarı 'yetenek'ti. Bir şey için ne kadar çabalarsan çabala yetenek olarak bilinen o aşılmaz dağı asla geçemezsin. Mesela futbola bakalım. Çoğu insan Messi ya da Ronaldo kadar sıkı antrenman yapıyor ama sonuçta onların seviyesine yaklaşamıyorlar bile. Ne kadar antrenman yapsalar da, ne kadar canla başla çalışsalar da onların tırnağı bile olamazlar. Nasıl bir saçmalık bu? Konuya geri dönelim. Neden mi bu alıntıya bir garezim var? Basit. Çünkü buna tüm kalbiyle inanan aptallardan biriydim. Ailem 14 yaşımdayken öldü. Bazı gerizekalılar içmiş ve üstlerine sürmüş. Kaza yüzünden kaç kez ağlayarak uyuduğumu hatırlamıyorum. Anne babamın kardeşi yoktu ve iki taraftan büyüklerim de çoktan ölmüşlerdi. Yani yetimdim. Neyseki bankada okul bitene kadar yetecek paraları vardı bu yüzden hayatım buna bağlıymış gibi çalıştım. Daha doğrusu gibi değil kelimenin tam anlamıyla öyleydi. Prestijli A Üniversitesi'ne kayıt olabilmek, sonra da kendime uygun iş bulabilmek için saatlerce çalışırdım. Ama bir dakika. Üniversiteye gitmeyi nasıl göze alabilirdim ki? Sonuçta üniversite genellikle çokça paraya mal olur. Banka kredisi? Mal varlığı ve ebeveynleri olmayan birine verirler mi ki? Neyse, yine de denedim ve sonunda devlet reddetti. Ama bir yolu vardı. Burs. Eğer kendime bir burs bulmayı başarırsam üniveristeye tek kuruş ödemeden gidebilirdim. Şansa bak ki, yakınımdaki tek üniversite olan Üniversite A, tam bana göre bir burs programı teklif etti. Öğretmenlerimden biri, gittiğim okuldaki insanlara yılda sadece bir kez burs verildiğini duydu. Ama bu benim için yeterliydi. Eğer çok çalışır ve yeterince yüksek bir puan alırsam kesinlikle şansım vardı. Ben de çalıştım, çalıştım, çalıştım tâ ki yıllardır edindiğim tüm arkadaşlarım birer yabancıya dönene dek. Ama sorun yoktu. Üniversiteye girebildiğim sürece istediğim arkadaşları edinebilirdim... yani böyle düşünmüştüm. Ama şöyle bir geriye dönüp bakınca, o zamanlar ne kadar saf olduğuma gülebilirim sadece. Çalışmam sayesinde ulusal sınavlarda %1'lik dilime girmeyi başardım ama sonunda o çok istediğim burs asla gelmedi. Şaşırtıcı şekilde, sonradan öğrendim ki bursu kazanan sıralamada benim altımda olan biriymiş. Anlaşılan, babası baya sözü geçen biriydi ve onun bursu almasına yardım etti. O burs benim hakkımdı! Tüm uykusuz gecelerim ve yalnız günlerim bir hiç olmuştu! Daha da sinir bozucu olansa o adamın burs olmadan da oğlunu üniversiteye yollaması mümkündü. Çabalamış olduğum halde neden asıl ihtiyacı olan kişiye verilmedi? Burs için diğer üniversitelere başvurmak istedim ama hepsi il dışındaydı ve taşınmaya gücüm yetmezdi. O durumda, ailemin tüm birikimini tükettiğim için çok fakirdim. Yarı zamanlı işlerle kendimi zar zor doyurabiliyordum. Kiranın boyumu aştığı başka bir şehirde nasıl okuyabilirdim. Böylece geriye tek seçenek kaldı, tüm çalışmalarımı bırakıp yarı zamanlı işlerde çalışmaya devam ettim. Yavaş yavaş depresyona giriyordum ve yemek, manga ve web romanlarında bir kaçış buldum. Kilo aldığımı ve her geçen gün arttığını fark ettiğimde, 10 dakikadan fazla ayakta durduktan sonra hep nefesim kesileceğinden yarı zamanlı işlere devam etmek benim için giderek zorlaştı. Tam o zaman, kendime yeni bir hobi buldum. Web romanı yazmak. Başta, zaman geçirmek için bir hobiydi ama sonrasında gitgide daha fazla insan romanımı okumaya başladı, içimde çoktan sönmüş bir ateş tutuştu ve yazmaya devam etmemi istedi. Ve başardım. İlk romanım hit olmuştu ve para gelmeye başladı. ..... [Kahramanın İnişi] Tanıtım: Sypher, fakir bir köyden yetim bir çocuk, bir gün kahraman olmanın hayalini kurar ve her şeye karşı savaşıp bir kahramana dönüşmek için zorlu bir yolculuğa çıkar. Değerlendirme: 4.7 (513 oy) Görüntülenme: 5.5M ..... Tabii ki klasik bir kahraman vs iblis kral hikayesi, ne