Yukarı Çık




47   Önceki Bölüm 
           
Sha Hualing Luo Binghe’nın neden aniden bu denli öfkeli bir şekilde tepki verdiğini anlayamamıştı. Gözyaşlarını tutmaya çalışsa bile birden yüzünden aşağıya akarak görüşünü bulanıklaştırdı.
 
Cezalandırılmak için ne yaptığını anlamaya çalıştıkça Shen Qingqiu’nin yüzüne bakar olmuştu. Aniden, ifadesi hayalet görmüş gibi değişti.
 
Dehşete düşmüştü, haykırdı: “Lordum, beni bağışlayın! Bu ast hatasını biliyor, bu ast bunların hepsinin bir tesadüf olduğuna yemin ediyor! Lordum, beni bağışlayın, bunu yapan gerçekten ben değildim!”
  


Sha Hualing’in kalbi, sicilinde çoktan kara bir leke olduğundan beridir son derece acılıydı. Luo Binghe’nın astı olarak hizmet etmek için ilk işe alındığında Shen Qingqiu’nin cesedine nasıl davrandığını görmüş ve onun için anlamında şüpheli düşünceleri olmuştu. Ayrıca, kendisini zeki zannederek Shen Qingqiu’ye yaklaşık yüzde elli benzeyen birisini bulmayı başarmıştı. İblis ırkının tekniklerinden birisini kullanarak sonuçta sahteyi son derece gerçeğine benzetebilirdi, baştan aşağı neredeyse mükemmel bir kopya olurdu. İftiharla kopyayı Luo Binghe’ya sunmuştu fakat memnun olmayacağını geçin, öfkeden kudurarak neredeyse bütün mağarayı yıkacağını tahmin etmemişti.
 
Sha Hualing o anı asla unutmayacaktı, ayrıca doğal olarak Luo Binghe’yı bir daha öyle bir ifadeyle görmek istemiyordu. O andan itibaren daima tedbirli olmuş, hiçbir şekilde katiyen konuyu açmaya cesaret etmemişti. Şu anda göz koyduğu damarın aslında Shen Qingqiu’yi birazcık andıracağını kim bilebilirdi ki? Bu kuşkusuz Luo Binghe’yı öfkeden kudurtmuştu!
  


Luo Binghe konuştu: “Onun simasını kullanmayı aklından bile geçirmemen için seni uyarmadım mı ben?”
  


Sha Hualing havada asılı kaldı. Oksijen eksikliğinden yüzü kırmızıya dönmüştü, sadece art arda boğulma sesleri çıkartabiliyordu. Güç bela “…bu sefer… gerçekten bu astın planı değildi…” diyebildi.
  


Shen Qingqiu detayları tam olarak anlayamasa da kendi siması hakkında bir şey olduğunu kestirebilmişti. Ağzını kapatıp kendi kendine düşündü: Beş yıl önce ölmüştü, yine de Luo Binghe hâlâ onu andıran birisini gördüğünde sinirleniyordu. Anlaşılan o ki, o zamanlar Luo Binghe’yı çok derinden sarsmışım.
 
Shen Qingqiu aniden midesinde bin tane iğne iç organlarını delip geçiyormuşçasına keskin bir acı hissetti.
  


Şu an ruhanî enerjiyle dolup taşıyor olsa bile bir işe yaramazdı. Sıcak ağız dolusu parlak kırmızı kanı tükürürken görüşü karardı.
  


Luo Binghe’nın etrafındaki hava basıncı son derece yoğundu. Shen Qingqiu’ye ölü bir hayvana bakar gibi bakıyordu.
 
Belindeki İblis’in Kalbi kılıcı coşkuyla titremeye başladı; durmaksızın uğulduyordu, her an kınından fırlayacak gibiydi. Luo Binghe tek eliyle zorla kılıcın kabzasını bastırırken gözlerinden kan kırmızısı rengi taşıyordu.
  


Shen Qingqiu yüzünün kenarındaki kanı sildi, olaya şaşkın şaşkın bakıyordu.
  


