Etraftan sesler geliyordu. Bilincim açıldı. Gözlerimi açmakta zorlanıyordum, yine de gözlerimi önüme odaklamaya çalıştım. Cübbe giymiş insanların gölgesini fark ettim.
“N’oluyor?”
Sesin geldiği yöne başımı çevirdim, benim gibi neler döndüğünü bilmeyen 3 kişi vardı yanı başımda.
Sol elimle kafamı kaşıdım.
Daha birkaç dakika önce kütüphanedeydim ben ya.. nasıl? Neden buraya geldim?
Sağıma soluma hemen göz attım, bir odanın içindeyim. Duvarlar, taştan yapılmış. Tuğla dedikleri şey bu olsa gerek? daha önce hiç gelmediğim bir yerdi burası. Kütüphane olmadığı da kesin...
Zemine baktım, çiçek desenine benze geometrik şekiller vardı. Eski krallıklardaki meclislere benziyordu, sanki masal kitaplarından fırlamış gibi fantastik bir havaya sahipti.
Büyük bir meclisteydik.
Bir dakika ya, elimdeki ne, bir kalkan mı?
Elimde bir kalkan vardı. Hiç ağır olmamakla birlikte vücudumla bütünleşmişti. Neden taşıdığım konusunda tek bir fikrim yoktu, çıkartmaya çalıştım ama çıkmıyordu.
“Neredeyiz biz?”
Kafamdaki en önemli sorulardan birini, yanımda kılıç tutan çocuklardan birisi sordu.
“Kahramanlar! Lütfen bizi kurtarın!”
“NEEE?!”
Dördümüz birden bağırdık.
“Bu ne demek oluyor?”
Bu sahne bir yerden tanıdık geliyor, sanki daha önce bir yerde okumuştum..
“Durum çok kritik ve karmaşık, ama sizin sorularınıza basit bir cevap verirsek eğer, eski bir büyüyü yapıp sizi buraya çağırdık, kahramanlar.”
“Çağırdık derken?”
İşte asıl meseleye geldik. Tüm bu hikayenin güzel bir eşek şakası olma ihtimali yüksek. Ama önce bu cübbelileri bir dinleyelim bakalım. Hem birinin benimle dalga geçmeye çalışması, benim birisiyle dalga geçmemden daha eğlenceli oluyor. .
“Dünyamız yıkımın eşiğinde. Kahramanlar, lütfen bize destek olun,” yere kapaklanacak kadar çok eğilerek bize yalvardı.
“ İyi de- …” ben tam cevap vermeye başlamıştım ki, diğer çocuklar da fikirlerini belirtti.
“Bize ne ki.”
“Bence de.”
“Kendi dünyamıza dönebiliriz, demi? Önce bir dönelim ondan sonra düşünürüz.”
Bu nasıl cevap şimdi? Böyle cevap mı olur? Bu insanlar boyunları bükük bir şekilde yalvarırken hem de? Önce bi dinleselerdi..
Garipsediğim için onlara ters bakışlar attım, onlar da hemen bana baktılar. Gülünecek ne vardı ki? salondaki tansiyonun yükseldiği hissediliyordu.
Ne kabalar ya! Burada oldukları için zevkten dört köşedir bunlar. Ya söyledikleri doğruysa!? Ellerinde fantastik bir dünyada yolculuk yapma fırsatı verilecek… hala klasik bir hikaye ama.. en azından söyleyeceklerini dinlememiz gerekmez mi?
Kılıcı olan çocuğun, lise öğrencisine benzer bir tipi vardı. Kılıcını önde duran cübbeli bir adama karşı tutup bağırdı, “Bizden izin almadan bizi buraya getirmek ne demek?”
“Ayrıca,” yayı olan çocuk da katıldı, “ Sizin dünyanızı kurtarıp ülkenize barış geldi diyelim.. görev bittikten sonra bizi dünyamıza geri göndereceksiniz, değil mi? Bize iş yaptıracaksınız, istediğiniz şey bu.” Dedikten sonra dik dik baktı.
“Bizim fikirlerimizi önemsediniz mi acaba. Bu çabanıza değecek mi sizce? Belki bu konuşmamızın ardından bizi kendinize düşman edeceksiniz, başınız belaya girecek.”
Demek olay bu idi. Karşılık istediklerini belirtiyorlar. Bu göreve karşılık, sahip olacakları statü ve ödülü öğrenmeye çalışıyorlar… Bu çocuklar kendilerine çok güvendikleri gibi, laflarını da geri çekmiyorlar… bu konuda benden açık ara öndeler, üzücü...
Cübbeli adamlardan birisi,- lider galiba-, çok büyük bir kapıya açılana kadar dayandı, ardından da bize ‘Gelin’ diye eliyle işaret etti.
“Peki.”
“Tamam.”