diyebilirim ki? Sevdiğim ve para getirdiği sürece sorun yok, değil mi? En azından başta böyle düşünmüştüm ama zaman geçip ikinci ve üçüncü romanlarım çıktığında, yavaş yavaş ilgimi kaybettiğimi fark ettim. Yazmaktan nefret ettiğim için değildi, hayır, basitçe okurlara hitap etmeye çalıştığım için zamanla kendi yazmayı sevdiğim şeylerden uzaklaştım. Sevmediğim şeyleri yazmaya başladım. Mesela, insanlar fan servis seviyordu ama bir yazarın bakış açısından bu cidden rahatsız ediciydi. Özellikle de benim gibi bir bakir için. Neyseki internetten yardım alabiliyordum ama bu tarz şeyler yazma isteğimi azaltıyordu. Her şeyi okurların isteğine göre yapsam da ilk romanım dışında hiçbiri sıralamada başarılı olmadı. Ve bugün boş boş laptopuma bakıyordum. klik klik klik klik Klavyemin tekdüze sesi odamın içinde yankılandı. Aynı sıkıcı şeyler diğer günler gibi tekrar etti. Uyan Yaz Yemek ye Yaz Tekrarla Son cümleyi bitirince ekranımın sağ üstündeki kaydet butonuna bastım ve [Gönder]'e tıkladım. İç çektim. Uzun bir iç çekişten sonra sersemlemiş bir hâlde tavanıma baktım. Daha ne kadar buna devam etmek zorundayım? Acı acı başımı sallayarak romanlarımın yorum kısmına baktım. ....... Goodguy85: Uh Yazar-nim, yazımının gitgide daha kötü olduğunu hissediyorum... --] Weeboo: Goodguy85'i cevapladı, Tamamen katılıyorum. Romanın büyük potansiyeli var ama son zamanlarda hikaye sarpa sardı gibi geliyor. --] TruckDriver: Abi çok haklısın. Konuda çok fazla boşluk ve Deux Machina. İyice saçmalaştı. Boywonder: Yeni bölüm için teşekkürlerr~! TwilightStar: Bırakıyorum BoobMonster: hey hey hey, sapık sahneler nerede? Roosterboy65: Eleman Mary Sue'yla evlendi. ....... TAK! "S**tir! Ne demek yazımın gitgide kötüleşiyor!" Yumruğumla masaya vururken bilgisayara karşı öfkelendim. "Bıktım bu b**tan şeyden!" Laptopu kapatırken kendimi zorla sakinleştirmeye çalıştım. Sinirlenmek tansiyonum için iyi değildi. Aslında yeni romanımı oldukça beğenmiştim. Bu roman, hayal kırıklığımın ve kalbimde kalan son korları tutuşturabilmek için yeni bir şeyler deneme arzumun meyvesiydi. Bildiğimiz zayıftan güçlüye hikayesiydi ama önceki romanlarımdan farklı olarak bu, modern fütüristik bir ortamda kuruluydu. Hikayenin arka planı 'Büyük Felaket'in olduğu 1980 yılında başlıyor. Dünyanın büyük ölçüde değişmesine sebep olan üç aşamalı bir felaket. 'Büyük Felaket'in ilk evresi- Dünya üzerindeki tektonik plakalarda kayma, ülkelerin yerlerinin değişmesi, tsunami ve depremlerle sonuçlanıp milyonlarca insanın bu süreçte öldürdü. Tektonik plakalardaki ani değişim, dünya haritasının kalıcı olarak değişmesine neden oldu, sadece suyla çevrili tek bir kara parçası vardı. 'Büyük Felaket'in ikinci evresi- Daha sonra iblisler ve diğer ırklar olarak tanımlanan bilinmeyen türlerin ortaya çıkmaya başladığı devasa portallar ortaya çıkmaya başladı. İlk başta uysaldılar, ancak insanlığı zayıf gördükleri anda her yere saldırmaya başladılar. Ancak büyük felaketlerle birlikte fırsatlar da gelir. Portallar ortaya çıktıkça, insanlık manaya erişmeyi başardı. Atmosferde başıboş dolanan ve diğer dünyalardan gelen özel bir güç. İnsanların, ateş topları çağırmak veya metal kesmek gibi geçmişte yalnıza yapmayı hayal edebilecekleri şeyleri yapmalarına izin verecekti. Son olarak, 'Büyük Felaket'in üçüncü evresi- Bu romanın sonlarına doğru, İblislerin dünya kuvvetlerinin Dünya'yı tamamen istila etmeye giriştiği zaman gerçekleşecekti. İkinci felaketten on yıl sonra, dünyayı üç grup yönetti. Orklar, elfler ve cücelerden oluşan fantazi grubu, iblis grubu ve insan grubu. Fantazi grubu, elfler, cüceler ve orklar arasında bir tür ittifaktı. Ve bunun nedeni, pratikte bir olmaya zorlanmalarıydı. Şeytanlar 'açgözlülüğün' tezahürüydü. Yalnızca gezegenleri yutma amacıyla yaratıldılar. Önce bir