Kutsal İsa? Yürümeyi bıraktım.
“Sorun ne?” Diye sordu Ban Yeo Ryung şaşkınlıkla.
Bir cevap vermek yerine, şiddetli şokun etkisi ile sessizce duruyordum. Başım çekiçle vurulmuşçasına ağrıyordu.
Yüzüm yavaşça aydınlandı. Tamam, anladım! Yumruğumu sıkarken Ban Yeo Ryung'a bağırdım.
“Kızım, neden kafamı karıştırıyorsun!”
“Ne?”
Yüzü sertti, bozulmuş görünüyordu. Okulu işaret ettim ve parlak bir gülümseme ile bağırdım.
“Ah, üniforma tamamen farklı görünüyordu! Gittiğim okul bu değil!”
“Neden bahsediyorsun?”
“Gideceğim okul Dae Dam Ortaokulu! Bu Ji Jon Ortaokulu'nu hiç duymamıştım. Bina bile farklı. Bu benim okulum değil!”
“Ne?”
Bana kafası karışmış gibi görünürken sordu. Ji Jon Ortaokulu'nun girişine doğru yürüyen beyaz topluluğa canlanmış bir yüzle tekrar güldüm.
Evet, bu benim okulum değildi! Bu yüzden üniforma farklıydı, benim okulum olmadığından!
Annemin hangi okula gideceğim konusunda kafası karışmıştı, farklı bir üniforma aldı ve beni yanlış bir okula gönderdi, diye düşündüm. Önümdeki Ban Yeo Ryung beni buraya getirdi çünkü onunla aynı üniformayı giyiyordum.
Ona “Bay! Kendi okuluma gidiyorum! Birbirimize yakında yaşıyoruz bu yüzden görüşelim!” dedim.
“Umm, D-Donnie! Nereye gidiyorsun?”
Şaşırdı ve beni kolumdan çekti. Nereye gidiyorum? Muhtemelen ona bir şeyler söylemeliyim!
“Okuluma gidiyorum! Dae Dam Ortaokulu'na. Ben buraya gitmiyorum!” diye parlak bir gülümseme ile cevapladım.
“Sorunun ne, yaklaşık bir ay önce burada birlikte yerleştirme sınavına girdik!”
Söyledikleri beni gerginleştirdi. Ne? Her neyse, gülümseye devam etmeye karar verdim.
“Hayır, beni başka biri ile karıştırıyorsun. Ben sınava Dae Dam Ortaokulu'nda girdim!”
“Ne? Buralarda öyle bir okul yok!”
“Evet, var. Belki doğru bilmiyorsundur.”
Ban Yeo Ryung, senin bilmediğin gerçeği var olmadığı anlamına gelmez.
Kendimi ikna ettim ve omzuna hafifçe vurdum. O anda dünyanın en cömert insanı gibi hissettim. Bu delice beyaz üniformayı 3 yıl boyunca girmek zorunda olmadığımı fark ettiğimden bu yana, zihnim mutlulukla doldu.
Omzuna iki kez hafifçe vurduktan sonra yüzümde bir sırıtışla geri döndüm.
“Bay! Öyleyse ben okuluma gideceğim!”
“Donnie, bekle!”
Arkamdan gelen çaresiz sesine kayıtsız kalarak, hafif adımlarla okuldan uzaklaştım. Sesi kulağa epey ısrarcı geldiğinden, insanların bana baktığını hissettim ama bu beni ilgilendirmiyordu. Onlar başka okuldan öğrencilerdi! Okuldan uzaklaştığımda bunu düşünüyordum.
Bam, bir şey kafama sertçe çarptı. Silkindim ve geri çekildim. Kafamı eğdiğimden gözüme ilk ilişen şey bir ayakkabıydı. Bir ortaokul öğrencisi olarak spor ayakkabı giymek mutlaktır, ama bu daha çok mokasene benziyordu. Bu büyük boyutu bir erkeğe ait gibi görünüyordu.
Kızların beyaz üniformasından ayrı olarak, yavaşça çocuğun baştan aşağı siyah üniformasına baktım. Yüzü görüşüme girdiğinde… Tanrı'm, çenem düştü.
Bir insanın yüzüne odaklanan türde biri değilimdir. Yakışıklı bir ünlüye bakmak bile sakinliğimi kaybetmemi sağlamaz. Ban Yeo Ryung'u ilk görüşüm dışında konuşamaz hâle geldiğim ilk seferdi.
Bir süreden sonra, farkına varınca hızlıca geriye doğru adım attım.
Neden… Neden bu sabahtan beri böyle insanlar önümde beliriyor? Bir gün içerisinde, hayatımda bu kadar mükemmel bir yüz gördüğüm ikinci seferdi.