“Kiminle konuşursak konuşalım, sonuç değişmeyecek ama.”
Önümden geçişlerini izlerken bu sohbetten rahatsız olduğum için içimden söylenmeye başladım. Tek kalmak istemediğim için de arkalarından takip ettim.
Karanlık bir odanın içinden geçip taştan yapılmış bir merdivenden inmeye başladık.. Nasıl desem ki? Buranın havası bir farklıydı. Sözcüklerle aram hiç iyi olmadı, kendimi ifade edemedim. Pencereden dışarıya göz atma fırsatımız oldu, manzara göz kamaştırıcıydı.
Bulutlar çok uzakta görünüyorlardı. Bizim bulunduğumuz yerin (saray) aşağısında ise, her tatil beldesi broşüründe görebileceğiniz, Avrupa tarzı binalar sıra sıra dizilmişti. Biraz daha manzarayı seyre dalıp büyüsüne kapılmak istiyordum ama maalesef vakit yoktu. Alelacele pencereden uzaklaşıp merdivenleri indikten sonra taht odasına geçtik.
“Demek bu çocuklar bizim kutsal kahramanlarımız, ha?”
Önemli birine benzeyen birisi oturuyordu tahtta. Bize doğru eğilerek konuşmaya başladı. başkalarını küçümseyen insanlara katlanamıyorum, bende ilk izlenimi berbat şuan.
“Benim adım, XXXII Aultcray Melromarc ve bu toprakların hakimi benim. Kahramanlar, gösterin yüzünüzü göreyim!”
Ne bağırıyorsun diye az daha bağıracaktım ki tam vaktinde kendimi tuttum. Böyle bir yetkiye, pozisyona sahip olacak ki konuşuyor diye düşündüm. Kral olabilirdi.
“O zaman, size bir açıklama ile başlayayım. Bu ülke, hayır, bu dünya büyük bir yıkım ile karşı karşıya.”
Resmi bir kendini tanıtma oldu. Yanımdaki çocuklar konuya girdi. “Evet, şimdi her şey oturuyor. Hele ki bizi başka bir ülkeden çağırmanız bile anlaşılır oldu.”
“Evet, taşlar yerine oturuyor.”
Kralın anlattığı hikayeyi özetliyorum:
Dünyanın sonunun geleceği ile ilgili bir kehanet varmış. Pek çok sorun ortaya çıkacak, ta ki dünyada bir kum tanesi daha kalmayana kadar yıkım gerçekleşecekmiş. Ta ki musibetler engellenir, belalar def edilirse, dünya kurtulabilirmiş. Yüzyıllar önce öngörülen kehanetler, bu zamanı işaret ediyormuş. Hatta musibetlerin zamanını gösteren çok eski ve büyük bir kum saati olduğunu, yaklaşık bir ay önce kehanetlere dair kum saatinde kumların yer değiştirerek gösterge yaptığını söyledi.
Başta, halk bu efsaneleri ciddiye almamış. Kum saatinden kumlar düşmeye başlayınca büyük bir felaket ülkeyi vurmuş. Melromarc adı verilen bir çatlak oluşmuş.. Başka bir boyuttan açılan bu çatlak yüzünden, korkunç ve tehlikeli yaratıklar ülkeye girip saldırmış.
Ülkedeki şövalyeler ile gezginler yaratıkları bastırabilmiş ama ikinci felaket daha ağır sonuçlar doğurmuş.
Bu noktada, ülke çıkmaza düşmüş ve felaketleri engelleyemez olmuşlar. Durum gittikçe umutsuz bir hal alınca, kraliyet ailesi, kahramanları çağırmak için ayin düzenlemiş.
Bu kadarı özetler herhalde.
Bu arada, bu kutsal silahlar sayesinde bu ülkenin insanlarının dilini anlayabiliyormuşuz..
“Peki,..” Dedi bizim gruptan birisi. “Bize ne olduğunu anladık, tamam. Ama bu bize zorla size yardım ettirebileceğiniz anlamına gelmiyor, farkındasınız değil mi?”
“Hiçte böyle dertleriniz yok gibi ama.”
“Aynen. Söyledikleriniz gayet bencil geliyor bana. Madem dünyanız yok olmak üzere, bırakın yok olsun. Bu konunun bizimle uzaktan yakından ilgisi yok.”
Anlatılanlardan hoşnut olduğunu saklamaya çalıştığı kıkırdamasından anlayabiliyordum..
Eh, konuşma sırası ben de. “ Arkadaşların da dediği gibi, bizim size yardım etme gibi bir zorunluluğumuz yok. Vaktimizi size ayırıp krallığınıza huzur getirdik diyelim, ‘teşekkürler, görüşürüz’ dışında ne elde edeceğiz ki? Aslında sormak istediğim, evimize dönmenin bir yolunun olup olmadığı. Bize bundan bahseder misiniz?”