Asıl hikâye çizgisinde Luo Binghe, İblis Âlemi’ne girdikten sonra aklî dengesini nispeten toparlamış olmalıydı. Her ay bir ya da iki kişinin ruhanî enerjisini emiyor, daha fazlasını kendini güçlendirmek gayesinde alıyordu. Fakat Shen Qingqiu niçin Luo Binghe’nın şu anki durumunun gittikçe kötüleştiğini hissetti? İblis’in Kalbi kılıcının etkisini bastırmak için ruhunu infilak ettirmesinin çok faydalı olduğu zamankinden daha bile şiddetliydi.
  


Sha Hualing havada gittikçe yukarıya doğru yükseliyordu. Shen Qingqiu’nin kan tükürdüğünü fark ettiğinde Luo Binghe’nın kalbini katılaştırıp onun bedenindeki Kutsal İblis kanını hareket ettirdiğini biliyordu. Tüm gücüyle bağırdı: “Lordum… onu öldürmemelisiniz… bugün dolunay var. O kesinlikle kullanışlı olacaktır—ondan daha uygun birisi olamaz…”
  


Elbette, hakikaten Shen Qingqiu’nin ölü ya da diri olması için endişelenmiyordu. Yine de Luo Binghe’nın öfkeden kendini kaybedip bu yabancının hayatını almasına izin verirse Sha Hualing onun zalim tarafını kaybetmediği için bile kesinlikle ıstırap çekecekti. Üzerinde düşününce Sha Hualing, kendisini dertli bir yıldızın altında doğmuş olmalı gibi hissetti.
 
Yapabileceği kadar içten bir şekilde boğuk bir sesle bağırdı: “Bu adamı ya da beni umursamadığı düşünüyorsan bile en azından şeyi… şeyi düşün…” Cümlenin sonunda sesini yükseltmek için bütün çabasını harcadı: “Kutsal Türbe’yi düşün!”
 
Sondan önceki iki kelimeyi duyduğunda Luo Binghe’nın hareketleri anında ağırlaştı.
  


Kutsal Türbe, iblis ırkının kıdemlilerinin ebediyen dinlendikleri yerdi. O anki hükümdar dışında kimsenin girmeye izni yoktu, herhangi bir kural tanımaz ölümle karşılaşırdı.
  


Nesiller geçtikçe her türlü büyülü silah ve ruh araçları türbenin içine cenazeye ait objeler olarak gömülmüşlerdi. Sayılamaz kadar çok olduğu gibi kaliteleri hiçbir yerde bulunamayacak kadar nadide türdendi, birisinin düşününce ağzının suyunun akması için yeterliydi.
 
Türbenin içinde ölüleri dirilten bir eşyanın olduğu da söyleniyordu. Asıl Luo Binghe, Sha Hualing’in yardımıyla baş konuma geçmeyi başarıp Kutsal Türbe’ye girmişti. Bütün bu nadide eşyaların kimin çuvalına girdiğinden hiç şüphe yoktu.
  


Kutsal Türbe’den bahsederek Luo Binghe’ya şimdiye kadar kendisini kullanamadığını hatırlatan da Sha Hualing değil miydi?
 
Her halükârda, şüphesiz doğru yoldaydı.
  


Sondan önceki iki kelimeyi duyduğunda Luo Binghe’nın gözleri kırmızı ışıkla parıldadı. Sha Hualing’in bedeni, ayak parmakları zar zor yere dokunur hâle gelene değin alçaldı.
  


“Hatırlamamı sağladın.” Luo Binghe’nın parmakları İblis’in Kalbi kılıcını nazikçe sıvazladı, rahatsız kılıcını rahatlatıyordu. Sesini alçaltarak konuştu: “Doğru, hâlâ Kutsal Türbe var.”
  


Sha Hualing nihayet soluklanabilmişti ki Luo Binghe’nın “Yani, beni tehdit mi ediyorsun?” diye sorduğunu işitti.
  


Korkudan ruhu bedeninden neredeyse fırlayacaktı. “Bu ast buna cüret etmedi!”
  


