Bir gün bir e-posta aldım. Gönderen kişi romanımı yeniden yazıp yazamayacağını soruyordu bana.
O zaman şaşkındım. Kısa bir ara vermiş olabilirdim, ama ücretli satışa çıkarılmış ve serileştirilmiş bir romanı yeniden düzenlemeyi istemek...
Elbette reddettim. Aslında, cevap vermedim.
Kısmen izinsiz böyle bir şey yapmak telif hakkı yasalarına aykırı olacaktı, ama bu durumla birlikte aynı zamanda içinde bulunduğum 'ara verme' kararımdan da utandım.
Yazdığım web novel 'Geri Dönen Kahraman' olarak biliniyordu.
Bir sansasyon değildi, ama oldukça popüler bir roman ve beş yıllık yazım hayatımın en büyük başarısıydı.
Ancak e-postayı aldığım zamanlarda üç aydır ara vermiş durumdaydım.
Nedeni basitti. Kelimeler aklıma gelmiyordu.
İlk başta, tutkumu yazmaya döktüm. Hikaye dünyasına dair kişisel notlarım 50.000 karaktere yakındı ve her bölümü yazarken kalbimi ortaya koyuyordum.
*50.000 Kore karakteri 10.000 İngilizce kelimeye tekabül eder.
Ama bir yıl yazdıktan sonra korkunç bir çöküş yaşadım.
Yine de, romana altı ay daha devam ettim ve hikaye orta kısım aşamasına ulaştı. Fakat kendimi yazmaya zorladığım için, hikaye anlam bozukluklarıyla doluydu ve karakterlerin kişilikleri çökmüştü. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, günden güne okuyucu sayısı düştü. Yorumları okumaya dahi çok korkar oldum.
En sonunda ise ara vermeye karar verdim.
Ama ne kadar dinlenirsem dinleneyim hikayeye devam edemedim, tek bir cümle bile çıkmadı zihnimden.
Eksik yazma becerilerimi fark ettiğim ve sefalet içinde yürüdüğüm zamanlarda.…
Romanımı yeniden yapılandırmamı isteyen bir e-posta daha aldım.
[[Korumalı E-posta]]
[Lütfen. Bu kişisel memnuniyet için. Romanın yeni versiyonunu hiçbir yerde yayınlamayacağım. Sadece benim ve sizin aranızda kalacak. Kim bilir? Belki yeni versiyonundan ilham alarak hikayeye devam etmenin bir yolunu bulacaksınız…]
Altı cümleden oluşan oldukça uzun bir e-postaydı, ancak istediği basitti.
Öz doyum için romanımı yeniden yazmak istiyordu.
Romanımı ne kadar sevdi ki böyle bir e-posta gönderme kararı aldı? İşimle özellikle gurur duymadığım için kendimi müteşekkir ve utanmış hissettim.
… Bu durumda, şu an burada olmamın nedeni bu muydu?
Piyangoyu kazanma şansının 8.145.060'da 1 olduğu söylenir. O zaman şu anda başıma gelenlerin 7 milyarda bir olma şansı olmalıydı.
Sıradan bir aile evindeydim.
Ama içinde bulunduğum dünya "benim dünyam" değildi ve ben de "ben" değildim. Şu an beni dinleyen birisi felsefe yaptığımı düşünebilirdi, ama gerçekten değildim. İçinde bulunduğum durumu tanımlamanın en iyi yolu buydu.
Romanımda bir yan karakter olmuştum.
Yazdığımı dahi hatırlamadığım bir fazlalık.
Kim Chundong.
Chundong sıradan bir apartman dairesinde yaşıyordu, fakat ebeveynleri yoktu. Nedenine gelince, elbette bilmiyordum.
9 yaşında Chundong, seçkinleri canavarlarla ve cinlerle savaşmak adına yetiştiren 'Ajan Askeri Akademisi'ne kabul edilmişti.
Chundong giriş sınavını geçmek için hangi yeteneğine sahipti?
Bilmiyordum.
Onun hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Onun yüzünü bile bilmiyordum. Şaka yapmıyordum. Gerçekten bilmiyordum.
Aynaya baktığımda…
(?)
Gördüğüm şey buydu. Üzerinde soru işareti olan bir oval.
Bu çılgın beden değiştirme (?) ya da ruh göçü (?) tamamen mantıksızdı. Diğer günler gibi yatağa gitmiştim, ama uyandığımda kendimi Ajan Askeri Akademisi'nde sömestrın son gününde bulmuştum.
İlk başta iki şüphem vardı.
Birincisi, birisi bana şaka yapıyordu.
Ancak bu fikir sadece beş saniye içinde gerçekliğini yitirdi. Nedenini açıklamaya bile gerek yoktu.
İkincisi ise rüya görüyordum.