“Hmmm…” Kral, çalışanlarından birine gözüyle işaret etti. “Tabii ki, tüm çabalarınızı karşılıksız bırakmayacağız.”
Hepimiz sevinçten yumruklarımızı sıktık. Evvet! Anlaşmanın ilk aşaması: tamamlandı.
“Doğal olarak,” diye devam etti kral, “ sizi finansal olarak desteklemekle birlikte ihtiyaçlarınızı da gidereceğiz, yardımlarınızın karşılığı olarak.”
“Öyle mi? Harika. Bu konuda anlaşırsak, sorun yaşamayız diye düşünüyorum.”
“Bizi kontrol altına aldığınızı düşünmeyin sakın. Düşman olmadığımız sürece, size yardım ederim.”
“Kabul.”
“Anlaştık.”
Niye sürekli üstünmüş gibi davrandılar ki? Az önce mecliste nerde olduğumuzu bile bilmiyorduk! Gerçekten kralı karşılarına alıp düşman mı edinmek istiyorlar yani?
Yine de, her şeyi baştan konuşmak güzel oldu. Ya sonradan konuşup elimizdeki şansları da kaybetseydik diye düşünmeden edemedim.
“Anlaştığımıza göre. Bana kendinizi tanıtın, kahramanlar.”
Bir dakika ya—bir şey dank etti. Kütüphanede okuduğum kitaba çok benzemiyor mu yaşadıklarım? Hani şu kitap, Dört Kutsal Silahın Kayıtları?
Kılıç, mızrak, yay ve evet, kalkan..
Dört kahraman bile aynı. Kitabın içine mi girdim yoksa? Tam kendi kendime mırıldanırken kılıçlı olan çocuk bir adım öne çıkıp kendini tanıttı.
“Benim adım, Ren Amaki. 16 yaşındayım ve lise öğrencisiyim.”
Kılıç kahramanı, Ren Amaki. Çekici ve bebek yüzlü birisi. Ama boyu kısaydı, herhalde 160 falandır. Kadın kılığına girse herkesi kandırır. Siyah kısa saçlı, bakışları keskin ve beyaz tenliydi. Havalı bir izlenim bırakıyor insanda.
“Sıra ben de, o zaman. Adım, Motoyasu Kitamura. 21 yaşındayım ve üniversite öğrencisiyim.”
Mızrak Kahramanı, Motoyasu Kitamura. Nazik ve kibar birisi. Ren kadar yakışıklıydı. Ama en az 2-3 kız arkadaşı olan tiplerden. Boyu 170 falandır. Saçı at kuyruğu idi. Normalde erkeklerde at kuyruğunu beğenmem ama ona yakışmıştı. Olgun bir tavrı var, bize abilik yapabilecek birisi.
“Ben de Itsuki Kawasumi. 17’yim ve hala lise öğrencisiyim.”
Yay Kahramanı, Itsuki Kawasumi. Sakin, dizilerde piyano/keman çalan karakterlere benziyor. Nasıl denir…? Hem boş birisi gibi geliyor hem de sakladığı bir şeyler varmış gibi bir hali var. Emin olamadığım bir haller var onda. Aramızdaki en kısa oydu. Boyu 155 falandır. Sanki saçlarına perma yaptrmış gibi dalgalıydı. Aynı her şeye alınan küçük kardeş tipi.
Görünüşe göre herkes japondu. Zaten yabancı görsem şaşırırdım..
Sıra hemen bana gelmiş?
“Sona kaldım herhalde. Adım, Naofumi Iwatani. 20 yaşındayım, üniversite öğrencisiyim.”
Kral bana küçümser gibi baktı. Çok sinirlendim ama kendime hakim olmaya çalıştım.
“Ren, Motoyasu, ve Itsuki, doğru mudur?”
“Efendim, beni unuttunuz.”
“Aaa, doğru. Pardon, Bay Naofumi.’
Demek yaşlı adam geç algılıyor… ama içten içe farklı bir durum olduğunu seziyorum… sanki bu dörtlünün içine dahil edilmiyor gibiyim? Bu kadar kısa bir listede beni saymayı mı unuttu yani?
“Evet, kahramanlar. Lütfen statünüzü doğrulayıp öz değerlendirme yapın.”
“Ha?”
Statüden kastı ne ola ki?!
“Pardon, ama öz değerlendirmeden kastınız nedir?” diye sordu, Itsuki.
Ren offladı, ardından da şöyle devam etti : “ Hala fark etmediniz mi yani? Buraya gelir gelmez fark etmeniz gerekirdi..?”
Bu çocuk nasıl her şeyi biliyor? Epey zeki birisi herhalde.
“Yani.,” devam ederek “ etrafa baktığınızda simgeler görmediniz mi diyorum?”
