620 yıl önce Iyasa kıtası birleşti ve İmparatorluk doğdu.
Brumayer ailesi, İmparatorluk ailesini iktidara yükselişlerinde destekledi ve İmparatorluğa kuruculuk derecesinde katkı olarak kabul edilecek bir başarı elde etti.
Ancak şimdiki statülerinin Kont olmasından anlaşılacağı üzere Brumayer'lerin şimdiki jenerasyonlarında güç eksikliği var.
Ama şimdi kızlarının Dük Reinhardt ile evlenmesiyle, İmparatorlukta ikinci statülüğü olan adamla, Brumayer'lar tekrardan ışığı görmeyi umdu.
'....Düşündüğüm buydu.'
Şimdiki durumu, akşam yemeğinde düşündüğünde Kont Brumayer pişman hissetti.
Masadaki aile şefinin 'bifteği' o kadar şahaneydi ki türünün tek örneği bile denebilirdi. Parlak bir şekilde parladı ama o elini bile süremedi.
Rose da durumları hakkında bunalımdaydı.
Gözlerini her kapattığında üç yıl önce ortaya çıktığı gibi parlayan Dük Reinhardt'ı görebiliyordu.
Iyasa kıtası tarihte ilk kez birleştiğinde, İmparatorluk o kadar çok gurur duydu ki bu adı korudu.
Sarayın kalbinde ilk ziyafet salonu hazırlandı.
Ziyafet salonuna giden koridorun tavanı ziyafet müdavimlerinin üstünde yükseldi. Tavandaki karmaşık oymalar, kraliyet tarzındaydı ve altınla parlayan bir şekilde dekore edilmişti.
O tavanın altında Rose ilk defa Dük'le karşılaşmıştı.
'...Ah!'
Saçı o kadar siyahtı ki parlak koridorda dururken tüm ışığı yutuyormuş gibi göründü. Saçının altında uzak ve bağımsız görünen dünyanın en saf altınından gözleri vardı. Gözleri dar olmasına rağmen, erkeksi güzelliği gömleğinin ana hatları ve tabakalanmış kaslarla iyi eşleşmişti.
"Böyle bir dükün geçtiğine inanamıyorum..."
Rose çatalıyla bifteğe işkence edip yas tuttu.
Dük'ü hiç görmemiş olan kadınlar vardı ama söylenene göre onunla tanışan her kadın ona aşık olmuştu.
İmparatorluk'taki birkaç kılıç ustası "katiller" olarak adlandırılmıştı ama Dük diğerlerinin aksine bunları umursamazdı.
"Onun kalbini eritebileceğim konusunda kendime güveniyordum."
"Dük'ten konuşmayı kes! O ihanetçinin ünvanını bile kullanmamalıyız!"
Sessizce yiyen kontes çatalını tehdit edermiş gibi salatanın yanına koydu.
"Ama annnneeeeeeeee... bunların hiçbiri mantıklı değil? Batı denizinde bir barbar tarafından öldürüldü! Artı, savaş neredeyse bitmişti!"
"Ölümünde çeşitli durumlar vardı. Onu bırakmalıyız. Şu gayrimeşru çocuk sağolsun baban evlilik sözleşmesini atlatmayı başardı."
"Ahem!"
Kont boğazını temizlerken kasten konuşmaya girdi. Kontes ağzını peçeteyle sildi ve konuşmaya devam etti.
"Brumayer sayılan o aşağı orospunun bu kadar kullanışlı olabileceğini kim tahmin ederdi? Baştan aşağı o ilkel dansçıyı hatırlatıyor. Onun sözleşmeyi yerine getirmesiyle Dük'ün parasını İmparatorluk ailesine iade etmek zorunda kalmayacağız."
Laritte'nin Reinhardt Düklüğüne gönderilmesinin tek sebebi Brumayer'ların parayı tutmasına izin verilmesini istemeseydi.
"Bu doğru! Bir çukurda çürüyor olmalı, değil mi?"
Düklükten kalan tek şey dağın köşesindeki eski bir villaydı. Laritte oraya hiçbir destek olmadan gönderilmişti. Şu an yapması gereken tek şey acınası bir şekilde ölmekti.
