Gongyi Xiao rastgele bir müridi seçip ağırlık olarak kullandığını düşünmüştü fakat bu sadece kısa süreli bir fikirdi. Shen Qingqiu gidip kendi başına hâllettiğinde Gongyi Xiao kendi sektinden birisini bayıltmak zorunda kalmadığı için rahat bir şekilde soluklanmıştı.
Gongyi Xiao onun için üzgün hissetmeden edememişti. Shen Qingqiu Tepe Lordu olsa bile onun hapsedilip yerin dibine sokulması konusunda yapabileceği hiçbir şey yoktu. Üstelik onu sadece küçük düşüren aynı kişinin kıyafetleriyle örtebilirdi. Bu gerçekten insanın keder ve acımayla iç çekmesine sebep olurdu!
Shen Qingqiu Gongyi Xiao’nun gözlerinin anlayış, keder ve öfkeyle alevlenir gibi olduğunu fark etti. Sadece arda kalan ifadesizliğiyle tepki verebilmişti.
Onun anlamasını beklemeden Gongyi Xiao çoktan kendi dış cübbesini çıkartmaya başlamıştı. Shen Qingqiu, kendisinin uyanması için ciddi bir vuruş yapması gerekip gerekmediğini düşünüyordu fakat Gongyi Xiao çoktan dış cübbesini çıkartmış, iki eliyle de ona sunmuştu. Konuştu: “Lütfen bunu giyin!”
Shen Qingqiu aniden ışığı gördü.
Ah, yani bundan bahsediyordu. Luo Binghe’nın kıyafeti siyah olsa bile giysisi bu kişininkine benzerdi. Kahramanın kendi yapmış olduğu gösterişten uzak, fazla imalı bazı şeylere sahipti ve neticede bunu giyerse hâlâ fazlasıyla göze çarpacaktı. Eğer onu sıradan beyaz cübbeyle değiştirirse kaçması için oldukça yararlı olacaktı, değil mi? Gongyi Xiao fazlasıyla düşünceliydi.
Tereddütsüz bir şekilde Luo Binghe’nın dış cübbesini çıkartıp Gongyi Xiao’nunkiyle değiştirmişti. Çıkmadan önce bir anlık düşünüp Luo Binghe’nın kıyafetini düzgünce katlayarak yere yerleştirdi.
Su zindanını terk ettikten sonra ilk olarak yolun çok da zor yürünmediğini düşündü. Fakat daha fazla yürüdükçe Huan Hua Sarayı’nın labirentinin gerçekten de çok korkunç olduğunu daha fazla idrak etti. Bir mağara bir mağaraya, yollar iç içe geçerek bir diğerine bağlanıyor; her üç adımda dokuz kez dönüyordu, birisinin başını döndürünceye kadar etrafında dolaştırıyordu. Gongyi Xiao’nun sırtı açıkça hemen önündeydi fakat birkaç seferde onu kaybetmemekten güçbela kurtulmuştu. Gongyi Xiao’nun su zindanının nöbetçilerinin dağılımını ve günlük programı avcunun içi gibi bilmeseydi kim bilir kaç devriye gezen mürit takımıyla şimdiye karşılaşırlardı?
Yarım saat sonra ikisi sonunda yer altı su zindanından çıkmayı başarabilmişlerdi. Bailu Ormanı’na girene kadar birkaç kilometre durmadan yürüdüler. Huan Hua Sarayı’nın bölgesini terk etmek üzere olsalar bile su zindanının ikaz çanlarının sesi gelmiyordu, yani mahkûmun hâlâ kaçtıklarını fark etmedikleri anlamına geliyordu. Luo Binghe’nın onun dışında kimsenin su zindanını incelememesi emri gerçekten Shen Qingqiu’nin kaçmasına fazlasıyla yardım etmişti.
Bir süre dinlendikten sonra Shen Qingqiu konuştu: “Lord Gongyi, bana daha fazla eşlik etmene gerek yok. Daha keşfedilmememizin avantajını elde edip çabucak dönmelisin.” Eklemeden birazcık durakladı: “Yedi gün içinde Huayue Şehri’ne gidersen eğer beni kesinlikle orada bulabilirsin.”
