The Queen of the 4 Elements - Türkçe Çevrimiçi Oku
Yukarı Çık




Sonraki Bölüm   2 


           
Yine sıradan bir gece…
Yatağıma çıkarken odamın kapısı çalındı. Ben daha bir şey demeden kapı açıldı ve elinde bir bardak süt ile Anna içeriye girdi. Her zamanki gibi tatlı bir gülümseme ile



“Küçük hanım, sütünüzü getirdim.”



dedi. Çocuk olmanın verdiği tatlılık kozumu kullanarak



“Teşekkür ederim Anna~”



dedim. Henüz ılık olan sütü elime uzattı. 



“Ah, Anna! Bu arada masanın üzerindeki kitapları okudum. Onları kütüphaneye bırakabilir misin?”



“Elbette, küçük hanım.”



Evimiz oldukça büyüktü ve içerisinde bir kütüphane de bulunuyordu. Sonuçta bu ev dünyaca ünü olan Karkuyna ailesinin eviydi. Ben ise bu ailenin tek çocuğu Melna Karkuyna idim.

Anna masanın üzerindeki kitapları aldı ve kısaca inceledi. O incelemekle meşgulken ben de elimdeki sütü bitirdim. Ardından alışılmış bir şaşkınlık ile konuştu.



“Küçük hanım, bu kitapların bazıları sizin yaşıtlarınızın anlayabileceği kitaplar değil. Ayrıca içinde birçok telaffuzu zor kelime var. Bu kitapları anlayabiliyor musunuz?”



Henüz sadece 9 yaşımdaydım. Biraz çekinerek 



"Elbette."



dedim.



“Küçük hanım siz her zaman yaşıtlarınıza göre daha olgun ve zeki oldunuz. Bunları anlayabilmenize şaşmamalı!”



“Beni çok övüyorsun Anna. Bugün oldukça uykum geliyor. Erkenden yatacağım.”



“O halde ben çıkıyorum küçük hanım. Size iyi uykular.”



dedikten sonra Anna elimdeki boş bardağı aldı ve lambayı kapatarak odadan çıktı. Ben de gözlerimi yumdum ve sıcacık yatağımda uyudum.



——————————————————————



 Gün ışığı ile gözlerimi açtığımda henüz uyku sersemiydim. Dalların arasından sızan güneş ışığı gözlerime çarpıyordu. 



“Aah, her yerim tutulmuş.. ”



dedikten sonra etrafıma bakındım. Uyku sersemliğim yavaş yavaş üzerimden kalkıyordu. Kendime geldiğimde çığlık attım.



“Huh? NEEEEE?!! BURASI BENİM ODAM DEĞİL!!! NEREDEYİM BEN?!!”



Şaşkına dönmüştüm. Bu durumda şaşırmamak imkansızdı zaten. Çünkü gece uykuya daldığım odamda değil, büyükçe bir meydandaki bir dükkanın önünde uyanmıştım. Ben şaşkınlıkla ve biraz da korkuyla etrafıma bakarken çoktan etrafımdaki insanların bakışları benim üzerime toplanmıştı bile. İnsanlar kısa bir süre bana ne olduğunu anlamayarak baksalar da sonuçta sadece geçip gittiler. Ne olduğunu anlayabilmiş değildim.

Dün gece sıcacık yatağımda yattığıma emindim. Öyleyse nasıl oluyordu da böyle bir meydanda uyanmıştım?

Aklıma gelen ilk düşünceyi mırıldandım.



“Rüyada mıyım acaba?”



Bunu anlamanın klasik bir yöntemi vardı. Elimi cimcirdim. Korkudan dolayı ölçüyü kaçırmıştım. Bu demenin sonunda spnuç belliydi. Yine mırıldandım.



“Aovv, anlaşılan rüyada değilim.”



Rüyada değildim. Bu yaşadıklarım gerçekti. Bu durumda yapılacak en iyi şey etrafı incelemekti. Bir kez daha kafamı sağa sola döndürerek etrafımı inceledim. Bu manzara da neydi böyle?

Ortaçağı andırıyordu sanki. İnsanlar farklı kıyafetlerle geziniyordu. At arabaları bile vardı. Dahası, bazıları yanında kılıç ya da ok-yay takımı taşıyordu.