Rose aşırı mutluydu.
'Laritte, Brumayer ailesindeki tek lekeydi.'
Rose, gayrimeşru bir çocuğun babası olan babasını sevmemiş olabilirdi ancak Laritte'den daha çok nefret ediyordu.
Laritte'nin tipik bir Brumayer'in karakteristik özelliklerine sahip olmaması onu rahatsız etti. Kızıl saç ve çiller yerine Laritte, soluk ten rengi ve gümüş saçıyla dansçı olan annesine benziyordu. Ve bu özellikler herhangi bir soylu kızının hayatlarının bir noktasında kıskanacağı özelliklerdi.
'Onun gözlerini de eklersek...'
Onun mavi gözleri okyanusa benziyordu ama yine de Dük Reinhardt'ın altın gözlerine benzerdi. Sanki sana aşağı bakıyormuş gibi soğuk bir bakıştı! Son günlerde Rose'un Laritte'ye işkence etme sebebi o gözlerdi.
"Cesetten kurtulmak için sabırsızlanıyorum."
Masadaki kimse Rose'un Laritte'nin hakkında konuştuğunu bilmiyordu. Ama yine de kimse onu söylediği kelimeler yüzünden azarlamadı. Bu kesinlikle Laritte'ye nasıl davranıldığını göstermişti.
* * *
Şaşırtıcı bir şekilde Laritte hayatında ilk defa zamanını dinlenerek geçirmişti. Terk edilmiş bir evin ihtiyaçlarını çoktan biliyordu: soğuk gecede yakmak için yakacak odun. Bu yüzden, Brumayers'dan aldığı tüm parayla, yeni evine gitmeden önce odun satın aldı.
"Bak! Tam bir aptal, değil mi? Hahaha!"
O giderken Rose'un ona söylediği şey buydu. Rose, onun ağaçların bol olduğu dağlara gittiğinin farkındaydı, bu yüzden neden hala oduna ihtiyacı vardı?
Rose sonuna kadar Laritte'yi görmezden geldi. Dışarıki dünyayı bilmeyen kişi Rose'du.
İmparatorlukta sık sık çiselenirdi. Eğer Laritte yerden bir dal alsaydı, küçük bir parçası bile nemli olduğunda çakmaktaşı ile yakmak imkansız olurdu.
Öyle olsaydı Laritte dağdaki ilk günlerinde soğukla savaşıyor olurdu.
'Sonbahar ama çoktan bu kadar soğuk...' diye düşündü Laritte eve girip odununu şöminede kullanıp yakınca.
Bu gerçeği altı yaşından beri biliyordu.
Onu doğuran annesiyle yaşarken Laritte para kazanmak için dağdaki bitkileri toplamak zorundaydı.
Çoğu bitki işe yaramaz otlardı ama yapacak bir şey yoktu. Alternatifi, annesinin ona katlanabildiği evde olmaktı.
Ve bir kez, sadece bir kereliğine Laritte dağlarda kayboldu.
Küçük bir kız olarak bir şekilde yeteri kadar dal toplayarak soğukta hayatta kalmayı başarmıştı. Ama bir gün şiddetli bir fırtına dalları ıslattı. Artık yanamazlardı.
Hayatıymış gibi o dallara sarıldı, anca ölümün kıyısındayken onları yakmayı başardı.
'Fiyuv..."
Eski anıları tarafından dikkati dağılan Laritte etrafına bakındı. Villanın içi çok tozluydu ve ürkütücü hissettiriyordu. Mobilyalar çok eskiydi bu yüzden bir yerden hayalet çıksa şaşırtıcı olmazdı.
Güneş ışığı vuran tekerlekli sandalyeye otururken uyuşuk hissetti. Onun cenneti buradan başkası değildi.
Hem biyolojik annesi hem de Brumayers tarafından Laritte her zaman davetsiz bir misafir gibi hissetti ve ona davranış şekilleri hakkında hiç konuşmadı.
"Akşam yemeğinden önce temizliğe başlamalıyım." sandalyesinden kalkarken geveledi.
Ancak villanın mutfağını kullanacak kadar da salak değildi. Onlarca yıldır kullanılmamış gibi görünüyordu.