Gongyi Xiao konuştu: “Durum böyleyse size daha fazla eşlik etmeyeceğim. Kıdemli her ne kadar bugün olanlardan sonra ne yapacağını bilse de lütfen fazlasıyla dikkatli olun. Ve duruşma konusunda bir ay içinde dört grup toplanacak, o nedenle endişelenmeyin, Kıdemli. Söylediğiniz gibi, masum insanlar doğal olarak temize çıkacaktır. Lordlar ve diğerleri kesinlikle sizi adaletsizlikten kurtaracaklardır.”
Shen Qingqiu gülmeden edemedi. Öncelikle, karanlık geçmişi kesindi ve temize çıkartılamazdı. Ayrıca, bir ay içinde dört grup tarafından yapılacak duruşmayı takmıyordu hahaha… Aniden, yine de acelesizdi, ellerini saygıyla kavradı. “Tekrardan karşılaşacağız.”
Huan Hua Sarayı bölgesinin sınırından Huayue Şehri’nden doğrudan Merkez Ova’ya giden yol en yoğun, ekonomik ve en refah nüfusun olduğu yerdi. Bu aynı zamanda bu bölgede son derece fazla sayıda efsun sektleri ve klanları olduğu anlamına geliyordu.
Bu dünyanın efsuncuları fazlasıyla hava savunmasına değer veriyordu. Genelde Jinlan Şehri gibi alanların üzerine savunma oluşumları oluştururlardı. Uçan bir kılıç ya da ruhanî bir silahla hız sınırının üzerinde karşıdan karşıya geçerse kesinlikle fark edilecek, sektin en yüksek yetkilileri de bilgilendirilecektir.
Hayal edildiğinde bu kaçış güzergâhını megafonla son seste yayınlarmış gibi olurdu.
Shen Qingqiu dinlenmeden yolun bir kısmını uçarak, geriye kalan kısmını yürüyerek gitmişti. Sonunda, ertesi gece Huayue Şehri’ne varabilmişti.
Son derece talihsiz bir zamanda gelmişti. Huayue Şehri’nin kuruluşunun kutlama şenliğiydi, bütün geceyi festival fenerleri süsleyerek aydınlık tutuyordu. Sokaklar uçan ejderler ve dans eden aslanlarla doluydu, müzik sağır ediciydi. Eşyalarını taşıyan halk ve satıcılar tıklım tıklımdı. Neredeyse herkes evlerinden çıkmıştı.
Daha da talihsiz olan şeyse o geldiğinde kara bulutlar ayı örtmüştü.
Ayışığının ya da günışığının yardımı olmadan başarısızlık olasılığı son derece artacaktı. Shen Qingqiu bunun imkansız olduğunu düşündü, bu andan itibaren en fazla bir gün beklemesinin en doğrusu olduğuna kanaat getirdi. Eğer bir gün içinde bulutlar dağılmazsa bu kadar önemseyip daha fazla bekleyemezdi. Her hâlükârda aşırı olgunlaşmış Güneş ve Ay’ın Nemlendirdiği Çiçek Tanesi’ne sarılıp ardından ağlaması en iyisiydi. Ondan yemek yapıp şarapla servis etse bile hâlâ güçlü kimyasal tadına sahip olacağından kuşkulanıyordu.
Shen Qingqiu yavaşça yürüdü, çoğunlukla bazı ailelerin oyun oynayan neşeli çocuklarına denk gelmişti. Yanından gülerek geçen genç kadın grubunu fırçalamış, bundan biraz da olsun pişmanlık hissetmişti. Şu anda can havliyle kaçmasaydı şehir boyunca gezebilirdi bile.
Aniden, uzun kılıç taşıyan birkaç adam ona doğru ilerledi, hepsi aynı renk ve aynı şekilde kıyafet giyiyordu. Hepsi başlarını kaldırıp göğüslerini kabartarak tek bir bakışta karışık sektlerden kibirli müritler oldukları anlaşılacak şekilde yürüyorlardı.
Söylemesi tuhaftı fakat en küçük sektlerden gelen bu müritler onların efsuncu olduğunu bilmeyenlerden daha çok korkuyorlardı. Kıyafetlerine bu bilgiyi çok büyük bir şekilde işleselerdi bari. Shen Qingqiu doğal olarak dönüp rahatlıkla yolun kenarındaki şeytan maskesini alıp yüzüne takmış, yanlarından sakince geçmişti. Festivalde her on ziyaretçiden altısı maske takıyordu, o nedenle aralarına karıştığında çok göze çarpmaktan korkmuyordu. Bir adamın “Kıdemli askerî kardeş, Xiu Ya kılıcı gerçekten birisinin onu gelip tutabileceği bu şehirde mi?” dediğini duydu.