“Ha?”
Bahsedince, görüş açıma odaklanıp baktığımda etrafta işaretleri gördüm. Ben de görebiliyordum.
“O işarete odaklan iyice.”
Odaklanınca… sanki bilgisayarın başındaymışım gibi oldu. İşaret büyüdü ve sanki internet sayfası gibi gözümün önüne yazılar çıktı.
Naofumi Iwatani
Sınıf: Kalkan Kahramanı, Seviye 1
Silahı: Küçük bir kalkan (Kutsal Silah)
Diğer: Değersiz kıyafet
Yetenek: Yok
Büyü: Yok
Listelenmiş birkaç şey daha vardı, ama onları umursamadım. Demek kralın bahsettiği statü bu idi? Ama bunlar ne ki ya.. sanki bir oyunun içinde gibi?
“Seviye 1… gerildim birden. “
“Doğru tepki. Bu seviyede, savaşıp savaşamayacağımızı kim bilir...”
“Bunlar da ne?”
“Bunlar sizin dünyanızda yok muydu, kahramanlar? ‘Statü büyünüz’ olacak. Bu dünyadaki herkes görebilecek ve kullanabilecek.”
“Gerçekten mi?”
Vücudunuza ait bilgiler sayısal değerler olarak gözünüzün önüne geliyor, ve herkes bunu normal karşılıyor, hayret valla.
“Peki bizim ne yapmamız gerekiyor? Bu değerler çok düşük.”
“ Evet farkındayız. Yeteneklerinizi geliştirmek, sahip olduğunuz kutsal silahları güçlendirmek adına yolculuğa çıkacaksınız.”
“Güçlendirmek derken? Yani bu silahlar şuanki halleriyle güçlü değiller öyle mi?”
“Evet. Çağrılan kahramanlar, sahip oldukları kutsal silahları kendileri geliştirmek zorundalar. Ancak böylece güçlenebilirler.”
Motoyasu, düşüncesini dile getirdi. “ farklı silahları kullanırken hep beraber geliştirmiş oluruz ? Zekice bir plan gibi ama siz ne düşünürsünüz bilmem.”
Güzel bir fikirdi. Hem ben de kalkana tamah etmemiş olurum. Zaten kalkan bir silah bile değil.. bana iyi bir silah gerekiyor.
Ren konuşmaya daldı, “hep birlikte sonra çalışırız. Şimdi önceliğimiz kendimizi geliştirmek olsun. Kralın da bizden istediği gibi.”
Çok heyecan verici ya! Başka bir dünyadan çağrılan kahramanlardık! Bir Otaku olarak, manga içine girmişim gibi sevindim ve heyecanlandım. Kalbim yerine sığmıyordu. Kendimi sakinleştiremiyordum, diğer çocuklar da aynı hissetmiştir kesin.
“Grup olacağız herhaşde? Dört kişi olarak?”
“Bekleyin, kahramanlar.”
“Hm?”
Tam hep beraber gitmeye hazırlanıyorken, kral tekrar konuştu. “Herkesin tek başına yola çıkması gerekiyor, kendi grubunuzu kurarak.”
“Neden ki?”
“Efsaneye göre,” diye başlad, “Kutsal Silahlar birbirine karşı kullanılamaz. Kendi silahınızı ancak kendiniz geliştirebilirsiniz.”
“Tam anlayamadım. Yani hep beraber çalışırsak seviye atlayamaz mıyız, bunu mu demek istiyorsunuz?”
Ha? Silahların yanında bildirgeler belirdi. Aynı anda okumaya başladık.
Dikkat: Kutsla Silahlar ve sahipleri, beraber savaşırlarsa olumsuz sonuçlara yol açabilir.
Dikkat: Kahramanların, silahları ayrı kullanması tavsiye edilir.
“Demek doğruymuş…”
Sanki oyun kuralları gibi ya? Bir oyunun içine hapsolmuş gibiyim aynı. ama oyunlar gerçekçi hissettirmediği gibi, burada yaşayan insanlar da var.. belki de realiti programlarına benziyordur? Ama sistem sürekli oyuna benzer bir panel gösterip duruyor..
Bu arada silahların üzerindeki detaylı bilgileri okuyacak yeterli vakit yoktu ..
“Peki, kendi grubumuzu kurmayı mı deneyelim yani?”
“Öncelikle güvenliğinizi sağlamak için, size eşlik edecek kişiler olacak. Ama bugünlük burada bitirelim. Kahramanlar, bu gece dinlenin yarınki seyehat için hazırlık yapın. Ben de bu arada size eşlik edecek kişileri kasabadan seçeyim .”
“Teşekkür ederiz.”
“Teşekkürler.”
Krala teşekkür ettikten sonra hepimiz odamıza çıktık.
[hr]
çeviren: iloveraphtalia
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.