Bağırma sesimi duymuş olacak ki hemen önünde durmuş olduğum dükkanın kapısından ihtiyar biri çıkıverdi.



“Dükkanımın önünde niye bas bas bağırıyorsun! Müşterileri kaçıracaksın!”



Sert bir çıkış yapmıştı. Herhalde dükkanın sahibiydi.



“Bana mı seslendiniz?”



“Sen ya, başka dükkanımın önünde uyuyup da sabah sabah bağıran biri var mı?!”



Bu dükkan sahibi oldukça atarlı görünüyordu. Şimdi hiç birilerine bulaşmanın manası yoktu. Sessizce dükkanın önünden çekildim. Ben çekildikten sonra dükkanın sahibi yine dükkanına girdi. 

Hala bulunduğum durumdan dolayı korkuyordum. Yorgun da hissediyordum. Üstüme başıma baktım. Kıyafetler kirlenmiş ve yırtılmıştı. Benim de üzerimde diğerlerininkine benzer kıyafetler vardı. Dün gece bu kıyafetleri giymediğime emindim.  

Hemen önümde bulunan su birikintisinden kendi yansımama baktım. Aynı görünüyordum, sadece bira kirlenmiştim. Gökyüzü mavisini andıran saçlarım darmadağın duruyordu. 

Vücudumun yara varmış gibi ağrıdığını hissettim. Ellerim ve ayaklarım yara bere içinde kalmıştı.

Nasıl bu hale gelmiştim? Burada
ne arıyordum? 

Beynim hemen teoriler üretmeye başladı. Kaçırılmış olabilir miydim? Ya da uyurgezerdim? Hayır, bunlar olamazdı. Bu etraftaki insanları ve üzerimdeki kıyafetleri açıklamıyordu. 



Yine aynı dükkanın kapısı açıldı ve içeriden dükkanın sahibi çıktı. Bu sefer elinde içinde bir parça ekmek ve biraz çorba olan bir tepsi ile çıkmıştı içeriden. Bana doğru yaklaştı. Elindeki tepsiyi uzatarak 



“Hey, küçük kız! Al bunu.”



dedi. Sanırım her ne kadar kaba da olsa küçük bir kızı aç bırakamazdı. Demek ki dışarıdan göründüğü gibi yalnızca sert ve kaba bir adam değildi. 



“Huh? Teşekkür ederim bayım.”



Gerçekten de acıkmıştım. Yaşlı dükkan sahibinin verdikleri ile karnımı doyurdum. O sırada dükkan sahibi çoktan dükkanına gerü dönmüştü. Tepsiyi geri götürmek için dükkana girdim. İçeriden sıcak ve hoş bir ekmek kokusu yayılıyordu. Burası bir fırındı. Raflarda çeşit çeşit ekmekler vardı. Her biri ise oldukça güzel görünüyordu. Beni gören yaşlı adam yanıma geldi. Beni görünce konuşmama gerek kalmadan tepsiyi getirmek için geldiğimi anladı. Tepsiyi ona uzattım. 



"Teşekkür ederim." 



Yine sert bir edayla cevap verdi. Umursamaz gibi mi görünmeye çalışıyordu? 



“Tezgahın arkasındaki mutfağa götür.”



Tepsiyi yaşlı fırıncının dediği yere koydum. Mutfaktan çıkarken çekinerek yaşlı fırıncıya yaklaştım ve ona bir soru yönelttim. Elimden geldiğince burası hakkında bilgi edinmeliydim.



“Bayım, rica etsem bana buranın neresi olduğunu söyleyebilir misiniz?"



Fırıncı yüzüme kısa bir süre şaşkın şaşkın baktı, sonra gür sesiyle şaşkınlığını belli ederek cevap verdi.



“Nee?! Buranın neresi olduğunu bilmiyor musun?"



Yüzüme bir süre daha şaşkın şaşkın baktı. Sonrasında durumumu kavrayarak bir iç çekti ve cevap verdi.



"Pekala, sanırım gerçekten bilmiyorsun. Küçük kız, burası başkentteki Bralon Meydanı.”



“Teşekkür ederim bayım.”