Ama doğal olarak bu fikir de en sonunda boşa çıktı. Herkesin bildiği gibi, rüyada olduğunu bilerek rüya göremezsin ve daha da önemlisi, hiçbir rüya böyle net bir gerçeklik hissiyle iki hafta boyunca devam etmezdi.
Sonuç olarak, son iki haftamı "romanın içindeki dünya"nın "içinde bulunduğum gerçeklik" olarak ele alınıp alınamayacağını düşünerek geçirdim.
Ding Dong—
Tatatatatata~
Tıpkı son iki haftadır yaptığım gibi, akıllı telefonumun alarmı çalmaya başladığında yatakta yatıyor ve tavana boş boş bakıyordum. Bir bakışta 'okula gitme zamanının' geldiğini anlamıştım.
“Neden okula gitmem gerekiyor ki?”
13 gün önce Ajan Askeri Akademisi'nin mezuniyet töreni vardı. Ancak mezun olanlar sadece savaşamayan öğrencilerdi ve savaşmayan öğrenciler ise Kahraman olarak adlandırılamazlardı. Savaş sınıfı öğrencileri ise üç yıl daha akademide kalmak zorundaydı.
Bu üç yıl bir Kahraman Akademisi'nde, Küp'te geçirilecekti.
Ne yazık ki, bu lanet olası Chundong adamı savaş tipi bir askerdi. Yine de kim olduğuna dair hala hiçbir fikrim yoktu.
“Ah… Ne kadar da sinir bozucu.”
İki hafta boyunca neredeyse hiç bir şey yapmamıştım. Zamanımın çoğunu internette geçirmiş, aç olduğumda yemek yemiş, bir çıkış yolu aramak için tekrar çevrimiçi olmuş, televizyonda yayınlanan şaşırtıcı derecede komik şovlara gülmüş, acıktığımda tekrar yemek yemiştim… Her neyse, dikkate değer tek etkinlik iki gün önce olmuş olan, üç saat süren Seul'deki 'Küp Giriş Töreni'ydi.
Gitmek istememiştim, ancak katılmamam durumunda kovulacağım söylendiğinden başka seçeneğim yoktu.
“Gitmemem gerektiğini düşünüyordum, ama…”
Beni kimin buraya, hangi nedenle ve hangi güçle düşürdüğünü anlayamamıştım.
Sonunda bu dünyada iki hafta boyunca boş bir şekilde yaşadıktan sonra, isteksizce kaderimi kabul etmeye başlamıştım.
Bu şekilde uzun bir süre yaşayacağım gibi görünüyordu.
Bu durumda, en azından kendim için bir hayat kurmam gerekiyordu.
Romanımda 'Kahraman' olmak herkesin hayalindeki işti. Kötü adamlar yüzünden hikayenin ortasında işler ciddi bir hal alsa da, ara vermemin üzerinden uzun bir süre geçmemişti.
O zamana kadar hayatta kalmak zorundaydım. Zamanı geldiğinde işe yarar bir şey bulacağımdan emindim.
[7:33 AM]
Okula sadece 57 dakika kalmıştı.
Ayağa kalktım ve yorgun argın banyoya doğru yürüdüm.
Aynanın önünde bay soru işareti beni karşıladı.
“… Lanet soru işareti. Ne zaman gidecek şu şey?”
Şaka yapmıyordum, yüzüm bir soru işaretiydi. Ve lanet olsun ki nedenini hala bilmiyordum.
Yüzümü romanda tarif etmemiştim. Ama durum böyleyse, diğer milyarlarca insanın kendi yüzleri olması mantıklı değildi. Öyleyse neden sadece Chundong’un yüzü soru işaretiydi?
“Anlamıyorum.”
Sessizce mırıldandım ve yüzümü yıkadım. Cildimi hissedebiliyordum. Benim de herkes gibi saçlarım vardı. Ama bu her şeyi daha da ürkütücü bir hale getiriyordu.
Kendimi biraz temizledikten sonra, giriş töreninde aldığım Küp’ün üniformasına döndüm yüzümü. Bunun dışında başka bir eşyam yoktu.
Beni bu üniformayla gören insanlar hiç şüphesiz bana kıskançlıkla bakacaktı, ama ne yapmam gerektiğini bilmiyordum.
Yüzüm korkutucu bir soru işaretiydi, nasıl bir şey bulmam gerekiyordu?
Kapı kolunu çevirdiğimde, arkama baktım.
Son iki haftadır evim olan yer. Harbiyeli kartımdaki adres sayesinde zar zor bulduğum apartman odası. Buraya kısa sürede bağlanmıştım. Özleyeceğimi hissettim.
Küp, Doğu Denizi'nin ortasında yüzüyordu. Bir kez gittiğimde, muhtemelen bir daha uzun bir süre geri gelemezdim.
“Hah.”
Sahip olduğum büyük apartman odasını arkamda bırakarak, karanlık ve yabancı dünyaya adım attım.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.