…çok feciydi. Nasıl olur da Proud Immortal Demon’s Way’in iki baskın kadın liderden birisiyken, yılın sonunda en popüler (kadın) karakterlerinde üçüncü olmuşken bu duruma indirilmişti?!
  


Shen Qingqiu, ağlayıp sızlanmak için fırsatı bile olmadan birisinin göğsünden yakalayıp bedenini öne sürüklediğini hissetti.
 
Gözleri bulanıklaştı. Ani donma hissi gövdesinin üstüne çıkmıştı. Bakmak için başını aşağıya eğdiğinde Luo Binghe’nın elini göğsünün sol tarafına bastırdığını gördü.
 
Göğsünden vurulmuş gibi bir histi; cephanesi, günahkâr şeytanî enerji olmuştu. Bedenine girdikten sonra enerji damarlarında yayılıp dört uzvuna uzandı.
 
Sistemin ani, net biplemesi dikkatini acıdan uzaklaştırmıştı.
  


Temas gerçekleştirme başarılı!
  


Güç kaynağına bağlanıldı. Güç depolanılıyor!
  


Sistemin öz değerlendirmesi: sistemin bütün işlemleri standart. Kullanmaya devam ettiğiniz için teşekkürler!
 
Sistemin denetlemesi biraz fazla modern değil mi?!
Shen Qingqiu’nin başlangıçtaki ruhanî enerjisi ağzına kadar dolu bir göle yakındı. Bu sefer Luo Binghe tarafından epey bir miktarı emilmişti.
  


Fakat bu boşluk bir anlığına sürmüştü. Güneş ve Ayın Nemlendirdiği Çiçek Tanesi’nden oluşan bedeni çabucak ruhanî enerji toplamaya başlamış, Luo Binghe’nın çektiği enerji kaybını yerine koymuştu.
 
Shen Qingqiu şu anki bedeninin taşınabilir güç kaynağı(powerbank) gibi olduğunu hissetti.
 
İçinden kükredi: Önceki hayatımda bazı roman incelemelerimde biraz haddimi aştıysam da sövdüğüm şeyler Gökyüzüne Ateş Eden Uçak’ın yazma kabiliyetineydi ve hiçbir şekilde asıl erkek lidere değildi! Öyleyse neden Luo Binghe her zaman benimle ilgileniyor?!



Luo Binghe şaşkınlıkla bağırarak elini çekti.
  


Bu damarın özü daha önceki hiçbir damara benzemiyordu. Çoktan ruhanî enerjisinin çoğunu çekmiş olmasına ve şeytanî enerjisinin büyük bir bölümüyle onu doldurmasına rağmen çabucak yenilenmişti. Görünüşe göre Sha Hualing bu adamı yakalamakta ısrar ederken haklıydı.
 
Sha Hualing yüksek sesle küt diye çarparak yere düştü. Bu adamı yakalama konusunda doğru bir karar verdiğini biliyordu ve muhtemelen kısa mesafede ölümden kurtulmuştu, büyük bir kederi kıl payı atlatmıştı. Yine de son derece korkmuştu, dizlerinin titremesini durduramıyordu. Aceleyle duruşunu düzeltmeye kalkışarak tek dizinin üstüne çöktü.
  


Luo Binghe konuştu: “Bunu sahiden senin yapıp yapmadığın umurumda değil. Fakat onu bir daha asla bu simayla görmek istemediğimi aklında tut.”
  


Sha Hualing çabucak başını eğdi. “Emredersiniz!”
  


Luo Binghe, elini kaldırıp savurarak açtığı yarığın içine adım attı. Ayrılırkenki kibirli tutumu çoğu insanın öfkelenmesi için yetmişti. İkisini öylece çorak çölde ardında bırakmıştı, Luo Binghe Shen Qingqiu’nin kaçmaya çalışıp çalışmayacağını umursamıyor gibiydi.
  


Kaldı ki, endişelenmesine gerek yoktu. Shen Qingqiu çoktan onun kanını sindirmişti, o yüzden kaçmaya çalışırsa Shen Qingqiu’nin bulunduğu yeri bulup ölümden daha beter acıya neden olması için Luo Binghe’nın tek yapması gereken şey parmağını şıklatmaktı.
  