Ban Yeo Ryung'unkine benzeyen jet siyah saçlara sahipti. Saçlarının uçları güneş ışığı altında maviydi. Korelilerin saçları güneşin altında kahverengi görünmeye eğilimlidir ama Yeo Ryung'un saçı mordu ve bu çocuğun saçları maviydi, nadir renklerdi. Mavi-siyah saçla iyi görünmek zordur ama bu çocuğun apaçık buz gibi bir teni vardı. Hatta daha bile soluktu.
Keskin iri gözlerinin içindeki gözbebeği… O kısmı gördüğümde nefesimi kesti.
Maviydi. Mavi-siyah değildi, okyanusun dibinde veya mücevherlerde görülebilen koyu, canlı bir mavi tonuydu. Keskin ve kalkık burnu, ellerinin burnunun sırtı tarafından kesilebileceğini anlamamı sağladı.
Genel görünüşü hoş ve zarifti. Ben yağlı boyalı bir natürmort* resmini veya siyah mürekkepli bir Sumi-e'yi** düşünürken çocuk yavaşça kaşlarını çattı. (Ç.N: Bu iki terimi kısaca açıklamak gerekirse; natürmort, cansız doğayı resmetme sanatıdır. Sumi-e ise, mümkün olduğunca az fırça darbesiyle resim yapma esasına dayanan bir sanat türü.)
“Ah, üzgünüm, hayır, özür dilerim.” Dedim şaşkınlıkla.
“Sorun değil.”
Katı bir cevap. Soğuk sesi görünüşüne benziyordu ama çok rahatsız görünmüyordu.
Sanki sessiz bir kişiliği vardı, bana kısa bir bakış attı, geri döndü ve ayrıldı.
Geri dönmeden önce, siyah ceketinin üstündeki isim etiketi güneş ışığı altında göze çarpıyordu. Yoo Chun Young. Üniseks bir isimdi ama onun için oldukça uyumluydu.
Her neyse, utanmış hissederek yanaklarımı ovdum. Çok yakışıklıydı. Ban Yeo Ryung hoş bir kızdı ama Yoo Chun Young bir erkek için çok güzeldi. Bahsetmiyorum bile, çok uzundu. Çoktan bir ortaokul öğrencisi olarak yaklaşık 175 santimetre kadardı, ona çarptığımda göz hizası açıkça farklıydı.
Daha önce onun kadar göz kamaştırıcı birini hiç görmemiştim. Kalbim hızlı atıyordu. Biraz tutkuyla sırtına bakarken alaylı bir kalabalığa rastladım.
“Hey, onu gördün mü? Ona çarpan kızı!”
“Tanrım, kasten mi yaptı?”
“Hey, buraya gel!”
N… Ne? Önümde ne olduğunu gördüm. Bu şekilde konuşan kızların benimle aynı üniformayı giydiğini gördüm. Üst sınıf gibi görünüyorlardı. Tanrım… Anın gülünçlüğünü hissederek ağzımı açtım. Bu bir roman falan mı? Sadece başka bir öğrenciye çarptığım için mi bana dik dik bakıyorlardı? Daha inanılmaz olanı ise, bana dil uzatan kızların sayıca az değil, en az yirmiden fazla olmasıydı.
Ben çantamı sıkıca tutarken, izleyenler daha da kışkırtıyorlardı.
Keskin gözlere sahip bir kız bana geldi ve “Hey, böyle bir şeye cüret ettiğinde ne olduğunu bilmek ister misin?” dedi.
Hiç birinin omzuna çarparak hayatımın altüst olacağını düşünmemiştim ama belki olabilir…?
Ardından zihnimde bir sahne canlandı. Web romanlarında çok olurdu. Bir kız okuldaki ilk gününde yakışıklı bir çocuğa çarpar. Sonra onun okulun kralı olduğunu öğrenir. Kız bu şekilde kendini her türlü dertte bulur!
Kafamda bu düşünce belirdiğinde gülmek üzereydim. Şimdi o durum için mükemmel bir zamandı. Ancak bu bir roman değil. Ayrıca ben de kız ana karakter değilim. Her şeyden önce tipik romantizm romanlarındaki kızlardan farklı olarak sağduyum vardı.
Çantamı aldım ve otobüs durağına tam hız koştum. Romanın içindeki bir kızın aksine, aklıselim sahibiydim ve nasıl akıllıca davranacağımı biliyordum! Hadi önce Dae Dam Ortaokulu'na gidelim ve ne yapacağımızı anlayalım! Enerjimin her bir parçasını kalabalığın gürültüsünden kaçmaya koydum.