Grubun lideri fırça attı: “Dört grubun anlaşarak yaydığı ikramiye bu, nasıl sahte olabilir? Birçok sektin burayı sarmalaması için birçok kişiyi gönderdiğini görmedin mi? Bak, Huan Hua Sarayı’nın yolladığı ödülü de gördünüz. İstemiyor musunuz?”
Shen Qingqiu’nin kafasının içinde binlerce düşünce geçiyordu. Sonunda, farkında olmadan aranan adam da olmuştu.
“Huan Hua Sarayı’nın bu denli büyük kuşatma yapması boşuna değil. Eğer onlar hakkında konuşacak olursak yeterince fazla trajik olurdu…”
Shen Qingqiu düşündü; olsa olsa, bütün yaptığım Huan Hua Sarayı’ndan mevkice düşük bir müridi bayılttım. Başka bir şey bile yapmadım, öyleyse nasıl oluyor da Huan Hua Sarayı böylesine içler acısı kurban hâline gelebildi? Dinlemeye devam etmek istedi fakat insan akınından ayrılana kadar gittikçe ilerleyen insanlar yüzünden vazgeçmek zorunda kalmıştı. Terk edilmiş bir ev bulup biraz dinlenip dinlenmemeyi düşündüğünde bacağından birisi aniden ağırlaşmıştı. Aşağıya baktığında sadece minik bir çocuğun uyluğuna sarıldığını görmüştü.
Çocuk yavaşça başını kaldırdı. Yüzü eksik beslenmiş gibi solgundu fakat doğrudan Shen Qingqiu’ye bakan gözleri büyük ve parlaktı, uyluğuna bırakmayı reddedercesine sıkıca sarılıyordu.
Küçük çocuk başını salladı; ağzını açtığında sesi yumuşak ve sakindi: “Kayboldum.”
Shen Qingqiu onun şirin ve birazcık tanıdık göründüğünü düşündü, o nedenle eğilip onu kaldırarak büktüğü koluna oturmasını sağladı. “Buraya kiminle geldin?”
Küçük oğlan boynuna sarılıp dudaklarını birbirine bastırdı. “Shizun’la…”
Bir sektin genç müridi olabilir miydi? Eğer bir yetişkin onun için gelirse bu sorun olurdu. Fakat bir sebepten çocuğun özellikle “Shizun” derkenki üzgün görünüşü Shen Qingqiu’nin kalbinin en hassas tellerini çekmişti. Kalbini katılaştırıp onu yolun kenarına acıklı bir şekilde oturmaya devam etmesi için bırakamazdı. Küçük, yumuşak kıçını patpatlayıp konuştu: “Shizun sana pek iyi bakmamış, vicdanı fazlasıyla kötü olmalı. Nerede kaybolduğunu hatırlıyor musun?”
Küçük çocuk kulağına doğru kıkırdadı. “Hatırlıyorum. Shizun bizzat beni tek vuruşta indirmişti- nasıl hatırlamazsın?”
Anında Shen Qingqiu’nin bedeninin yarısı donmuştu.
Kollarının arasındakinin minik bir çocuk olmadığını, aksine zehirli bir yılan olduğunu hissetti- dişlerini göstererek boynuna sarılmış kocaman bir yılandı. Her an onu ısırıp zehrini verebilirdi!
Kollarının arasındaki kişiyi şiddetle fırlatıp ondan uzaklaştırıp dönmüştü, sırtındaki bütün tüyleri diken diken olmuştu. Anında, vücudundaki bütün ayva tüyleri doğrudan dikilmişti.
Sokaktaki herkes ona bakıyordu.
Maske takan da takmayan da, hepsi bir anlığına duraklamıştı, nefeslerini tutarak onları izliyorlardı.
Maske takanların yüzlerindeki iblis maskesi vahşi ve korkutucuydu, maske takmayanlar kadar, hatta onlar daha bile panik içertiyorlardı- hiçbirinin yüzü yoktu!
Shen Qingqiu’nin ilk hareketi elini Xiu Ya kılıcına koymak olmuştu fakat anında kendine geldi. Saldıramazdı!
Bu, Luo Binghe’ya ilk başta öğrettiği şeydi. Rüya İblisi’nin oluşumunda, rüyada “birisine” saldırırsan gerçekte kendi ruhuna saldırmanla aynı olacaktı.