Shen Qingqiu aniden düşündü: öyleyse… Ağabey Bing’ın müritlerinden sayılabilir miydi?
  
  
Tabii ki de, Luo Binghe sahiden onu tanımamıştı. Kartlarını doğru oynarsa gelecek olasıkların umutlu gözüktüğünü anlamına mı geliyordu bu?
 

Sadece ayda bir kerelik bir durum değil miydi? Bir süre sonra buna alışırdı!
  


Düşünceleri şiddetli karmaşa içerisinde fırıl fırıl dönerken Sha Hualing aniden onu yüzünden kavradı. Shen Qingqiu iki parmağını uzatarak onu engelledi. “Ne yapmaya çalışıyorsun?”
  


Sha Hualing dişlerini gıcırdattı. “Onu duymadın mı? Daha şimdi yüzünü görmek istemediğini söyledi!”
  


Shen Qingqiu boş gözlerle baktı. Ansızın uzanıp tek elle cübbesindeki tülbent parçasını yırttı.
  


Sha Hualing çığlık attı: “Neden cübbelerimi parçalıyorsun?!”
  


Qingqiu kumaşın üzerinde iki delik oluşturduktan sonra kendi yüzüne bastırdı, böylece sadece gözleri görünüyordu. “Cübbemde çok fazla delik var, o nedenle sadece seninkini kullanabilirim. Tek bildiğin şey birisinin yüzünü paramparça etmek mi? Bir parça kumaş kullanmak yeterli. Çirkinleşmeye gerek yok.”
  


Luo Binghe’nın bu kişiye ayda bir kez ihtiyacı olduğu gerçeği olmasaydı geriye kalan el sürülmemiş tek yer saçları olacaktı, Sha Hualing onu kıyma şeklinde büyükçe doğrardı. Luo Binghe’nın bu simanın sahte uyarlamalarını gördüğündeki küçümsemesi, doğranıp kanlı bir görüntünün oluşmasından zevk alacağı anlamına gelmiyordu. Sha Hualing sadece sinirini yutup bağırdı: “Gidelim!”
  


Gidiyorlarsa gidiyorlar demekti. Her şekilde nereye düşerlerse düşsün bir önemi yoktu, her adımı hesaplamak gereksizdi. Shen Qingqiu Luo Binghe’nın İblis’in Kalbi kılıcını başarıyla bastırdıktan sonra artık ona ihtiyacı olmayacağı sonucuna vardı. O noktaya gelince efsun dünyasına veda edecekti, ki muhtemelen bu çok ileride olacak bir olay değildi. Dikkatli olmayı sürdürdükçe Luo Binghe, ruhunun Güneş ve Ay’ın Nemlendirdiği Çiçek Tanesi’nin sahte bedeninden kaçtığını fark etmediği sürece sorun olmayacaktı.
  


Shen Qingqiu bu yeni rolüne gayet çabuk adapte olmuştu. Luo Binghe’nın arkasından Sha Hualing’le peşpeşe girdiği yarık hemen ardından yavaşça kapanmıştı. İblis ırkından çoğu seçkin komutanın uyum sağlama hızları da pek mükemmel sayılırdı, Sha Hualing biraz soluklanmanın ardından tamamıyla sakinleşmişti.
 
Sordu: “Adın nedir?”
  


Yarığın diğer tarafı uzun bir hole açılmıştı. Duvarın iki tarafında da görülebilen karışık işlemeler vardı, her türlü motiflerden üzerlerine oyulmuştu. Fener gibiydi fakat biraz daha loştu.
 
Shen Qingqiu bu yerin nedense aşina geldiğini hissetti. Düşünmeksizin yanıtladı: “Eşsiz Salatalık.”
  


Sha Hualing mırıldandı “Eşsiz Salatalık mı?” Çok geçmeden hiddetle sordu: “Benimle dalga mı geçiyorsun?”
  


Shen Qingqiu oyma işlemelerine baktıkça bu motifleri şahsen daha önce hiç görmediğinden iyice emin oldu, bunun hakkında önceden bir açıklama görmüş olabileceği ihtimalinin sonucuna vardı.
 