***
Nefes nefese kalmamla, sabah tanıştığım güzel kız Ban Yeo Ryung ile olan olay ortadan kayboldu. Okuldan ayrılış yolunda karşılaştığım yakışıklı çocuk Yoo Chun Young hakkındaki düşünceler de dağılmış gibiydi.
İyi! Derince nefes aldım ve otobüs durağının önünde durdum. Belki de çok hızlı koşmaktan başım döndü. Alnımda olan elim ve kısılan gözlerimle otobüs güzergahına baktım.
Çevredeki ortaokulların çoğunun isimleri otobüs durağında olacaktır. Bu durağa bile ‘Ji Jon Ortaokulu’ deniyor. Garip. Doğduğumdan beri 14 yıldır bu semtte yaşıyorum ama daha önce bu isimde bir yer duymadım. Bir süre için düşündüm ama zaten varolduğunda ne yapabilirdim? Gideceğim okulu aramaya karar verdim. Hmm, durdum, durağı arıyordum ve bir an için Ji Jon Ortaokulu öğrencileri hakkında düşündüm.
Ne yaparlardı? Örneğin, eğer liseye gitselerdi ve öğretmenleri,
“Hangi ortaokuldan mezun oldun?” diye sorsaydı,
“J… Ji Jon Ortaokulu.”
“Aman Tanrım, J… J… Ji Jon Ortaokulu!! Haha.”
Sadece bu isimden bahsetmek beni utançtan öldürüyor. Belki de bu ismi tüm hayatlarından kaldırmak istiyorlardır.
Bu düşünceden sonra, Otobüs güzergahına göz attım ama listede Dae Dam Ortaokulu'nun adı yoktu. Tuhaf. Çatılmış kaşlarla otobüs haritasından geri çekildim.
Anlamsızca sessizdi. Cadde boyunca ağaçlar yeşil tonluydu. Cebimden telefonumu aldım ve saati kontrol ettim.
Sabah 09.00. Çoktan çoğu öğrencinin otobüse binmesi için zamanın gelmiş olması gerekirdi. Cadde hiçbir öğrenci ya da otobüse binen olmadan sessizdi. Zaten ne zaman birisi kalabalık olmayan bir cadde görürdü ki? Etrafa garip bir biçimde duygusal olarak baktım ve hafifçe geri döndüm.
Belki de kalabalık bir yere gitmeli ve Dae Dam Ortaokulu'nun nerede olduğunu sormalıyım. Aklımda bu varken çantayı tekrar taktım. Birdenbire Ban Yeo Ryung'un çaresiz sesi kulaklarımda çınladı.
“Buralarda öyle bir okul yok!”
Bu hiç mantıklı değil! Okul bir ay önce vardı. Orada yerleştirme sınavına girdim. Aşırı değildi. Sadece sıradan bir binaydı. Gideceğim okul hakkında neden kafam karışsın ki?
Her halükarda, bununla ilgili olan şey ‘Ji Jon Ortaokulu’ydu. Daha önce hiç duymadığım bir okul tam olarak ‘Dae Dam Orta Okulu’nun olması gerektiği yerdeydi.
Hadi ama, başımı tırnakladım. Biraz garipti ama bir araya gel!
Huzursuz hissederek tekrar Ji Jon Ortaokulu'na doğru zorla yürüdüm. Köşeyi dönmek üzereyken, bir araba sessizce kaldırımın yanına park etti. Cadde çok sessizdi, araba hiçbir motor sesi çıkarmadan hareket etti.
Düşünmeden döndüm. Tüm hayatımda nadiren gördüğüm bir siyah limuzin nefesimi kesti.
Koyu renkli pencereler yavaşça alçaldı. Güneş gözlüğü takan bir adam ortaya çıktı.
Beklenmedik bir şekilde bana seslendi. Sesi hizmet sektöründe çalışanlar gibi yumuşak ve kibardı.
“Affedersiniz, Ji Jon Ortaokulu'nda öğrenci misiniz?”
“E… evet?”
Hayır ile cevap vermek üzereydim ki şaşkınlıkla ona geri sordum. Ancak o çoktan giydiğim üniformaya bakarak sorusunu tasdik etmişti.
Ardından “Ah, öyleyse bize okul turu yaptırmayı düşünür müsünüz? Bu genç efendimizin ilk defa kendi başına okula gidişi.”
“Kim ilk kez olduğunu söyledi? Ayrıca zaten Jooin var.”
Arka koltuktan sert bir ses adamın sözlerini kesti. Kısık bir sesti ama anlaşılır biçimde duyabilmiştim. İşitmem iyi olduğu için değil, sesi o kadar etkileyici olduğundandı.
Wattpad'de daha ilerideyiz. Okumak için tıklayın.