Shen Qingqiu’nin alnını soğuk terler kaplamıştı. Ne zaman oluşum içerisine girdiğini bilmiyordu, gerçi insanlar doğal olarak nasıl ve ne zaman “rüyanın” başladığını hatırlamazlardı. Kaçıp dururken sinirleri yıpranıp da yolun kenarında uyuyakalmış olamazdı, değil mi?
Arkasında genç, nazik bir ses konuştu: “Shizun.”
O zamanlar ses kulağının dibinde geldiğinde yeterince kıyaslanamaz şekilde yumuşak ve şirindi- fakat şimdi duyduğunda beklenmedik ve açıklanamaz bir şekilde kötü niyet taşıyordu.
Çocuk Luo Binghe arkasındaydı, soğuk bir şekilde konuştu: “Neden beni artık istemiyorsunuz?”
Shen Qingqiu kararlılıkla arkasına bakmadan anında alıp başını gitti!
Yüzsüz insanlar ona bakmasına rağmen- hayır, ‘bakıyor’ denemezdi, gözlerinin olmadığını hesaba katacak olursak yüzleri Shen Qingqiu’nin istikametine dönüktü. Elbette sayısız bakışı üzerinde hissediyordu.
Shen Qingqiu onları hiç de görmemiş gibi davranıp birdenbire ileriye yüklendi. Eğer birisi yolunu keserse bir kenara itecekti. Aniden, bir el ilerlemesini durdurdu. Başını çevirdiğinde el ince olmasına rağmen korkutucu derece fazla güçlü olduğunu gördü, demir halka gibiydi.
On dört yaşındaki Luo Binghe bileğini sıkıca kavrıyordu, sık sık bütün bir yıl boyunca yüzündeki yaralara kıyasla ifadesi keder doluydu. Bu zift siyahı gözler dikkatle ona bakıyordu.
Hâlâ yaklaşıyorsun!
Shen Qingqiu serbest kalana kadar kolunu üç kere sallamış, onu kalabalığa itmişti ki kaçabilsin. İlk seferde çocuktu, ikinci seferde gençti. Eğer yetişkin hâli gelirse bunu daha fazla gerçekten götüremezdi!
Fakat sokak sonsuza kadar gidiyor gibi görünüyordu, asla sonuna ulaşamayacak gibiydi. Sokağın iki tarafında da küçük parterler iki defa gözüktüğünde yüzsüz çocuklar birlikte oynuyor, genç kadınlar iblis maskesi takıyordu; Shen Qingqiu sonunda rüyanın içinde bu yolun devamlı olarak döngüde olduğundan emin olmuştu. İleriye yürüyerek ayrılması imkânsızdı!
İlerlemek ya da geriye gitmenin faydası olmayacağından yeni bir yol bulmalıydı. Shen Qingqiu çabucak şarap dükkânının önüne ilerlemeden önce sağına ve soluna baktı.
Büyük kırmızı fenerler şarap dükkânının kapısının önüne, yükseğe asılmıştı; kırmızı ışık loş ve cazibeliydi. Tahta kapılar sıkıca kapatılmıştı fakat Shen Qingqiu onları çekerek açıp içeriye girdi. Tamamıyla içeriye adım attığında iki tahta kapı çarparak kendiliğinden kapanmıştı.
Odanın içi siyahla örtülmüştü ve soğuk rüzgâr onu okşayarak geçti. Şarap dükkânının değil, dağ mağarasının içi gibi görünüyordu.
Shen Qingqiu yine de bunu beklenmedik bulmamıştı. Rüyayı değerlendirmek için sıradan hislerini kullanamazdın. Her kapı seni dünyanın herhangi bir yerine götürme ihtimali taşıyordu.
O sırada, ardışık olarak tuhaf sesler işitti.
Birisinin ciğerleri delinmiş gibi ses geliyordu. Devamlı olarak nefes darlığıyla; son derece zorlukla ve şiddetli ıstırabı ifade ederek soluklanıyordu.
Dahası, bu sadece tek bir kişi gibi de görünmüyordu!
Shen Qingqiu parmaklarını şıklatıp parmaklarının ucundan birdenbire ateş ortaya çıkartarak tuhaf sesin geldiği alana doğru fırlattı.
Ateş ışığı sahneyi tamamıyla aydınlatmış, göz bebekleri anında dehşete düşerek küçülmüştü.
Liu Qingge Cheng Luan kılıcını ellerinde tutarken göğsüne saplamadan önce kılıcın sivri ucunu kendine yöneltmişti.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.