Bu hazırladığı ikinci şeyin parlama şansıydı. Laritte arabacının ona attığı valizin dibini karıştırdı.
Çantada Kont Brumayer'in ona verdiği bazı yumrular vardı. Onlar patateslerdi.
Ama bunlar sıradan insanlar için patatesler değillerdi. Bunlar aristokratların bile garnitür olarak yemekten sıkılmayacağı kadar iyi patateslerdi.
Patates salatası, krema ve havyarla süslenmiş bebek patatesler, patates pizzası, gnocchi... yapabileceği sonsuz tarif vardı ama Laritte böyle bir lükse gücü yetmezdi. Brumayer'lerden çalmayı başardığı tek şey biraz patates ve biraz baharattı.
Onun yerine Laritte 'fırında patates' yapmıştı, çiftçilerin sık sık yediği bir yemek. Laritte tuz ve biber serpip şöminede pişmeye bıraktı.
Laritte ateşe boş boş bakarken patatesleri şömineye bırakıp pişmesini bekledi. Çok geçmeden gerindi.
"Hadi bakalım." dedi kendi kendine.
Patatesler pişerken bir şey yapması gerektiğini düşündü.
Aslında yapacak çok işi vardı.
Yakındaki vadide bir dere olduğundan yıkanmak bir sorun değildi. Ama insanlar günde üç öğün yerler ama Laritte'nin sonsuz patates kaynağı yoktu.
Bu yüzden Brumayer'ların ve Laritte'nin inandığı gibi burada ölmeliydi. Ama bu olmayacaktı.
Villanın etrafına bakındı. O kadar kalın ve gri bir toz tabakasının altında gizlenmiş hazineler vardı ki, eşyaların orijinal rengini bile saklıyordu.
Laritte, parçalanmak üzere olan eski bir halının yanından geçerek örümcek ağlarıyla dolu bir kabinin önünde durdu.
Aslında o kabinde pahalı yiyecekler tutulurdu. Bir zamanlar sahip olunan tüm paha biçilmez eşyalara zaten İmparatorluk tarafından el konulmuştu, bu yüzden geriye kalan tek şey kase şeklindeki tozdu.
Ama onun hazinesi hala oradaydı. Hazinesi kabinin kendisiydi.
"Şu güzel dizayna bak." diye mırıldandı. Parmaklarını daha önce Dük'e ait olması gereken kabinin içindeki tahtaya sürdü ve tozlu yeri süpürdü. Eğer satsaydı kesinlikle bir aylık patatese yetecek kadar parası olurdu.
Fark etmeden başka hangi mobilyaları satabileceğini görmek için oturma odasını araştırırken mırıldandı.
"Sen elli parçaya değersin, yirmi parça, otuz beş parça... Bu da ne? Daha önce hiç böyle bir şey görmemiştim. Harika, bu yetmiş parça olur."
(Çn: parça diye paradan bahsediyor olabilir)
Para kazanmak için başka bir yol bulana kadar bunlar ona yaşamak için yeterli olurdu.
____
Geç bölüm için özür dilerim. Bölümler uzun olduğu için yarısını şimdi yarısını sonra çevireyim diye yapıyorum ama ikiden daha fazla parçaya ayrılıyor. Benim sorumsuzluğum yani. Başka serilere odaklanıp editörüme iş yıkayım derken bu kaçmış arada. Çevirmenlere saygı duyarım ama bunun çevirisini pek beğenmedim. İngilizce direk okurken daha az göze batıyor ama -ki batmaması lazım bknz. Death is the...'de de çeviri pek iyi değil ama yine de batmıyor, özellikle inceleyip çevirirken batıyor.- çevirirken özellikle daha da batıyor ve bazı yerlerin anlamı bile yok. Sanki özet anlatırmış gibi. (Grammar'den bile bahsetmiyorum oraya girersek çıkamam çünkü) Neyse benim şikayet etmeye hakkım yoktur. O kadar emek vermiş bölümler de uzun zaten (okurken 10 saniye) yorucu oluyor. Hem konu da anlaşılıyor. Neyse okuduğunuz için teşekkürler!
Diğer novellerime de bakın lütfen! Death is the only ending for the villain Ariel the Lustful Saint
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.