Bu süreçte Sha Hualing’i tamamıyla yok saydı. Yanıt alamadığını anladığında Sha Hualing kızgın bir şekilde onu tehdit etti: “Önceden ne yapmış olursan ol, Kutsal İblis’in kanını içmenden itibaren lordun adamlarından birisisin. Onun düşüncelerine karşı çıktığın takdirde tek parça bir bedenle ölmek en hafif ceza sayılır!”
  


Köşeyi dönüp birkaç tanıdık sarı cübbeli mürit ortaya çıktığında Shen Qingqiu sonunda nerede olduğunu anlayabilmişti: Huan Hua Sarayı, Luo Binghe’nın İnsan Âlemi’ndeki karargâhındaydı.
  


Fakat burası bildiği Huan Hua Sarayı’ndan çok farklıydı. Huan Hua Sarayı görkemli ve şaşaalı olmalıydı, lüksten göz kamaştırmalıydı. Her tahta kalas ve taş en müsrif maddelerden yapılmış olmalıydı.
 
Fakat gözlerinin önündeki yapı tek bir kelimeyle açıklanabilirdi:
  


Sönük.
 
Önceki hanedanlıkların hükümdarları daima müsrifliği sevmişlerdi ve Luo Binghe onlardan farksızdı. Yine de lüks olması gerekirken kasvetli donukluk vardı. Koridoru kaplayan fenerler bile her an sönebilirmiş gibi titreyerek yanıyorlardı.
  


Çok geçmeden Sha Hualing, geriye kalan Huan Hua Sarayı müritleriyle aynı cübbeyi giymişti. Şeytanî enerji yaymadığında herhangi hoş gözüken insan kızından farksız duruyordu.
 
Luo Binghe koridoru geçmiş, büyük saray odasında oturmuştu. Shen Qingqiu aslında başka bir yere sapmak istiyordu fakat Sha Hualing tarafından durduruldu: “Nereye gidiyorsun? Uzaklaşma. Benimle kal!”
 
Shen Qingqiu ona karşı gelmek istemiyordu, gönülsüzce onun ve diğer müritlerin yanında dip dibe durdu, düz bir çizgide sıralanmışlardı. Hemen sonra bir mürit rapor vermek için doğruldu.

  
Diğer birkaç mürit de ona uyarak takip etmiş, saygılarını göstererek uyumlu bir şekilde güncel olayları rapor etmişlerdi. Shen Qingqiu aşina olduğu bir addan bahsedildiğini işitene değin dalgın bir şekilde konuşulanları dinliyordu.

 
Mürit konuştu: “Saray Lordu; siz gittiğinizde, mâlûm Liu Qingge iki kez geldi. Sizin burada olmadığınızı gördüğünde bütün su kestanesi çiçeklerini ezdi.”
  


Bunu duyduğunda Shen Qingqiu kaygılanmış, dişleri hafifçe sızlamıştı.
  


Liu Qingge, o… ondan intikam almaya mı çalışıyordu?
  


Luo Binghe’nın ifadesi “Kimin umurunda, bu yaşlı adamın bolca parası var” tarzında bir güvenceyle dolmuştu. “Onları ezmesine izin verin. Başka?”
 
Mürit ona bakıp soğuk terlerini sildi. Dikkatlice ekledi: “Ayrıca… Küçük Saray Hanımı… sizinle görüşmek istiyor.”
  


Aslında Shen Qingqiu, Luo Binghe’nın sevgilisinin bütün saray holüne bildirilirken nazik ve şefkatli ifade takınacağını düşünüyordu. Bunun yerine soğuk, ilgisiz bir ifadeyle karşılayacağını kim bilebilirdi ki? Konuşmak için bile fazlasıyla yorulmuş gibi elini sallayarak konuyu reddetti.
  


Mürit zor duruma sokulmuştu. “Fakat…”
  


“Fakat ben çoktan geldim!”
  