gezegene girerek başlayacaklardı, sonra zaman geçtikçe deli gibi çoğalacaklar ve yavaş yavaş yeterince güç kazandıklarında gezegeni yiyip bitireceklerdi. Elfler, orklar ve cüceler, gezegenlerini çoktan fethetmiş olan iblislerden kurtulan mültecilerdi. İlk başta elfler, orklar ve cüceler dünyaya geldiklerinde gözlem yapmayı seçtiler. İnsanların iblislere karşı savaşmak için ittifaklarına katılmaya layık olup olmadığını görmek istediler. İlk başta, potansiyel bir müttefik kazanma ihtimaliyle çok heyecanlandılar, ancak zaman geçtikçe heyecanları hayal kırıklığına, daha sonra da tiksintiye dönüştü. İnsanlığın karanlık anlarında tanık oldukları bencil eylemler ve planlar, gururlu elflerin tüm işbirliği düşüncelerini ortadan kaldırmış, yerini mutlak bir küçümseme almıştır. İnsanlığın zayıf ve kırılgan bedeni orkları tamamen hayal kırıklığına uğrattı bu yüzden onları gereksiz gördüler. Ve cücelere göre, insanlığın ilkel teknolojisi onları ortalıkta hiçbir destek almadan güçlerini ve zekalarını sergileyerek dolaşan beyinsiz maymunlar gibi gösteriyordu. En sonunda, insanlar sadece 2/8'ine sahipken, iblis grubu ve fantazi grubunun ikisi de dünyanın 3/8'ine sahip oldu ve insanlar azınlık durumuna geldi. Başlangıçta hikaye, kahramanın, tüm insanlığın çabalarıyla, her iki grubun saldırılarına karşı sınırları savunmak için savaşçılar yetiştirmek için kurulmuş özel bir okul olan 'Lock'a kaydolmasıyla başlar. Trajik geçmişe sahip klasik bir ana karakter. - Ailesini savaşta, iblislerin elinde kaybetti. - İblislerden intikam ... falan filan. Bu bir ana karakterden beklediğiniz şeylerdir. Benim ustalık eserimdi. En azından ben öyle düşünmüştüm, ama yorum kısmına bakınca öfkeme engel olamadım. Ustalık eseriniz olduğunu düşündüğünüz şeye hakaret edilse siz ne hissedersiniz? Korkunç değil mi? Derin bir nefes verirken bir kez daha kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Son zamanlarda, öfke sorunlarım olmaya başlamıştı. En basit şey bile beni deli ediyordu, bu da öfke sorunlarımın ne kadar kötü olduğunun göstergesi. Ama çözümü yoktu. Hayatımın ne kadar b**tan olduğunu göz önüne alırsak, kaçık bir kişilik geliştirmek zorundaydım. "Uh... Aaaaah!" Tam laptopumu kapatırken ani bir acı göğsüme, tam kalbime saplandı. Göğsümü sıkarak, yere diz çöktüm. Ağır soluklarla masama doğru yol aldım. "İlacım lazım..." Berbat yaşam şartlarım yüzünden birsürü ilaç aldım. Bir tane tansiyon, bir tane astım ve bir tane de depresyon için. Ve şimdi tansiyon ilacımı arıyordum. Ani öfkem yüzünden tansiyonum çıkmış ve buna sebep olmuş olmalıydı. İlacımı alabildiğim sürece... "Aaahhhhh!" Dizlerimin üstüne düşerken görüşüm bulandı. Nefes almak gittikçe zorlaşıyordu. "Ahhhh, b**tan hayatım böyle mi sonlanacak..." Tüm dünyam kararmadan önce bunlar ağzımdan çıkan son sözlerdi. ......... Cik cik cik Hafif uykumdan uyanmamı sağlayan şey kuşların huzurlu ötüşüydü. Sıcak, nazik güneşin tüm vücudumu sardığını hafifçe hissedebiliyordum, bu da uyuşuk benliğimin daha enerjik hissetmesine neden oluyordu. Gözlerimi açtığımda kendimi tek yatak odalı bir dairede buldum. Hala uyumadığımdan emin olmak için gözlerimi ovuşturarak birkaç kez kırpıştırdım ve tekrar garip çevreme baktım. "Ölmüş olmam... gerekmiyor mu?" ...başta böyle düşünmüştüm ama hala nefes aldığımı ve iyi olduğumu görünce, belki de biri beni ölmeden önce kurtarmıştır ve şu anda da hastanedeyimdir diye düşündüm. Ama her geçen dakikayla, olayın böyle olmadığını fark ettim. Neden mi? Basit... Çünkü önümde büyük bir ekran belirdi ve canlı gün ışığını kapattı. ===Durum=== İsim: Ren Dover Seviye: G Güç: G Çeviklik: G Dayanıklılık: G Zeka: G Mana Kapasitesi: G Şans: E Büyü: G- --] Uzmanlık: [Kılıç ustalığı 1.seviye] ============
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.