Dükkandan çıkarken bilgileri birleştirmeye çalıştım. Fakat ne kadar düşünürsem düşüneyim mantıklı bir sonuç çıkmıyordu. Hayır, yani fantezi romanında da değilim ki? Bir dakika Haha, bu olamaz, değil mi?

Hmm, hadi biraz daha düşünelim. Bralon meydanı... Bu yeri daha önce hiç duymamıştım. Bulunduğum şehirde bu isimde hiçbir meydan yoktu. Gerçi benim ülkemde bu tarz kıyafetlerin giyildiği bir yer de yoktu?

Ben bu düşüncelere dalmışken bir ses beni uyandırdı. Bu ses... bir havlamaydı!

Birçok insan için bu normal gelebilirdi, veyahut güzel gelebilirdi. Ama bu benim için korkunçtu! Çünkü benim köpek korkum vardı...

Tüm bunları geçtim, bu havlamanın sahibi olan fıskiyenin yanındaki köpek şuanda bana doğru koşuyordu! Sesi de oldukça vahşice geliyordu. Şu anda yapılacak tek şey vardı. Kaçmak!

Koşabildiğimce koştum. Ayakkabılarım da yırtılmıştı.. Vücudum yara bere içindeydi ve hala ağrıyordu. Üstüne bir de bu kovalamaca vardı. Koşarken arkama baktım. Köpek hala kovalıyordu. Bir yandan koşarken bir yandan da avazımın çıktığı kadar bağırdım.



“İmdaaaaaaatt, imdaaaattt!!!”



"Biri yardım etsiiiiinn!!! İmdaaaaatt!!"



O anın verdiği korkuyla ekstra hızlı koşarken yine köpeğe baktım. Tam o sırada bir şeye çarpmıştım. Daha doğrusu birine. Kafamı kaldırıp çarptığım kişiye baktım. Henüz karşımdakini inceleyemeden korkuyla yardım istedim.



"Üzgünüm bayım. Lütfen yardım edin! Peşimde bir köpek var!"



"Tabii ki küçük hanım. Korkmayın ve arkama geçin."



Biraz rahatladıktan sonra çarptığım kişiyi incelemeye başladım. Çarptığım kişinin yanında birkaç kişi daha vardı. Hepsi eski filmlerdeki asker üniformalarına benzer şeyler giyiyorlardı ve yanlarında kılıç taşıyorlardı. Tüm grubun duruşuna bakınca çarptığım kişinin üst rütbe olduğu anlaşılıyordu. Büyük ihtimalle bu devriye gezen bir asker grubuydu ve önde duran çarptığım kişi de onların lideriydi.



Tüm bu düşünceler birkaç saniyede geçip gitti. Grubun lideri birkaç hareket yaptı elleriyle. O durur durmaz hızlıca koşan vahşi köpek bir anda olduğu yerde duruverdi. Bir süre daha köpek öyle kaldıktan sonra grup lideri yine birkaç hareket yaptı ve o vahşi köpek kaçmaya başladı. Tüm bu olanlar garipti. Ama eğer irdelemeye devam edersem delirecektim. Ben de nazikçe teşekkürümü edip uzaklaşmaya karar verdim.

 

“Teşekkür ederim bayım.”



“Rica ederim küçük hanım.”

  

“O halde izninizle ben gideyim.”



Tam oradan uzaklaşmak üzereydim ki, arkadaki askerlerden biri grubun liderinin kulağına bir şeyler fısıldadı. Ne fısıldadığını bilmiyordum fakat beni ilgilendirdiğini de pek sanmıyordum. Oradan uzaklaşmaya devam ettim. Ama bir ses beni durdurdu.



“Küçük hanım, bekleyin!”

 

O an anlamıştım. Bana bir rahat yoktu. Endişeli ve atarlı bir sırıtışla arkamı döndüm.

Belki de yalnızca bir şey sormak için durdurmuştu. Arkadaki askerin fısıldamasının bununla bir ilgisi olamazdı, değil mi?


Grubun lideri daha yüksek ve emin bir ses tonuyla tekrar seslendi.



“Kralın adına durmanızı emrediyorum, bayan Fresta Rodalenne!”



Devam edecek…


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


Sonraki Bölüm   2 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.