Sesi işittiğinde Shen Qingqiu’nin dişleri ve derisi sızladı. Saraya girdiği gibi söylenebileceğinden daha hızlı bir şekilde Küçük Saray Hanımı’nın şevkli yaradılışıyla çevrelenmişti. Yanında, aynı sarı cübbeyle biraz yaşça büyük bir güzellik vardı. Gözleri pusluydu, gözyaşları her an dökülecekmiş gibiydi. Bu kişi Qin Wanyue’den başkası değildi.
 
Shen Qingqiu ikisine baktığında oldukça tahmin edilmeyecek bir gelişme hissetti.
  


Bu iki kız gençliklerinin baharında olmalıydılar, fakat ikisi de solgun ve bezgindi. Bu özellikle de yanaklarında çoğunlukla kosmetikle yapay bir şekilde oluşturulmuş gibi gözüken, eşit olmayan bir şekilde dağıtılmış kırmızı lekeli Küçük Saray Hanımı’nda belliydi.
  


Neden kısmen bile sevgilisi tarafından lüksle şımartılmış bir genç hanım gibi gözükmüyordu?
  


Küçük Saray Hanımı Luo Binghe’ya bakmak için başını kaldırdı. “Dönmüşsün.”
  


Luo Binghe ona baktı, sessizdi. Qin Wanyue sessizce konuştu: “Küçük Saray Hanımı, geri dönelim.”
  


Küçük Saray Hanımı hızla ona konuştu: “Gece gündüz kimi düşündüğünü bilmiyor muyum sanıyorsun? Benim yanımda durmanın nedeni, her şeyi yapabilmenin sebebi, onun anlık bakışını yakalamak için değil mi? Öyleyse neden onu gördüğünde sahiden sevimli ve acınası davranıyorsun? Niçin buraya gelmeden önce beni durdurmak için hiç gayret göstermeyip sadece şimdi bana akıl veriyorsun?”
  


Qin Wanyue başını eğdi, bir şey demeye cesareti yoktu. Kulakları koyu kırmızıya boyanmıştı.
 
Küçük Saray Hanımı tekrardan saray holüne döndü. “Hâlâ babamı bulamadınız mı?”
  


Luo Binghe konuştu: “Yaşlı Saray Ustası bulutların içerisinde kayboldu. Ondan geriye hiçbir iz kalmadı.”
  


Bu yanıt gerçekten son derece riyakârdı. Shen Qingqiu’nin birçok televizyon dizisi ve internet romanından derlediği izlenimine göre “Bulunduğu yeri bilmiyorum” repliğini söyleyen kişi genellikle önceki liderin kaybolmasını dikkatlice organize etmiş baş suçlu oluyordu.
  


Küçük Saray Hanımı soğukkanlılıkla alay etti. “Yine bu cümle. Bana yeni bir bahane sunmak için bile mi enerjin yok? Pekâlâ, Pir’den bahsetmeyeceğim. Benim hakkımda konuşalım.”
  


Cırtlak bir şekilde sordu: “Gelip sana rastlamasam beni arar mıydın?”
 
Luo Binghe etrafta gözüküp kız kardeşi itip kakacak tipte bir canavar mıydı? Aygır romanının erkek liderinin itibarını aşağılama!
  


Luo Binghe’nın belli ki bu itibardan vazgeçmiş olması yazıktı. Birkaç Huan Hua Sarayı müridi sarayın merdivenlerinde göründü, onu teselli etmeye gidiyorlar gibi görünüyorlardı fakat sadece zorla Küçük Saray Hanımı’nı dışarıya itelediler. Dışarıya sürüklenirken bağırıp çağırmayı sürdürmüş, Qin Wanyue hantal bir şekilde arkasından ilerlemişti. Bir şey beklercesine zaman zaman Luo Binghe’ya dolu gözlerle bakmıştı.
 
Bundan önce pür dikkat, düzgün bir şekilde duran Sha Hualing şimdi kaşlarını çatarak onları takip etmişti. Verandada durduklarında onları azarladı: “Ne yapıyorsunuz siz? Ona göz kulak ol dediğimde işinin yapılış şeklinin bu olduğunu mu düşündün?”
 


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


47   Önceki Bölüm 


468x60


DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.